Ülkücü Hareket'in tarihini yazan, şehit lider Muhsin Yazıcıoğlu'nun dava ve yol arkadaşı onun en yakınlarından ve en iyi tanıyanlardan biri olan Hakkı Öznur; sosyalist gazeteci Merdan Yanardağ'ın basında geçtiğimiz günlerde yer alan, "Ezber bozan açıklamalar" diye verilen Muhsin Yazıcıoğlu ile ilgili sözlerine, "içinde bazı doğrularda var yanlışlarda" diyerek konuyla ilgili geniş bir tarihsel açıklama yaptı.
Açıklamasında Merdan Yanardağ'ın Muhsin Yazıcıoğlu'nun, Nasuh Mitap ile birlikte yattığı konusunda ve "Sivas olaylarında BBP'nin rolü yoktur tam aksine BBP'liler birçok insanı ölümden kurtarmıştır" sözlerinin doğru olduğunu ifade etti

Öznur açıklamasında Merdan Yanardağ tarafından söylenen "Dev-Yol liderlerinden Nasuh Mitap'dan etkilendi", "Sola yöneleceklerdi", "İslamcı çizgiye kaydılar" gibi ifadelerine karşı çıkarak Muhsin Yazıcıoğlu yüksek ahlaklı ve insani değerlere çok büyük önem veren vicdanlı, merhametli, hoşgörülü, Anadolu ereni olduğunu cezaevinde zor durumda olan insanlara ayrım yapmadan yardımcı olduğunu bu yüzden Nasuh Mitap başta olmak üzere hücrede beraber yatmak zorunda olduğu solcuların Muhsin Yazıcıoğlu'ndan etkilendiğini onun şehit düşmesinden sonra birçok solcunun elim olaya üzüldüğünü ve hakkında basına olumlu açıklamalar yaptığını söylemiştir.
Öznur, Yanardağın "sola geleceklerdi" ifadesinin de yanlış olduğunu Yazıcıoğlu'nun Sosyalizme, Marksizme, otoriter zihniyetlere, totaliler ideolojilere karşı olduğunu hatta 12 Eylül öncesi Ülkücü gençliğe verdiği konferanslarda "Sosyalist sistemin çökeceğini, SSCB'nin dağılacağını" söylediğini tarihin başta Başbuğ Alparslan Türkeş olmak üzere şehit lider Muhsin Yazıcıoğlu'nu, Türk Milliyetçilerini haklı çıkardığını ifade etmiştir.
Öznur açıklamasında " Muhsin Yazıcıoğlu İslamcı çizgiye " kaydı sözlerinin de yine doğru olmadığını Yazıcıoğlu'nun 40 yıllık siyasi yaşamı boyunca siyasal İslamcılara karşı çıktığını, İslam'ın bir ideoloji olmadığını her zaman radikal İslamcı, Vehabi, Harici, İrancı akımlarla, çevrelerle mücadele ettiğini söylemiştir.
Muhsin Yazıcıoğlu'nun bugün ülkeyi yöneten siyasal İslamcı fikirlerden etkilenen AKP zihniyetiyle mücadelen eden Türk Milliyetçisi bir lider olduğunu yine ifade etmiştir Muhsin Yazıcıoğlu'nun hayatını, Türk milletine, Türklük ülküsüne adadığını bu yüzden küresel bir suikastle şehit edildiğini yine açıklamasında ifade etmiştir:
HAKKI ÖZNUR'UN AÇIKLAMASININ TAM METNİ:
Tele1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ'ın, 22 Ağustos 2025'te yayımlanan 4 Soru 4 Yanıt programında, Muhsin Başkan ile ilgili bazı sözleri kamuoyuna yansıdı. Söylediklerinde doğrularda var yanlışlarda.
1-Muhsin Yazıcıoğlu 12 Eylül 1980 darbesi sonrası Mamak Cezaevindeki hücrelerde Dev-Yol'un 2 numaralı ismi MK Üyesi Nasuh Mitap ile kaldığı doğrudur.
"10'ar yıl hapis yattılar, idama mahkûm edildiler, idam edilenler oldu, işkence görenler oldu. Mamak'ta devrimcilerle beraber yattılar"
Bu sözlerde doğrudur. Ancak şunların da bilinmesi lazım: Muhsin Yazıcıoğlu, 31 Ocak 1981'de Cunta rejiminin özel olarak kurduğu asker ve polis karışımı hepsi; Ülkücü düşmanı olan özel bir ekip tarafından Ankara da yapılan bir operasyonla gözaltına alınmıştır. 1 ay, 4. Kolordunun içinde bulunan özel olarak Ülkücüler için kurulan Mamak Cezaevinin bitişiğindeki, C5 İşkence merkezinde 1 ay işkence görmüştür.
İşkenceli sorgulara Komünist POL-DER mensubu polislerle ülkücü düşmanı askeri savcı Albay Nuretttin Soyer'de katılmıştır. Muhsin Yazıcıoğlu işkenceli sorgulardan sonra önce Mamak Cezaevinde B Bloktaki bir koğuşa konmuştur. Kısa bir süre sonra buradan İdamlıkların bulunduğu A Blok'taki Tecrit'e, hücreye konmuştur. Tahliye olana kadar hücrede kalmıştır.
Muhsin Yazıcıoğlu, 31 Ocak 1981'de Cunta rejiminin özel olarak kurduğu asker ve polis karışımı hepsi; Ülkücü düşmanı olan özel bir ekip tarafından Ankara da yapılan bir operasyonla gözaltına alınmıştır. 1 ay, 4. Kolordunun içinde bulunan özel olarak Ülkücüler için kurulan Mamak Cezaevinin bitişiğindeki, C5 İşkence merkezinde 1 ay işkence görmüştür. İşkenceli sorgulara Komünist POL-DER mensubu polislerle ülkücü düşmanı askeri savcı Albay Nuretttin Soyer'de katılmıştır.
Muhsin Yazıcıoğlu işkenceli sorgulardan sonra önce Mamak Cezaevinde B Bloktaki bir koğuşa konmuştur. Kısa bir süre sonra buradan İdamlıkların bulunduğu A Blok'taki Tecrit'e, hücreye konmuştur. Tahliye olana kadar hücrede kalmıştır.
12 Eylül sonrası cunta rejimi "karıştır barıştır" uygulaması başlatmıştır. Koğuşlarda ve hücrelerde Ülkücüler ve Devrimciler uzun bir dönem beraber yatmak zorunda kalmıştır. Bundan 5 ay önce İddia edildiği gibi Muhsin Yazıcıoğlu Sırrı Süreyya Önder ile de asla ne aynı koğuşta ve ne hücrede kalmamıştır. Sırrı Süreyya Önder Mamak cezaevinde A Blok 2. Koğuşta kalmıştır.
Muhsin Başkan Mamak Cezaevinde zaman zaman 4 kişilik, zaman zaman iki kişilik, zaman zaman tek kişilik hücrelerde kalmıştır. Muhsin Başkan A Blok tecrit arka 14.nolu hücrede kalmıştır.
2- Merdan Yanardağ, 2 Temmuz 1993'te Sivas'ta yaşanan Madımak olayında BBP'nin herhangi bir rolü olmadığını, aksine BBP'lilerin bazı kişilerin otelden çıkarılmasına aracılık ettiğini belirtmiştir. Otelden çıkarılan kişilerin otelin yanındaki BBP İl binasına götürüldüğünü söyleyen Yanardağ, bu müdahalenin yapılmaması durumunda ölen kişi sayısının 35 yerine 70 olabileceğini şu sözlerle ifade etmiştir:
"Sivas Katliamı'nda Büyük Birlik Partisi'nin hiç bir rolü yok. Tam tersine Madımak Oteli'nden insanların yarısının kurtarılmasını sağlayan Büyük Birlik Partisi'dir. Otelden Büyük Birlik Partisi İl binasına geçiyorlar ve kalabalığa teslim etmiyorlar."
Merdan Yanardağ'ın bu sözleri doğrudur. Şunların da bilinmesi lazım: Aralarında türkücü Arif Sağ`ın da bulunduğu 35 kişinin hayatını Büyük Birlik Partililer kurtardı. Keşke Türk solu bu konuda daha fazla itirafta bulunsa sosyalist gazeteci Merdan Yanardağ gibi gerçekleri söyleyip, yıllarca iftira attıkları Muhsin Yazıcıoğlu ve BBP den özür dileseler. Siyasal ahlak bunu gerektirir
İÇ SAVAŞ TAHRİKÇİLERİ SİVAS'I BİLEREK SEÇTİLER
Sivas üzerinde hep oyunlar oynanmıştır. Sebebi; yüzyıllardır birlikte kardeşçe yaşayan insanlarınızın arasına kin ve nefret tohumları ekip, Alevi-Sünni çatışması yaptırmaktı. Sivas, diğer şehirlere göre hassas bir yapıya sahiptir. Merkezinde, ilçelerinde, köylerinde Sünni ve Alevi vatandaşlarımız vardır. İç içe olan köylerde farklı inanca sahip insanlar yaşamaktadır.
