ANKARA (AA) - Anayasa Mahkemesinin Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül hakkında verdiği 'hak ihlali' kararının gerekçesi açıklandı.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Anayasa Mahkemesi üyeleri Hicabi Dursun, Kadir Özkaya ve Rıdvan Güleç, ayrı ayrı karşı oy yazısı yazdı.
Hicabi Dursun, karşı oy gerekçesinde, kamuoyunda 'MİT tırları' olarak adlandırılan olaylarla ilgili açılan soruşturmalar ve devam eden yargılamaların, daha önce haber yapılmış bir hususun yeniden haber yapılması gibi basit bir durum olmadığını ortaya koyduğunu belirtti.
Somut olaydaki soruşturmanın bu aşamasında mahkemelerin tutuklama ve itiraz üzerine verdikleri kararların gerekçesi incelendiğinde kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin bulunmadığının söylenemeyeceğini ifade eden Hicabi Dursun, sorumlu gazetecilik anlayışı çerçevesinde kamu yararına veya kamusal tartışmalara katkı sağlayabileceği değerlendirilen haber ve fikirlerin halka ulaştırılmasının, gazetecinin görevi olduğuna ancak gazetecinin bu görevini yerine getirirken gazetecilik ahlakı temelinde hareket etmesi gerektiğine işaret etti.
Dursun, 'Milli güvenlik gibi çok hassas konuda gazetecilerin yapacağı haberlere yönelik devletin sınırlama getirmesi ve bu bağlamda bazı haberlerin yapılmasının kamu otoritelerince engellenmesi mümkündür. Başvurucuların tutuklandıkları eylemlerin, 16 ay önce haber konusu yapılmış ve kamuoyunda tartışılmak suretiyle 'gizli' olma niteliğini kaybetmiş bir hususta yeniden haber yapılması şeklinde kabul edilerek başvurunun değerlendirilmesi, indirgemeci bir yaklaşımı ortaya çıkarmaktadır' ifadelerini kullandı.
Tutuklama konusu olayların ve buna ilişkin delillerin, yargılama makamlarının olayları değerlendirme biçimleriyle ele alınması gerektiğini de vurgulayan Dursun, şöyle devam etti:
'Olayların başlangıç noktası olan ve kamuoyunda 'MİT tırları' soruşturması olarak bilinen yargılama süreci, ülkenin Suriye sınırında yaşanan ve halen güncelliğini koruyan dış politika dengesi ve bununla doğrudan ilgili olan haber konusu olayların soruşturma dosyaları ile ilgili kısıtlama kararı verilmiş olması, kısıtlama kararından başvurucuların haberdar olduklarının kendi beyanları ile sabit olması, haberin veriliş zamanı ve içeriğindeki ifadeler gibi hususlar, tutuklamaya konu haberin niteliğinin belirlenmesinde etkili olacaktır. Bu tespitler ve 'milli güvenlik' sınırlama ölçütü karşısında, başvurucuların iddiaları değerlendirilirken, 16 ay sonra ikinci kez yayınlanan ve tutuklamaya konu olan haberin, basın özgürlüğü kapsamında korunması gereken bir ifade biçimi olduğu sonucuna varılmasını sağlayan incelemenin, yeterli irdelemeleri bünyesinde barındıran bir inceleme olduğu söylenemez. Açıklanan nedenlerle başvurucuların kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar verilmesi gerektiği kanaatine vardığımdan aksi yöndeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.'
- Üye Rıdvan Güleç'in karşı oy gerekçesi
Çoğunluk görüşüne katılmayan üye Rıdvan Güleç de karşı oy yazısında, başvurucuların basın ve düşünceyi yayma haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmelerinin, prematüre (şartları oluşmamış) bir yaklaşım olduğunu belirtti.
Başvurucular hakkındaki tutuklama kararlarının gerekçesinde, gazete ve internet sitesinde yer alan haber ve görüntülerin gazetecilik faaliyeti kapsamında, kamunun haber alma özgürlüğünden çok, FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün amaçları doğrultusunda yürütülen bir faaliyet olduğunun iddia edildiğini aktaran Güleç, şöyle devam etti:
'Bu iddia karşısında somut başvuruyu ilk tutuklamaya itiraz dışında, basın ve ifade özgürlüğü kapsamında ele almanın, yürütülmekte olan kovuşturmayı etkileme, delillerin değerlendirilmesinde mahkemenin takdir yetkisini daraltma sonucuna yol açabileceği düşünülmektedir. Başvuruculara isnat edilen eylemlerin suç oluşturup oluşturmadığı, basın ve ifade hürriyeti kapsamında yürütülen gazetecilik faaliyeti sayılıp sayılamayacağı, yapılacak yargılama sonucunda toplanan delillere göre davaya bakan mahkemece belirlenebilir. Mahkemelerin takdir yetkisi kapsamında olan hususlarda Anayasa Mahkemesinin maddi vakıaya yönelik değerlendirmelerde bulunması mümkün değildir.'
Bireysel başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerektiğini de hatırlatan Güleç, 'Basın ve ifade özgürlüğü açısından henüz yargısal aşamaları tamamlanmamış bir uyuşmazlık, sadece tutukluluk incelemesi kapsamında ele alınabilecek iken genişletilmiş bir yorum ile incelenip ihlal sonucuna ulaşılması hukuk devleti ilkesine aykırıdır' değerlendirmesini yaptı.
Ceza soruşturmasında ilk tutuklamaya ilişkin kuralların Anayasa ve ilgili kanunlarda ayrıntılı düzenlendiğini hatırlatan Güleç, kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanmasının ancak Anayasa kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabileceğine işaret etti.
Bir kişinin tutuklanabilmesinin, öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlı olduğunu hatırlatan Güleç, halen kovuşturması devam eden ve kamuoyunda MİT tırları davası olarak bilinen davada, FETÖ/PYD silahlı terör örgütü mensubu olduğu iddia edilen bazı kolluk görevlileri ve yargı mensuplarının, 'silahlı terör örgütüne üye olma','devletin güvenliğine ve siyasal faaliyetlerine ilişkin bilgileri temin edip ifşa etme' ve 'Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs' suçlarından tutuklandıklarını hatırlattı. Güleç, isnat edilen bu suçların, ceza hukukunda ve Anayasa koyucunun belirlediği ceza siyasetinde en ağır cezayı gerektiren suçlar kategorisinde yer aldığına işaret etti.
Hak ve özgürlükler açısından dünyanın en ileri sayılan demokrasilerinde bile milli güvenliğe ilişkin kaygılar söz konusu olduğunda bireylerin ve grupların temel hak ve özgürlüklerine yönelik belirli kısıtlamalar ve ölçülerin getirildiğinin görüleceğini kaydeden Güleç, şöyle devam etti:
'Somut olay çerçevesinde, Türk devletinin Milli İstihbarat Teşkilatına ait olduğu öne sürülen tırların, niteliği hakkında kuşku duyulan bir ihbar ile durdurularak, taşıdıkları malzemelerin deşifre edilmesi ve daha sonra Türk ve dünya kamuoyuna Türk devletinin milli güvenliğini tehlikeye düşürecek şekilde konunun yansıtıldığı, adli mercilerin savlarından anlaşılmaktadır. Devletlerin varlığını sürdürmesinin teminatı olan milli güvenliği ile ulusal çıkarları gereği kendi coğrafi sınırları içinde veya dışında benzer faaliyetler yürüttükleri bilinmektedir. Bu faaliyetlere ilişkin bilgi ve belgelerin görsel ve sosyal medyada yayımlanması devlet otoriteleri tarafından kabul edilemez bir durum olarak görülmektedir. Tüm dünyada 'Wikileaks Belgeleri' olarak bilinen istihbarat verilerini yayınlamakla suçlanan Julian Assange halen Ekvador'un Londra Büyükelçiliğinde siyasi sığınmacı olarak kalmaktadır. İngiltere ve ABD tarafından milli güvenliğe ilişkin suçlamalardan dolayı yargılanmak üzere iadesi talep edilmiş olmasına rağmen, Ekvador hükümetince konu uluslararası örgütlere taşınmış ve reddedilmiştir. Yine aynı şekilde ABD vatandaşı Edward Snowden, Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansına ait gizli bilgileri bir İngiliz gazetesine sızdırmak suçlamasıyla yüz yüze kalmış ve ülkesi dışında yaşamını sürdürmek zorunda bırakılmıştır. Bu ve tüm dünyada örnekleri çoğaltılabilecek fenomenleri dile getirmekteki amaç, milli güvenlik, devlet sırrı, ulusal çıkar ve casusluk olguları karşısında istisnasız tüm devletlerin belli refleksleri geliştirdikleri gerçeğini vurgulamaktır.'
Rıdvan Güleç, Suriye'de devam eden iç savaş ve çatışmaların, Türkiye'nin milli güvenliğini ciddi anlamda tehdit eder duruma geldiğini vurgulayarak, şöyle devam etti:
'Bu olumsuz etkiler karşısında Türkiye Cumhuriyeti devletinin, milli güvenliği sağlamak, ulusal çıkarlarımızı korumak ve bölgede yaşayan soydaşlarımız ile mazlum halklara yardım etmek amacıyla gerekli tedbirleri alması ve faaliyetleri yürütmesi Anayasa'nın başlangıç hükümleri ile 3, 5 ve 6. maddelerinde sayılan devletin bütünlüğü, devletin temel amaç ve görevleri ile egemenliğin tanımlandığı kurallar doğrultusunda bir ödev ve siyasi yükümlülüktür. Devletin sayılan ödev ve yükümlülüğü çerçevesinde ve yine devletin bu tür görevlerini yerine getirme edimi ile kanunen bağlı olan Milli İstihbarat Teşkilatına ait tırlara ve taşıdıkları malzemelere ilişkin haber ve bilgilerin, anayasamızın birçok maddesinde ifadesini bulan milli güvenlik olgusu bağlamında ele alınmasının gerektiği açıktır. Bu açıdan bakıldığında, başvurucuların basın ve ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmak, çoğunluk kararında dile getirilen gerekçelerle mümkün görülmemektedir.'
Rıdvan Güleç, tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanmasının da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamında kaldığını belirtti. Güleç, 'Ancak kanun veya Anayasa'ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açıkça keyfilik bulunması halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz. Başvuruculara isnat edilen eylemlerin suç oluşturup oluşturmadığı, yapılacak yargılama sonucunda toplanan delillere göre davayı görecek olan mahkemece belirlenebilir. Keza bu belirlemenin hukuka uygun olup olmadığı kanun yollarında incelenebilir. Bu gerekçeler doğrultusunda ve Anayasa Mahkemesi ile AİHM'in benzer kararları ışığında, sonucu itibariyle hak ihlaline karar verilmesinin uygun olmadığını düşünüyorum' değerlendirmesini yaptı.
- Kadir Özkaya'nın karşı oy gerekçesi
Kadir Özkaya ise karşı oy gerekçesinde, çoğunluk görüşüne dayalı kararda, tutuklamanın hukukiliği, Anayasa'nın 19. maddesinin anlam ve kapsamı, ifade ve basın özgürlüklerine ilişkin genel ilkeler ile bu hakların sınırlandırma koşullarına ilişkin açıklamalara aynen katıldığını ancak bu ilkelerin somut olaya uygulanması konusunda yapılan değerlendirmelere katılmadığını belirtti.
Özkaya, Anayasa'da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin konuya ilişkin takdirleri ile kararlarındaki kanun hükümlerinin yorumlanamayacağını ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususların bireysel başvuru incelemesinde ele alınamayacağını vurguladı.
Somut olayda başvurucuların, tutukluluklarının makul süreyi aşması durumuna değil, haklarında verilen ilk tutuklama kararına karşı başvurduklarının altını çizen Özkaya, 'Bu bağlamda tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır' ifadesini kullandı.
Anayasa Mahkemesince, bireysel başvuru sisteminin uygulanmaya başlandığı günden bu yana ilk tutuklama kararına karşı yapılan tüm başvurularda, kişinin bir suç işlemiş olabileceğine ilişkin ciddi belirtilerin varlığının yeterli olabileceğinin kabul edildiğini aktaran Özkaya, ilk tutukluluğa ilişkin iddialar bakımından, tutukluluğun makul süreyi aştığı iddialarından farklı olarak, ciddi belirtilerin varlığı ve hukukilik denetimiyle sınırlı bir inceleme yapıldığını, bariz takdir hatalarının veya açıkça keyfiliğin saptanamadığı durumlarda ilk tutuklama kararının gerekçelerinin belirlenmesinde mahkemenin takdir yetkisine bir müdahalede bulunulmadığını kaydetti.
Bu konuda bu güne kadar herhangi bir ihlal kararı verilmediğini vurgulayan Özkaya, söz konusu başvuru irdelenirken, bunun ilk tutuklama kararı olduğunun dikkatten çıkarılmaması gerektiğini bildirdi.
'Milli güvenlik' konusunun, gerek Türk hukukunda gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ve gerekse Amerikan hukukunda ifade özgürlüğünün özel bir görünümü olan basın özgürlüğünün sınırlandırma nedenlerinden birisi olduğunu kaydeden Özkaya, basın özgürlüğünün ulusal güvenlik nedeniyle sınırlandırılmasının devletin ve toplumun korunması kategorisi içerisinde bulunduğunu anlattı.
AİHM'in de milli güvenlik kavramını değerlendirirken ülkelerin kendi konumlarını gözardı etmediğini, her ülkenin kendi koşullarına göre değişkenlik gösterebileceğini kabul ettiğini aktaran Özkaya, bu konuda ulusal makamlara geniş bir takdir alanı bıraktığını ancak bu değerlendirmeyi yaparken asgari bir sınır belirlediğini ve milli güvenlik gerekçesiyle ifade özgürlüğüne yapılacak müdahalenin haklılığının ispatını, milli güvenliğe ilişkin gizliliklerin ve endişelerin alenileştirilmemesi yönünde kabul edilebilir tedbirler olabileceğini söyleyerek devlete yüklediğini belirtti.
Kadir Özkaya, karşı oy gerekçesinde şu değerlendirmelere yer verdi:
'Somut olaya konu haberlerle, ülke içi toplumsal tartışmalara katkı sağlamaktan öte, haberin konusunun eskimesinin önlenerek özellikle uluslararası alanda sürekli gündemde tutulmasının ve bu suretle devletin dış politika alanındaki tercihlerinin zora sokulmak suretiyle milli güvenlik aleyhine yönlendirilmesinin, bir anlamda da devletin suçlu olarak gösterilmesinin amaçlanmış olabileceği, böylece de 'FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün örgütsel amaçları doğrultusunda örgüte üye olmadan bilerek ve isteyerek yardım etmek' fiilinin gerçekleşmiş olabileceği olasılığının (başvurucular hakkında açılacak/açılan davanın sonucundan bağımsız olarak) sulh ceza hakiminin ilk tutukluluğa ilişkin kanaatinin oluşmasında dikkate alınmış olabileceği gözetilmeden, başvuru konusu tutuklama tedbirinin gerekçesinin yetersizliği, bu tedbirin uygulanmasının neden gerekli olduğunun somut olayın özelliklerinden ve tutuklama gerekçelerinden anlaşılamadığı, tutuklama tedbiri aracılığıyla başvurucuların ifade ve basın özgürlüklerine müdahale edilmesinin hangi 'zorlayıcı toplumsal ihtiyaç'tan kaynaklandığının ve milli güvenliğin korunması bakımından demokratik toplum düzeninde gerekli olduğunun somut olayın özelliklerinden ve tutuklama gerekçelerinden anlaşılamadığı yargısına varılması da eksik değerlendirmeyle varılan bir sonuç olarak ortaya çıkmış olmaktadır.'
Basın ve ifade özgürlüğü ile haber alma ve haber verme özgürlüğünün devleti rahatsız eden konularda da geçerli olduğunda kuşku bulunmadığını belirten Özkaya, bununla birlikte, dosyada mevcut bilgi ve belgelerden, gerek tutuklama kararı verilirken gerekse buna yapılan itiraz reddedilirken olayın, salt bir haberin yayınlanması olarak değerlendirilmediğini ifade etti.
Başvurucularca yapılan itirazın ilk tutuklama kararına ilişkin olduğu hususu ile somut olay ve olgular gözetildiğinde, gerek tutuklama kararını veren mahkemenin kararında gerekse bu karara yapılan itirazı reddeden mahkemenin kararında, kuvvetli suç şüphesinin varlığına ilişkin olarak yeterli gerekçenin bulunduğunu savunan Özkaya, bu nedenle başvurucuların haklarının ihlal edilmediğini kaydetti.
(Bitti)