Yapımcı Elif Dağdeviren, 'Bir festivalin başarılı olabilmesi için öncelikle o şehrin onu sahiplenmesi şart. Çünkü şehir onu sahiplenirse ülkesi, ülkesi onu sahiplenirse dünya sahipleniyor.' dedi.
Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) İstanbul Şubesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kültür Daire Başkanlığı iş birliğiyle bu yıl 9'uncusu düzenlenen, 'İstanbul Edebiyat Festivali'nde, 'Sinema ve Festivaller' konusu ele alındı.
Oturum başkanlığını Abdülhamit Güler'in üstlendiği panel, TYB İstanbul Şubesi'nin merkezi Sultanahmet'teki Kızlarağası Medresesi'nde gerçekleşti.
Festivalde konuşan film yapımcısı Elif Dağdeviren, festival yapmanın bir film ortaya çıkarmak gibi yüksek bütçeli ve zorlu bir iş olduğunu söyledi.
Dağdeviren, sinema sektöründe festivallerin önemine işaret ederek, 'Popüler kültür olduğu için film festivallerj dünyada hala ilgi çekiyor. Öncelikle neden var olduğunu bilmek lazım. Eskiden sinemanın bu kadar rahat yolculuk edemediği günlerde, filmler ilk önce İstanbul'a daha sonra Anadolu'ya gelirdi. ABD'deki bir filmi biz gençken 2,3 yıl sonra izlerdik. Sinema salonları da azdı ve çeşitlilik yoktu. O zaman festivaller halka hitap etmek adına ve sosyal sorumluluk amacıyla başlamıştı.' diye konuştu.
Bugün ise festivallerin sosyal sorumluluk amacı ile değil, iş alanı anlamında gerçekleştiğine dikkati çeken Dağdeviren, şöyle devam etti:
'Bir festivalin başarılı olabilmesi için öncelikle o şehrin onu sahiplenmesi şart. Çünkü şehir onu sahiplenirse ülkesi, ülkesi onu sahiplenirse dünya sahipleniyor. Festival birkaç şehirden hizmet ediyor. Dışarıdan gözüken filmler kısmı, buz dağının sadece bir ucu. Birincisi içinde var olduğu şehrin markalaşmasına çok katkısı oluyor. İkincisi de içinde bulunduğu sinema sektörüne bir katkısı olması gerekiyor. Festivalin sinema sektörüne, o şehirde yaşayanlara katkısı olursa o festival ilerliyor.'
Dağdeviren, festivallerin aynı zamanda bir network ağı oluşturduğu yorumunda bulunarak, şunları anlattı:
'Dünyada en önemli festivallerin sağladığı konu, doğru iş ilişkileri geliştirmesidir. Festivallerde yarışma veya yarışma dışı birçok insanı davet edersiniz. O insanlar gelince, basının ilgisini çeker. Halk mutlu olur ama o insan orada sadece bir filmini göstermekle kalmıyor. Bir diğer filmin yapımcısı ve yönetmeniyle temaslarda bulunmaya başlıyor. O isim orada diye diğer yönetmen, yapımcı ve oyuncular da orada olmak için festivale geliyorlar. Yani davetli olmadıkları halde bu network içinde olmak için geliyorlar. Dolayısıyla sektöre dair bir hareketlilik oluyor. Bu hareketlilik, festival tarafından resmi bir organizasyona dönüştürülürse, mesela film marketi gibi, film fonlular gibi, yuvarlak masa toplantıları gibi birden bire festival iş ilişkilerinin geliştiği, yeni ortak projelerinin yapıldığı filmlerinizi, senaryonuzu satabildiğiniz, dağıtabildiğiniz bir arenaya dönüşüyor.'