Türkiye'de 12 Eylül öncesi yaşanan olayların bir iç savaşa doğru derinleştirilmesinde Malatya-Elazığ, Sivas, Kahramanmaraş ve Çorum olayları, önemli dönemeçler oluşturdu. 17-18 Nisan 1978 Malatya, 19-26 Aralık Kahramanmaraş, 1980'in Mayıs-Temmuz aylarında Çorum vb. yerlerde çıkan olayları, "Sağ-Sol çatışması, Alevi-Sünni" çatışması olarak göstermeye çalıştılar. Ancak ülkemizi acıya boğan olaylar ne Sağ ne Sol ne Alevi-Sünni çatışması idi.
Bu olayların çıkmasında, Alevi-Sünni çatışmalarının kışkırtılmasında dış odakların, uluslararası istihbarat servislerinin önemli bir rolü vardı. 12 Eylül öncesi Amerikan elçilik görevlileri, Malatya, Amasya, Sivas, Kahramanmaraş, Çorum vb. illeri gezerek Sağ-Sol, Alevi-Sünni çatışmaları üzerine çalışmalar yapıyorlardı. Amerikalı ajanların gittiği her yerde daha sonra çatışmalar meydana geldi, olaylar çıktı. İller, ilçeler karıştı…
CIA elemanları ve uzantıları Malatya, Sivas, Kahramanmaraş ve Çorum olaylarını tertip etmişlerdir. Alevi-Sünni vatandaşlarımızın birlikte yaşadığı Malatya, Sivas, Maraş, Çorum gibi yerlerde çıkan olaylar, CIA elemanlarının hassas yerleri ziyareti ve karanlık temasları sonrasındadır.
NATO merkezli Gladyo, 12 Eylül sonrasında da, ülkemizde çalışmalarını aksatmadan devam ettirmiştir. 1993 sürecinde karanlık suikastlar, Sivas olayları (Madımak) ve Başbağlar katliamı, Gazi Mahallesi olaylarıyla laik-antilaik, Alevi-Sünni çatışması çıkarıp, toplumu cepheleştirmek ve kamplaştırmak istemişlerdir.
Gladyo ve işbirlikçileri 15 yıl sonra tekrar ülkeyi kaosa sürüklemek için Sivas'ı üs seçtiler. 15 yıl sonra Sivas, yine karıştırılacaktı. İç savaş tahrikçileri, 2 Temmuz 1993 günü Sivas'ta tekrar sahneye çıktı. Günler öncesinden gerilen, gerdirilen ve provokasyonlara elverişli hale getirilen Sivas, karanlık odaklarca bilinçli olarak merkez seçilmişti. Günlerden Cuma idi. 15 yıl önce de Cuma'ydı, tesadüf olamazdı. Bilerek en hassas şehir ve en önemli gün seçilmişti.
Olayların başlangıcında, marjinal Sol örgütler, bölücü gruplar, radikal akımlar, Alevi vatandaşlarımızı istismar eden, Alevi inancıyla da uzaktan yakından ilgisi olmayan, "Ali'siz Alevilik" peşinde koşan, Batılı yabancı istihbarat servisleriyle bağlantılı gruplar, bu karanlık senaryonun içinde yer aldılar.
MUHSİN YAZICIOĞLU'NUN UYARILARINI DİKKATE ALSALARDA SİVAS OLAYLARI YAŞANMAZDI!
Muhsin Yazıcıoğlu, tıpkı (3-4 Eylül 1978) yılında yaşanan kanlı Sivas olaylarının bir benzerinin yaşanmaması için üstüne düşen tarihi görevi yapıyor, Sivas Valisi'ne ve yetkililere "yapmayın, etmeyin, bu adamı bu şehre getirmeyin" diyordu. Yazıcıoğlu, iç ve dış mihrakların Aziz Nesin'i bahane ederek, provokasyonlar yaptırıp, Sivas'ı karıştıracaklarını sezinliyordu.
12 Eylül 1980 öncesi gençlik liderliği yapmış, fırtınalı yılları yaşamış, tecrübeli bir siyaset adamı olarak Yazıcıoğlu, istenmeyen olayların çıkacağını ve ülkenin kaosa sürükleneceğini görüyor ve devlet yetkililerini provokasyonlara karşı ısrarla uyarıyor, uyanık olmaya çağırıyordu.
BBP liderine, bu noktada ciddi duyumlar geliyordu. Bir siyasi parti lideri olarak, Sivas halkını tahriklere kapılmamaya, sağduyulu olmaya çağırıyordu. Yazıcıoğlu, Sivas olaylarından bir süre önce, Sivas il teşkilatına talimat vererek, dikkatli olmalarını, kalabalık grupların içine girmemelerini, tanımadıkları, bilmedikleri kişilere karşı uyanık olmalarını, yapılacak herhangi bir gösteride, hiçbir partilinin bulunmamasını açık bir şekilde söylüyordu. Zaten parti yöneticileri de sokaktaki vatandaş gibi tedirgindi. Bu gerilim, Sivas'taki bütün siyasi grup ve çevrelerde de vardı. Çünkü herkes, Aziz Nesin ve etkinlikler yüzünden olayların çıkmasından endişe ediyordu.
Muhsin Yazıcıoğlu, provokasyon endişesi nedeniyle etkinlikler sona erene kadar, partililerin ve gençlerin kesinlikle parti dışına çıkmamalarını ve herhangi bir siyasi çalışma yapmamalarını tavsiye ediyordu.
YAZICIOĞLU: "HEPSİNİ KURTARIN, ZARAR GÖRMESİNLER, HER TÜRLÜ İHTİYAÇLARINI GİDERİN"
Muhsin Yazıcıoğlu, olayları Gaziantep il kongresine giderken yolda haber almıştı. Şehirde Cuma namazı sonrası olayların çıktığı haberinin Sivas İl Başkanı'nca kendisine haber verilmesi üzerine; "korktuğum oldu" demiş ve resmi yetkililere ateş püskürmüş, "Bu nasıl devlet yönetimi? Bu nasıl Vali? Bunlar nasıl provokasyonlara izin verirler? Sokaktaki vatandaş bile olaylar çıkacağını söylüyor, aklı başında olan her insan, siyasi çevreler, yerel basın, Aziz Nesin; Sivas'a gelmesin olaylar çıkar diyor, Sol örgütler Sivas'a yığınak yapıyor. Güvenlik güçleri ise gereken tedbirleri zamanında almıyor" diyerek tepkisini ortaya koymuştu.
BBP lideri, sürekli Sivas ile ilgili haberleri parti yöneticilerinden alıp, olayların büyüdüğünü, çığırından çıktığını öğrenince yoldan hemen Sivas'a döner. Olaylar devam ederken, Sivas İl Başkanı Ahmet Yıldız, tekrar lideri Muhsin Yazıcıoğlu'nu arayarak Madımak Oteli'nin arkasında bulunan parti binasına yangından kaçan bir grubun sığındığını söyler. İl Başkanı, Yazıcıoğlu'na yangının başladığı ilk anda bir Profesör ve 3 kişinin havalandırmadan geçtiğini, onları diğerlerinin takip ettiğini anlatıyordu. BBP lideri, sığınan herkesi kurtarmalarını, içeri almalarını, dikkatli olmaları talimatını veriyordu.
Sivas İl Başkanlığı'nda BBP İl Başkanı ve dava arkadaşları, yangına ve öfkeli kalabalığa hiç aldırmadan kendilerine sığınanları kurtarmışlardır. BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu, İl Başkanı Ahmet Yıldız'a, partiye sığınan ve kurtarılan kişilerin, parti binasına sığındıklarını, göstericilerin bilmemesini, aksi takdirde galeyana gelen, kontrolden çıkmış olan yığınların, parti binasına saldıracaklarını düşünerek, kimseye kapılarını açmamalarını, güvenlik güçlerine haber vermelerini, olaylar yatıştıktan sonra emniyet yetkilileri ile irtibata geçerek, onları teslim etmelerini söylüyordu.
Yazıcıoğlu, "Ne pahasına olursa olsun, teşkilata sığınanlar dışarıdaki kalabalıklardan korunacak, emniyet birimlerine güvenli şekilde teslim edilecek'' talimatını verdi. Çünkü dışarıda kışkırtılmış bir kitle vardı. BBP mensupları da zarar görebilirdi. Muhsin Yazıcıoğlu, yine bir başka talimatında "partimize sığınanların her türlü ihtiyaçlarının giderilmesini, onların zarar görmemesi için azami dikkat edilmesini" istiyordu.
