Tarih: 29.07.2021 12:43

Davutoğlu'ndan 'göçmen' açıklaması: Türkiye iki yanlış anlayışın arasına sıkıştırılıyor

Facebook Twitter Linked-in

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, partisinin 14. İl Başkanları Toplantısı'nda konuştu. Davutoğlu ekonomiden göçmen politikalarına, turizm teşvikinden koronavirüs salgınına kadar pek çok konuda açıklamalarda bulundu.

Türkiye, son günlerde Afganistan'dan gelen göçleri tartışıyor. Siyasi parti liderinin de kamuoyunun gündeminde de bu konu bulunuyor. Arka arkaya gelen açıklamalar tartışmaların nabzını yükseltiyor. Bu konuya ilişkin değerlendirmelerde bulunan Davutoğlu, Türkiye'nin iki yanlışın arasını sıkıştırılmak istendiğini belirtti.

GÖÇMEN TARTIŞMALARINI DEĞERLENDİRDİ

İsim vermeden konuşacağını belirten Davutoğlu iki yanlış olarak nitelendirdiği davranışlarından ilkini, 'Bir yaklaşım burada ülkelerinde kimyasal silah baskısı altında yakınlarını kaybeden, zor şartlarda gelmiş olan göçmenler konusunda onların suyunu bile kesme tehdidinde bulunan ve Anadolu kültüründe yer alan su gibi aziz ol, su içene yılan bile dokunmaz atasözlerini unutan, vicdandan kopmuş bir yaklaşımdır. Göçmenleri bu anlamda bütün Türkiye'nin bu tablosunu sanki günah keçisi göçmenlermiş gibi bir yaklaşım içinde davrananlar var' diyerek açıkladı.

İkinci olarak ise 'Bir tarafta ise -daha çok iktidar kanadında gözüküyor- yine istismarcı bir şekilde gömenlerin ucuz iş gücü sağlaması dolayısıyla devletin kontrolsüz plansız göçmen politikasını meşru kılmaya çalışanlar var' dedi.

Partisinin konuya ilişkin yaklaşımını ise 'Millet vicdanı, devlet aklı' tanımladı.

Davutoğlu'nun konuşmasından öne çıkanlar şu şekilde:

'Ankara'dakiler duymasa da millet feryat ediyor.

Emekliler, bin 500 liraya nasıl geçineceğim diyen emeklilerimiz oldu. Sayın Cumhurbaşkanı bunları görmüyor tabii, göremiyor.

Türkiye'de iki sınıf oluştu. Eskiden işçi sınıfı, burjuva sınıfı vardı. Şimdi iki sınıf var Türk lirasıyla yaşayanlar dolarla yaşayanlar. Türk lirasıyla yaşayanların geliri her ay düşüyor. Enflasyon karşısında eziliyor. Dolarla yaşayanlar ise her gün zenginleşiyor, servetlerine servet katıyor. Türkiye'de gelir dağılımının bu kadar bozuk olduğu herhangi bir dönem olmamıştır.

'KONTROLSÜZ NORMALLEŞME'

Esnafa yardım etmiyorsunuz. Turizmi teşvik etmek için kontrolsüz bir normalleşmeyi hayata geçirdiler. Kademeli bir normalleşme değil. Vakalar 20 bine doğru tırmanıyor.

Daha geçen hafta Niğde Ankara Otoyolu'nda kamu-özel iş birliği 7 yıl uzatıldı. Bunlar gittikten sonra iktidara gelecek olan bizlerin üzerine yüklenecek maliyetler.

'HALK HER ŞEYİ GÖRÜYOR'

Her gün yeni bir yolsuzluk dosyasıyla karşılaşıyoruz. Sedat Peker'in şu veya bu gerekçeyle videolarını engelleyebildiler ama geride bıraktığı hasarı kontrol edebilmeleri mümkün mü? Hangi iddiasını boşa çıkardılar, hangi iddiasını karşı delillerle çürüttüler? Herkes bunu görüyor. Zannediyor ki bunlar onların yandaş ve kontrol altındaki medyaları bahsetmeyince halk görmüyor.

Beni bu ziyaretlerde en mutlu eden şey arkadaşlar: Halk her şeyi biliyor, her şeyi görüyor.

Yeni bir seçim yasası hazırlıyorlar. Kendisini iktidara getiren seçim yasasıyla iktidar olmak mümkün olmayınca... Siyaset mühendislikle yapılmaz, psikolojiyle, gönüller yapılır. Bunlar bunu unuttular.

Biz intikam hareketi değiliz, rövanş hareketi asla değiliz. Biz gönül hareketiyiz.

'NEDEN GÜÇ PEŞİNDE KOŞARSINIZ?'

Neden illa güç, gösteren güç, gözünün içine sokan güç peşinde koşarsınız. İşte alın Kıbrıs'a gitti, Sayın Cumhurbaşkanı müjde deyince bir duracaksınız. Dur bakalım ne çıkacak akasından. Müjde demek kime müjde? Millete mi müjde birtakım rantiyecilere mi müjde? Bir kere orada duracaksınız. Karadeniz'e müjde deyince, iktidarın kalemşörleri, medyaşörleri diyeyim bir ekrana çıkanlara. Onlar Sayın Cumhurbaşkanı'nın Kıbrıs'ı tanıtacağı, KKTC'yi şu, şu, şu ülkelerin tanıyabileceği büyük bir milliyetçilik dalgası içinde motivasyon...

KIBRIS'TA YAPILACAK OLAN KÜLLİYE'YE TEPKİ

Sayın Cumhurbaşkanı da eski yeni birçok siyasetçileri uçağına alıp, bütün siyasi kanatların hamisi konumunda Kıbrıs'a gitti. Çıka çıka ne çıktı? Rahmetli Denktaş'ın, Fazıl Küçük'ün de yaşadığı o küçük mütevazi ama onurlu binalar gecekonduymuş da Kıbrıs'a bir Külliye lazımmış. 500 dönümlük bir Külliye.

Allah aşkına ya utanmak lazım. Bunu duyunca dedim ki yanımdaki arkadaşlara Sayın Cumhurbaşkanı 17. yüzyılda yaşıyor olsaydı, Topkapı Sarayı'nı görüp 'Ya ne böyle hepsi düz ayak girilen küçük mütevazi binalar. Şurayı düzeltelim de buraya bir Dolmabahçe Sarayı gibi bir saray dikelim diyebilirdi.' Ama şunu unutmasın: Sayın Cumhurbaşkanı, tarih dizilerden öğrenilmez. O mütevazi Topkapı Sarayı'nda 7 iklime hükmeden bir devlet yaşadı. Ama Dolmabahçe Sarayı'nı borçla yapan aynı devlet 7 iklime borçlandı. Osmanlı Devleti'nin sonunu getiren bir süreç yaşandı. Saraylara ve büyük mekanlara sığınarak oradan güç gösterisi yapmak isteyen herkes çökmüştür. Herkes bitmiştir.

'DEVLETİN İTİBARINI YERLE BİR EDEN ANLAYIŞ...'

İtibar onurlu bir duruşla olur. Sen sadece Biden'la bir kahve içmek için 24 Nisan'da bütün bir milletimizi soykırımla suçlayan açıklamaya sessiz kalacaksın. Sen, bayramı hakkıyla yaşayamayan, bayram lafı bile demeyen Uygur Türkleri'nin yaşadığı acıya sessiz kalacaksın. Sen mazlumların sesiyim deyip mazlum milletlerin dertlerine deva olmaktansa büyük güçlerin o ülkeler üzerindeki planlarının parçası olacaksın. Sen bütün uluslararası güçler Afganistan'dan çekilirken sadece Biden'ı tatmin etmek için havaalanı kontrolü üzerinden bir tahliye hareketinin parçası haline geleceksin. Sonra da KKTC'ye Külliye yapmakla itibar sahibi olacaksın. Devletimizin itibarını yerle bir eden anlayış budur.

'KKTC'NİN İTİBARU MÜZAKERE MASALARINDA HAKKINI KORUMAKLA OLUR'

Sayın Cumhurbaşkanı'na kalsa Hazreti Ömer hiç itibar bilmiyormuş. Dışarıdan bir elçi gelir de ömerin sarayını merak eder, Hazreti Ömer o sırada büyük bir alana hakimdir. Hazreti Ömer'in mütevazi bir şekilde yolda karşılaşması sonrası saray nerede der? Hazreti Ömer'i büyük yapan büyük bir saray, büyük bir külliye değildi. Kocaman bir yürek, kocaman bir vicdan, kocaman bir ahlaktı. Şimdi ilçe başkanlarına Hazreti Ömer'i örnek alın diyeceksiniz sonra kendiniz Hazreti Ömer'in tevazuunu unutup, Hazreti Ömer'in kul hakkını unutup, Hazreti Ömer'in getirdiği temel ilkeleri unutup devlet itibarını yüksek binalarda arayacaksınız.

KKTC'nin itibarı Türkiye için önemlidir. O itibarı korumak da müzakere masalarında hakkını korumakla olur. Şov yaparak olmaz.

'İKİ TEMEL İLKEMİZ VAR: MİLLET VİCDANI, DEVLET AKLI'

Türkiye bugün göçmenler konusunda iki yanlış, iki sapkın anlayışın arasına sıkıştırılmak isteniyor. Hangi parti olursa olsun anonim konuşacağım ama herkes bu konuda kimlerin ne yaptığını biliyor. Bir yaklaşım burada ülkelerinde kimyasal silah baskısı altında yakınlarını kaybeden zor şartlarda gelmiş olan göçmenler konusunda onların suyunu bile kesme tehdidinde bulunan ve Anadolu kültüründe yer alan su gibi aziz ol, su içene yılan bile dokunmaz atasözlerini unutan, vicdandan kopmuş bir yaklaşımdır. Göçmenleri bu anlamda bütün Türkiye'nin bu tablosunu sanki günah keçisi göçmenlermiş gibi bir yaklaşım içinde davrananlar var.

Bir tarafta ise -daha çok iktidar kanadında gözüküyor- yine istismarcı bir şekilde gömenlerin ucuz iş gücü sağlaması dolayısıyla devletin kontrolsüz plansız göçmen politikasını meşru kılmaya çalışanlar var.

Bizim bu konuda iki temel ilkemiz vardır: Millet vicdanı, devlet aklı.

'GÖÇMEN MESELESİNİN MÜSEBBİBLERİ YANLIŞ GÖÇ POLİTİKASINI SÜRDÜRENLERDİR'

Millet vicdanı olarak biz deriz ki asırlar boyu mazlum milletlere sığınak olmuş bu topraklar. Bu milletin vicdanı şunu der: Biz kapımızı çalan, yardım isteyenlere kapımızı kapatan bir millet olmadık. Avrupa'da görüldüğü gibi mültecileri neredeyse ikinci sınıf insan gören anlayışın parçası olmadık, olmayız.

Ama ikinci boyut da şudur: Devlet aklı neyi gerektirir ortada bir mesele varsa bu meseleyi çözmeyi gerektirir. Siz ortada kontrolsüz bir şekilde bir göç politikası takip edeceksiniz. Tabiri caizse o göç politikası çuvallayınca ve ortalıkta bu göç politikasının sonuçları olan birçok yanlışlıklar yaşanınca döneceksiniz bunlar bize ucuz iş gücü sağlıyor diye meşrulaştırmaya çalıştıracaksınız. Hayır, göçmen meselesi varsa bunun müsebbibleri yanlış bir göç politikasını sürdürenlerdir.

Türkiye'de kimse yanlış giden ekonominin sebebi olarak göçmenleri gösterme aymazlığına düşmemelidir.

'IRKÇI YAKLAŞIMA KARŞI NET BİR TAVIR SERGİLEMEK ZORUNDAYIZ'

Ne yapmak lazım? Öncelikle halkımız ki destan yazmıştır bu anlamda. Halkımızın bu vicdani boyutunu esas alan yaklaşımı benimsememiz lazım. Hiçbir şekilde Avrupa'da gördüğümüz ırkçı yaklaşıma karşı açık ve net bir tavır sergilemek zorundayız.

İkincisi uluslararası hukuk ve egemenlik haklarımız. Göçmenler konusunda uluslararası hukuk standardı vardır. Ama aynı zamanda Türkiye'nin egemenlik haklarına dayalı sınır yönetimi hakkı vardı. Özellikle son dönemde İran'dan gelen göç dalgasında sınırların yönetimi ve sınırların zafiyeti konusunda büyük bir sıkıntı yaşanmıştır.

'AFGANLAR İLE SURİYELİ GÖÇMENLER AYNI STATÜDE DEĞİL'

Tek boyutlu göçmen sorunuyla Türkiye karşı karşıya değil. Suriye ile Afgan göçmenler aynı statüde değil. aynı gerekçelerle geliyor değiller.

Ekonomik gerekçelerle gelen yüz binlerce çalışan var.

Suriyeli göçmenlerle Afgan göçmenler arasında temel fark şudur: Uluslararası hukuk bağlamında da Türkiye'nin egemenlik bağlamında da Suriyeli göçmenler doğrudan savaş dolayısıyla ülkelerinde uygulanan bağnaz yönetim baskısıyla Türkiye'ye doğrudan gelen göçmenlerdir.

Afgan göçmenler ise arada İran üzerinden bir kısmı hatta Pakistan İran üzerinden gelenler. Son dönemde gelen Afgan göçmenlerle ilgili uygulanacak kriterlerle Suriyelilerle ilgili uygulanacak kriter aynı değil. Suriye büyük bir iç savaş yaşıyor ve birinci derece kaçtıkları ülke Türkiye.'




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —