Batı'nın Suriye eli: Terör örgütü YPG

Batı

Türkiye, İran ve Rusya zirvesinin ardından, Suriye'de değişmesi beklenen denklemin kilit rolünü, batının Suriye gücü olarak varlığını sürdüren YPG ve YPG çatışmaları oluşturacak.

Güvenlik Bilimleri Enstitüsü (JGSA) Uluslararası Güvenlik ve Terörizm Anabilim Dalı öğretim üyesi olan Doç. Dr. Serhat Erkmen, Türkiye, İran ve Rusya zirvesinin ardında değişen Suriye dengelerini inceledi.  Suriye'de yakın gelecekte gerçekleşecek en önemli çatışmanın YPG terör örgütünün sahadan silinmesi veya silinmemesi üzerine olacağını belirten Erkmen, YPG'nin batının Suriye temsil gücü olduğuna da işaret etti.  Erkmen analizinde şu önemli noktaları kaydetti:  4 Nisan 2018'de Ankara'da toplanan Üçlü Zirve Suriye'de yakın gelecekte yaşanabilecek gelişmelere dair önemli ipuçları taşıyor. Bu nedenle, dikkatle incelenmeli.

Suriye'de yeni denklem

Suriye'de savaşın sona geldiğine inananların sayısı hiç de az değil. Fakat, son birkaç ay içinde olup bitenler, savaşın sonunun hiç de o kadar yakın olmadığını gösteriyor. Genel tabloyu basitleştirerek ele alırsak ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılabilir: Suriye'deki çatışmanın iç dinamiklerine baktığımızda tarafların çatışma iradelerinin tamamen bittiğini söyleyemeyiz. Rejim, savaşın yaşamsal kısmını kazanmış gibi görünüyor. Yani, şu aşamada muhaliflerin silahlı mücadele yoluyla Beşşar Esed yönetimini değiştirme şansı neredeyse yok denecek kadar az. Muhalifler, ellerinde kalan son ceplerde savunma ve hayatta kalma savaşı veriyorlar.

Rusya'nın çatışmalara açıkça ve doğrudan müdahale ettiği 2015 sonbaharından bu yana rejimin muhalifleri aşama aşama birbirinden ayırdığı ve kritik noktaları kontrol altına aldığı söylenebilir. Geçtiğimiz ay içinde Doğu Guta'yı ele geçiren rejimin durmayacağı ve önümüzdeki aylarda muhtemelen sırasıyla Duma, Doğu Kalamun, Dumeyr, Deraa kırsalı, Kuzey Humus (Rastan merkezli) ve nihayetinde İdlib'e doğru yöneleceği görülüyor. Muhaliflerin bu ceplerin çoğundan çatışmadan çekilmek dışında pek bir şansı kaldığı söylenemez. Fakat, İdlib diğer bölgelerden farklı. Aslında pek çok grubun militanlarını koruyarak İdlib'e çekilmesi uzun vadede rejimin bu bölgeyi kontrol etmesini zorlaştıracak bir faktör. Dolayısıyla ilk etapta bir süre kısa süren çatışmalar ya da çatışma olmadan ilerleyen Suriye ordusunu görecek olsak da İdlib dikkate alındığında savaşın bitmesine daha uzun zaman olduğu söylenebilir.

'Savaş henüz bitmedi'

Savaşın henüz bitmediğini düşündüren ikinci husus ise 2013-2017 arasında rejim ile muhalifler arasındaki çatışmaların seyrini değiştiren iki terör örgütünün önümüzdeki dönemde karşılaşacakları yeni dinamikler. Bunlardan ilki bilindiği gibi DEAŞ idi. DEAŞ, son iki yılda büyük gerilemelerle yüzleşmek zorunda kaldı ve Suriye'de küçük bir alana sıkıştı. Her ne kadar ABD, DEAŞ tehdidinin sona ermediğini gerekçe göstererek Suriye'deki varlığını korumak istese de mevcut yapısıyla bu terör örgütünün Suriye'deki çatışmaların gidişatını değiştirebilecek bir kapasitesi kalmadı. Bir başka ifadeyle, sahadan tamamen silinmese bile birkaç köyden fazlasını ele geçirebilecek bir güçte değil. Dolayısıyla aslında ne ABD'nin ne de Rusya'nın üzerinde enerji harcamaya değecek bir aktör olarak gördüğü söylenemez.

YPG ve batı ilişkisi

Ancak diğer terör örgütü yani YPG'nin durumu farklı. ABD'den aldığı destekle 2015'ten itibaren Suriye'nin kuzeyinde ciddiye alınacak bir toprak parçasını kontrol eden YPG'nin şimdi bu toprakların bir kısmını kaybetmeye başladığı görülüyor. Her ne kadar 2017'de ABD'nin desteği ve DEAŞ'la yapılan anlaşmalarla Rakka merkezi ve Deyr ez-Zor'un kuzeyini kontrol altına almayı başarsa da önce Fırat'ın batısına ilerlemesi durdurulan YPG'nin daha sonra Halep Şeyh Maksut'taki varlığını ve Afrin'i kaybetmesi oyunun gidişatının değiştiğini gösteriyor.

Açıkçası, her ne kadar rejim, şu anda başka bölgelere odaklansa da ister askeri ister politik düzeyde olsun Suriye'nin yakın geleceğindeki en önemli ve ciddi çatışma, YPG'nin sahadan silinmesi/silinmemesi üzerine olacak. Çünkü, YPG'nin durumu sadece bu terör örgütünün Suriye'deki gücü ve varlığıyla değil, aynı zamanda Batı'nın Suriye'deki etkinliğinin azaltılması ile ilişkili bir olgu haline geldi. Bu nedenle Türkiye-Rusya-İran arasında Suriye'de işbirliği arttıkça diğer taraftan ABD-Fransa-İngiltere gibi ülkeler YPG'nin kontrol ettiği alanlarda daha fazla boy gösteriyorlar.

ABD'nin Suriye'den çekileceği yönündeki açıklamalar, ortaya yeni bir dinamizm çıkarttı. Bir taraftan ABD Başkanı, Suriye'deki Amerikan varlığının sürekli olacağına dair beklentileri sonlandırdı. Gerçekçi olalım, ABD'nin Suriye'den kısa sürede çıkması beklenmemeli. Gerek askeri yetkililerin açıklamaları gerekse sahadaki pratikleri bunu açıkça gösteriyor. Ancak, 'Başkan ne derse desin, komutanların dediği olur' demek de bir o kadar anlamsız. Bu nedenle, Fransa'nın devreye girdiği, hatta İngiltere'nin de tekrar görünür olmaya başladığı bir döneme girdik. Bundan sonrası YPG'nin varlığının ötesinde ABD liderliğindeki Batı Koalisyonu ve onun Ortadoğu'daki müttefiklerinin Suriye'deki etkinliği ve varlığı meselesine dönüşmüş durumda. Bu nedenle YPG terör örgütünün bölgedeki gücünü koruması ya da zayıflaması sadece Türkiye'nin terörle mücadele operasyonları perspektifinde ele alınabilecek boyutu çoktan aşıp Ortadoğu'daki güç dengeleri bağlamında değerlendirilmesi gereken bir hal aldı.

'Türkiye Rusya İran tamamen hem fikir değil'

Öncelikle şu noktanın altı çizilmeli: Türkiye, Rusya ve İran, Suriye konusunda tamamen hemfikir olan ülkeler değiller. Her bir ülkenin gerek bir diğerinden gerekse ortaya çıkan ikili 'ad hoc işbirliği' örneklerinden farklı düşündüğü noktalar hala mevcut. Örneğin, Türkiye, Rusya ve İran'ın aksine Beşşar Esed'in iktidarda kalmasını Suriye'nin geleceği için büyük bir tehdit olarak görmeye devam ediyor. Rusya, İran ve Türkiye'nin aksine ABD'nin çekilmesi durumunda PYD'yi kendi istediği biçimde yönlendirip, sisteme entegre etmeye dair görüşler taşıdığına dair ipuçları veriyor. İran ise Zeytin Dalı Operasyonu'nda hem yetkililerin yaptığı açıklamalar hem de sahada İran yanlısı grupların faaliyetlerinin gösterdiği gibi Türkiye ve Rusya'dan farklı düşünüyordu. Ancak, Üçlü Zirve'den çok önemli bir sonuç çıktığı söylenebilir: Üç ülkenin Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması konusunda ortak bir iradeye sahip olduğu.

