Sitemiz enpolitik köşe yazarlarından gazeteci-tarihçi Kerime Yıldız ile 'Post Modern Haçlı Seferi Sinema' adlı ilk kitabı üzerine keyifli ve bilgilendirici bir röportaj gerçekleştirdik.
Enpolitik yazarlarından tarihçi-gazeteci Kerime Yıldız'ın ilk kitabı kısa bir süre önce okuyucuyla buluştu. Yıldız ile 'Post Modern Haçlı Seferi Sinema' adını taşıyan kitabı üzerine gerçekleştirdiğimiz röportajı yayınlıyoruz...
Kerime Hanım, okuyucularımız için kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
-Sivas doğumluyum. Hayâtım Ankara-İstanbul arasında geçti. Fakültede târih okudum. Yazı hayâtına kırk yaşından sonra girdim. Muhtelif gazete, dergi ve internet sitelerinde yazdım. Emekli olduktan sonra İzmit?in bir köyüne yerleştik. Şehirden uzak yaşıyorum. Yazmaya devam ediyorum.
Sinemayla alâkanız nereden geliyor?
-Çocukluğumdan beri sinemaya merâkım var. Fakülte yıllarında Edebiyat Vakfı?nın sinema seminerlerine giderdim. Hâlit Refiğ, Yücel Çakmaklı ve daha başka yönetmenleri dinlemek kısmet oldu. İki binli yıllarda Ali Murat Güven?in Yeni Şafak?taki sinema sayfasını okumaya başladım. Bu yazılar, Hollywood sinemasına karşı uyanmamda dönüm noktasıdır. Sonra Ankara?da Arslan Küçükyıldız ve Ahmet Özkömeç?in düzenlediği Sinemasalı seminerlerine gittim. Çok şey öğrendim. Arkasından sinema yazıları yazmaya başladım.
Kitabın kapağı ilginç. Niçin böyle bir kapak?
Oskar, sıradan bir heykel değil. 1928?de haçlı şövalyesi olarak tasarlanmış. Kimse bu tarafına dikkat etmiyor maalesef. Kapak tasarımında heykeldeki kılıcı eklemedik. Sâdece belirgin hâle getirdik.
Peki ya isim? Çok iddiâlı değil mi?
-Değil. Çok gerçek. Ben bu ifâdeyi Arabistanlı Lawrence filmini seyredince kullanmıştım. Ahmet Hikmet?in 1924?deki makâlesini okuyunca ne kadar isâbetli olduğuna karar verdim. Ahmet Hikmet, ?Piyer Lermit zihniyeti? demiş. Lermit, Müslümanlardan nefret eden, köy köy dolarak câhil halkı haçlı seferlerine kışkırtan papazdır.
Ahmet Hikmet, bu fikre nereden varmış?
-İstanbul sinemalarına gelen filmlerde kötü, kaba, çirkin adamların hep Müslüman olması dikkatini çekmiş. 1924 yılı için çok isâbetli ve erken bir teşhis koymuş.
Bu kitabı yazma fikri nasıl oluştu?
Bizim târihçilerimiz sinemadan anlamazlar. Neler döndüğünü bilmezler. Sinemacılar da târih bilmezler veya kendi târihlerine batılı gözüyle bakarlar. Metin Erksan gibi târih bileni, Osmanlıyı seveni azdır. Târihçiler, sinemanın bir târih anlatıcı olarak ne kadar etkili olduğunun farkında değiller. Bir asırdır, okunan değil, seyredilen daha câzip.
Ben, bâzı târih sempozyumlarına sempozyum konusuyla ilgili filmleri anlatmak için mürâcaatda bulunduğumda oralı olmadılar. Bilimsel değilmiş. Zâten derdim, bilim değil; bilimin, gerçeğin, sinemada nasıl çarpıtıldığını anlatmak. (Böyle yapıyorlar ama her ne hikmetse târihçiler, doçentlikten sonra roman yazmaya, filmlere danışman olmaya başlıyorlar.)
Nihâyet 1. Dünya Savaşıyla ilgili bir sempozyumda tebliğ sunduğumda can u gönülden tebrik edenler oldu. Meselâ; Arabistanlı Lawrence filminin en can alıcı yerlerini, subliminal mesajlarını anlatırken filmi bildiği hâlde yeni farkeden hocalardan teşekkür geldi. ?Hiç bu gözle bakmamıştık.? diyenler oldu. Fakat İlber Ortaylı, bir başka film için, ?Bu çok kötü bir film. Ne gerek var anlatmaya?? diye ağız burun büktü. ?Hocam zâten kötü film örneği olarak anlattım.? dedim. Oralı olmadı.