'Ülkemizde sinemanın Türk edebiyatı ile çok iyi bir ilişki içinde olduğunu düşünmüyorum'
7. Malatya Uluslararası Film Festivali'nin direktörlüğünü yapan sinema yazarı Suat Koçer de edebiyat ve sinema arasında çok sıkı bir bağ olduğunun altını çizerek, 'Ne yazık ki son günlerde ülkemizde sinemanın Türk edebiyatı ile çok iyi bir ilişki içinde olduğunu, yeterince faydalandığını şahsen düşünmüyorum.' ifadelerini kullandı.
Koçer, bir ülkenin ulusal sineması adına festivallerin önemli olduğunu vurgulayarak, şöyle devam etti:
'Çünkü festivaller sayesinde sektör bazı kronik problemlere geçici de olsa çözüm buluyor. Çözüm için kafa yoruyor. En azından bu anlamda bir takım girişimlerde bulunuluyor ve seyirci, film açısından da önemli bir misyonu gerçekleştiriyor festivaller. Festival konusunu ben kabaca ikiye ayırıyorum. Birincisi içerik kısmı, ikincisi ise işin saha kısmı. Bunlar kesinlikle birbirinden ayırt edilemeyecek derecede önemli birer unsur. Bir taraftan mesleki açıdan, sanatsal açıdan, sektörel açıdan çok iyi bir şey gerçekleştirmeniz gerekiyor. İşin programından tutun da diğer içerik aşamalarına kadar ama öte taraftan bir yanıyla da organizasyonu yapmak zorundasınız. Üçüncü bir zorluğu da şu ikisini dengede tutmak zorundasınız. Dengede olamazsanız çok ciddi sorunlarla karşı karşıya kalabilirsiniz. İşi bütünüyle bir organizasyon olarak ele alırsanız da bu ayrı sıkıntılara sebep olur.'
'Bu ülkede 28 Şubat'la ilgili bir film hala yapılamadı'
Yönetmen ve senarist Kamil Koç ise sinemanın bugün dünya kültür politikasında bir hakimiyet alanı olduğuna dikkati çekerek, 'Türkiye önce Amerika'nın dünya sistemi üzerinde biricik hegemonya olduğunu kabul ederek, o boyunduruğun altına girme yeri gayreti içerisinde olursa sinema ona mevcut hakimiyet sistemi içerisinde yardımcı olabilir. Fakat Türkiye'nin varlığı, tarihi, sınırları buna müsaade etmiyor.' diye konuştu.
Koç, Türkiye'de ilk kez Malatya Film Festivali kapsamında, 'Türkiye'de Sinemada Yerel Kodlar' adlı bir panelin düzenlendiğini ve bunun önemli olduğunu dile getirerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
'Türkiye'nin modernleşme süreci ve çizgisini bir yanıyla köy romanlarıyla maniple edilen bir sinemamız ve tarihimiz var. Sinemamız iyisi ve kötüsüyle ancak festival ve iltifat makamlarında yer alabiliyor. İstikamet meselesi dediğimiz yani 'biz nereye bakıyoruz', bir rotamız yoksa istediğimiz sularda dolanalım, kayıbız. Dolayısıyla sinemamızda bir yol almak, sinemamızı bir filme, bir istikamete bürünmesi gibi meselelerde, Türkiye'deki modernleşme sürecinde 'bu işi biz biliriz, bizden başkası bilmez' diyen arkadaşlar, üçüncü sınıf bayiler olarak hayatlarını idame ettiriyorlar. Yani bugün dünyadaki bütün film festivalleri Amerika'ya bağlıdır. Ya küçük hortumlarla, ya büyük hortumlarla. Fakat siz bağlı olduğunuz o hortumlara başka bir şey enjekte edebilirsiniz. Yani başka bir dünya ve sinema mümkün ama bu hala ülkede 28 Şubat'la ilgili bir film yapılamadı. Bu kafayla festival kafası da aynıdır.'
Sinema ve Edebiyat' konusunu ele alan çok sayıda söyleşinin gerçekleşeceği Edebiyat Mevsimi, 2 Aralık'a kadar devam edecek.