Suriye'yi coğrafi ya da etnik bağlamda bölmeyi hedefleyen herhangi bir hareketin önüne geçilmesi mümkün hale geliyor. Bunun doğrudan muhatabı ise ABD. Çünkü, Suriye'nin kuzeyinde ABD'nin Fırat'ın doğusunda YPG kontrolünde bir bölge yaratması Suriye'nin bölünmesine yol açabileceği gibi aslında bölge ülkeleri ve bölge dışı güçlerin Suriye'deki güç mücadelesinin yeni sembolü olarak karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda Üçlü Zirve'den Suriye'nin toprak bütünlüğü kararının çıkması ABD'nin YPG ile olan ilişkisine ve Fırat'ın doğusundaki varlığına yönelik açık bir uyarı niteliğinde. Türkiye açısından bu sorun kendi güvenliğine yönelik bir stratejik tehdit; İran bu bölgenin kendisine karşı yürütülecek ABD faaliyetlerinin üssü olacağına inanıyor; Rusya ise uzun vadede bu bölgenin Suriye'deki ABD etkisinin temel aracı olacağına. Bu nedenle, Üçlü Zirve sonrasında Münbiç ve Fırat'ın doğusu konusundaki baskının daha da artacağı söylenebilir. 

ABD yalnız değil

ABD'nin Münbiç'e asker yığması sadece diplomatik pazarlık kozunu yükseltmekten mi ibaret yoksa gerçekten bir çatışmaya mı hazırlanıyor, bunu kısa süre içinde anlayacağız. Fakat, ABD'nin bu süreçte yalnız olduğunu düşünmemeliyiz. Avrupa'daki krizlerin de gösterdiği gibi açıktan Rusya ile bilek güreşine giren İngiltere'nin ve ABD'nin çekilmesinin kendisine etki alanı meydana getirebileceğini düşünen Fransa'nın sürece dahil olduğu; bunlara İran ile güç mücadelesinde cepheyi yeniden genişletmeye ve safları sıkılaştırmaya çalışan Suudi Arabistan ve İsrail'in de destek verdiği görülebilir. Başka bir ifadeyle, Türkiye-Rusya-İran, Suriye konusunda stratejik olarak işbirliğine yönelirken karşılarında ABD-İngiltere-Fransa-Suudi Arabistan ve İsrail'den oluşan bir başka cephenin oluştuğu da gözden kaçırılmamalıdır.

Peki bu tablonun önemi nedir? Karşılıklı olarak konumlanmış bu iki ittifakın üyeleri gerek Suriye'de gerekse Ortadoğu'nun diğer bölge ve sorunlarında önemli fikir ayrılıklarına sahip olabilirler. Muhtemelen bu fikir ayrılıkları onların ilişkilerini derinleştirmelerini engelleyecektir. Ancak, taktik olarak gördükleri bazı konuları erteleyerek ya da görmezden gelerek kısa vadede öne çıkan sorunları bertaraf etme yoluna gitmeyi deneyeceklerdir. İşte Münbiç meselesi bu nedenle Üçlü Zirve'nin sonucundan en çok etkilenecek konulardan birisi olacaktır. Türkiye'nin önce Tel Rıfat'ı kontrol altına alması, daha sonra Münbiç üzerinde baskı kurarak ABD ve YPG'yi Fırat'ın doğusuna çekilecek bir süreci başlatması, bu nedenle sadece birkaç yüz kilometrekarelik bir alanda yürütülen bir taktik hamle değil bölgedeki güç dengesi ve Suriye'nin geleceğini etkileyecek bir stratejik hamledir.

Tüm bunlar Suriye'deki savaşın sona ermediğini göstermektedir. Bir süre sonra çatışmaların şiddeti azalabilir; çatışma bölgeleri küçük ceplere inebilir; Fakat nasıl DEAŞ bir anda genişleyerek, kontrol ettiği alanlardan iki senede çekilmek zorunda kaldıysa YPG de aynı kaderi paylaşıncaya kadar siyasi ve askeri açılardan savaşın devam edeceğini kestirmek güç değil. Bu durum, Türkiye için olduğu kadar Rusya ve İran için de stratejiktir. Bu nedenle Üçlü Zirve'den çıkan sonuç önümüzdeki dönemde Suriye'de yoğun bir bölgesel güç mücadelesi yaşanacağına tarafların hazır olduğu gerçeğidir.