Böyle bir konunun sempozyumda olmasını ciddiyetsiz bulan Ortaylı, reklam filmi çekiyor. Sürekli ekrana çıkıyor. Roman yazan, dizilere danışman olan târihçilere birşey demiyor. Paradoksa bakar mısınız?
Ne yaptınız?
Bozuldum tabii. Ama vazgeçmedim.
The Water Diviner filmini herkes, ?Hârika bir Çanakkale filmi? diye överken ben, ?Bu ülkede bir şeyler yapacaklar!? diye haykırdım. Gülenler oldu. Film, tam bir subliminal mesaj hârikasıydı. Bir buçuk sene sonra darbe girişimini yaşadık.
Baktım köşe yazıları kaybolup gidiyor, en sonunda târih bilgimle sinema bilgimi birleştiren bir kitap yazmaya karar verdim. Kitap yazınca ciddiye alınıyorsunuz. Şunun altını özellikle çizmek istiyorum. Ben sinemacı değilim. Çok dikkatli bir seyirciyim.
Subliminal mesajı, biraz açar mısınız?
Subiminal mesaj, şuuraltına gönderilen mesajdır. Batı sineması, psikolojiyle münâsebetini aştı; psikanalizle iş tutuyor. Şuuraltımıza hitap ediyor. Şöyle açıklayayım: Film seyretmeyi, bir rüyâ görme gibi düşünün . Zihnimizin en savunmasız ânı, rüyâ görme ânıdır. Zihin, sinema rüyâsına kapıldığında tehlike altındadır. Çok iyi bir film seyredince zevk alıyoruz, heyecanlanıyoruz ama şuuraltımız tahrip olabiliyor. Farketmiyoruz bile.
Neden farketmiyoruz?
Kişinin beynine ekilen fikir, kendi buluşuymuş gibi gelişir. İnsan, fikrin kaynağının nereden geldiğini anlarsa tepki verebilir. Bu nedenle zihne sokulacak fikrin gerçek gibi, insanın kendinden çıkıyormuşçasına hissettirilmiş olması gerekir. Böylece, ekilen fikrin başkasından geldiği anlaşılmaz.
Zihniniz koruma altında değilse çok kolay fikir aşılanabilir. Hattâ kendi kültürünüz, kendi târihinizle ilgili gerçekler, tamâmen tersine dönebilir.
Örnek verebilir misiniz?
Meselâ; Yüzüklerin Efendisi ile haçlı seferleri ters düz edildi. Yazarı Tolkien?in bir sözü var. ?1453 Gulyabanilerin saldırısı? Gezide duvarlara ?Zulüm 1453?de başladı.? yazıldı. V For Vendetta?yı seyredenler Gezi Parkı?na, V maskesi ile gittiler. Bunların hiçbiri tesâdüf değil.
The Water Diviner?dan da bir örnek vereyim. Anzak askerinin babası, İngiltere konsolosluğuna gittiğinde İngiliz subayı, ?Müttefikimiz Yunanlılar bizi dinlemeyip Batı Anadolu?ya işgal ettiler.? diyor. Bunu, Yunanı üstümüze salanlar söylüyor. Eğer dikkat etmezseniz kaynayıp giden bir cümle ama beyin algılıyor ve Yunan işgalinde İngilizi masum olarak kaydediyor.
Bir örnek de Lawrence filminden vereyim. Hem de yeni yaşadığım bir hâdise. Bir arkadaşım, ?Burada okumasam hiç dikkatimi çekmez.? dedi. Sahne şöyle: Lawrence tâciz edilirken arkada duvarda Allah yazan levha var.
Bat-man?i de almışsınız. Batman, adâlet dağıtan bir vigilante değil mi? Bizim târihimizle ne ilgisi var?
-Doğru Bat-man, bir adâlet savaşçısı. Bizimle ilgisi yok. Fakat araya sıkıştırılan bir cümle, İstanbul?un fethiyle ilgili. Fethi aşağılıyor.
Ne yazık ki THY, Amerika?yı kutsayan bir Bat-man filmine sponsor oldu.
Kitapta 17 film var. Neye göre seçtiniz?
-Batı sinemasında İslâm târihine ve Müslümanlara yapılan saldırı, çok geniş bir konu. Bizim târihimizle sınırlı tutmaya çalıştım. Haçlı saldırıları bu filmlerle sınırlanamaz. Bu filmler, bilinçli bir bakış açısı geliştirmek, eğriyi doğruyu ayırmak için. Elbette bunun için sağlam bir târih bilgisi de gerekiyor.
Hollywood sinemasının bu kadar güçlenmesi nasıl oldu?
-Hollywood?un gücünü, önce Başkan Franklin Roosevelt keşfetti. Ekonomik buhrandan etkilenen Amerikalıların sinema salonlarına akın etmesi dikkatini çekti. Toplumun beyaz perde aracılığı ile yönlendirilebileceğini farketti. 1933 yılında hükûmetin sinemaya desteğini yasalaştırdı.
İkinci Dünya Savaşı esnâsında kamuoyu desteği için Hollywod?dan yardım aldı. Soğuk savaş döneminde sinemada, kominizm karşıtlığı işlendi. Vietnam?ın, Küba krizinin, Körfez Savaşı?nın yaraları sinema ile sarıldı. Doksanlı yıllarda Arap teröristler senaryolarda belirdi ve 11 Eylül?ün alt yapısı hazırlandı.
Kısacası, ABD başkanları için sinema, hem ülkesinde hem dünyada iknâ gücü yüksek bir propaganda aracı oldu. Mesajlar, kimi zaman politik kimi zaman da komedi ve aksiyon türünde yapımlarla verildi. Yani hem kendi halkını hem dünyayı sinema ile yönetiyorlar.
Yahudi yönetmenler ve oyuncular meselesi de önemli. Savaş sonrası Hollywood?da Yahudi yönetmenler ve oyuncuların hâkimiyetiyle birlikte 48?de kurulan İsrâil devletinin haklılığı savunuldu.
Peki bu haçlı saldırısını durdurmanın yolu nedir?
Durdurmak kolay değil. Cevahirlal Nehru?nun dediği gibi ya Pentagon?a ya Hollywood?a teslim oluyoruz. Zâten ikisi işbirliği hâlinde. Hiçbir ülke, Hollywood sinemasına direnemiyor. Bakmayın Japon mûcizesi söylemlerine. Japonlar da Batı sinemasına teslim oldu. Obama, atom bombasının atıldığı gün Japonya?da konuşma yaptı. ?Sen atmadın mı?? diyen yok. Neredeyse bombayı atıp savaşı bitirdikleri için teşekkür edecekler. Çünkü filmlerle böyle bir algı oluşturuldu. Amerikalı kahramanlar, sürekli nükleeer bombaya karşı savaşıyorlar.
Bize gelince... El oğluna gerek yok. Zâten Yeşilçam?ın târihe bakışı sorunlu. Rahmetli Metin Erksan, ?Bugün Türkiye'de adınıza aydın, entelektüel denilebilmesi için eğer Türkseniz târihinizle hastalıklı bir ilişkiniz olacak. Bir reddiyeci tavır içinde olacaksınız.? demişti. Öteki mahallede kendi târihiyle, medeniyetiyle sağlıklı bir ilişkiye girmeye kalkışan sinemacılar reddediliyor. Erksan, Fahreddin Paşa?nın Medine Müdâfaası?nı çekmek istiyordu. Çoğu sinemacımız, bunun ne demek olduğunu bilmez.
Bizim mahallede durum nasıl?
-Ali Murat Güven gibi sinema yazarlarını, Yücel Çakmaklı gibi yönetmenleri tenzih ederek söylüyorum, daha hastalıklı. Bizim sinema yazarları, öteki mahalleye karşı ezikler. Onların ağzıyla konuşmaya bayılıyorlar. Batılı sanatlarla meşgûl olunca sınıf atlayıp saçmalıyorlar. Her yazısına aynı Batılı isimleri sıkıştırarak otorite olmaya çalışan, ağzını açana ?Sen kimsin?? diye hakâret edenler var.
Hep verdiğim bir örnek var. Hemen her yazısına Brecht?i sıkıştıran bir köşe yazarı, Viyana?ya gittiğinde kalinka dinleyerek gezmiş. Bunu tavsiye ediyor. Adam, Viyana?da olduğunun farkında değil. Araba Sevdası?ndaki Bihruz?un bir türevi.
Başörtülü bir köşe yazarı, Lindsay Lohan gibi basit bir starı mülteci kamplarında gezdirip poz veriyor, örnek gösteriyor. Tam bir rezâlet. Kitabın ikinci kısmında Hollywood starlarına karşı aşağılık kompleksimizden bahsettim.
Kitaptan beklentiniz nedir?
-Kitabın önsözünde dediğim gibi, kötülüğün yeryüzüne yayılışını seyretmekle yetinmeyip, gücüm yettiğince müdâhale etmek. Benim gücüm, buna yetti. Târihime, ecdâdıma karşı vazife bilerek yol çıktım. Hayırlara vesile olur inşallah.
Sinema hakkında başka kitap çalışmanız olacak mı?
-Şu anda bitirmek üzere olduğum bir kitap var.
Başarılar diliyoruz.
Teşekkür ederim.