Tarih: 29.09.2019 15:20

Kitap Oku: 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu? -4- 'Tek Millet miyiz?'

Facebook Twitter Linked-in

Hukukçu Dr. İrfan Sönmez, son kitabı 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?' adlı kitabı ile adından çokça söz ettirirken, enpolitik olarak, tarihe not düşen ve önemli bir kaynak oluşturan bu kitabı, siz değerli okuyucularımızla okuma etkinliği teması ile gün gün paylaşıyoruz...

 'Kürt sorunu nedir' ile başlayan kitabın bugünkü bölümünde 'Tek Millet miyiz?' sorusu üzerinde duruluyor... İşte okumanın dördüncü bölümü: 


TEK MİLLET MİYİZ?

-O zaman size göre iki sebeple Kürtlere Türk denilmiş oluyor,bir: Batı'nın Müslümanları Türk görme algısının bize de sirayet etmiş olması, iki; Anadolu'da bir çok yerde Alevilikle Sünniliğin Kürtlük,Türklük olarak kodlanması?

Başka sebepleri de var. Bana göre daha önemlisi şudur: Türkler Kürtleri o kadar kendilerinden görmüşler, o kadar iç içe geçmişlerdir ki onları kendilerinden sayarak Türk demişlerdir. Bu anlamda ki  bir Türklük, inkar veya asimile  amacı taşımaz. Kendisi gibi görme,kendinden ayırmama,özdeşleşme düşüncesi taşır. Bakınız Türkler diğer Müslüman topluluklarla da beraber yaşamışlardır. Araplarla, Arnavutlarla mesela.. Ama hiç birine Türk dememişlerdir. Bu ayrıcalığı sadece Kürtlere tanımışlardır. Ziya Gökalp'in, Kürdü sevmeyen Türk,Türk değildir,Türkü sevmeyen Kürt, Kürt değildir, vecizesi de bu gerçeği ifade eder. Bu asimile etmek değildir, kendini ondan, onu kendinden saymadır.Bu yakınlık,kardeşlik duygusu çok önemlidir,değerini bilmek lazım.

-Önemli bir şey söylediniz, gerçekten Türkler, İslamlar içinde bu yakınlığı sadece Kürtlere göstermişlerdir.Kürtleri kendileriyle   özdeşleştirmişlerdir.Bununla ilgili tanık olduğunuz somut bir olay var mı?

Kendimin de arkadaşlarımın da hatta konuyla ilgili araştırma yapanların da yaşadıkları çok enteresan,duygu dolu olaylar var. Onlardan bir tanesine bu bağlamda -anlatanın- üslubuna sadık kalarak  aktarmak istiyorum: O arkadaş diyor ki; Yıl 1974... Bir kaç arkadaşla her türlü bölücülüğe karşı Türk-İslam birliğini savunacak bir dergi çıkarmaya karar verdik.Elazığ'da çıkaracağımız dergiye isim olarak - Büyük Çağrı-ismini verdik.Dergimiz kısa zamanda çok okunan, aranan bir dergi oldu. Her gün yeni şeyler arayıp bulmanın dergimizde yayınlamanın heyecanı içerisindeydik. Araştırma yapmak üzere bir gün Hozat'ın bir köyüne gittim,bir Alevi dedesine misafir oldum.Kürtlerin kökeni konusunda çok tatlı verimli saatler süren bir sohbetimiz oldu. Dersimlilerin  öz be öz Türk ve Harezmlilerden geldiğini söyledi.Bu iddiasını soy kütüklerine ve salnamelere dayandırıyor,kendince çeşitli açıklamalar yapıyordu.Sohbetimizin bir yerinde bir kağıda Kürt ve Türk terimlerini yazarak şöyle  dedi:'Hangisini tersinden okursan diğeri ortaya çıkar.İkisi de karındaştır.Bir elmanın iki yarısıdırlar...Bir yarısı -elma-,diğer yarısı -alma-dır.

Aradan yıllar geçti,1987 yılında et ihracı için Et-Balık kurumunu temsilen Bağdat'a gönderildim.O sıralar Erzurum Et-Balık kurumunun müdürüydüm.Orada kaldığım aylar Irak-İran savaşının zirveye çıktığı,25 Aralık 1987-10 Şubat 1988 dönemiydi.Bir gün  Türkiye'den gelen et TIR'larımızı karşılamak için TIR parkına gitmek üzere bir ticari taksiye bindim.Arabaya yerleşirken şoföre Selamün Aleyküm dedim. Şoför,Aleyküm Selam gardaş dedi.Geldiğimden beri Irak polisinin takibi altındaydım.Tabiatıyla huzursuzdum.Şoförün  o hitabı içimi ısıtmış,bana geçici de olsa bir huzur vermişti.Şoförün ismi Faruk'tu.Büyük dedesi 1841'de Diyarbakır'dan gelip, Tikrit'e yerleşmişti.İyi Türkçe konuşuyordu.Sordum, Türk müsün, Kürt'üm dedi.Verdiği mutluluktan cesaret alarak biraz da şımarıklık yaparak onu kızdırmak istedim.Yani Türk değilsin,Barzani'ci,Talabani'ci yahut  Cahş'sın(Saddam yanlısı)[1] galiba dedim.Amacıma ulaşmıştım,birden kızarak ,bak can gardaşım,niye anlamaz görünürsün,Türkmen'le Kürt emmi çocuklarıdır.Ataları Türk'tür,Oğuz Han'dır,dedi.Daha sonra arabasını sağa çekerek,kalemimi istedi,Camel sigara kutusunu boşaltıp iç ve dış yaparak  beyaz kısmına tıpkı  Alevi dedesi gibi Türk ve Kürt  isimlerini yazdı. Sonra bana dönüp, Türk'ü tersinden oku Kürt olur,Kürt'ü tersinden oku  Türk olur diyince   13 yıl öncesine gittim.Birbirinden habersiz binlerce kilometre uzakta ve ayrı coğrafyalarda yaşayan iki insan Türkün Kürt,Kürtün Türk olduğunu ispatlamak için aynı yola baş vuruyordu.Artık susmuştuk,gözlerimiz göz yaşları ile konuşuyordu.Nice sonra mendilini çıkararak bana uzattı,göz yaşlarımı sildikten sonra mendili ona uzattım,o da göz yaşlarını sildi.Ardından arabasının kontağını yeniden açtı,hareket ettik.Yol boyunca sohbet ederek TIR parkına vardık.Arabadan inerken para vermek istedim,bu defa gerçekten kızdı ve gardaşın gardaşa parası geçmez diyerek geri çevirdi. Teşekkür ettim,dur daha bitmedi, anama söyleyeceğim Diyarbakır içli köftesi yapsın, akşama haneme şeref vereceksin anama sana bir evlat daha getirdim diyeceğim,dedi.Çaresiz kabul ettim.Akşam beni kaldığım Fındık Sahara otelinden alıp evine götürdü.Evde annesi,eşi ve  babası ile aynı ismi taşıyan 6 yaşındaki oğlu Ömer Faruk vardı.Ananın elini öptüm,yemeğimizi yedik,sıra çay içmeye gelince bizden biraz uzakta oturan annesi ile Kürtçe bir şeyler konuştular.Faruk bana döndü, ağabey anam  seni yanına ister,ellerini tutmak,kokunu almak ister.  Eskiden arada bir Diyarbakır'a giderdik,yaşlanınca gidemez olduk, dedi. Söyleyin  bu istek karşısında ne yapılır?  Yüce Allah'a şükrettim,bana evimden binlerce kilometre uzakta bir ana,bir erkek ve bir kız kardeş,bir de yeğen nasip etmişti.Sevgili ananın yanına oturdum,elimi tuttu,o benim ben onun kokusunu aldım.Çok duygulu anlar yaşadık. Otele dönerken  Bağdat'ta çektiğim bütün sıkıntılar dağılmış,o gece tuzla buz olmuştu.[2]

-Ben de duygulandım,çok çarpıcı bir hikaye,keşke bu şuuru, bu düşünceyi hep muhafaza edebilseydik.

 -PKK terörü çıkana kadar bu düşünce Kürtler arasında da çok yaygındı. Bir çok yaşlı insandan, Kürt'le Türk bir birinin amca oğlu, akrabasıdır, lafını çok dinledim.Bu kültür yaşatılabilse,derinleştirilebilseydi bugün terörü konuşmuyor olabilirdik. Ama meselenin fikri boyutu ihmal edildiği için bizi birbirimize bağlayan duygusal bağlar tek tek koparıldı.Aynı evde yaşayan yabancılar haline geldik. PKK'nın döktüğü kandan, verdiği maddi zarardan daha tahrip edici, daha yıkıcı olan budur. Bir toplumda  kalpler ayrılmadan, terör örgütleri sızacak zemin bulamaz.

-Kürtlere yönelik, Türklük isnadı ile ilgili üç sebep saydınız ve  bu sebeplerin hiç birinin inkar veya asimilasyon anlamına gelmediğini söylediniz,buna ilave edilebilecek başka sebep veya sebepler var mı?

-Var,yukarıda saydığım isnatlarla aynı anlama gelecek bir başka  iddia da şudur: Bir çok araştırmacı Kürtlerle Türklerin aynı soy kökünden geldiğini,aynı ağacın dalları olduğunu iddia ediyor.Bu düşünceyi dillendirenler Kürt diye bir topluluk yoktur demiyorlar,Kürt var lakin ana gövde aynıdır diyorlar.En  çok tepki çeken görüş de budur.Bunu ayrılıkçı çevreler inkar ve asimilasyon olarak takdim ediyor. Halbuki, bu argüman köken birliğini savunur, Türk'le Kürdün ortak bir soy kütüğüne sahip olduğunu söyler.İnkar etmez, bilimsel bir iddiayı dillendirir. Üstelik bu iddia Kürtleri Med'lere, Ermeni'lere,Gürcü'lere,Sümerlere,Guti'lere,İranlılara veya Araplara isnat eden iddialardan daha güçlüdür.Çünkü iki toplumun ortak özellikleri, sayılan diğer topluluklardan daha fazladır.

Mesela?

Bir çok örnek vermek mümkün,aslında akıl yürüterek de böyle bir sonuca varabiliriz. Bir topluluğun kökleri aranırken önce yaşadığı coğrafyadaki diğer topluluklara bakılır.Genellikle aynı toprak parçasında yaşayan topluluklar akraba topluluklardır.Dünyada en zor şey toprağı(vatanı) paylaşmaktır. Geçmişte bu daha zordu. Her şey toprağa bağlıydı. Devletler gücünü topraklarının büyüklüğünden alıyordu. En önemli geçim kaynağı topraktı. Bu da toprağı bir taşından bile vaz geçilemez hale getiriyordu. Bakıyorsunuz, Kürtlerle Türkler hep aynı toprakları paylaşmışlar. Ya komşu olmuşlar, ya iç içe geçmişler.En az on asır beraber yaşamışlar.Bu uyumun,bu barışçıl beraberliğin  soy akrabalığı ile de bir ilişkisi olabileceğini düşünmek asla temelsiz bir düşünce değildir. Bir evde yaşayanların bir ailenin parçası oldukları, dolayısıyla akraba oldukları düşünülür. Vatan, evin büyüğüdür. O evi paylaşanların akraba olabileceklerini düşünmekten daha tabii bir şey olamaz. Aksine tersini düşünmek abestir. Herkes zanneder ki sadece Anadolu'da beraber olmuşuz. Öyle olsa, Türkler Anadolu'yu fethedince  Kürtlerle komşu olmuşlar, bu hiç bir şey ifade etmez diyebilirdiniz. Ama öyle değil,Türkün olduğu her coğrafyada yanında Kürt de var.Orta Asya'da,Bulgaristan'da,Macaristan'da,Irak'ta, Suriye'de ve daha bir çok yerde...Türkler Anadolu'ya geldi buraları fethetti,Kürtlerle komşu oldular düşüncesi Anadolu coğrafyası dışında kalan ve Türklerle iç içe olan Kürtlerin niçin orada olduklarını izah etmez. Bu beraberlik, kök birliği iddialarının  olabilirliğini daha inandırıcı hale getirir. Bulgaristan da,Macaristan da Kürt adıyla köyler var. Nerede Türk varsa orada Kürt de var. Bu beraberliğin silah arkadaşlığını veya komşuluğu aşan bir anlamı olmalı.

-Toprağı paylaşmanın zorluğuna ve bu paylaşımın ima ettiği anlama katılıyorum,

Sadece toprak mı, bizim gibi toplumlar için en zor paylaşılan hususlardan  başka biri  de namustur. Bunu kız alıp verme anlamında söylüyorum. Türker bir çok toplulukla komşuluk etmişlerdir ama hiç biriyle Kürtler kadar evlilik yapmamışlardır. Herkesle, her toplulukla namus ortağı olunmaz. Bunu iyi anlamak lazım.

-Kürtlerin Türklerle aynı kökenden olmaları veya olmamaları bu kadar önemli mi, bırakalım kim kendini nasıl hissediyorsa öyle tanımlasın.

Önemli olmasa bu kadar olay olur muydu? Bütün mesele biz farklıyız iddiasından çıkıyor. Terörün,ayrışmanın yegane gerekçesi bu. Kimseyi zorla Türk yapmaya niyetim yok. Sadece bu konuda yapılan tartışmalara işaret ediyorum.İsteyen istediği şekilde inanır. Demek istediğim şudur: Kürtlerin soy kökü ile ilgili iddiaların tamamı birer faraziyedir. Bilimin tartısına vurduğunuz zaman Türk kökenli olma ihtimali diğer ihtimallerden daha yüksektir. Bunu sadece ben söylemiyorum. Kürtlerle ilgili bilinen en eski eserin müellifi Şerefhan da söylüyor. Meşhur eseri Şerefname'de; Türkistan'ın en büyük hükümdarlarından biri olan Oğuz Han'ın Medine'de bulunan peygamber efendimize bir heyet gönderdiğini ve heyetin başında da Kürt büyüklerinden Buğduz adlı bir kişinin  olduğuna dair bir efsane anlatıyor[3].

 Bu efsane Kürtlerin kökenini Oğuz Türklerine götürmektedir. Çünkü Buğduz, Oğuz Türk topluluklarının  24 boyundan birinin adıdır.[4] Kök birliğine dönük bir başka efsane de   Demirci Kava efsanesidir.

 Cemşid'den sonra İran ve Turan tahtına oturan Dahhak'ın iki omuzu üzerinde yara çıkar.Tabip kılığına giren şeytan, iyileşmesi için  yaralarına her gün iki gencin  beyninin çıkarılıp sürülmesi gerektiğini söyler.Bunun üzerine vezirleri,danışmanları günde iki kişinin öldürülüp beyinlerinin yaraya sürülmesine karar verir. Bu bir müddet böyle devam eder, sonunda iki kişiyi öldürüp beyinlerini çıkarmakla görevli olan kişinin merhamet duygusu galebe çalar,iki kişi yerine bir kişiyi öldürüp, birini salıverir. Onun yerine kuzu beyni koyarak durumu idare eder.Serbest bırakılan o kişiler zamanla saklandıkları dağların ardında  büyük bir topluluk oluştururlar.Nesilleri bu gençlerden oluşan topluluğa Kürt denilmiştir.Daha sonra içlerinde demircilik yapan Kava adlı kişi onları bu dağlardan kurtarıp,  Dahhak'a karşı isyan ettirerek, zalim kralı öldürür.[5] 

Şerefname'de geçen bu efsanede anlatılan olaylar, Türklerin Ergenekon destanı ile birbirinin kopyası denecek kadar benzerlikler taşımaktadır.Çinlilere yenilen Türkler,dağların ardında adına Ergenekon dedikleri bir ülkeye sığınırlar.Akarsuların,türlü bitki ve yemişlerin olduğu bu topraklarda  400 yıl kalırlar. Zamanla çoğalarak bu ülkeye sığamaz hale geldikleri için   çıkmak için yol arar ve fakat bulamazlar. Bir demirci dağda bir demir madeni olduğunu, onu eriterek çıkabileceklerini söyler.Tanrı'nın yardımıyla dağı eriterek yüklü bir devenin geçebileceği bir yol açar,bir bozkurt  yol gösterir ve çıkarlar.  Ergenekon'dan çıkış zamanı bahara denk geldiğinden, Türk topluluklarında bu büyük olay bahar bayramı (nevruz) olarak kutlanmaya başlanır. Her Nevruz'da temsili olarak demir dövülmesi Ergenekon'dan çıkışı sembolize eder. Her iki destandaki figürler,törenler aynıdır.[6]

Dikkatli bir bakışla her iki efsanenin aynı olayın farklı anlatımları olduğunu anlamak mümkündür. Yani, aslında her iki topluluk aynı köken efsanesine dayanmaktadır. M.Kaya'ya göre, Şerefnamede Demirci Kava diye bahsedilen kişi aslında Bilge Tonyukuk'tur. Zira, Göktürk yazıtlarında, Bilge Tonyukuk'un adı Gave olarak geçmekte,Çin topraklarında yaşayan bir ailenin çocuğu iken Göktürk devletinde vezirlik yaptığı ifade edilmektedir. Doğu Türkistan Türkleri Çin'den gelen ailelere Gave demektedir. Göktürklerde ve Doğu Türkistan Türklerinde vezirlerin ünvanı -demirci-dir. Dolayısıyla,  Bilge Tonyukuk'un ünvanı Demirci Gave'dir Görüldüğü gibi,hikaye de,şahıslar da,kurgu da aynıdır. Bu destanı birinin ötekinden aldığı iddia edilebilir. Önemli olan her iki toplumun bu destan üzerinden -ortak atalarda- buluşması,aynı kök efsanesine dayanmasıdır. Zaten toplumların kökeni ile ilgili araştırmalar, daha çok efsaneler,destanlar,arkeolojik kalıntılar,mitolojik,etimolojik araştırmalar üzerinden yapılır. İnsanların ırkı,rengi üzerinden soy bağı ilişkisi kurmak imkansızdır. Aynı coğrafyayı paylaşan insanlar aşağı yukarı -görünüş olarak- birbirlerine benzerler.Ete,kemiğe bakarak geçmişin izini sürmek  günümüzün mantığına terstir. 

-Siz inkar yok diyorsunuz ama Kürtler Türk'tür diyenlerin hepsi sizin gibi düşünmüyor.Kürt diye bir topluluğun olmadığını  geçmişte de  bugün de iddia edenler  var?

Vardır,ama bunlar hiç bir zaman düşüncelerini genelleştirememişlerdir. Daha doğrusu bu tip düşünceler hiç bir zaman sürekli bir -devlet politikası- halini almamıştır.Güneş dil teorisi, Türk tarih tezi  gibi projeler saman alevi gibi yanıp sönen, dar bir çevrenin dışına çıkmayan projelerdir. Dönemin psikolojisine kapılıp akıl dışı fikirler ileri sürülmüş,ama hayatın gerçekleri bu düşünceleri kısa zamanda kusup atmıştır. Mesela, 'vatandaş Türkçe konuş,çok konuş,'  kampanyaları   yapılmıştır. Bu sivil bir insiyatiftir. Hedefi Kürtler değil, o dönem Türkçe konuşmamakta direnen Yahudilerdi.[7] 

Bir iki belediye işgüzarlık yaparak bunu genelleştirmek istemiş,Türkçe dışında çığırtkanlık yapan tablacılara para cezası yazmış, ancak meclise gelen aynı istikametteki kanun teklifi oy birliği ile ret edilmiştir. Meclis  sokakta vatandaşın konuştuğu dile müdahale edilmesini doğru bulmamıştır.