Sivas BBP İl teşkilatı yöneticileri, her türlü riski göze alarak, kendilerine sığınan 35 kişiyi kurtarmışlar, onları, il binasında olaylar yatışana kadar 3 saat misafir etmişlerdi. Olayların sona ermesinin hemen ardından, binada bulunanlar ortalık sakinleştikten sonra, güvenlik güçleri tarafından dışarı çıkartılmışlardı. BBP'liler tarafından kurtarılanlar, ayrılırken, BBP'lilere gösterdikleri örnek tutum ve davranışlardan dolayı teşekkür etmişlerdi.
ARİF SAĞ: "BİZİ BBP''LİLER KURTARDI"
Diğer yandan, BBP il binasına sığınarak hayatta kalanlar arasında, eski SHP milletvekili türkücü Arif Sağ ile birlikte birçok tanınmış simalar vardı. Kurtulanlardan birçoğu çeşitli gazetelerde BBP'ye teşekkürlerini dile getirdiler ve hayatlarını BBP'ye borçlu olduklarını söylediler.
Arif Sağ, Madımak Oteli yangını sırasında kendisinin de içinde bulunduğu 35''ten fazla kişinin kurtulmasında, dönemin BBP İl Başkanı'nın önemli katkısının olduğunu söyledi. 7 Temmuz 2009 yılında Madımak olaylarıyla ilgili bir açıklama yapan Sağ, "olaylarla BBP''nin bir ilgisinin bulunmadığını" belirterek, "Aksini söylersek iftira etmiş oluruz." dedi. BBP lideri, milletin adamı şehit Muhsin Yazıcıoğlu, bir söyleşide bu konuyla ilgili şunları söylüyordu:
"Birçok tehlikeyi, basılmayı, böyle bir olay karşısında oteldekilere yardım ettiğimiz gerekçesiyle bize yapılacak her türlü saldırıyı göze alarak, hayat kurtarmanın karşısında bize iftira atılması çok zorumuza gitti. Ne yani, onları öyle mi bırakaydık? Ama karşılığı da bu olmamalıydı. Biz insanlığın, insan olmanın gereğini yaptık. Zora düşen, dara düşen herkese yardımcı olmak bizim inancımızın gereğidir.
İçinde insanlık sevgisi olmayan, insanlıktan nasibini almamış fitne ve fesat yuvalarının iftiraları bize sökmez. Başta Sivas halkı olmak üzere, bütün milletimiz bizim nasıl bir sağlam karaktere ve sağlam duruşa sahip olduğumuzu bilir. Bizim olaylar karşısında ortaya koyduğumuz örnek ve asil tavır karşısında toplumun her kesiminde bize teşekkür mesajları gelmiş, insanlar bizi arayıp 'iyi ki sizin gibi iyi insanlar var' demişlerdir.
Birçok Alevi kardeşimiz, olayların en sıcak saatlerinde çok şeyi göze alarak, soğukkanlı bir şekilde davranarak 35 insanı kurtaran, onlara yardım eden parti yöneticilerimizi arayarak kutlamışlar, 'Allah sizlerden razı olsun' demişlerdir. Biz BBP olarak, teröre, şiddetle karşı çıktık. Biz hep barışı ve kardeşliği savunduk. Provokasyonlara karşı çıktık, ülkenin birliğini, beraberliğini savunduk".
MERDAN YANARDAĞ'IN SÖZLERİNDEKİ YANLIŞLAR:
1-"Muhsin Yazıcıoğlu'nun cezaevinden çıktıktan sonra sola karşı bir saygı ve sempatiyle çıktığını biliyorum. Dev-Yol liderlerinden biri olan Nasuh Mitap ile aynı hücrede kalıyor ve daha yakından tanıyor. Ondan çok etkileniyor."
Merdan Yanardağ'ın bu sözleri doğru değildir ve yanlış ifadelerdir. Evet, Nasuh Mitap Muhsin Yazıcıoğlu ile aynı hücrede kalmıştır. Önce Devrimci Yol ve Nasuh Mitap ile ilgili şunların bilinmesi lazım:
12 Eylül'den sonra Devrimci Yol hareketine karşı en büyük operasyon Kasım 1980'de başladı Şubat 1981 yılında sona erdi. Devrimci Yol'a karşı oldukça titiz bir çalışma yapan polis "Demir Yumruk adını verdiği, operasyonlarda Devrimci Yol'un önder kadrolarını kısa sürede ele geçirdi.
Örgüte yönelik ilk operasyonlarda Dev-Genç Genel Başkanlığı da yapmış olan Halil Yasin Ketenoğlu 7 Kasım 1980'de, Dev-Genç yöneticilerinden Cahit Akçam 17 Kasım 1980'de, Dev- Genç Genel sekreterliği yapmış olan Bülent Forta, 20 Kasım 1980 de, yine örgütün önemli isimlerinden Osman Tayfun Mater 27 Kasım 1980 'de yakalandı.
İlk yakalanan kadroların çözülmeleri sonucunda esas en büyük operasyon 22-23 Ocak 1981 günü İstanbul'da yapıldı. Devrimci Yolun lideri ve önde gelen beyin takımı ele geçirildi. 22 Ocak 1981'de Devrimci Yolu yöneten kadrodan MK üyeleri, Melih Pekdemir, Nasuh Mitap bir gün sonra da 23 Ocak günü Devimci Yol'un 12 Eylül sonrası militanlarına yönelik Kasım 1980'da 19 sayfalık "Devrimci Yol Militanlarına" başlıklı broşürü kaleme alan, Devrimci Yol'un 1 numaralı lideri Oğuzhan Müftüoğlu, eşi Pervin Müftüoğlu ve Ali Başpınar Melih Pekdemir'in kaldığı Nişantaşı'ndaki örgüt evinde yakalandılar. Örgütün diğer MK üyelerinden Ali Alfatlı 16 Şubat 1981'de, Akın Dirik ise 18 Mayıs 1981'de Ankara'da güvenlik güçleri tarafından yakalandılar.
Devrimci Yol davaları Türk solunun en kalabalık sanıklı ve gündemde en uzun süre kalan davaları oldu. Türkiye genelinde açılan 40 civarındaki Dev–Yol davasında 7000 den fazla militan yargılandı. Devrimci Gençlik ve Devrimci Yol örgütlenmesinin kurucu liderleri, "iki ihtiyarı'' Nasuh Oğuzhan Müftüoğlu ve Nasuh Mitap idi.
12 Eylül öncesi Devrimci Yol hareketi oluşurken uzun bir süre "Nasuhçular" adıyla anılması yersiz bir söylem değildi. Mitap, Devrimci Yol'un bir siyasal harekete dönüşebilme süreçlerinde önemli rol aldı. Devrimci Yol'un kurucularından Nasuh Mitap Devrimci Yol Ana Davası'nın iki numaralı sanığıydı. Dönemin ''karıştır-barıştır'' uygulamasıyla Mamak'ta bir süre Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte kaldı.
MUHSİN BAŞKAN DEĞİL, NASUH MİTAP GİBİ DEV-YOL'CULAR MUHSİN BAŞKAN'DAN ETKİLENMİŞLERDİR
12 Eylül darbesi sonrası Dev-Yol'a yönelik operasyonda Nasuh Mitap yaralanmış, beli kırılmıştır. Hücrede kendini idame edememektedir: Ahlaki ve insani değerleri yüksek olan Muhsin Başkan12 Eylül öncesi kendisini öldürmek için örgütün silahlı kanadına emir veren Nasuh Mitap'a Mamak cezaevinin ağır şartlarında her şeyi bir tarafa bırakarak insani olarak yardım etmiş bazı ihtiyaçlarını gideremeyen Mitap'a yardım etmiştir. Nasuh Mitap ile yaşadığı sadece insani ilişkilerdi.
Muhsin Başkan'ın Nasuh Mitap gibi Devrimci Yol'un en önemli isimlerinden birinden etkilenmesi mümkün değildir. Tam tersine Nasuh Mitap vb. bazı Dev- Yol mensupları Muhsin Başkan ile ilgili onun ilkeli, ahlaklı ve yüksek dirençli bir gençlik lideri olduğunu cunta rejimine boyun eğmediğini söylerler.
Nasuh Mitap ile Muhsin Yazıcıoğlu, 1980 darbesinden sonra 2.5 metrekarelik bir hücreyi paylaşmıştı. Daha sonra Muhsin Yazıcıoğlu, bugünleri "Sokakları, şehirleri bölüşemeyenler 2.5 metrekareyi paylaştı" demişti.
Muhsin Yazıcıoğlu beraber hücrede kaldığı Nasuh Mitap ve diğer Dev-Yolcularla ilgili şunları söylüyor:
"12 Eylül darbesi sonrası tutuklandık. Mamak Askeri Cezaevi'nde, A Blokta hücrede bir süre 3 solcu ile beraber kalmak zorunda kaldım. Cunta rejiminin uygulamasıydı. Devrimci Yol adlı Çayancı örgütün Oğuzhan Müftüoğlu'ndan sonra iki numaralı ismi olan Nasuh Mitap,12 Eylül Öncesi Dev-Genç Genel Başkanlığı yapan Devrimci Yol'un önde gelen isimlerinden Mehmet Ali Yılmaz ve yine ODTÜ'lü Dev-Genç mensubu genç bir militanla kaldım.
Dışarıda düşman olduklarımız ile mecburen bazen cezaevi şartlarından dolayı iletişim kuruyor ve konuşmak zorunda kalıyorduk. İlişkilerimiz mesafeliydi. Hepimizin kırmızı çizgileri vardı. Bu çizgilere uyulduğu müddetçe problem olmuyordu."
Mahir Çayan çizgisindeki Devrimci Yol hareketinin 2 numaralı ismi, 7 kişilik MK üyelerinden biri olan adı, THKP-C ve Devrimci Yol siyasetleri ile özdeşleşen Nasuh Mitap şunları anlatıyor:
"Ben Devrimci Yol davasından yargılanıyordum. Mamak Askeri Cezaevi'nde Muhsin Yazıcıoğlu ile birkaç ay aynı hücrede kaldık. Bu hücrelerde konuşmak, gülmek ve hareket etmek bile yasaktı. Havalandırmaya çıktığımızda sağa sola bakamazdı kimse, konuşamazdı. Bu şartlar altında Muhsin Yazıcıoğlu ile 2,5 metre karelik bir hücreyi paylaştık. Birkaç ay aynı hücrede kaldık. Bu hücrelerde konuşmak, gülmek ve hareket etmek bile yasaktı. Havalandırmaya çıktığımızda sağa sola bakamazdı kimse, konuşamazdı. Bu şartlar altında Muhsin Yazıcıoğlu ile 2,5 metre karelik bir hücreyi paylaştık. Cezaevi yönetimi bizi birbirimize eziyet edelim diye aynı hücreye koymuştu ama onların umduğu gibi şeyler olmadı. Günlerimiz kavgasız gürültüsüz geçirdik. Birbirimize mesafeli ve saygılıydık diyaloglara girmiyorduk Günde 3 sefer sayım adı altında ikimize de dayak atılıyordu. Askerler dayak attığında birbirimize su veriyor yardımcı oluyorduk. Bu şekilde hayatının son bulmasından ötürü üzüldüm."
MUHSİN BAŞKAN SOL-SOSYALİST FİKİRLERLE DAİMA MÜCADELE ETMİŞ ÜLKÜCÜ BİR LİDERDİR
2-Merdan Yanardağ'ın "Yazıcıoğlu' cezaevinde sola karşı sempati geliştirdi. Sola geleceklerdi" "ifadesi de doğru değildir. Türkiye'nin 12 Eylül darbesine sürüklenmesinde, iç savaş tahrikçisi, Marksist –Leninist Türk Solu'nunda rolü olduğunu, düzenledikleri silahlı, bombalı saldırılarla, suikastlerle 2100 Ülkücü hareket mensubunu şehit ettiğini Muhsin Yazıcıoğlu her zaman söylemiştir.
3-Merdan Yanardağ'ın "Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları İslamcı bir çizgiye savruldular. İslamcılığa kaydılar." İfadeleri doğru değil. Ne Muhsin Yazıcıoğlu ne de onunla birlikte hareket eden yol arkadaşları siyasal islamcı çizgiye kaymamışlardır.Siyasal İslamcılıkla, siyasal İslamcılarla, uzaktan ve yakından alakaları fikren ve siyaseten yoktur.
12 Eylül 1980 öncesi radikal, selefi, harici, bidatçı, tekfirci, İrancı vb. siyasal İslamcı akımlarla mücadele eden Ülkücü Gençliği sapık fikirlere karşı daima uyaran Türk- İslam ülküsünü dünya görüşü olarak benimseyen Muhsin Yazıcıoğlu 40 yıllık siyasi yaşamında Ülkücü ilke ve değerlere bağlı kalmıştır.
Muhsin Yazıcıoğlu'na göre "İslam ideoloji değil hayat nizamıdır." İslam'ı bir ideoloji gibi yorumlayan, Kur'an ayetlerini – Haşa! – slogana dönüştürmeye kalkan Vehhâbilik/Neo-selefi, Hâricî akımlara, karşı tavizsiz bir Ehl-i Sünnet savunucusuydu.
Muhsin Yazıcıoğlu hem teori hem pratik adamıydı. Teori ve pratiği birleştirmiş bir dava ve aksiyon adamıydı. Türk gençliğinden Ehl-i Sünnet çizgisine sıkı sıkı bağlanmalarını ve bu konuda tavizsiz olmalarını isteyen Muhsin Yazıcıoğlu, Ülkücü hareketi, ırkçılık ile suçlayan "küfür" ile itham eden, Ortadoğu bataklığındaki sapık ve harici akımlardan beslenen telifçi, tercümeci, tekfirci, bid'atçi, hastalıklı zihniyete sahip; köksüz, ruhsuz siyasal İslamcı çevrelerle 80 öncesinden beri hep mücadele etmişti.
Siyasal İslamcılıktan beslenen AKP / Saray rejimine temelden karşı olan bu çizginin temsilcileriyle 12 Eylül 1980 öncesinden beri ideolojik kavgası olan Ülkücü dava lideridir
MUHSİN BAŞKAN SİYASAL İSLAMCILIĞA, RADİKAL, SELEFİ, HARİCİ, ŞİACI, İRANCI AKIMLARA KARŞIYDI
Muhsin Yazıcıoğlu başta olmak üzere Ocaklı kadro cezaevlerindeyken 12 Eylül 1980 sonrasının siyasal ve konjonktürel şartları, radikal akımların güçlenmesini sağladı. 1980 sonrası Girişim, İstiklal, Şehadet Tevhid, Davet, Objektif, Yeryüzü vb. İrancı ve Humeynici yayın organları, İran tipi ve İran bağlantılı bir devrimin savunucuları idi. 1980'lerin ortalarından itibaren peş peşe yayınlanmaya başlayan bu dergiler ve yayınlarda, İran devriminin etkisi açıkça görülüyordu. Teorik gıdalarını İran'dan alıyorlardı.
İran taraftarı çevreler, İran rejiminin "mezhepçi" yönünü bir türlü görmek istemiyorlardı. İran, onlar için bir tabuydu. Kim İran'ı, Humeyni'yi eleştiriyorsa "Hâricî" mantığıyla saldırıyorlar ve "tekfir" ediyorlardı. İran'ın beşinci kol faaliyeti olarak çalışmalarını sürdüren bu Tahran merkezli gruplar, en çok Ehl-i Sünnet noktasında tavizsiz olan Ülkücü harekete saldırıyorlardı. Ülkücü gençlik lideri Muhsin Yazıcıoğlu cezaevinden dışarıya mesajlar göndererek radikal siyasal İslamcılara karşı uyarılarda bulunan mesajlar gönderiyordu.
YAZICIOĞLU TAHLİYE OLDUKTAN SONRA ANADOLU'DA KONFERANSLAR VERDİ
Muhsin Yazıcıoğlu 8 Nisan 1987 yılında cezaevinden tahliye olduktan sonra SOGEV ve Bizim Ocak dergisinin düzenlediği konferanslara katılıyor "Türk İslam Ülküsü" "Türk Kültürü ve Türk Milliyetçiliği " "İslam'ın Bugünkü Meseleleri" "İslamiyet ve Milliyetçilik "vb. konularda konuşmalar yapıyordu. Konferanslara binlerce ülkücü genç katılıyordu.
1980 sonrası "Girişim", Objektif, İstiklal, Şehadet, Yeryüzü vb. kimisi İran yanlısı kimisi Neo-harici zihniyetli grupların Ülkücü harekete yönelik saldırılarına Anadolu'nun dört bir yanında verdiği konferanslarda gereken cevapları veriyor, foyalarını ortaya çıkarıyordu.
Bir taraftan Kutubcu–Mevdudici tezleri savunanlar; öte yandan Tahran'ı ideolojik-siyasi merkezi üs olarak gören İran yanlısı çevreler, 1980 sonrası Ülkücüler üzerine sinsi çalışmalar, faaliyetler yürütüyorlardı. Cezaevlerindeki Ülkücülere yönelik yayınlar yapıyorlardı. Saflarımızdan ayrılmış, atılmış bir takım problemli, arıza tiplerin, Ülkücü hareket aleyhine yazdıkları, saçma sapan yazılarını yayınlıyorlar ve haber yapıyorlardı. Ülkücüler üzerinden taban kazanmaya çalışıyorlardı.
12 Eylül öncesi ÜOD ve ÜGD Genel Başkanlığı yapan MHP Eğitimcilerinden olan 4 kez idamla yargılana hayatının 10 yıla yakını cezaevlerinde geçen Muhsin Başkan, hastalıklı zihniyetlerle mücadele etmiş, Vehhâbilik/Selefi, Hâricî tehlikeye dikkat çekmişti.
MUHSİN YAZICIOĞLU NATO'CU SİYASAL İSLAMCILARLA HEP MÜCADELE ETMİŞTİR
Muhsin Yazıcıoğlu 80 öncesinden şehadetine kadar kafaları, zihinleri, ruhları bulanık, bize, bu topraklara ait olmayan kavramlarla karşımıza çıkan, tercüme İslamcılarla, soğuk savaş döneminin hastalıklı bir ideolojisi olan Siyasal İslamcılıkla, Amerikancı/Natocu sapık akımlarla tarihi bir kavga yapmıştır.
Ülkücü gençlik lideri Muhsin Yazıcıoğlu kendisi gibi düşünmeyen herkesi tekfir eden Vehhabi/Neo-Hâricî akımlarla, tercüme İslamcılarla, İrancı çevrelerle kararlı bir mücadele yürütmüştür. Bu sapık akımlarla ilgili bir 1987 yılında Samsun'da verdiği bir konferansta şunları söylüyordu.
"Bin yıllık ruh köklerimizle siyasal İslamcılık asla bağdaşmaz. İslam'ı bir ideoloji gibi öğretenler, algılayanlar, uygulamaya çalışanlar tarihi yanılgı içindedirler. İslam'ın kaynaklarının birincisi Kur'an'dır, Kur'an Allah'ın kelamıdır. İslam'ın ikinci kaynağı Resulullah'ın Sünneti ve sahih hadisleridir."
"SİYASAL İSLAMCILIK" ORTADOĞU KAYNAKLIDIR
Türkiye'de ki İslamcılar yerli düşünce kaynakları ve yerli manevi beslenme kaynaklarını değil, dönemin koşullarında İhvan-ı Müslimin ve İran çizgisini benimsediler ve İhvan Şia önderlerinin Türkçeye çevrilen kitaplarını okudular. İslamcıların Türklüğe karşı oluşmuş aşırı bir önyargıları var. Hatta Türklere gönül rahatlığı ile Türk olduklarını bile söylemelerini "şirk'e ırkçılığa" varacak kadar suçlamalarda bulunmuşlardı.
İslâmcı çevrelerde de bu süreçte "İhvan-ı Müslimin" ve "İran" tartışmaları başladı. Kutubcu, Mevdudici tezleri savunan, İran'a mesafeli olan çevrelerle, Tahran'ı ideolojik-siyasi merkezi üs olarak gören İran yanlısı çevreler arasında fikir çatışmaları başladı. Mezhep tartışmaları başladı.
1980 sonrası dönemde, tercüme eserler alanında dikkati çeken bir özellik de, gerek eserleri tercüme edilen yazarların ve gerekse de tercüme edilen eserlerin savundukları tez ve İslâm anlayışlarında görülen yorum farklılıklarıdır
Pakistanlı ve Mısırlı Müslüman hareket önderlerinin eserleri ve yanı sıra, İranlı devrim önderlerinin eserleri de özellikle 1980 sonrası Türkçeye tercüme edilmeye başlanmıştır. Bunlar arasında Murtaza Mutahhari ve özellikle de Ali Şeriati'nin isimleri öne çıkmaktadır. Sonraki yıllarda bu isimlere başka İranlı isimlerde eklenmiştir: Ayetullah Humeyni, Ayetullah Talegani, Allame Tabatabai, Abdulkerim Suruş, Celal Ali Ahmed vb.
İslâmcı gençliğin fikrî gelişimini yönlendirmede ise bu dönem yapılan tercüme faaliyetleri fazlasıyla etkili oldu. Seyyid Kutub, Muhammed Kutub, Mevdudi, Hasan EI- Benna, Abdulkadir Udeh, Ali Şeriati, Mustafa Meşhur, Fethi Yeken, Hasan En Nedvi'den yapılan tercümeler Türkiye'deki İslâmcılar tarafından okundu ve tartışıldı. 70'li yıllarda Mevdudi'den ilk tercümesi yapılan "Dört Terim", 1966'da tercüme edilen Seyyid Kutub'un ölümsüz eseri "Yoldaki İşaretler" ve 70'li yıllarda Fîzilal-il Kur'anın fasikül fasikül çevrilmeye başlanması İslâmcı gençlik için önemli devrelerdir. İslâmcı gençlik, tercüme faaliyetlerinin de etkisiyle Türkiye'nin "darü'l harp, darü'l İslâm" olup olmadığı, Türkiye'de cuma namazı kılınıp kılınmayacağı gibi daha birçok yeni konuyu tartışmaya başladı
1970 -1980 arası Milli Gençlik, Çatı Yeni Ölçü, Mavera, Düşünce, İslami Hareket Gölge, Akıncı, Akıncılar, Akıncı Güç, Seriyye, Şura, Tevhid, Hicret, vb yayın organları siyasal İslamcı gençliğin beslendiği yayınlar olmuştur.
79 İRAN DEVRİMİ ÜLKEMİZDEKİ SİYASAL İSLAMCILARI DERİNDEN ETKİLEMİŞTİR.
Şubat 1979 İran devriminin yarattığı etki ülkemizdeki İslamcı grupları derinden etkiledi Hatta bazıları o dönemde mezhep de değiştirdi. Bu gelişmeler Ehli Sünnet anlayışından kopuşu hızlandırdı. Denilebilir ki radikal İslamcılık pik yaptı. 12 Eylül darbesinden sonra Milli Selamet Partisi de aradan çekilince, her yerde Seyyid Kutup ve Mevdudi okuyan radikal İslamcı gruplar ortaya çıktı. Herkes İran devrimi sonrası Şiiliğin Türkiye'de yayıldığını sanıyordu, aksine asıl yayılan ideolojik Selefi literatür ve radikal İslamcılıktı. 12 Eylül 1980 sonrasının siyasal ve konjonktürel şartları, içeride ve dışarıda siyasal İslâmcı akımlara güçlenmesine zemin buldu. ABD'nin "yeşil kuşak projesi" Orta Doğu'da radikal akımların kök salmasına ve örgütlenmelerine fırsat verdi.
1979 İran devrimi ve İran devrimine öncülük eden liderler ve ideologlar da siyasal İslâmcı akımlar üzerinde de etkili oldular. İran devrimi ve Afganistan cihadı, 1980 sonrası İslâmcı çevrelerin radikal bir çizgiye savrulmalarında etkili oldu.
Şia siyaset teorisi ve İslâm'ının "siyasi yönü vardır" tezini savunan Humeyni ve diğer Şia yenilikçileri, özellikle Orta Doğu ve Arap dünyasında (1979-1989) yılları arasında bazı İslâmcı hareket ve çevreler üzerinde etkili olmuştur. Şubat 1979'da İran devrimi ile başlayan Şiiliğin politikleşmesi döneminde, Şiilik bir siyasi proje olarak yeniden tanımlandı. Bir tür 'mezhep ihracı' Şiiliğin siyasileşmesine eşlik etti.
1979 İran devrimi ve İran devrimine öncülük eden liderler ve ideologlar da siyasal İslâmcı akımlar üzerinde de etkili oldular. İran devriminin yarattığı coşku, çok etkili oldu. Hatta bazıları o dönemde mezhep de değiştirdi. Bu gelişmeler, ehl-i sünnet anlayışından kopuşu hızlandırdı. Denilebilir ki radikal İslamcılık zirve yaptı. 12 Eylül darbesinden sonra Milli Selamet Partisi de aradan çekilince, her yerde Seyyid Kutup ve Mevdudi okuyan radikal İslamcı gruplar ortaya çıktı. Herkes İran devrimi sonrası Şiiliğin Türkiye'de yayıldığını sanıyordu, aksine asıl yayılan ideolojik, Selefi literatür ve radikal İslamcılıktı.
1980 öncesi devrim süreci haberleri ile kıvama getirilen genç jenerasyon, İranlı yazarların eserleri ile buluşturuldu. Mesela Ali Şeriati'nin eserleri adeta yok satıyordu. Okumakla yetinmeyenler adeta dinî bir yükümlülüğü yerine getirirmişçesine bir şekilde devrimin merkezine yolculuk yapıyordu. İran Kültür Merkezleri sık sık ziyaret ediliyor devrimin havasını ciğerlerine çekiyorlardı. Farsça tedrisat, almış başını gidiyordu.
Ayetullah Humeyni önderliğinde İran'da gerçekleşen mezhepçi devrim, İslâmcı gençliği derinden etkiledi. Sünniliği bırakıp Şiiliğe geçenlerde vardı. Tahran sokaklarında devrim ve sonrasında yıllarca atılan, "Tek Parti Hizbullah, Tek Lider Ruhullah Humeyni" sloganları radikal/İslâmcı genç kesimler üzerinde etkili olmuştu. İran tipi ve İran bağlantılı bir devrimin savunucuları genç kesimlerdi.
1979 -1999 arasında Türkiye'den çok sayıda İslamcı İran'a gitti. Gidenlerin başında Selahattin Eş Çakırgil geliyordu Hakkında açılan davalardan dolayı ceza alacağı kesinleşince 1980 yılında İran gitti. Kudüs Yolu, İslam Çağrısı ve Kayhan gibi Türkçe gazete ve dergilerin yayımını üstlendi.
80 SONRASI İRANA GİDİŞ MODASI BAŞLADI
Tahran'dan yayın yapan İran İslam Cumhuriyetinin Sesi Radyosunun Türkçe servisinin 'Allahu Ekber Humeyni rehber' marşıyla açılan ve kapanan programları, geniş kitleler üzerinde etkiliydi. O yıllarda İran'a kaçan Hicret dergisinin yazarı Selahattin Çakırgil İran İslam Cumhuriyeti'nin Sesi Radyosunda, Türkçe yayınlar hazırlamış, Türkçe dergi ve gazetelerin yayımıyla ilgili çalışmıştı.
İran'a hicret etmek modası çıkmıştı. Selahattin Eş Çakıgil gibi İrana hicret etmek isteyenler arasında Şûra,Tevhid ve Hicret gazetelerini beraber çıkardıkları Yılmaz Yalçıner, Ömer Yorulmaz, ve Mekki Yassıkaya'da vardı. 14 Ekim 1980 günü 2 arkadaşıyla İran'a Hicret etmek üzere Uçak kaçıran bu muhteşem üçlü İran yerine Diyarbakır cezaevlerini boylamışlardı. İhsan Arslan'da İran devrimine öykünenlerdendi. O da İran'a giden ilk İrancılardandı. Aynı zamanda 1980 yılında İran'la dış ticaret yapan iş insanlarındandı Türkiye'de "İran dan çok İrancılık" yapan bazı grupların başlattığı tartışmalar, Tahran'ın ideolojik –siyasi merkez üs olma bakımından Moskova gibi algılandığını açıkça gösterdi.
Tahran'ın 80'lerde, 90'larda "Moskova rolü" oynadığı bir gerçekti. Tahran, Moskova'nın, dünya Komünist hareketinde oynadığı rolün bir benzerini oynamak istiyordu. Tahran, Moskova gibi "devrim" ihraç etmek istiyordu. Tahran'ının, Moskova rolü oynadığı bir gerçekti.
Marksist Sol örgütler, Moskova'yı, Pekin'i kendilerine nasıl merkez görmüşlerse; İran'dan etkilenen radikal akımlar da Tahran'ı öyle görmüşlerdi. Yazı ve kitaplarının büyük çoğunluğu İran kaynaklı. Türkiye üzerine yazılanlar ise kuru ajitasyondan öteye gidemiyordu.
SİYASAL İSLAMCILAR SOL TERMİNOLOJİDEN ETKİLENMİŞLERDİR
1980'lerin ortalarından itibaren peş peşe yayınlanmaya başlayan İslâmcı dergiler ve yayınlarda İran devrimin etkisi açıkça görülüyordu. Sosyalist hareket, teorik gıdasını Moskova, Çin ve Arnavutluk'tan alırken, İslâmcılar da teorik gıdalarını İran'dan alıyorlardı.
İrancılar yalnız şablonculukları ve kraldan fazla kralcılıklarıyla değil birçok konuda ülkemizdeki Marksist Sol'la da benzerlik gösteriyorlardı. İslami hareketlerin merkez üssü olarak İran'ı gören, ilk gidenler İran Devrimini yerinde gördüler, ideolojik eğitimler aldılar. Türkiye'de de İran rejimini savunan, İran Devrimi'ni savunan, oradaki çizgiyi savunan birtakım dergiler çıktı.
Dergilerini İran kaynaklı yazı ve fotoğraflarla dolduran kendilerini devrimci Müslümanlar olarak adlandıran bu şabloncu İran'cı çevrelerin çıkardığı bazı dergi ve yayınlarda eklektik çizgi, kendini açıkça belli ediyordu. İran'daki devrimci ajitasyon ve propaganda sanatının etkisinde kalan bu dergiler, 12 Eylül 1980 öncesi çıkan eski sol dergilerin kötü bir taklidiydi.
Bugün radikal İslamcı gruplar arasında yaygın olan antiemperyalist söylem, Marksist gerilla hareketlerinden alınmadır. Bu muhalif söylem, tamamen Marksist sol örgütlerden, ödünç alınan bir söylem. 80'li yıllardan itibaren ortaya çıkan İslami gruplar, bu sol söylemin eseridir.
Örgütler üzerinden temsilini sağlayan sosyalist ideoloji önemli düzeyde taklit edildi. Dev-Genç'in, içinde İslam-Müslüman kelimeleri geçen kopyaları ortaya çıktı. Duvar yazıları üzerinden bir mücadele serüveni gelişti. Pankartlar, afişler, slogan ve kavgalar davanın önemli ve öncelikli ritüelleri arasına girdi.
Sol örgütlerin istihbarat ve infaz pratikleri uyarlandı. Yapılan her şey bazı İslami kavramlar ve Hazreti Peygamber'in hayatından örneklerle adeta vaftiz edilerek İslamileştirildi! Sosyalist kavramlara İslami karşılıklar oluşturuldu. Mustazaflar, müstekbirler, taguti düzen gibi... Kur'an'da geçen bu kavramlar sloganlaştırıldı, sosyalist çerçeveye uyarlandı.
İslamcılık giyim-kuşamda bile önemli oranda sol-seküler ideolojilere öykündü. Kitaplar, müzikler, gösteri ve etkinlikler yoğun bir şekilde taklit edildi. Sol-seküler ideolojilerin anarşist pratikleri kıtalden ayrı bir anlam ve kapsama sahip olan cihad kavramıyla İslamcılığa uyarlandı.
Soğuk savaş ideolojisi, islamcılığı, sosyalist gerilla hareketleri ve devrimci sol'dan daha çok etkilenmiştir. Hatta onlara karşı islami gruplar arasında bir kompleks oluştu. Cehalet, yenilgi psikolojisi ve aşağılık kompleksi bu taklit ve öykünmeyi daha da derinleştirip yerleşik hale getirdi.
Sıcak savaş bölgelerinde bulunmayan Sosyalistlerin Filistin cephesiyle İslam dünyasında emperyalizme karşı savaş pratikleri, benzer şekilde sıcak savaş cephesinde bulunmayan Müslüman gençlerin katıldığı Afganistan, Çeçenistan ve Bosna cephelerinde yaşandı. (Üsame Bin Ladin'in Doğu'nun Che Guaverası olarak gösterildiğini hatırlayalım.)
Radikal-uç bir zeminde ifadesini bulan bu akıma ivme kazandıran, Mısır ve Pakistan menşeli Vehhabi-Selefi çizgiye yakın eserlerin bizzat istihbarat birimleri tarafından 70'lerde tercüme ettirilmesi bu işin gerçeğidir.
İRAN DESTEKLİ İRANCI DERGİLER VE YAYINLAR ETKİLİ OLMUŞTUR
1980'lerin, başlarından itibaren radikal İslamcı akımlar gün geçtikçe güçlendiler. Bunda en önemli etkenlerden biri de 12 Eylül askeri yönetiminin bu cenaha fazla dokunmamasıydı. Devrimin etkisiyle 1980'lerde belirli İslamcı çevrelerde popüler olmuştur. İslami devrim tezlerinin gerçekleşebileceğini düşünen Türkiyeli İslamcılar, İran Devrimi'nden ilham almışlardır.
Ana akım İslamcılığın geleneksel kurumları olan tarikatlar ve cemaatler Ayetullah Humeyniye ve İran devrimine Şia siyasetine asla sıcak bakmamışlar ve reddetmişlerdir Şia'nın ve İran'ın savunulacak bir tarafı yoktu. İran İslam Devrimi, Türkiye'deki İslami hareketi temsil eden gruplar arasında ilgi ile takip edilmişti. İstanbul merkezli neşriyatta İslami Hareket, Şûra, Tevhid, Hicret gibi dergiler aracılığı ile özellikle gençlik kesiminde bir sempati havası estirilmişti.
Şura, Tevhid ve Hicret dergilerinde dikkati çeken en belirgin husus; yazarların keskin bir dil kullanmasıdır. Şura, Tevhid ve Hicret dergilerinde ifadesini bulan radikal söylem kavramlar üzerinden yürütülen bir düşünce hareketidir.
12 Eylül 1980 öncesinde çıkartılan Şura, Tevhid, İslami Hareket, Akıncılar, Hicret dergileri siyasal İslamcı bir damarın oluşmasına katkı sağlamıştır. Bu dergilerde de ön plana çıkan stratejik anlayışa göre İslami mücadele devrim ve devlet hedefine yönelmeliydi. Bu söylemin ön plana çıktığı dönemlerde tam da arzu edilen bir gelişme olarak 'İran İslam devrimi' gerçekleşmişti. İran Devrimi dünyada olduğu gibi Türkiye'de de İslamcı hareketler üzerinde büyük bir etki yaratmıştır.
İRAN KAYNAKLI, DEVRİMCİ İSLAM, DEVRİMCİ MÜSLÜMANLAR SÖYLEMİ
İran devriminden etkilenen radikal akımlar, çıkarttıkları yayın organlarında "Hizbullah" ve "Hizbullahi", "Hizbullahi Yol" kavramlarını kullanmışlardır. Tahran merkezli evrensel olma iddiasındaki radikal devrimci İslâmi çizgiye "Hizbullahi çizgi" denildi. İran devriminden etkilenen radikal akımlar çıkarttıkları yayın organlarında "Hizbullah" ve "Hizbullahi", "Hizbullahi Yol" kavramlarını kullanmışlardır.,
Tahran merkezli evrensel olma iddiasındaki radikal devrimci İslâmi çizgiye "Hizbullahi çizgi" denildi. Öncelikli hedef Arap dünyası, Afganistan ve Pakistan'daki Şii topluluklardı. Buralarda Hizbullah adı altında örgütler kuruldu veya mevcut örgütlerin bazılarının adı bu şekilde değiştirildi. Sünni topluluklardaki İslâmi hareketlerle de ilişkiye geçiliyor, gerekirse Tahran yanlısı yeni örgütlenmelerin kurulmasına destek olunuyordu.
"Hizbullah" adı doğrudan Şiiliği çağrıştırdığı için Sünni dünyada bu adla örgütler kurulması tercih edilmiyordu. Ama İran yanlısı militanlar kendilerini Hizbullahi olarak tanımlamaktan da geri kalmıyorlardı. Belki de İran'ın terörü destekleyen bir ülke olarak anılmasında en büyük etken de uygulamak istediği bu rejim ihracı politikası olmuştur. Devrimci kelimesi İslam Devrimi'nden sonra İslamcıların diline girmişti. Hatta İslam Devrimi olunca artık bizim devrimimiz var demişlerdir.
İran İslâm Devrimi'nin iç dinamiklerini, bütünüyle mezhebi kriterler ve söylemler belirlemiştir. Devrimin gerçekleşmesinden sonra ilan edilen İran İslâm Cumhuriyeti, bir yönetim biçimi olarak temel dayanağını Caferi mezhebinden almıştır. İslâm Cumhuriyeti, mevcut görüntüsüyle Şii bir İslâm devletidir.
12 EYLÜL İSLAMCILARA DOKUMADI ONLARDA DERGİ YÜZLERCE YAYIN PEŞ PEŞE ÇIKTI
80'li yıllarla birlikte öne çıkan ve devlet eliyle güçlendirilen İslâmlaşma siyaseti (İslâmizasyon), İslâmcılığın bilinen söylemlerinin değişmesinde/dönüşmesinde de bir hayli etkili olmuştur. Kendilerini İslâmcı olarak gören ve çoğunluğunu MTTB, Akıncılar ve Milli Görüş vs. gibi siyasi/ aktivist kanallardan gelen gençlerin oluşturduğu grup radikal alanlara kaydılar
1980 sonrası kitabevleri ve giderek yayınevleri kurdular 1985'ten sonra şekillenmeye başlayan İslâmi cemaatler için kitabevleri ve bazı yayınevleri adeta lokal, dernek veya vakıf binası işlevi görmeye başladı. Hatta oluşumunda gizlilik anlayışını aşamayan cemaatler, kurdukları kitabevlerinin, yayınevlerinin ve daha sonra da çıkartmaya başladıkları dergilerin isimleriyle anılmaya başladılar. Rahmet, ilim, Menzil, Tohum kitabevlerinin; Pınar, Dünya, Yöneliş yayınevlerinin; İktibas, insan, Tevhid, Haksöz, Yeryüzü, Değişim dergilerinin isimleri bu konudaki örneklerdir.
Devrim ve devlet hedefi konusunda İran tecrübesini önceleyenler, 1980'lerin ortalarından sonra bu çizgide çıkartılan İstiklal ve Şehadet dergilerini okudular. Girişim, İstiklal, Şehadet yine Tevhid, Davet, Objektif, Dünya ve İslâm dergileri ve çevreleri gibi İrancı ve Humeynici'ydiler.
Ehl-i Küfre stepne olan Şia siyaseti yürüttüğü sinsi propaganda faaliyetleri, Türkiye'de istenilen etkiyi sağlayamadı. İran devrim dalgasının heyecanını yitirmeye başlamasıyla, radikal devrimci İrancı çizgi, saman alev gibi parladıktan sonra, sönmeye yüz tutacaktı. İlk yıllarda, bir kısım Sünni-İslâmcı gençleri etkiledi.
Ancak daha sonraki süreçte, Caferi veya Şia ayrımını gördükten sonra, birçoğu İran'ın etki alanının dışına çıktılar. Bununla birlikte, bazı ufak-tefek küçük gruplar, dünden bugüne İran'ın beşinci kol faaliyeti olarak çalışmalarını sürdürmektedir. Ama kitlesel olarak ne bir tabanları vardır ne de eskisi gibi radikal politik aktiviteleri vardır.
İran, Pakistan, Mısır vb. ülkelerdeki İslamcı hareketlerden, akımlardan, aydınlardan etkilenen monolotik ve tek tipçi bir zihniyete sahip, radikal/devrimci/İslâmcı akımlar, İslâm'ı bir ideoloji olarak algıladılar. İslâm'ı bir devlet ideolojisi, Kur'an'ı da bir anayasa kitabı olarak okuyan politik İslâmcı eğilim, Müslümanların imanlarını bile sorgular hale geldi.
İran devriminden beslenen otoriter anlayışlar ve totaliter yaklaşımlar, İslâmcı akımları daha da radikalleştirmiş, içlerinden birçok ideolojik şefler ortaya çıkarmıştır. İslâm'ı politik bir ideolojiye dönüştürmek isteyen radikaller yıllar sonra karşımıza Hizbul vahşetleri çıkartmıştır.
1990'ların sonu itibarıyla İrancı" İslamcılar içerisinde bir kopma yaşanmış ve bir dönem hızlı İrancılık yapanlar sistemle bütünleşmiş devletin kılcal damarlarında görev yapacak hale gelmişlerdir. 1990'larda ana akım İslamcı hareketlerin Türkiye siyasi hayatında yükselmeleri ve iktidar ortağı olmaları da bazı "İrancı" İslamcı figürlerin 'ana akımlaşmalarına' neden olmuştur.
Bugün geçmişe dönüp baktığınızda kimisi yayıncı, kimisi milletvekili, kimisi bürokrat, kimisi muhaberat, kimisinin bakan pozisyonunda olduklarını göreceksiniz. İsim vermeye gerek yok. Her biri, kendine özgü damgası ile 'ben buradayım' diyor
MUHSİN YAZICIOĞLU TAVİZSİZ BİR TÜRK MİLLİYETÇİSİDİR
BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu 2007 yılında Ankara'da, Birlik Akademisi tarafından düzenlenen "Tarihte Türkler ve Türk Milliyetçiliği Ülküsü" konferansında şunları söylemiştir:
"Türkler, tarihte bilinen ilk devirlerden beri var olan milliyet şuuru ve onun tabiî sonucu olan istiklâl fikri ile cihan hâkimiyeti ülküsüne sahiptir. Bugün milletleşme sürecini hâlâ tamamlayamayan birçok gelişmiş ülkeler, devletler tarih sahnesinde yokken Türk milleti kimliği, kültürü, geleneği ve misyonuyla binlerce yıldır tarih sahnesindedir.
Türk milliyetçileri kesin olarak bilmektedir ki, dinimizi milletin ve milliyet duygularının aleyhine kullananlar, din istismarcısı art niyetli kişi ve zümrelerdir. Bunlar için kullanılacak tek kavram "siyasi şeytanlık"tır. Milletleri ve milliyet gerçeğini yok saymak İslam'a aykırıdır.
Şunu kesin olarak biliyoruz ki, son hak din İslamiyet; ırkları, kavimleri, dilleri inkâr etmez. "Tevhid" inancı, İslam kardeşliği şuuru ile Allah yolunda İslamiyet'e hizmete, dayanışmaya, yardımlaşmaya ve yarışmaya davet ve teşvik eder.
İslam'dan bihaber bazı cehalet içerisindeki çevrelerin, İslamiyet adına, milliyetçiliği bölücü, zararlı bir fikir gibi takdim etmesi seviyesizliğin, bilgisizliğin daniskasıdır. Türk milliyetçilerinin cihanşümul davası, Allah ve Resulünün şanlı davasıdır. Büyük mütefekkir Seyit Ahmet Arvasi Hoca'nın ifadesiyle "Türk milliyetçiliği, İslam'ın iman ve şuuru içinde yücelmeyi gaye edinen ve Türk'ün mutluluğunu burada arayan bir harekettir."
İslam dini ile milletler, milliyetler, millî şuurlar çökertilmez; aksine İslam dini ile milletler güçlenip hayat bulurlar. Din istismarcısı sahte mücahitler ve onlarla birçok noktada benzerlikleri bulunan "sol/seküler" çevreler, sanki insanlar hem dindar hem milliyetçi olamazmış gibi, bu mukaddes değerlerimize saldırmakta ve bunlara karşı kirli propaganda yapmaktadırlar.
Temeli İslam olan bir milliyetçiliği İslam'ı dışarıda bırakarak din dışı seküler bir şekilde formüle etmek milliyetçiliğin felsefesiyle asla bağdaşmaz.
Türk milliyetçileri, milleti Allah'a yönelen irademizin dinlendiği duraklardan biri olarak görmektedir. Bizim milliyetçiliğimizi belirleyen ana esaslarda İslam dini, millî tarih, vatan, devlet, kültür ve medeniyettir.
Bizim milliyetçiliğimiz hak, hukuk, adalet diyen, sürekli hakkı haykıran cihanşümul bir tebliğ ve ebediliğe yönelmiş bir iman davasının ilk safhasını teşkil eder; kula kulluğu reddeder; Allah'tan başka ilah ve güç tanımaz.
Milliyetçiliğimizin temel kaynağı İslâm imanı, İslâm ahlâk ve fazileti ve Türklük şuurudur. Türk milliyetçiliği, İslam'ın iman ve şuuru içinde yücelmeyi gaye edinen bir ülküdür.
Bizim milliyetçilik anlayışımız, ilahi misyonumuz olan İ'lay-ı Kelimetullah davasıdır. Türk milliyetçiliği, ırkçılık temeline dayanan bir dünya görüşü değildir, mensubu olduğu yüce milletimiz de ırkçılık nedir bilmez.
Bir ahlak, vicdan ve değerler hareketi olan Türk milliyetçiliği hareketi, askeri vesayete, yargı vesayetine, parti devletine, bürokratik oligarşiye karşıdır. Demokrasisiz cumhuriyetin militarist, totaliter, Faşist ve Komünist rejimden hiçbir farkı yoktur.
Türk Milliyetçiliği, istiklal harbini veren, yönlendiren, başarıya ulaştıran ve cumhuriyeti kuran iradedir. Milletin değerlerini yaşama ve yaşatma ülküsüdür.
Türk milliyetçiliği, millî devlet ve üniter yapı temelinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin temel taşıdır. Türk Milliyetçiliği bir suç değil, fazilettir, erdemdir.
Türk Milliyetçiliği Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucu felsefesidir. Bu devletin kuruluş felsefesi ile oynama hakkına kimse sahip değildir.
Milliyetçiliği ırkçılık değil, Türkiye Cumhuriyetini kuran millî iradedir.
Türk milliyetçiliğini ırkçılık, ayrımcılık ile aynı fotoğraf karesi içinde göstermek isteyenler Türk ve Türkiye düşmanlarıdır.
Türk milliyetçiliği fikrine "ırkçı fikir" demek hakikate karşı ve insaf sınırlarını zorlayan bir bühtandır.
Türk milliyetçiliği ülküsü Büyük Türkiye'dir Türk milliyetçiliği, Türkiye'yi, Türk dünyasını, Türk birliğini savunmaktır."
Bu sözleri söyleyen bir lider milliyetçiliğe düşman olan siyasal İslamcı çizgide olabilir mi?
MİLLİ VE YERLİYDİ, İSTİBDATA KARŞI, İSTİKLALE ÂŞIKTI
55 yıllık ömrünü ülküye, ülkücülüğe, davasına, milletine, vatanına Türklüğe adayan Muhsin Yazıcıoğlu müstesna ve abide bir şahsiyettir. Milli ve yerliydi. Hasbiydi, dava adamı idi. Referansı Kur'an ve sünnetti. Fikri ve siyasi yaşamında hep milli ve İslami değerleri savundu. Yaşamı boyunca, inandığı hak yolda inançla, azimle ve kararlılıkla yürüdü. İnandığı hak davadan asla taviz vermedi. Rahmet ve şefkat peygamberinin izinde yürüdü.
İstibdada karşı istiklale âşık olan Muhsin Yazıcıoğlu, sağlam karakterli, yüksek ahlaklı ve dik duruşlu bir dava adamıydı. İstikamet ve vakar sahibiydi.
Muhsin Yazıcıoğlu'nun "gizli ajandası" yoktu. Açık, şeffaf ve milletiyle, dava arkadaşlarıyla iç içe, bir bütün olan milli bir liderdi. Muhsin Yazıcıoğlu için kişilerin, grupların bekası değil, devletin, milletin bekası, ülkenin yarınları önemliydi. Muhsin Yazıcıoğlu, asla çıkarların adamı olmadı, daima fikirlerin adamı oldu. O, siyasi parti başkanının ötesinde tarihi bir kişilikti.
İstiklâl Marşı âşığı olan, milletini ve devletini "aşk" derecesinde seven İ'lâ-yı Kelimetullah ve Nizam-ı Âlem davasının yılmaz savunucusu, Muhsin Yazıcıoğlu 7 Temmuz 1992 ayrışmasında ve sonrasında hep şunu söylemiştir:
'Kendimi bildim bileli Ülkücüyüm', 'Türk milliyetçisiyim': Benim hayatımda hiçbir karanlık nokta olmadı. Hiç kimsenin çantasında beni tehdit edecek bir tek belge, bir tek bilgi bulunamaz! İç odak dış odak tanımam, baskıya, dayatmaya, zulme boyun eğmem. Siyasi yaşamım emperyalizm ile bölücülükle bölücülerle darbecilerle cuntacılarla egemen güçlerle, çıkar çevreleriyle, zalimlerle, zulmedenlerle, mafyayla, çetelerle, hırsızlarla mücadeleyle geçmiştir"
Milletin adamı Muhsin Yazıcıoğlu, 33 yıl önce askeri vesayete, bürokratik oligarşiye, oligarklara, milli irade düşmanlarına, şu tarihi sözlerle meydan okuyordu:
"Biz bu ülkede toplumsal barışı, sosyal adaleti, yaşanabilir, özgür ve demokrat bir Türkiye'yi tesis etmek, kurmak için yola çıktık. Milletle kavgalı, milletin inanç ve değerleriyle alay eden tahakkümcü, dayatmacı, baskıcı, ceberut sistem mutlaka değişmelidir ve Allah'ın izniyle de değişecektir. Kendilerini, milletin ve demokrasinin üstünde gören güç ve odaklarla mücadelemiz sonuna kadar sürecektir."
Şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu'nun izinde giden dava arkadaşları, ülküdaşları, şehit liderlerinin öğrettiği yüce ülkü ve değerlerin ışığında adaleti, demokrasiyi savunmaya, milletin adamları olmaya devam edeceklerdir. Liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu'nun söylediği gibi dik duracağız, doğru söyleyeceğiz, düz yürüyeceğiz.
Ömrünü, aziz Türk milletine, Türk-İslam ülküsüne vakfetmiş, şehit lider Muhsin Yazıcıoğlu ile beraber olduk. İyi ki onun gibi yiğit bir liderle, adam gibi adamla yol ve dava arkadaşı olmuşuz. Ne mutlu bizlere…