Tarih: 17.08.2018 12:23

Milli felaketin yıl dönümü: Unutmadık, Unutmayacağız...

Facebook Twitter Linked-in

Türkiye, 17 Ağustos 1999'da saat 03.02'de adeta cehennemi yaşadı. 17 Ağustos'ta meydana
gelen ve yaklaşık 45 saniye süren 7.4 büyüklüğündeki depremin üzerinden tam 19 yıl geçti, yitirilen binlerce insanın acısı ise ilk günkü gibi taze kaldı. 



Türkiye bir gecede, tam 45 saniyede, on binlerce insanını, babasını, annesini, kardeşini, eşini, çocuklarını, vatandaşlarını kaybetti. 17 Ağustos ölümün adı oldu yürekleri yaktı... Milyonlar tek yürek oldu kayıplarına ağladı, kıyametin yaşandığı 17 Ağustos'un üzerinden tam 19 yıl geçti depremden geriye büyük acılar,  çıkarılan dersler ve istatistikler kaldı: 


Kocaeli, Gölcük, Düzce, Sakarya, İstanbul ve Yalova'da büyük can ve mal kaybı ile yıkıma neden olan depremde resmi verilere göre 17 bin 480 kişi hayatını kaybederken on binlerce kişi yaralandı. 
Marmara Depremi'nden en çok etkilenen Kocaeli'nde 9 bin 477 kişi yaşamını yitirdi, 9 bin 881 kişi yaralandı.  Depremde, 35 bin 180 konut, 5 bin 770 iş yeri yıkıldı ya da ağır hasar gördü. 40 bin 757 konut, 6 bin 57 iş yeri orta, 45 bin 86 konut ve 6 bin 128 iş yeri de hafif hasarlı olarak kayıtlara geçti. 

'Saatler hiç 03:02'yi göstermesin' diyor

17 Ağustos'un üzerinden geçen sadece zaman, acı aynı acı, hafıza aynı hafıza olarak kaldı...

Marmara depreminin en ağır tanıklığını yapanlardan biriydi Beyhan Softaoğlu. Eşini, kızını ve sağ kolunu göçük altında bıraktı. Softaoğlu ''O tarih hiç gelmesin, saatler hiç 03.02?yi göstermesin istiyorum'' diyor. 


Büyük Marmara depreminin en ağır tanıklığını ve kaybını yaşayanlardan biriydi 65 yaşındaki Beyhan Softaoğlu. Gölcük'te eşi İsmail, kızı Aylin ve sağ kolunu göçük altında bıraktı. Şimdi ise tam 19 yıl geçti bu acı tanıklığın üzerinden ama Softaoğlu'nun kalbinde hissettikleri, tarifi imkansız bir acı. Acı yüklü hatıraları kalbine kilitleyip, yüzüne bir gülümseme de kondursa, tarihler 17 Ağustos'u ve gece 03.02 anına döndüğünde, kabus dolu hatıralar canlanıyor gözlerinin önünde. Zor da olsa o acı dolu 3 günü şöyle anlatıyor: 'Eşim esnaftı. Gece eşim ve ben balkonda oturuyorduk. Kızım da arkadaşıyla odasındaydı. Son kez benden içecek bir şey istedi. İşte o dakika sallandık. Öyle bir gürültü koptu ki. Ortalık zifiri karanlık. Kızım bana sarıldı. 'Korkma annem. Kurtulacağız' dedim. Sonra yine bayılmışım. Uyandığımda taşların içindeydik. Kızımın kafası karnımda. Çok acı çekiyordum. Benim kolum kopmuş. O kolumla en son kızımın başını okşayabilmişim. 3 gün kaldık göçük altında. 17 yaşında gencecik bir kızdı yavrum. Hastenede aylar sonra öğrendim yavrumun ve eşimin öldüğünü.'

'Çocuğum aç öldü keşke yemek yedirseydim...'

İzmit Gölcük'ta hayatının baharında bir genç kız olan Betül Kaval ise gördüklerini, depremin yüreğini yıkışını şöyle anlatıyor: 

'Depremden birkaç saat sonra gün ışıdığında bütün marketlerin yağmalanmış olması, yan apartmandaki Halit abi ve Ayten ablanın 4 çocuğunu birden göçükte kaybetmelerini izlemek en küçük kızının ağlayarak ve aç olarak uyuttuğunu çocuğum aç öldü keşke yemek yedirseydim diye dövünmerini izlemek ve malesef teselliden başka hiç birşey yapamamak, bir kilim üzerinde günlerce sabahlamak, zamanı geriye almanın bir yolu olsaydı keşke diye düşünmek, üzüntüler, kırgınlıklar, kavgalar hepsinin boş gelmesi.
Bizim hayatlarımız depremden önce ve depremden sonra diye ikiye ayrıldı o gece. Asıl hayatımız depremden sonra başladı hepimizde derin izler bıraktı korkular kaldı içimizde. Ancak orada o korkuyu o acıyı yaşayan bilebilir anlayabilir gerçekten.'