-Ya Kürtçe yasaklandı iddiaları,vatandaş halde sebzesini,meyvesini,ayranını,yoğurdunu satarken Türkçe bağırmak zorundaydı ifadeleri...

Bölgede benim yaptığım araştırmalar,Cumhuriyetin ilk yıllarını yaşamış, yaşlı insanlarla yaptığım görüşmeler, bu iddiaları doğrulamıyor. Bu tip iddialar daha çok Musa Anter gibi hayatını iki toplumu ayrıştırmaya adamış yazarlar tarafından ileri sürülmüştür.Zinhar sokakta Kürtçe konuşmak yasaktı gibi iddiaları mevcut gerçeklik de desteklemiyor. Bir iki yazar dışında kimse bu iddiada bulunmamıştır. Bulunanların da kaynağı aynıdır.

-Mevcut gerçeklik dediniz?

Mevcut gerçeklikle bu iddialar bir birini tekzip ediyor. Sokakta,caddede Kürtçe konuşmak yasaklansaydı,bugün Güneydoğu'da Kürtçe bilen kimse kalmazdı. Halbuki, bölgede Kürtçe konuşanların nüfusa oranında herhangi bir eksilme olmamıştır. Tersine Türkçe konuşanlar azalmıştır. Bu nasıl bir yasaktır ki, yasağa rağmen Kürtçe konuşanlar çoğalmış,Türkçe konuşanlar azalmıştır? 1960-65  nüfus sayımlarına göre  etnik kökenini Kürt olarak belirtenlerin oranı sırasıyla 6.66-7.10 iken,[8]1992 yılında yapılan bir araştırmaya göre bu oran  en az 10.7 en çok 12.4 olarak tespit edilmiştir.[9] 

Rakamlardaki artış,dil kırımı veya dilsel asimilasyon iddialarını yalanlamaktadır. Yaptığımız saha çalışmasında da  bir çok yaşlı,askere gidinceye kadar Türkçe bilmediğini, Türkçeyi askerde öğrendiğini söylemiştir. Askere gidinceye kadar  hiç bir engelle karşılaşmadan hayatını  Kürtçe idame edenler ortadayken,yasak vardı,dilimizi unuttuk demek  en hafif tabirle insafsızlıktır.

[1] Cahş,bölgede hain anlamında kullanılan bir terim.

[2] Yavuz Kuzgun'la 05.08.2017 tarihinde yapılan görüşme.Kuzgun, uzun yıllar Erzurum/Elazığ Et-Balık kurumu müdürlüğü, emekli olduktan sonra da MHP'de il başkanlığı yaptı.

[3] Şerefhan,Şerefname, M.Emin Bozarslan,3,b,Hasat yayınları,İstanbul,s,24

[4] Abdülhaluk Çay,Her Yönüyle Kürt Dosyası,3.b,Ankara,Turan Kültür Vakfı,s,41,1994,

[5] Şerefhan,age,s,16

[6] Ömer Özüyılmaz,Gurmanç ve Kürtlerin kökeni,İstanbul,KaraKutu Yayınları,s,99

[7] Hüseyin Sadoğlu,Türkiye'de Uluslaşma ve Dil Politikaları,İstanbul Bilgi üniversitesi yayınları,2.b,2010,s,214

[8] İrfan Sönmez,Ana Dille eğitim, Milliyetçilik,AB Hukuku,Bilge Oğuz Yayınları,2014,s,220

[9] Mesut Yegen,Uğraş Ulaş Tol ve Mehmet Ali Çalışkan,Kürtler Ne İstiyor,İletişim yayınları,İstanbul,2016,s,27


( KÜLTÜREL KODLAR başlığı ile yarın devam edecek...)




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —