Büyük mütefekkirler bir toplumun üç dört nesle sığdırdığı tecrübeleri hayatının bir döneminde yaşar ve sonuçlarını toplumla paylaşırlar. Cemil Meriç bu bakımdan yakın dönemin en önemli mütefekkirlerinden birisidir.
Üstadın kendi ifadesiyle ?gerçeği görmek hatayı sonuna kadar yaşamakla mümkün?dür. Cemil Meriç batı hayranlığını, sosyalizmi, şovenizmi büyük bir tecessüsle hayatında dönem dönem yaşamış ve sonunda ?evine dönen adam? olmuştur.
Tarih 24 Ocak 1963.
Türk solu sosyalizm putunun önünde akşam sabah mum yaktığı yıllar. Piyasada ne Devrimci Yol var, ne TİKKO, ne İşçi Partisi, ne Dev-Sol, ne de Töb-Der...
Cemil Meriç bu tarihte yaşadığı serüveni Türk solu ile paylaşıyor; ne kadar içten, ne kadar dürüst ve ne kadar cesurca:
?Yirmi dört yıl önce mahkemede Marksist olduğumu haykırmıştım. Ümitsizlikten doğan bir isyandı bu, bir nevi meydan okuyuş, yalnızlık içinde bir şey olmak ihtiyacı. Yılları zilletler içinde geçen, kâh Türk, kâh şehirli olduğu için horlanan göçmen çocuğu bir yere tutunmak, bir camiaya bağlanmak istiyordu. .... Sonra lise yılları, yine yalnız, yine yabancı. Açlık; midenin, etin ve ruhun açlığı. Hayalindeki dünyalar birer birer yıkıldı. Önce, öbür dünya. Bu haksızlıklar gayyası şuurlu bir Tanrı'nın eseri olamazdı. İmandan şüpheye, şüpheden inkâra, inkârdan maddeciliğe geçiş: Büchner, Ebul alâ, Hayyam. Ama şuurundaki bu devrim onu çevresinden bir kat daha koparıyordu... Marksistim dediği zaman tek işçinin elini sıkmış değildi. Sadece namuslu olmak, korktuğu için sustu dedirtmemek istiyordu. ... Bir sığınaktı Marksizm, bir kaçıştı, bir yaşama gerekçesiydi. Belki de inanıyordu Marksizme. Eziliyordu ve ezilenlerin yanındaydı. Ama kimdi bu ezilenler? Bilmiyordu. Kitaplardan tanımıştı sosyalizmi. Ne kadar anlamıştı? Anlayabilir miydi? Sınıf kavgası yoktu Hatay'da. Çünkü sınıf şuuru yoktu. Marksizm, gerçekten meçhule, yani rüyaya kaçıştı.?
Mehmet Akif Ersoy: ?Tarihi ' tekerrür ' diye tarif ediyorlar; hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?? diyor.
Türk devrimcileri Cemil Meriç gibi büyük bir mütefekkirin yaşadığı ruh serüveninden ders almadı. Yukarıdaki satırların yazılışından on yıl sonra ?gerçeklerden meçhule, yani rüyaya kaçışın? terör örgütlerini kurarak 17 Ekim Devrimi?ni Türkiye'ye ithal etmek eylemlerine giriştiler. Başlattıkları bu eylemlerle bol bol ağıt yaktılar. ?Oy dere Kızıldere? benzeri ağıtlarla, cinayet ve ölümleri kutsayan Afrika ilkel kabileciliği ile bir nesli heba ettiler.
***
İthal ideolojiler, yabancı bayraklar ve yabancı kurtarıcılar ile Türk solu Batı kültür emperyalizminin boyunduruğunda kıvranırken 24.01.1963?de Cemil Meriç ?eve dönüşünü? gerçekleştiriyordu. Başını ithal izmlerin kitaplarından kaldırmayan Türk devrimcileri yanı başlarındaki Cemil Meriç?ten habersizdi.
?Konya yolculuklarımda ilk defa olarak başkası ile temas ettim. Başkası, yani, kendi insanım. Kaderin karşıma çıkardığı genç üniversiteli 'sen bizden değilsin' dedi. 'Sen bizden değilsin'! Evet, ben onlardan değilim. Ama onlar kimdi? Uçurumun kenarında uyanıyordum. Demek boşuna çile çekmiş, boşuna yorulmuştum. Bu hüküm hakikatin ta kendisi idi. Tanzimattan bu yana Türk aydınının alın yazısı iki kelimede düğümleniyordu: aldanmak ve aldatmak. Senaryoyu başkaları hazırlamıştı. Biz sadece birer oyuncuyduk. Nesiller bir ütopyanın kurbanı olmuşlardı. Ama bu ütopya sonuna kadar yaşanmadıkça, gerçeği görebilir miydik? Kalabalık, kayaya yapışan bir midye şuursuzluğu ile geleneklerine sarılmış, cebin ve uyuşuk. Arada bir uyanır gibi olmak, gaflet. Avrupayı tanıyan, ülkesinden kopuyor. Bu lanet çemberinden nasıl kurtulacağız??
Yukarıdaki satırların yazılmasından bu güne tam yarım asır geçmiş. Türk solu halen daha evine dönemedi, dönebilenler de yaşadıkları tekamülü yazmaktan korkuyorlar.Feodal yapının kendilerini dışlama korkusu bu. Fikir namusu cesaret ve samimiyet gerektirir halbuki. Türk solu ?lanet çemberi?ni kıramayacak gibi de görülüyor. Fakat tarih bu sol dinozorları tasfiye ediyor; yeni nesil solcular daha yerli, daha milli.
Tablonun sevinilecek yanı burası.