'Küçük kıyamet'i Bardakçı anlattı

Habertürk köşe yazarı Murat Bardakçı, felaketin 19'uncu yıl dönümüne özel yazdığı yazıda deprem manzarasını şöyle resmetti:

'Bundan on dokuz sene evvel, memleketin bağrına sönmesi mümkün olmayan bir ateş düştü. Toprağın aniden işitilen uğultusu ile beraber başlayan sarsıntıda on binlerce can gitti, yuvalar söndü, sonraları hissiyatın başına da bir işler geldi, aylar boyunca hemen her tıkırtıda ayaklara fırladık, derken aradan zaman geçti ve korkularımızı da, endişelerimizi de unuttuk.

Sadece biz unutsak yine iyi; deprem sonrasında alınacağı hemen her gün ve her an tekrar edilen tedbirlerin çoğu bir yana bırakıldı, yapılan hazırlıklardan neredeyse vazgeçildi, depreme dayanıksız binaları elden geçirmek maksadıyla başlatılan kentsel dönüşüm bile bazı yerlerde rant kavgası hâlini aldı...

Unutmayalım: Marmara Bölgesi?nin başında her 250 senede bir mutlaka çöken bir zelzele belâsı vardır. Zamanı geldiğinde bir defa olsun gelmemezlik ettiği görülmemiştir; gelir, vurur, yıkar, canlar alır, azabın bin türlüsünü tattırır ve 250 sene sonra tekrar teşrif etmek üzere çekip gider!

Bu, İstanbul?un bilinen tarihi boyunca, Bizans?ın tâââ  ilk zamanlarından buyana hep böyle olmuştur. Kendini göstermeye milâttan asırlar önce başlamış, tarihin yazılmaya başladığı devirlerdeki bütün ziyaretleri kayda geçmiş ve Osmanlı zamanının Türk İstanbul?unu da defalarca perişan etmiştir.

Şehrin 1509?da ve 1766?da yaşadığı büyük âfetler hep bu 250 senede bir gelen belânın eserleridir ve sarsıntılar öylesine şiddetli olmuştur ki tâââ Mısır?dan ve Kırım?dan bile hissedilmişlerdir.

?BEKLEYİN, GELİYORUM? DEDİ

1999 depremi, en son 1766?da uğrayan ve iki buçuk asır sonra mutlaka tekrar edecek olan bu derdin bir ön hazırlığı, gıdıklaması, ?Bekleyin, geliyorum? mesajı idi!

Tarihler 250 senelik periyodda ufak-tefek değişikliklerin görüldüğünü, yani depremin beklenenden birkaç sene önce yahut sonra olabildiğini ama mutlaka geldiğini yazarlar...

1766?da sonrasının periyodu 2016?da tamamlandı ve şimdilerde meş?um uzatmaları oynuyoruz!

Gönül, bilimin depremin zamanını tam olarak tâyin edebilmesini arzu ediyor ama mümkün değil; deprem hocalarının herbiri zaten başka şeyler söylüyorlar, ufak çaplı sarsıntıların merkezi, büyüklüğü ve şiddeti hususlarında bile anlaşamıyorlar ve mutlaka yapılması gereken bir iş, bütün bu hay-huy arasında kaynayıp gidiyor:

Tarihçiler ile deprem uzmanları arasında çoktan başlamış olması gereken işbirliği...

Deprem geçmişimiz konusunda tarihçiler bugüne kadar hayli çalışma yaptılar ama son senelerde çıkan iki kitap, Deniz Mazlum?un ?1766 İstanbul Depremi? ile Sema Küçükalioğlu?nun ?1894 Depremi ve İstanbul?, bu çalışmaların şimdiye kadar ortaya konan en mükemmellerini teşkil etti...

Aslında, bu kalitede daha başka eserler yazılmasına imkân sağlayacak bir ortak proje de hazırlanmıştı ama uygulanmasına her nedense fırsat verilmedi...

Çalışmanın temelini tarihçiler ile deprembilimcilerin biraraya gelerek 1766 zelzelesinin ayrıntılarını ve geleceğe yönelik projeksiyonlarını ortaya çıkarma çabası teşkil ediyordu. Proje ciddî bir şekilde hazırlandı, birkaç sene önce TÜBİTAK?a sunuldu ve nedendir bilinmez hemen reddedildi! Deprem meselesindeki manzara-i umumiye işte budur!'

kaynak: haberturk/ntv.com/ ozgurkocaeli.com

haber: enpolitik.com/ Melek S. Tunç




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —