Ahmet Davutoğlu: 'İktidar darbe tartışmalarıyla otoriter politikalarını meşrulaştırıyor'

Ahmet Davutoğlu:

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, darbe tartışmalarının gündeme getirildiğini belirterek “İktidar gündem değiştirici söylemleri istismar ederek otoriter eğilimlerini meşrulaştırmaya çalışıyor' dedi. Davutoğlu, Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Ankara'da olmamasını da vurgulayarak, 'Türkiye hâlâ darbelerin yapılacağı bir ülke ise, bu darbeler tweet atarak değil, Sayın Erdoğan’ın 45 gündür gitmediği ülkenin başkentine ivedi olarak dönmesiyle engellenebilir. Eğer gerçek bir darbe tehdidi yoksa; başta Sayın Erdoğan olmak üzere bütün iktidarın önde gelen isimleri ne yapmayı amaçlamaktadırlar?' ifadelerini kullandı. 

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, haftalık değerlendirme toplantısında gündemdeki darbe tartışmalarına değindi, “Hiç kimse Türkiye’de seçim dışında bir iktidar değişimini aklının ucuna bile getirmemelidir” dedi: “Türkiye’de yeni bir darbeden, iktidar değişimi için seçim dışında herhangi bir seçenekten, “bir şekilden” bahseden her kim olursa demokrasinin düşmanı olduğunu ilan etmiş olur.

Ülkemizin yaşadığı onca acı tecrübeden, dökülen kandan, kaybettiğimiz canlardan, kararan hayatlarımız ve kaybettiğimiz yılların ardından hiç kimse Türkiye’de seçim dışında bir iktidar değişimini aklının ucuna bile getirmemelidir. Böylesi bir ihtimali dillendirmek bugün demokrasimizin içine düştüğü içler acısı durumu daha da kötüleştirmek, Türkiye Cumhuriyeti demokrasisini bir tabuta koyup son çiviyi çakmaya kalkmaktır. Böylesi bir ihtimali ima etmek bugün ülkemizin iktidar eliyle içine sürüklendiği hukuksuzluğu, adaletsizliği, kanun tanımazlığı ve insan hakları ihlallerinin tamamını onaylamaktır. Türkiye’de seçim dışında iktidar değişimi talep edenlerin sonu hep hüsran olmuştur. Her seferinde kaybetmişlerdir. Çok geriye gitmeye gerek yok İstanbul seçimlerine yapılan hukuksuz müdahalenin sonunda seçim dışında, “bir şekilde”, kazanmaya çalışanların nasıl kaybettiklerini, milletin nasıl cezalarını kestiğini dün gibi hatırlamak yeterlidir. Türkiye’de gerçek bir darbe tehdidi olursa milletimizin nasıl davranacağı herkesin malumudur. 15 Temmuz hain darbe teşebbüsüne karşı verdiği destansı mücadele hala hafızalardadır.”

Davutoğlu, Erdoğan’ı “darbe tehdidi” iddiasını kullanarak otoriter eğilimlerini meşrulaştırma çabası içinde olmakla suçladı: Demokrasimiz içinden geçtiği yetmiş yıllık sancılı süreçte yönlendirmeli iki tehdidin baskısı altında kalmıştır: Milli iradeyi yok sayan darbeci zihniyet ve bu ve benzeri tehditleri gündemde tutarak otoriter tavırlarını meşrulaştırmaya çalışanlar. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan ve 15 Temmuz birinci grubun komünizm gelecek diyerek 12 Eylül’ün, irtica gelecek diyerek 28 Şubat diktatörlüğüne zemin hazırlayanlar ikinci grubu oluşturmuşlardır. Bugün de dolaylı ve doğrudan darbe iması yapanlar da, bu tehdidi sürekli gündemde tutarak otoriter politikalarını meşrulaştırmaya çalışanlar da, demokrasimizin geleceği açısından ateşle oynamaktadırlar. İktidar, AK Parti ve Sayın Erdoğan son dönemde bu tür gündem değiştirici söylemleri istismar otoriter eğilimlerini meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Kah beş para etmez, akademik olarak çapsız, gazetecilik açısından yetersiz bir rapordaki yarım yamalak bir cümleden bütün ülkeyi darbe tehdidi ile ayağa kaldırıyorlar kah bir siyasetçinin sorumsuz ifadesinden bütün memleketin darbe tehdidi ile savaşması için kendi kendilerini oyalıyorlar. Ülkemizi bir trol ülkesine, iktidarı bir propaganda şirketine  çeviren bu durum gerçekten traji-komik manzaraların oluşmasına yol açıyor.Türkiye bir darbe tehlikesi ile karşı karşıya ise, birilerinin darbe yapma ihtimali, imkanı ile ilgili ciddi bir bilgi-duyum varsa Sayın Cumhurbaşkanı çıkıp bunu açıklamalıdır.”

Ahmet Davutoğlu, tartışmaları hatırlatarak Türkiye hala darbelerin yapılabileceği bir ülke durumundaysa ise, bunun çaresinin Ankara’da ciddi mücadele olduğunu vurgulayarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 45 gündür Ankara’da uzakta olmasını eleştirdi: “Türkiye hala darbelerin yapılabileceği bir ülke ise bu darbeler iktidarın twitter kampanyalarıyla, çocuksu mesajlarıyla sanal alemde değil ülkenin başkenti Ankara’da ciddi bir şekilde meselelere eğilerek engellenebilir.Bu vesile ile şunu da vurgulamak isterim ki, Korona gerekçesiyle de olsa Sayın Cumhurbaşkanı’nın 45 gündür ülkenin başkentinden uzakta olması doğru değildir. Devletin kritik meseleleri siber güvenliğinden kimsenin emin olmadığı dijital ortamda yapılan toplantılarda değil, sosyal mesafeye dikkat ederek başkentte yüz yüze yapılan toplantılarda ele alınabilir. Öyle düşünmüyoruz ama Türkiye hala darbelerin yapılabileceği bir ülke ise bu darbeler tweet atarak değil Sayın Cumhurbaşkanının 45 gündür gitmediği ülkenin başkentine ivedi olarak dönmesiyle engellenebilir. Türkiye hala darbe tehdidi altındaysa, bu darbecilerle sosyal medya mesajlarıyla değil hukuk devletinin mekanizmalarını işleterek mücadele edilmelidir. Yok eğer bir gerçek darbe tehdidi yoksa; başta Sayın Erdoğan olmak üzere bütün iktidarın önde gelen isimleri ne yapmayı amaçlamaktadırlar?

Bu ülke sosyal medya kampanyalarıyla değil devlet ciddiyetiyle yönetilebilir. Bu ülke reklam ajansı filmleriyle değil insanımızın ve ülkemizin gerçek gündemiyle dertlenilerek yönetilebilir. Şubat sonundan beri ülkemizin başındaki ağır musibetleri asgari düzeyde yönetmeyi beceremeyenler, daha da kötüsü önümüzdeki aylarda ortaya çıkan ağır faturayı ve zararı nasıl kontrol altına alacaklarını bilemeyenler gündemi manipüle etmek için olmadık yollara baş vuruyorlar. Ülkemiz bu kadar ciddiyetsizliği, liyakatsizliği ve sorumsuzluğu kaldıracak durumda değildir.İktidar bir an önce milleti korkutmaya çalışmak yerine kendi korkularıyla yüzleşmelidir. İktidar, ekonomik faturadan korkmaktadır, sorunlardan korkmaktadır, demokrasiden korkmaktadır, adaletten korkmaktadır, hepsinden daha önemlisi milletten korkmaktadır. Korktuğu için de liyakatin, adaletin, sağduyunun, demokrasinin ve farklılıkların seslerini bile duymak istememektedir. Darbeyle mücadelenin yolu daha çok hukuktur, daha çok demokrasidir, daha çok şeffaflıktır, daha güçlü sivil toplumdur, birbiriyle kardeşçe yaşayan insanlardan oluşan bir millet bilincidir. Fakat ne yazık ki iktidarın getirdiği noktada iktidar partisinin bazı yandaşları bir darbe ihtimalinde beline kaç silah takacağını, kaç kurşun sıkacağını, ne kadar kan dökeceğini, kimlerden nasıl intikam alacağını sıralamakta adeta bir yarışa girmektedir. Bugüne kadar dış güçlerin işgallerinden 15 Temmuz’da olduğu gibi darbe kalkışmalarına kadar bu millet nasıl mücadele ettiğini, edebildiğini zaten gösterdi. Bugün gelinen nokta neredeyse açıkça siyasi bir mücadelede karşı tarafa korku verme noktasına gelmiştir. Allah aşkına aklınızı başınıza devşirin. Siz ne yaptığınızın farkında mısınız? Eğer her siyasi görüş darbe karşıtlığı, terörle mücadele gibi sebeplerle silahlanmaya başlarsa iki gün sonra cinin şişeden çıkması durumunda ne olabileceğini hiç düşündünüz mü? Bakın buradan tüm yöneticileri ve aklı başında olanları uyarıyorum. Kendi iktidarınızı sağlama almak için bu tür şiddet yanlısı bir eğilimi beslerseniz bunun bedelini tüm ülke öder. Bu ülkede darbe gibi bir alçaklığa kalkışacak olanlar başlarına ne geleceğini 15 Temmuz’da gördü. Size düşen böyle bir ihtimali yapısal olarak ortadan kaldırmaktır. Şiddet ve silah sempatizanlığını beslemek değil.”

Davutoğlu, son aylarda eski Türkiye olarak adlandırılan 1990’lı yılların alışkanlıklarının yeniden ortaya çıkmaya başladığını söyledi, demokratik bir ülkede kimlik sorununun, kapsayıcı, kucaklayıcı anlayışla çözülebileceğini vurguladı: Önce başta külliye ve bakanlıklar olmak üzere kamu kurumlarında, iktidar çevrelerinde  ve medyada kendilerini hissettiren eski Türkiye aktörleri ve 28 Şubat ideologları şimdi fütursuzca ülkeyi aslında kendilerinin yönettiklerini söylemektedirler. Kadrolardan ve ittifaklardan başlayan bu eski Türkiye alışkanlıkları siyasi söyleme ve sloganlara da yansımaktadır. Demokrasiden nasibini alamamış ülkelerin ortak özelliklerinden bir tanesi de dağlara, taşlara ve meydanlara toplumu bölen, ayrıştıran sloganların yazılmasıdır. Türkiye sloganlardan yıllarca yeterince çekti. Demokratik ülkelerde ülkede kimlik sorunu sloganlarla ve dikte edici bir üslupla değil, ülke vatandaşlığı etrafında birleştirici, kapsayıcı ve kucaklayıcı bir yaklaşımla çözülür. Hiçbir slogan siyasi aidiyet bilincinden daha güçlü değildir. Siyasi aidiyet bilincinin temeli de rıza ilişkisine dayalı ortak vatandaşlık ve tarihdaşlık duygusudur.”

Davutoğlu, geçtiğimiz hafta Afrin ve Bitlis’te yaşanan terör saldırılarının, terör örgütü PKK/YPG’nin  kanlı, hain yüzünü bir kez daha hatırlattığını söyleyerek: “Terörün her türlüsünü lanetliyorum” dedi. Ahmet Davutoğlu, koronavirüsle ilgili olarak acil, kısa, orta ve uzun vadeli sistematik eylem planının acilen devreye sokulması çağrısını yineledi: “Sağlık çalışanlarının, güvenlik kaygısı olmaksızın doğrudan hizmete odaklanabilmesi ve koruyucu giysi, maske, gözlük yüz siperliği gibi ekipmanların, çalıştıkları ortama uygun nitelikte ve sayıda temin edilmesi bundan sonra süreklilik gerektirecektir. Haziran ayı itibariyle, salgının kontrol altına alınması öngörülse de, önümüzdeki 1 yıl içinde salgının tekrarlaması söz konusu olabileceği beklenmektedir. Bu bakımdan tam teşekküllü hastanelere kalıcı covid servisleri kurulmalıdır. Bu servislerin poliklinik girişleri, asansörleri koridorları, laboratuvar numuneleri alınan bölümlerin ayrılması ve diğer sebeplerle hastaneye başvuran hastalarla temasının önlenmesi planlanmalıdır.” Gelecek Partisi Lideri özellikle Aile Sağlık Merkezleri’yle ilgili tedbirlerin acilen alınması gerekliliğini vurguladı. Davutoğlu, bu merkezlerede Covid-19 şüpheli hastalar ile diğer hastaların mekânsal olarak ayrıştırılmasını, randevusuz hasta kabulünün engellemesini, merkezlere devlet eliyle laboratuvar kurulmasını, bebek-çocuk izlem ve koruyucu aşı işlemleri için gerekiyorsa Ana Çocuk Sağlığı merkezlerinin yeniden kurulmasını önerdi.

Davutoğlu, koronavirüs sürecinde hayatını kaybeden sağlık çalışanlarına “şehitlik” payesinin resmi olarak verilmesini önerdi: “Hekimlerin ve Sağlık Çalışanlarının özlük haklarının iyileştirilmesi, performans baskısı olmaksızın huzurlu ve bilimsel çalışmaların desteklendiği çalışma düzeninin sağlanması ve covid 19 sebebiyle hayatını kaybeden sağlık çalışanlarına, diyanetin hükmen açıkladığı “şehitlik” payesi resmi olarak da verilmesi gereklidir.”

'Maske krizi mevcut iktidarın yönetim zaafını ortaya seren en güzel örneklerden biridir'

Maske dağıtımının hala çözülememiş olmasına vurgu yapan Davutoğlu “Ülke yönetilemiyor” diyerek iktidarı eleştirdi: “Maske krizi mevcut iktidarın yönetim zaafını ortaya seren en güzel örneklerden biridir. İktidar, basit bir maske dağıtımını dahi başaramamış, maske dağıtımını maske krizine çevirmiştir. Defalarca dağıtım yöntemi ve adresi değiştirilmiş, başka aktörlerin milletimize maske dağıtması engellenmiş ancak maalesef bugüne kadar halen maske dağıtmayı başaramamıştır. Basit bir altyapı ile asgari bir yönetim becerisi ile çözülebilecek basit ama hayati bir mesele maalesef 2 aya yakın zamandır halen çözüme kavuşturulamamıştır. Maske krizi ucuz popülizm ile ciddi meseleler çözülemediğini, ülke yönetilemediğini bir kez daha göstermiştir.”

Ahmet Davutoğlu, hükümete, şu ana kadar kaç maske dağıtıldığını, ülke genelinde ne kadar zamanda maskelerin ulaştırılmasının planlandığını sordu.

Davutoğlu ayrıca, Gelecek Partisi Bitlis İl Teşkilatı’nın ücretsiz maske dağıtımının engellendiğini hatırlatarak, iktidara “Ya maske dağıtın ya da temin edenleri engellemeyin” diye seslendi: “İktidar kendisi çözüm üretemediği gibi çözüm üreten iyiniyetli ve etkin teşebbüsleri de engellemektedir. Hayırseverlerin desteği ile il başkanlıklarımızca halkımıza ücretsiz maske dağıtılması bile engellenmektedir. Son olarak Cumartesi günü Bitlis’te ücretsiz maske dağıtan parti mensuplarımız gözaltına alınmıştır. İktidara tekrar sesleniyorum: Evde kal diyerek halkın rızk sorunu, maske tak diyerek maske sorunu çözülmez. Ya halka yeteri kadar ve zamanında maske temin edin ya da temin edenleri engellemeyin, teşvik edin.”

Davutoğlu, Atatürk Havalimanı’nın korona hastanesine dönüştürülme sürecini de eleştirdi: “Sağlık Bakanı’nın ifadesi ile hastanelerimizin %60 dolulukla çalıştığı ve vakaların düşme trendi içine girdiği bir süreçte elde mevcut bina stokları varken niçin büyük masraflarla havalanının pistleri kırılarak yeni bir hastane inşasına girişilmektedir? Yine açık ve net bir şekilde çağrıda bulunuyoruz: Bu proje ile ilgili bütün detayları şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşın. Aksi takdirde bütün bu projenin yine bir rant dağıtımı ile ilgili olduğuna dair şüpheler haklılık kazanacaktır.”

Gelecek Partisi Genel Başkanı, ekonomi yönetimine koronavirüs dolayısıyla yılın 2. çeyreğinde işgücü piyasalarında tarihin en ciddi krizlerinden birinin yaşandığı uyarısını yaptı: “Bugün belki de hiçbir zaman olmadığı kadar çalışanı, üreteni, emekçiyi sahiplenme zamanıdır. Ancak geçtiğimiz hafta yaptığım açıklamada da beyan ettiğim üzere Hükümet tarafından ekonomiye kalkan olması amacıyla açıklanan 200 milyar TL'lik desteğin yaklaşık %75'i 'KREDİ’dir'.  ABD ve AB ülkelerinde devletin korona krizi nedeniyle yaptığı ve çalışanlara yapılan ücret desteklerini de içeren 'doğrudan mali desteklerin' milli gelire oranı ortalama %2,5 düzeyinde iken, ülkemizde milli gelirin yalnızca %0,4'üdür. Yaptığımız araştırmalarda Korona Krizi sonrasında yakın coğrafyamızdaki ülkelerin doğrudan harcamalarındaki artışın milli gelire oranının da Gelişmiş ülkelere benzer biçimde ortalama %2 düzeyinde arttığını gördük. AB üyesi bazı Avrupa ülkeleri bir yana, doğrudan destekler söz konusu olduğunda Mısır'ın bile altında kalan bir Türkiye resmi ile karşı karşıyayız. Rakamların söylediği şudur: Bugün mesele Türkiye'nin ihtiyaç sahiplerine verdiği destek açısından hangi ülke ile karşılaştırıldığı değildir. Mesele; eşi görülmemiş bir kriz yaşandığını anlayabilme, bundan sadece 1 ay önce, dünya küresel resesyonu konuşurken, Türkiye'nin %5 büyüme hedefinin gerçekçi olmadığını görebilecek temel iktisat bilgisine sahip olma, bütün sorunların vatandaşı daha fazla borç ve kredi sarmalına iterek çözülemeyeceğini idrak edebilme meselesidir. Hükümet Korona Krizinin yarattığı yıkımla, hiçbir devletin aynı büyüklükte kullanmadığı borç ve kredi enjeksiyonu ile mücadele etmeye çalışmaktadır. Kamu bankalarında kredi büyümesi, benzeri görülmemiş bir hızla yıllık %77 seviyesine ulaşmıştır. Bugünün sorunlarını çözmeye çalışırken kullanılmayan şeffaflık, hesap verebilirlik ve ortak aklın Türkiye’ye önümüzdeki dönemlerde çok daha ağır bedeller ödetebileceği gözden kaçırılmamalıdır. “

Ahmet Davutoğlu, kısa çalışma ödeneği uygulamasını da eleştirerek, iktidarı İşsizlik Fonu’na göz dikmekle suçladı: Buradan sormak istiyorum tüm dünyada benzeri görülmemiş bir iktisadi kriz yaşanırken, tüm ülkeler istihdamı korumak, işini kaybeden kayıtlı ve kayıtsız çalışanların mağduriyetini gidermek için bütün limitleri zorlarken, yıllarca çalışanların ve işverenlerin tasarruflarıyla oluşturulmuş İşsizlik Fonu neden daha fazla çalışana destek olmaktan imtina etmektedir? Bugün değilse ne zaman? Neden Kısa Çalışma Ödeneği için yapılan ödemeler en fazla 4,2 milyar TL düzeyinde iken İşsizlik Fonu yaklaşık 21 milyar TL’lik tahvili TCMB’ye satmıştır? İhtiyat akçeleri, vergi ve imar barışı gelirleri, bedelli askerlik kaynakları bitmiş şimdi de bugünlerde çalışanın en fazla ihtiyaç duyduğu anda İşsizlik Fonuna mı göz dikilmiştir?”

Gelecek Partisi Genel Başkanı Davutoğlu, Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un tüm öğrencilerin herhangi bir ölçme olmaksızın bir üst kademeye geçirileceği açıklamasını da eleştirdi: “Saygın bir eğitim pedagogu, geçmişte özel okul tecrübesi olan ve yakın zamana kadar da birçok dernek, vakıf ve okula danışmanlık hizmeti de veren Milli Eğitim Bakanının 29 Nisan tarihinde duyurduğu ‘sınav veya herhangi bir ölçme olmaksızın tüm öğrencilerin üst kademeye geçirilecekleri’ ifadesi büyük bir hatadır. Okul tatilinin 1 ay uzatıldığını, EBA ve uzaktan eğitimin devam ettiğini ve “velilerden bunu sıkıca uymalarının”  tavsiye edildiği bir açıklamadan sonra, 18 milyon öğrencimizin bu “tavsiyeye” uymayacağı çok açıktır. Okul geçme konusu şimdi değil 1 ay sonrasının konusudur. Milyonlarca öğrenci ve yüz binlerce öğretmen zor ve zahmetli bir şekilde uzaktan eğitimle uğraşır ve ”eğitim sürecini” devam ettirme iradesini gösterirken bu açıklama son derece şevk kırıcı olmuştur. Telafi eğitiminin yapılacağını belirtip ardından “ kesinlikle Temmuz, Ağustos aylarında öğretmen ve öğrenciler tatil yapacaklar” söylemi de son derece tutarsızdır. Turizm sezonu motivasyonu eğitim planlaması ve önceliğine tercih edilmemelidir.” Davutoğlu, bir ay gibi uzun bir zaman diliminde iyi bir planlama ve izolasyon kurallarına uyarak okullarda 1 ya da 2 sınav yapılabileceğini belirtterek LGS sınav takviminin de muğlak bırakılmamasını istedi.  Ahmet Davutoğlu, Temmuz’a ertelenen YKS sınav takviminde yeniden değişiklik yapılmaması gerektiğini vurguladı.

Ahmet Davutoğlu, bilim kurulu onay verirse liglerin seyircisiz olarak bir yada iki şehirde izolasyon kurallarına uygun olarak başlatılmasını önerdi: “Müsabakalar seyircisiz oynanmalıdır. Profesyonel ve amatör futbol ligleri Antalya gibi futbol tesisi olan bir veya iki ilimizde  ve otellerde tam  izolasyon şartlarında yapılmalıdır. Basketbol, voleybol ve hentbol gibi ligler ise yine bu branşlar için tesis imkanlarının en fazla olduğu illerde yapılmalıdır. Müsabakalar 3 günde bir yapılacak şekilde organize edilmeli, ligler bilim kurulunun tavsiye ettiği bir zamanda en kısa süre aralığında tamamlanmalıdır.” Davutoğlu, maçların şifresiz olarak yayınlanmasını da istedi: “Tüm müsabakalar “şifresiz' yayınlanarak hem tüm vatandaşlarımızın maçları rahatlıkla ücretsiz olarak evlerinde TV’den izleyebilmelerinin yolunun açılması gerekmektedir. Böylelikle, gelirleri çok düştüğü için kulüplere ödemeleri durduran yayıncı kuruluşun reklam gelirlerini artırması suretiyle yükümlülüklerini yerine getirmeleri ve kulüplerin de yayın gelirlerine tekrar kavuşmaları sağlanmalıdır.”

Dünya Basın Özgürlüğü gününü de kutlayan Ahmet Davutoğlu, baskıcı uygulamalardan dolayı basın sektöründe varoluş kaygısı olduğunu söyledi: “Ülkemiz, uzun bir süredir demokrasi, ifade hürriyeti ile insan hak ve özgürlükleri konusunda gerileme yaşarken, daha fazla demokrasi vadeden başkanlık sistemi aksi bir etki yaratmış ve sorun daha da derinleşmiştir. Ülkemizde maalesef, kamu kaynaklarını kullanılarak yandaş çevrelere aldırılan medya organları ile medya, hükümet bildirileri ve propagandasını yayınlayan birer araç haline getirmiştir. Bu mekanizmanın dışında kalıp gerçekleri yazma ve milletin sesini duyurma işlevini yürüten az sayıda basın emekçisi ise cezalandırılmaktadır. Soruşturmalar, gözaltılar, tutuklamalarla birlikte bir de RTÜK aracılığı ile de yüksek para cezaları ve kapatma kararları uygulamaktadır. Ülkemiz basın özgürlüğü 2020 yılı endeksinde, 180 ülke arasında 154. sıradadır. Bunun nedeni son yıllarda gazetecilere yönelik artan baskılar nedeniyle, uluslararası kamuoyunda “dünyanın en büyük profesyonel gazeteci hapishanesi” olarak nitelendirilmesidir. Artık sıradan bir uygulama haline gelen uzun süreli tutukluluklar, yasal başvuruları hukukun etrafından dolanmak suretiyle reddedilen gözaltındaki gazetecilerin durumu hukukun üstünlüğünün Türkiye’de bir yad-ı cemil olarak kaldığının ifadesidir.”

Ahmet Davutoğlu sözlerini “Bu kasvetli gündem ve söylemler bizleri ümitsizliğe değil, daha çok çalışmaya sevk etmelidir. Hiç kimsenin tereddütü olmasın. Gelecek Bizimdir. Gelecek Türkiye’nindir.” diyerek tamamladı.