Tarih: 13.05.2025 12:02

HAKKI ÖZNUR ADANA’DA ÜLKÜCÜ HAREKET’İ ANLATTI

Facebook Twitter Linked-in

Milliyetçi bir Memur Sendikası olan EKSEN’in  Adana temsilciliğinin düzenlemiş olduğu “ Ülkücü  Hareket” konulu  konferansın konuşmacısı, “9 ciltlik Ülkücü  Hareket” kitabının yazarı,  Ülkücü  Hareketin tarihini yazan ülkücü fikir ve siyaset adamı  Hakkı Öznur’du.  Konferansa, çok sayıda STK temsilcileri, akademisyenler ile İyi Parti Adana İl Başkanı Veysel Yıldız ,Anahtar Parti Adana İl Başkanı Atilla Karataş ,Gelecek Partisi Adana İl Başkanı  Volkan Akyüz, Zafer Partisi, BBP,  Milli Yol Partisi mensupları ile   kalabalık bir  gençlik topluluğu ve vatandaşlar katıldı. Konferansa İlgi ve alaka çok büyüktü. Bu anlamlı program, saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile başladı.

Ardından 9 ciltlik “Ülkücü Hareket” kitabını anlatan sinevizyon, gösterime girdi. Sinevizyonu izleyenler, çok duygulandılar, gözyaşlarını tutamadılar. Ülkücü hareketin kurucusu Başbuğ Alparslan Türkeş’i, hareketin önde gelen isimleri Dündar Taşer, Ahmet Er, Galip Erdem ve birçok dava büyükleri ile Türkmen Beyimiz Şehit Gün Sazak, küresel bir suikastla şehit edilen Muhsin Yazıcıoğlu, 12 Eylül öncesi ve sonrası şehit düşen Ülkücülerin resimleri, MHP ve Ülkü Ocakları’nın düzenlediği yüzbinlerin katıldığı tarihi mitinglerin görüntüleri, salondakileri çok duygulandırdı, hüzünlendirdi ve geçmişe götürdü.

Özellikle 15 Nisan 1978 tarihinde Ankara Tandoğan Meydanı’nda yapılan, 500 bin Ülkücünün katıldığı o tarihi mitingden kareler gösterilirken, kanlı gömleklerle yürüyen gençler, şehit düşen Ülkücülerin resimleri ve yüzlerce dev pankart (Kanımız Aksa da Zafer İslam’ın, Hak-Hukuk-Adalet Milliyetçi Hareket, Yıkılsın Düzen Yaşasın Devlet, Milli Devlet Güçlü İktidar) vb. Türkeş ve MHP kurmay kadrosunun ve akasında yüz binlerce Ülkücünün kol kola yürüyüşlerinin görüntüleri, salonu derinden etkiledi, hüzünlendirdi ve duygulandırdı. Salon, Sinevizyon görüntüleri sonrası alkıştan yıkıldı.

Adana EKSEN temsilcisi Ahmet Sadık Güllü’nün  açış konuşmasının  ardından EKSEN Sendikasının eski Genel başkanı  Dr. İsmail Yıldız kısa ve özlü bir konuşma yaptı. Ardından  EKSEN Sendikasının yeni genel başkanı,  genç akademisyen Vasıf İnanç  Duygulu bir  konuşma yaparak günün mana ve önemine değindi.

Daha sonra kürsüye alkışlarla, Ülkücü Hareketin en önemli isimlerinden Araştırmacı Yazar Hakkı Öznur geldi. 2 saat konuşan Hakkı  Öznur yaptığı  konuşmayla dinleyicileri etkilemiş, hüzünlendirmiş ve duygulandırmıştır. Ülkücü Hareketin 60 yıllık tarihini, olaylarla, belgelerle ve yanında getirdiği dergilerle, yayınlarla, anlatırken  tarih akıyordu.  Katılımcılar büyük bir dikkat ve ilgi ile dinliyorlardı.

Hakkı Öznur konuşmasında , 1948- 1980 yıllarını ele almıştır.  Ülkücü Hareketin fikri ve siyasi temellerini Millet Partisinden, Milliyetçi  Hareket Partisine olan tarihi süreçleri,  Milliyetçi Ülkücü  Hareketin lideri  Alparslan Türkeş’in askeri ve siyasi yaşamını, mücadelesini , Milliyetçi Hareketin tarihini,  Ülkü Ocaklarının tarihini, Ülkücü Gençliğin verdiği şanlı mücadeleyi , 12  Eylül darbesini, darbe sonrası  Ülkücü Hareket’e yapılan baskıları, zulümleri idamları , MHP ve Ülkücü  Kuruluşlar Davasını,şehit lider  Muhsin Yazıcıoğlu’nu , küresel bir tertip olan Yazıcıoğlu suikastini, vb. bir şey konuyu detaylarıyla ,olaylarla, belgelerle, anlatmıştır.

Hakkı Öznur konuşmasında  “Adana Ülkücü hareketin tarihinde sadece isim ve amblem değişikliğiyle değil, hareketin lideri  Alparslan Türkeş’in  12 Ekim 1969 , 14 Ekim 1973, 5 Haziran  1977 Genel Seçimlerinde Milletvekili seçildiği il olarak önemlidir.” demiştir.

Hakkı Öznur konuşmasında şunları söylemiştir:

ANLATILAN SENİN TARİHİNDİR ÜLKÜDAŞIM!

9 ciltlik “Ülkücü Hareket” kitabının çıkış hikâyesini anlatmadan olmaz!. Çünkü bu hikâye, hepimizin hikâyesi.

Ülkücü Hareket bu sahada Ülkücü hareket üzerine yapılmış en geniş kapsamlı, belgeli tek çalışmadır. Bu büyük çalışma, Türk siyasi tarihine damgasını vuran, milliyetçi-Ülkücü hareketle ilgili gizli kalmış pek çok yönü gün ışığına çıkarmakta, ortaya atılmış isnat ve iddiaları çürütmekte ve geleceğe yönelik değerlendirmeler için devasa bir doküman hazinesinin kapısını aralamaktadır.

Kendimi Bildim Bileli Ülkücüyüm Ve Türk Milliyetçisiyim.

Ülkücülük, bir siyasal kimlik ve bir yaşam biçimidir. Ülkücüler, milletin adamlarıdırlar. Ülkücüler, tarihleri boyunca demokrasi, adalet ve özgürlüklerden yana tavır almış, adaletsizliklere, haksızlıklara, zulme hep karşı durmuşlardır.

Ülkücülük bir ahlak, vicdan ve değerler hareketidir.

Ülkücü hareket, teorik temelleri ve entelektüel esasları olan, Ülkücü dünya görüşünün siyasi hareketidir.

Ülkü Ocakları mektebinde, yüce ülkü ve değerlerin ışığında, adaleti, demokrasiyi, temel hak ve hürriyetleri savunmayı, milletin adamları olarak aziz milletimize hizmet etmeyi şiar edindik.

Ülkücüyüm diyorsak, Ülkücü kimlik sahibiysek, Ülkücü hareket milletimize mâl olmuşsa, bunu hareketin kurucusu, Başbuğumuz Alparslan Türkeş’e borçluyuz.

Biz Ülkücüyüz, Ülkücü yolu biliriz, Ülkücü yolu konuşuruz.

Ülkücülük, bizim onurumuzdur. Ülkücüler adalet ve özgürlükten yanadır.

Biz Ülkü Ocaklılar, Ülkücüler, tarihimiz boyunca diktalara, diktatörlüklere karşı çıktık, mücadele ettik. Ülkücüler ne diktalara ne diktatörlere boyun eğer!

1975 YILINDA ÜLKÜ OCAKLARI MEKTEBİNE ADIM ATTIM

Ülkü Ocakları mektebine adım atışım 13 Ocak 1975 yılında, Ankara Cebeci Dörtyol semtinde, aynı yılın sonlarında açılan Dörtyol Ülkü Ocaklarıyla başladı. Başkanımız Kayabaşında oturan Ankara’lı Yaşar Nail Ayber’di. Bizler Kayabaşındaki genç ülkücülerdik. Öksüzler, Hamamönü, Hacettepe, Samanpazarı, Atpazarı, Ulucanlar, Kayabaşı bölgesi Dörtyol Ülkü Ocaklarına bağlı idi. 1970’li yılların sonlarında Kayabaşı, Sakalar, Sığınaklar, Öncüler, Yancılar ve Hacıbayram-Ulus (Ulus eskiden merkez ilçe idi. Şimdi Altındağ ilçe sınırlarında) bölgesinde sıcak mücadelenin içerisinde yer aldık.

70’li yılların fırtınalı yıllarında duvarlara yazdığım ilkyazı “Başbuğ Türkeş” olmuştu. Meydanlarda attığım ilk slogan da “Başbuğ Türkeş” idi. 15 Nisan 1978 Tandoğan’da yapılan tarihi mitingde beş yüz bin Ülkücü “Başbuğ Türkeş” diyerek Ankara’yı titretirken, o sloganları atan onbinlerce genç ülkücülerden biri de bendim. Hareketin lideri Başbuğ Türkeş kortejin başındaydı. “Ölümden ve İşkenceden Yılmayız” pankartını taşıyordu. Ardından yüzlerce şehit Ülkücünün resimlerini taşıyan yüzbinler akıyordu.

Sık sık aşırı solcu POL-DER adlı çetenin mensuplarıyla, Aralık 1978 yılından sonra da sıkıyönetim ilan edilmesiyle, solcu askerlerle karşı karşıya gelirdik. Onlarda dergi satışımıza ve faaliyetlerimize engel olmaya çalışırlardı. Anafartalar karakolu ve Ulus İnzibat karakolu biz ülkücülerin ikinci adresi olmuştu. Birçok fiziki ve psikolojik saldırılara maruz kaldık. Ama her zaman başımız dik çıktık.

SBF, Hukuk Fakültesi, Hacettepe Üniversitesinden gelen Devrimci Yol militanları Hacıbayram-Ulus bölgesinde hakimiyet kurmak istiyorlardı. Silahlı güçleri ve kalabalık kitleleri vardı Ulus1.Sanat, Anafartalar ve Gazi Lisesindeki ülküdaşlarımızla Dev- Yol ve diğer sol örgütlere karşı bölgede çok çetin bir mücadele verdik.

163. MADDEYİ İHLALDEN YARGILANDIM

24 Aralık 1979 tarihinde Sovyet Kızılordusu Afganistan’ı işgal etti. Afganistan’ı işgal eden (24 Aralık 1979-15 Şubat 1989(9 yıl, 1 ay, 3 hafta ve 1 gün) Sovyet Emperyalizmini protesto etmek için Türkiye’nin dört bir yanında Ülkücü Gençlik Derneği, kitlesel mitingler düzenledi. Yürüyüşler yaptı. Kızılordu her yerde protesto edildi. 11 Ocak 1980 cuma günüydü. Akıncılar, Hacıbayram Cami’nin önünde toplandılar. Onlar da Afganistan işgali için bir protesto yapacaklarmış. Biz de her hafta olduğu gibi cuma namazı çıkışında cemaate “Birliğe Çağrı” gazetemizin 1 Ocak 1980 tarihli   Afganistan’la ilgili 3.sayısını satacaktık. Gazetemizin bu sayısı tamamen Afganistan işgaline ayrılmıştı. Kapağında “Afgan müslümanları haykırıyor: Kanımız Aksada, Zafer İslamın “yazıyordu. Bizler namaz çıkışı gazetemizle ilgili çalışmalar yaparken, Akıncıların cami çevresinde toplandıklarını gördük. 

İlk defa Akıncılar her taraftan topladıkları kitle ile Ulus bölgesine gelmişlerdi. Biz Ocak olarak durumu anladık. Cuma namazı çıkışı Akıncılar Derneği Afganistan’ın işgalini protesto için gösteri yapacaktı. Bunlar namaz bitikten sonra gösteriye başladılar. Ankara’da ilk defa Hacıbayram camisinin çıkışında bir eylemde bulunuyorlardı. Hacıbayram ve Ulus bölgesinde bir güçleri, tabanları yoktu.

Sonradan öğrendik ki Bunlar MSP’nin Sivas’ta düzenleyeceği mitinge katılmak için yola çıkarken namazı Hacıbayram ‘da kılalım, orada bir gösteri yapalım, yolumuza devam edelim demişler. Oraya gelirken İlahiyat Fakültesi ve bazı İmam Hatip lisesindeki öğrencileri de organize edip oraya çağırmışlar.

Akıncılar bölgedeki gücümüzü ve  kitlemizi bilerek bizimle görüşmek istediler. bunlarla görüştük Akıncıların “ortak hareket edelim, ortak sloganlar atalım”  teklifini “siyasi sloganlar atılmaması şartıyla”  tamam dedik. Ancak Akıncılar verdikleri sözleri  tutmadılar. Akıncılar kendi  sloganlarını atınca  bizler kendi kitlemizi onlardan ayırdık. Onlar Ulus’a doğru yürüyüşe geçtiler. Birinci Sanat, Anafartalar, Gazi Lisesinden ve bölgeye yakın yerlerden Hacıbayram’a gelen ülküdaşlarımızla Ocak olarak kullandığımız merkezin altında, Afganistan’ın işgalini kınayan  Sovyet emperyalizmini telin  eden sloganlar attık. Biz  Ülkücüler bulunduğumuz yerden  ayrılmadık Yürüyüş yahut eylem tecrübesi olmayan Akıncılar fazla ileri gidemediler, asker ve polis barikatını aşamadılar. Çil yavrusu gibi sağa sola kaçıştılar. Sıkıyönetimde görevli askerler ve polisler onları dağıtıp bazı mensuplarını gözaltına aldıktan sonra bölgedeki kitabevlerine de girerek bu işlemlere devam ettiler. Bizim teşkilat olarak kullandığımız (Fatih çay ocağı) yer ile onun yanında bulunan Ülkü Köy tarafından işletilen Elif Kitabevine de geldiler.13 ülkücü gözaltına alındık. Akıncılardan ise 50 kişiyi gözaltına almışlardı.

Hepimizi Mamak cezaevinde yer olmadığı için Etimesgut Askeri cezaevine götürdüler 15 gün yattık. “Laikliğe aykırı olarak, devletin sosyal, ekonomik, hukuki, siyasi temel nizamlarından birini dini inançlara uydurmak amacıyla cemiyet kurmak, sevk ve idare etmek, propaganda yapmak”  163. Maddeyi  ihlalden suçlandık.

DEVRİMCİ  YOL ÖRGÜTÜ  KENDİ  MİLİTANINI  ÖLDÜRDÜ.  SOL İÇİ CİNAYET ÜZERİMİZE  YIKILMAYA ÇALIŞILDI

1980 öncesi Dev–Yol’cular ile Kurtuluş adlı örgüt arasında fraksiyon çatışması  vardı. iki  taraftan bir çok militan bu çatışmalarda öldü.  13 Ağustos günü Kayabaşına gelen Dev- Yol’cular, Kurtuluş örgütü mensupları ile karşılaşıyorlar. Zaten aralarında kan davası var Her iki örgütte birbirine düşman ve tepkililer.  Kitlesel olarak kalabalık olan Dev-Yolcular, Kurtuluş (Dev- Gör) mensupları ile sürekli silahlı silahlı çatışmaya giriyorlardı.

13 Ağustos 1980 günü Ankara, Kayabaşı Mahallesi, Alpullu sokağında, meydana gelen bu ölüm olayında Dev–Yol Hamamönü Kayabaşı sorumlusu Volkan kod adlı Ufuk Yetiş, yanında bulunan Dev–Yol üyesi arkadaşı Abdullah Can tarafından yakın mesafeden sırtından vurularak öldürülmüş. Ufuk Yetiş’in otopsi raporun da hem de ölümüne neden olan Abdullah Can ve diğer örgüt üyesi Müslüm Varlık’ın emniyet ,savcılık ve mahkeme ifadelerinde bu gerçekler ortaya çıkmıştır. 

Dev–Yol üyesi arkadaşı Ufuk Yetiş’i hedef sapması sonucu öldüren sanık Abdullah Can’la ilgili olarak, yine aynı iddianamesinin ikinci cildinin 693. sayfasında 117. sanık olarak yargılandığı 574 sanıklı Devrimci Yol davasında, olay yazmaktadır. 

Bu ölüm olayından önce bizim Kayabaşı’ndaki yazılama, afişleme ve benzeri birçok çalışmalarımızı gören solcu muhtar, bizi POL-DER’li solcu polislere şikayet etmiş. Zaten Hacettepe ve Atpazarı tarafından gelen sol gruplarla da irtibatı olan, mahalledeki ülkücüleri ve ailelerini isim isim bildiren bu muhtar, bir sürü yalancı şahitler bularak ülkücülerin gözaltına alınmasına, tutuklanmasına neden olmuştu. Ufuk Yetiş’in ölümüyle ilgili olarak  Erdal Seçkin, Uğur Kurtdemirel, Muzaffer Tanışman, ile beraber 20 Ağustos günü gözaltına alındık,   Emniyete  götürdüler 10 gün  kaldık. Sorgumuz da ve Savcılıkta bizim bu olayla ilgimiz olmadığını ifade ettik. Klasik elektrik ve falakalı sorgulardan geçtik. Ölüm olayını üzerimize yıkmak istediler, başaramadılar. Dik durduk. Onların işkence ile verdirmek istedikleri ifadeyi vermedik.  1 Eylül 1980 günü tutuklandık

12 Eylül darbesi sonrası Dev-Yol’a yönelik operasyonlar ve bu operasyonlar neticesinde yakalanan silahların balistik incelemeleri yapılmamış ve Dev- Yol’cu sanıklar da yargılanmamış, suçlarını itiraf etmemiş olsalardı; bizler bu cinayetten dolayı, uzun yıllar cezaevlerinde yatacaktık.

Mahkemede gerçekler ortaya çıkmış, Dev- Yolcu katil Abdullah Can ve suç ortaklarından Müslüm Varlık ölüm olayını itiraf etmişlerdir. Sığınaklar mahallesinde Ufuk Yetiş’in ölümüne sebep olan cinayet silahıyla sanıklar yakalanmış ve suçlarını itiraf etmişlerdir. Solcu Muhtar ve yalancı şahitler Ufuk Yetiş olayını Ülkücüler üzerine yıkmak istediler ama kirli emellerine ulaşamadılar. 

Ufuk Yetiş’in öldürülmesinden sonra, Dev-Yol taraftarları cinayeti kendi örgüt mensuplarının yaptığını bilmelerine rağmen Ülkücü olarak bilinen birçok kişinin ev ve işyerlerini kurşunladılar. Bizim tutuklanmamızdan sonra mahalleye giren Dev- Yol militanlar ihtilalden iki gün evvel bizim ev ile kızılcıhamamlı pazarcılık yaparak evini geçindiren komşumuzun evini kurşunlamışlar.  Onun duvarına “Faşist Hakkı, Kayabaşı Faşistlere Mezar Olacak” yazısını yazmışlar. Sabah işe giderken  yazıları gören Babam, Büyükbabam  ve annem ellerine yağlı boya alarak bu yazıları silmişler.

12 EYLÜL  DARBESİ OLDUĞUNDA  MAMAK ASKERİ CEZAEVNDEYDİM

Mamak Askeri cezaevindeydik  Biz 4 Ülkücü hakkında  Kayabaşı ÜYD üyesi olmaktan tutuklama kararı verildi. Bizleri 12 Eylül ihtilalinden 12 gün önce  Mamak Askeri cezaevi A Blok’taki 1. 2. Koğuşlara dağıttılar 1.2 koğuşlar ülkücülerin kaldıkları koğuşlardı

Ağustos başında Mamak Askeri Cezaevi Komutanlığına atanan Albay Raci Tetik’le Mamak cehennemi ihtilal öncesi başladı. Önce Ağustos sonunda A Blok havalandırma avlusunda toplu yıkımlar başladı. Ve sabah akşam yoklamalarında baskılar yapılıyordu. Devrimciler de biz Ülkücüler de aynı muameleye tabi tutulduk. İhtilal olduğunda Mamak Cezaevindeydik. Mamak Cehennemini bütün tutuklular yaşadı. Yıllar sonra öğrendik ki, askeri darbenin ilk psikolojik harbi cezaevlerinde başlamıştı. Özellikle ihtilalden önceki bir ay bunun işaretleri olmuştu.

TÜRKİYE AFGANİSTAN OLMASIN DİYE MÜCADELE ETTİK

Biz Kayabaşı ÜYD Oba davasından 3 arkadaşımızla beraber yargılanıyorduk. (Muzaffer Tanışman, Uğur Kurtdemirel, Erdal Seçkin) Cürümlerinden çok kıymetli arkadaşım, kardeşim, Yozgatlı Erdal Seçkin’di. Erdal tahliye olduktan sonra tatil için gittiği Marmaris’te 12 Ağustos 1983 günü denizde ayağına kramp girince boğularak vefat etmiş. Çok üzülmüştük. Allah rahmet eylesin.

Bizim davanın ilk duruşmasında Mahkeme başkanı ile aramızda ilginç bir diyalog geçecekti. Duruşmaya tüm ailem ve diğer ülküdaşlarımızın aileleri de gelmişti. Mahkeme başkanı “Sen Afganistan ile ilgili gösteriye katılmışsın. Sana ne Afganistan’dan” dedi. Ben de bunun üzerine bir anda “Hâkim bey Sovyet Kızıl ordusu Afganistan’ı işgal etti. Biz Ülkücüler Türkiye Afganistan olmasın diye mücadele ettik. “Türkiye bir Afganistan Olmayacaktır” dedik, bunun mücadelesini verdik. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Komünizm her görüldüğü yerde ezilmelidir. Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz. Türk milliyetçisiyiz. Biz milliyetçi ve dinimize hürmetkârız.” diye diye devam ederken Mahkeme başkanı: “Otur yerine bana coğrafya, tarih, Atatürkçülük dersimi vermeye kalkıyorsun” diyerek beni iyi bir azarlamıştı  Mahkeme bittikten sonra koğuşa giderken, askerler sen nasıl mahkeme başkanına saygısızlık yaparsın diye tekme tokat ve coplarla dövdüler.

Tabii askerler bunu aldıkları emir doğrultusunda yapmışlardı. Hala, aradan 44 yıl geçmesine rağmen, cunta rejiminin mahkemesinde, hem de cehennemin yaşandığı o şartlarda söylediğim o sözleri hiç unutmuyorum. İyi ki söylemişim.

Yargılandığımız davada gerçekler ortaya çıkmış önce tahliye olmuş ardından beraat etmiştik. Çıktığımızda ortalık toz dumandı. Cunta rejimi hareketimizi imha ve yok etmek için her şeyi yapıyordu. Dışarda durum iç açıcı değildi. Tutuklamalar devam ediyordu. Aranan çok sayıda dava büyüklerimiz, arkadaşlarımız vardı Aileler perişandı. Dışarda kalan, aranmayan bazı ağabeylerimiz teşkilatı toparlamaya çalışıyorlardı ancak kolay değildi işleri çok zordu. Cezaevlerine para gönderilmesi lazımdı. Avukatların organize edilmesi lazımdı, Firarda olan aranan yüzlerce ülkücü vardı. Onlara kalacak barınacak yer lazımdı. Sürekli takipler vardı. Bir evden bir eve oradan oraya giden insanlarımız çok zor durumdaydılar. Bunların para olmak üzere birçok ihtiyaçları vardı. Şehit aileleri ve cezaevlerindeki ülküdaşlarımızın aileleri vardı. Mamak cezaevinde yatan onlarca ülküdaşımızın aileleri Ankara dışında idi. Onlar görüş günleri geliyordu fakat yatacak, kalacak yer sıkıntıları vardı. İmkanları sınırlıydı. İşte böyle bir süreçte zor günlerde, o büyük dayanışmayı, kardeşliği gösteren Ülküdaşlık hukukunu koruyan vefakâr cefakâr aileler ve ülküdaşlarımız da vardı. Onlar başta Galip Erdem olmak üzere bizim kahramanlarımızdır. Rabbim onlardan razı olsun onların hizmetleri asla unutulmayacaktır.

YENİ SÖZCÜ, HİZMET,  BAKIŞ, HAMLE VE YENİ DÜŞÜNCE HAREKETİMİZİN SESİ  OLMUŞLARDIR

12 Eylül darbesinden hemen sonra hareketimizin sesini duyurmak, camiamızı bir arada tutabilmek ve moral verebilmek amacıyla, dışardaki kadrolarımız 8 Aralık 1980 günü “Yeni Sözcü” gazetesini çıkarmışlardı.

Bu yayın organımız çıktığında ben içerdeydim. “Yeni Sözcü” tarihi bir görevi yerine getirmiştir. Galip ağabeyin ve bazı dava büyüklerimizin unutulmaz yazıları halen aradan 43 yıl geçmesine rağmen unutulmamıştır. 1984 yılında yayınlanan Mektuplar kitabında: “Allah’ınıza, milletinize, tarihinize hesap verebildikten sonra ötesine hiç aldırmayın…” diyen Galip Erdem ağabeyimiz, “Ülkücünün Çilesini” yazan adamdı. Yazdıklarıyla yaşadıkları arasında hiçbir çelişki yoktu. Yazdığı gibi yaşadı.

8 Aralık 1980’de yayınlanmaya başlayan, 27 hafta yayınlanan 8 Haziran 1981 tarihli 27. Sayısı ile yayın hayatına son veren, haftalık Yeni Sözcü’nün arka sayfasında, o unutulmaz arka sayfada yazdıklarıyla, 12 Eylül MGK rejimine başkaldırıyor, yasaklamaları, yasakları, kendine özgü tarihe geçen, o unutulmaz makaleleriyle delip geçiyordu.

Yeni Sözcü yazarlarından Muharrem Şemsek’in yazdığı “İşkence ve Türkiye” , başlıklı yazıdan dolayı Sıkıyönetim 2. Numaralı Mahkemesi dava açmıştı. İzmir ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı derginin dağıtımını yasaklamışlardı. O ağır şartlarda Yeni Sözcü’nün tirajı 35 bin civarındaydı.

MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davasının başlamasına yakın bir süreçte, önceden izni alınan “Yeni Hizmet “29 Haziran 1981 günü haftalık olarak çıktı. Dergi, 6 Temmuz tarihli ikinci ve son sayısıyla yayın hayatına son verdi. Gazetenin sahibi ve sorumlu Yazı İşleri Müdürü Kazım Kara idi. İki sayıdan sonra çıkmamasının nedeni, dergiyi çıkartan kadro içinde yaşanan bazı görüş ayrılıklarıydı. Ancak hemen kısa süre sonra, görüş ayrılıkları bir tarafa bırakılarak yine önceden izni alınan haftalık “Yurda Dünyaya Bakış” çıkartılacaktı

BAKIŞ DERGİMİZ LİDER TÜRKEŞ’İN EVİNİN ALTINDAKİ  ZEMİN KATTA HAZIRLANIYORDU

21 Ağustos 1981 günü çıkan “Yurda Dünyaya Bakış” dergimizin ilk sayısının kapağında Başbuğumuz Türkeş’in resmi üstünde “Söz Savunmanın” deniliyordu. Derginin ilk sayısının arka kapağında Murat Bilge müstear ismiyle, Galip Erdem ağabeyimizin “Selam” adlı mesaj yüklü makalesi vardı.

Derginin yazı işleri müdürü, Aralık 1980 yılında askerden yeni dönen Kazım Kara (Prof. Dr.) hoca ve 12 Eylül öncesi ÜOD genel Başkanlığı yapan hareketimizin gazisi Muharrem Şemsek ağabey, dergide yazdıkları yazıdan dolayı Cunta mahkemesinde yargılanmışlardı.

Yeni Sözcü dergisinde çıkan yazısından dolayı yargılanan Muharrem Şemsek beraat ederken, Bakış dergisin 4. Sayısında çıkan “Bölücülük ve Komünizm” başlıklı yazısından dolayı hakkında dava açıldı. Derginin yazı işleri müdürü Kazım Kara’da bu yazıdan dolayı gözaltına alınmıştı. Derginin yayını bir süre durdurulmuştu. MGK Başkanı Kenan Evren’e hakaret suçundan Kazım Kara, 23 ay 14 gün hapis cezasına çarptırılmıştı. Dergi yazarlarından Muharrem Şemsek bir süre Mamak ve Ulucanlar cezaevinde yatmıştı. Bakış dergimizin 22 Ocak 1982 tarihli 16. Sayısı “Şemsek Mahkemede” manşetiyle çıkmıştı.

Bakış dergisi Kazım Kara’nın ev adresi gösterilse de idare edildiği, çıkartıldığı yer cezaevinde olan Türkeş’in G.O.P Kader Sokak’taki evinin zemin katıydı. Bu dergimiz de uzun ömürlü olmadı. Cunta rejimi sürekli yasaklarla, baskılarla yayın yasağı getiriyordu. Bir süre sonra MAYAŞ bünyesinde “Hizmet İçin Yeni Hamle” dergimiz yayınlandı.

Hizmet için Yeni Hamle adıyla 10 Ocak 1983 tarihinde yayın hayatına başlayan dergi, 22 Ağustos 1983 tarihine kadar toplam 32 sayı yayınlanmıştır. Haftalık aktüalite, haber ve yorum dergisi olan Hamle Dergisi, yayımlandığı dönemde hareketimize büyük hizmetler yapmış bir yayın organımızdır.

Derginin imtiyaz sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü İsmet Büyükataman’dır. Sorumlu yazı işleri müdürü olarak Nihat Genç görev almıştır. Derginin genel yayın müdürlüğünü ise Ali Güngör yapmıştır. MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’na her sayısında yer veren Hamle Dergisinin, 2. sayısında, ikinci yılına girmekte olan MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’na yer ayrılarak, konu tüm detayları ve gerçeklikleriyle okurlarına duyurulmuştur. Hamle Dergisinin 32. ve aynı zamanda son sayısı 22 Ağustos 1983 tarihinde yayınlanmıştır. Bu son sayısında dergi yine MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’na yer vererek “MHP Davası 23 Ağustos’ta Yeniden Başlıyor” başlığıyla konuyu okurlarıyla paylaşmıştır.

15 Nisan 1981 günü önce aylık daha sonra haftalık olarak İstanbul’da “Yeni Düşünce” dergisi yayınlandı. Yeni Sözcü, Hizmet ve Bakış gibi dergilerin kapanmasından sonra Yeni Düşünce, 15 Ocak 1982’de yayınlanan 15. sayıdan sonra dergi haftalık olarak yayınlanmaya başladı. Teşkilatın yayın organı değildi, ama MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası ve Ülkücülerle ilgili yayınlar yapıyordu. MHP ve Ülkücü kuruluşlar davaları olabildiğince ayrıntılı biçimde haber yapılıyor ve yorumlanıyordu. Bu dergi 1986 yılında el değiştirecek, el değiştirdi. Yeni Çığır A.Ş. adına sahipliğini Rıza Müftüoğlu’nun yaptığı Genel Yayın Müdürlüğünü Lütfü Şehsuvaroğlu, Müessese müdürlüğünü Yaşar Yıldırım’ın, Yazı işleri müdürlüğünün Temel Can’ın halkla ilişkiler müdürlüğünü Ahmet Arslan’ın yaptığı Yeni Düşünce Ülkücü kadrolar tarafından çıkartılmaya başlandı. Zamanla gazetenin genel yayın yönetmenleri, yazı işleri müdürleri , müessese müdürleri, teknik kadroda isimler değişse de Milliyetçi Hareketin yayın organı olarak 1994 yılına kadar yayın hayatını sürdürdü.

Sahipliğini M. Metin Ergüç’ün, Yazı İşleri Müdürlüğünü Rasim Ekşi’nin yaptığı “Olaylara Bakış” dergisi Kasım 1983 tarihinde aylık olarak çıktı. İki sayısı aylık olarak yayınlan dergi,6-13 Ocak 1984 tarihli sayısıyla haftalık olarak yayınlanmaya başladı. Bu dergide bir süre yayınlandıktan sonra kapandı.

1983 YILINDA ÇIKAN BİZİM OCAK  DERGİSİ İLE GENÇLİK TEŞKİLATLANMASI  YAPILIYORDU

Dışarda kalan arkadaşlarımızla teşkilatı toparlamaya çalışan isimlerden Muharrem Şemsek, Ülkücü Gençliğin bir dergi etrafında toplanması için önce merkezi Kayseri olan “Bizim Ocak” dergimizin çıkmasını sağladı. Derginin Kayseri merkezli olması, cunta rejiminin dikkatini çekmemek içindi. İlk sayısı Eylül 1983 tarihinde çıkan derginin sahibi Burhanettin Sabaz gözükmekteydi. Derginin Genel Yayın müdürü A. Kamil Yılmaz’dı. Dergi Ankara’da MAYAŞ, -A.Ş de basılıyor, Kayseri’ye gönderiliyordu. İlk 3 sayısının Anadolu’ya ve büyükşehirlere dağıtımı Kayseri’den yapıldı Nisan 1984 tarihli 4. sayısı Ankara’da çıktı. Teşkilat kararıyla dergi merkezi Ankara oldu. Dergi temsilcilikleri etrafında gençlik teşkilatlanmaları yapıldı. “Bizim Ocak” dergisinin dağıtımına önce Ankara’da İlahiyat Fakültesi’nde, ardından tüm üniversitelerde başlandı. Camiaya büyük bir heyecan ve moral verdi. Ankara’ya geldikten sonra sahibi Şefik Yazgı, Genel Yayın Yönetmeni A. Kamil Yılmaz İdari İşler Müdürü Erol Dinç’ti. (Daha sonraki yıllarda teşkilatın belirlediği isimler dergi künyesinde yer almışlardır).

Derginin Kasım 1983 tarihli 2.Sayısı üniversitelere ayrılmıştı. Bu sayının kapağında    üniversiteler açılırken “Üniversite Gençliğinin Meseleleri” vardı. Kapakta Muharrem Şemsek ile yapılan röportajın duyurusu vardı. Dergi üniversite gençliğinin meseleleri ile ilgili 80 Öncesinin gençlik liderlerinden Muharrem Şemsek ile röportaj yapmıştı. Şemsek Ülkücü gençliğe ve Ülkücü kadrolara mesaj veriyordu. Bizim Ocak sadece dergi görevi değil, Teşkilat görevi de görüyordu. “Bizim Ocak” temsilcilikleri vasıtasıyla Ülkücü Gençlik Hareketi Anadolu’da yeniden teşkilatlandı ve canlandırıldı.

CUNTA REJİMİ ÜLKÜCÜLERİN AİLELERİNE BÜYÜK ZULÜMLER YAPTI

12 Eylül 1980 darbesi Ülkücü Hareket’e karşı yapılmıştır. Darbe olmasaydı, MHP tek başına iktidara gelecek, devleti yönetecekti. 12 Eylül 1980 tarihinde darbeci yapı, yönetime el koyanlar tarafından, hareketin lideri Başbuğumuz Alparslan Türkeş, MHP ve Ülkücü kuruluşların yöneticileri dâhil, 50 binden fazla ülküdaşımız gözaltına alınmıştır. Binlercesi uydurulan senaryo, tertip, düzmece belge ve yalancı şahitlerle haksız yere suçlanarak, tutuklanmıştır.12 Eylül askeri müdahalesiyle, MHP ve Ülkücü kuruluşların lider kadroları başta olmak üzere on binlerce Ülkücü tutuklanmıştır.

C-5, Harbiye, Hasdal gibi askeriyeye ve emniyete ait olan viranelerde işkencelerden geçirilmişlerdi. Mamak’ta, C-5’te, Zincidere’de Malatya’da, Bursa’da, Eskişehir’de, Türkiye’nin dört bir yanında işkencehanelerde Ülkücüler şehit edildi.

12 Eylül dönemin o ağır zor şartlarında ailelerimiz büyük sıkıntılar ve zorluklar yaşadı. Türkiye’nin dört bir yanında on binlerce Ülkücü, cezaevlerinde, aileler evlatlarının peşinde. Onlar hangi cezaevindeyse anneler, babalar eşler, çocukları onların peşinde. Her türlü sıkıntılara, ezaya, cefaya rağmen evlatlarını asla yalnız bırakmamışlardır. Ülküdaşlarımızın kaldığı birçok cezaevlerinden örnekler verebiliriz.

Mesela Ankara’daki Mamak Askeri Cezaevi, yüzlerce Ülkücü Hareket mensubu yatıyordu.12 Eylül sonrası açılan, MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davasında yargılanan Ülküdaşlarımızın bir kısmının aileleri ise Ankara dışında oturuyordu. İstanbul’dan, Samsun’dan, Adana’dan vb. birçok ilden aileler, evlatlarını görmek için yıllarca Ankara’ya yol etmişlerdir. Yüzlerce kilometre uzaklıklardan Mamak’a geliyorlardı. Çok eza, cefa çektiler.

Mamak’ın zemheri soğuğunda, Ankara’nın dondurucu ayazında anneler, babalar, eşler, sabahın en erken saatlerinde Mamak yollarına düşer, Mamak Cezaevi kapısında sıraya girer, evlatlarını görmek için bekleşirlerdi. Kimi zaman kalacak yer sıkıntısı, kimi zaman maddi sıkıntılar… Ailelerin yaşadığı sıkıntılar tarif edilemez.

Ya görüş günü ailelerin yaşadıkları. Aramalar, eşyaların didik didik edilmesi, saatlerce bekletilmeleri, itilip kakılmaları, karşılaştıkları sert muameleler ve daha neler neler.

Görüşlerde evlatları esas duruşta arkalarında iki asker. Anneler babalar bu vaziyette evlatlarıyla görüşüyor. Buna da görüşme denirse. Evlatlarını, 3 dakika görmek için uzun yollardan gelen aileleri düşünün, onların neler yaşadıklarını bir düşünün.

Mamak Cezaevinde yatan Ülkücüler Metris, Erzincan, Diyarbakır Cezaevinde haklar kendilerine tanınmazsa ve insanlık dışı uygulamalar son bulmazsa, ölüm orucuna başlayacaklarını ilan ettiler. Mamak Cezaevinde önce 25 kişilik bir grup bu eylemi başlatma kararı aldı. Ülküdaşlarımızın başını çektiği ülküdaşlarımızın açıklamaları, ilk önce avukatlarımız aracılığıyla kamuoyuna duyuruldu.

1987 yılının Ekim ayında Ülkücü aileler, Mamak Cezaevi’ndeki baskılara, zulme, insanlık dışı uygulamalara karşı seslerini duyurmak için Ankara’da, İstanbul’da, Adana’da ölüm orucuna başladılar. Evlatlarının ölüm orucuna başlayacağını öğrenen aileler Ankara’ya gelerek evlatlarına destek verdiler. Onlar da “Ölüm orucuna “bizde Abdi İpekçi parkında başlayacağız” dediler.

ÜLKÜCÜ AİLELER ANKARA ,ADANA VE İSTANBUL’DA MEYDANLARDAYDI

 Mamak Cezaevi’ndeki Ülkücülerin aileleri ilk olarak 30 Temmuz 1987 günü Abdi İpekçi Parkı’nda bir araya geldiler. Burada aileler adına, Mamak Cezaevi’nde yatan Alpaslan Bayır’ın babası, SOGEV mensuplarından Necati Bayır amca konuşmuştu. Necati Amca, Mamak’ta ülkücü gençlere yönelik işkence, dayak, zindan, tecrit hücresi, tabutluk, sürekli hakaret ve keyfi uygulama ve görüş yasaklarından bahsetmişti. Baskıların aileleri ve ülkücü gençleri yıldıramayacağını, sonuna kadar evlatlarının yanında olduklarını söylemişti. 12 Eylül öncesi ÜOD’nin son  genel başkanlığını yapmış olan Dr. Lütfü Şehsuvaroğlu, ÜGD  Genel Başkanlığını yapmış olan Hasan Çağlayan ÜGD yöneticilerinden  ve 1986- 1992  yılları arasında Gençlik Koordinatörlüğü yapan SOGEV yöneticilerinden Mahir Damatlar, Erol Dok, ( rahmetli)  Ertuğrul Alpaslan,( rahmetli)  Aslan Atlı, Ünal Altıparmak, Osman Yurt, Rıza Türkcan gibi Mamak Cezaevinde yatan birçok ülkücüler ile Safiye Ekici, Lamia Durak Nermin Abbasoğlu gibi eşleri Mamak’ta yatmış ülkücü hanımlar Abdi İpekçi Parkı’na gelerek ülkücü ailelere destek verdiler, onları yalnız bırakmadılar.

Bizim Ocak dergisini çıkartan ve Ülkücü Gençlik Hareketini yöneten kadrodan Müsavat Dervişoğlu, Suat Başaran , Servet Avcı ile Bizim Ocak  kadrosundan  Adnan İslamoğulları ( Cemal Fedakar) Şenol Uzunmehmetoğlu ( rahmetli) Hayati Tek, Ahmet Güzel, Mehmet Türkmen,  Ercan Alpay , Ali  Keskinkılıç, Hasan  Seyrekoğlu,  Adnan Özcan ( rahmetli)  Turan Ateş ( rahmetli) gibi bir çok  isimle beraber Ankara’daki Üniversitelerde okuyan yüzlerce ülkücü genç ailelere destek vermişler, İpekçi  parkından ayrılmamışlardır.

24 Eylül günü Mamak Cezaevindeki Ülküdaşlarımız şartlar düzeltilmeyince ölüm orucuna başladılar. Mamak Cezaevindeki huzursuzluk had safhaya ulaşmıştı. Ölüm orucu sürüyordu. Mamak’ta baskılarda daha da artmıştı. Sözde ülkede sivil bir iktidar vardı. Ölüm orucuna başlayan Ülküdaşlarımıza görüş yasağı koydular. Hücrelere ve tabutluklara attılar.

Durumu öğrenen Ülkücü aileler, 25 Eylül’de yine Abdi İpekçi Parkı’nda bir araya geldiler. Mamak Askeri Cezaevindeki tutuklu bulunan Ülkücülerin aileleri adına yine ilk konuşmayı Necati Bayır yapmıştı. Mamak’ta Ülkücülere yönelik baskıların devam ettiğini, bu baskılara karşı aileler olarak olayın peşini bırakmayacaklarını, gerekirse günlerce buradan ayrılmayacaklarını söyledi.

Necati Bayır “çocuklarımıza yapılan insanlık dışı muameleler düzeltilmediği taktirde bizler burada ölüm orucuna başlayacağız. Devlet zulüm yapmaz, diğer cezaevlerinde olduğu gibi iyileştirmeler yapılmalı. Mamak cezaevinde baskılar zulümler son bulmalı” dedi.

Ankara’da başlayan eyleme İstanbul’daki Ülkücü Ailelerde katıldı. Evlatları tutuklu olan aileler, Sultanahmet Meydanı eski Cezaevinin yanında, 2 Ekim günü bir basın açıklaması yaparak ölüm orucuna başladıklarını duyurdular.

25 Kişilik Aileye, MÇP teşkilatları ve “Bizim Ocak” dergisi tarafından toparlanan Ülkücü Gençlikte destek verdi, yalnız bırakmadı. Ardından 60 ülküdaşımızın aileleri, 6 Ekim günü Adana’dan Ölüm orucuna destek vererek, katılacaklarını açıkladılar. Aileler, Meclis ’de de girişimlerde bulundular, çeşitli siyasi partilerin yetkilileri ile görüştüler. Baskılar hat safhaya gelince, Ülkücü aileler 8 Ekim Perşembe günü Ankara, Adana ve İstanbul’da ölüm orucuna başladılar.

ÖLÜM ORUCU EYLEMELERİNE KATILAN ANNE VE BABALAR HASTANELERE KALDIRILMIŞTIR

Yaşları 60 ve 70 civarında olan birçok anne baba ölüm orucundan rahatsızlandılar. Ülküdaşlarımızdan Şevket Ertaş’ın annesi Döndü Ertaş Şadan Korkmaz, Ülküdaşımızın annesi Hafize Korkmaz ve Alpaslan Bayır Ülküdaşımızın babası, rahmetli Necati Bayır yüksek tansiyon nedeniyle hastaneye kaldırıldılar.

Necati Bayır büyüğümüz hasta olmasına rağmen tekrar Abdi İpekçi parkına gelmiş, burada basın mensuplarına “80 tane evladımız cezaevindeki işkence ve zulüme tahammül edemez hale geldikleri için üç haftadır ölüm orucundalar. Onların hücrelere kapatıldıklarını duyduk.16 Evladımızın Hastaneye kaldırıldıklarını öğrendik. Baskılar, zulümler bizi yıldıramaz, Mamak cezaevi kapatılana, tutuklular sivil cezaevlerine nakledilene, insanlık dışı uygulamalar son verilene kadar alanları meydanları asla terk etmeyeceğiz” dedi. 12 gün süren ölüm orucuna Ülkücü gençlik çok büyük destek verdi. Bazı basın organları, “şimdi de ülkücüler ölüm orucunda” diye haber yapmışlardı

MUHSİN YAZICIOĞLU  MAMAK CEZAEVİNDE YAPILAN ZULMÜN HESABINI SORACAĞIZ

Ankara’daki Ülkücü üniversite gençliği Abdi İpekçi Parkı’ndan ayrılmadı, Ülkücü Ailelerin yanında yer aldı. SOGEV Genel Başkanı olan Muhsin Yazıcıoğlu Ülkücü Aileler ile birlikte çeşitli basın kuruluşlarını gazeteleri ziyaret ederek, Mamak Cezaevinde yaşananları anlattı, basının bu konuya duyarlı olmasını istedi.

Muhsin Yazıcıoğlu Abdi İpekçi parkından hiç ayrılmıyordu. Sürekli aileler ile beraberdi. Onları yalnız bırakmıyordu. Burada basın mensuplarına yaptığı açıklamada şunları söylüyordu: 

Mamak Cezaevinde insanlık dışı uygulamalar devam ediyor. Mamak’ta ülkücülere bayramlaşmak yasak, görüş yasak, dayak, işkence, her türlü insanlık dışı uygulamalar devam ediyor.

Mamak, Diyarbakır ayrımı yapılıyor. Diyarbakır cezaevinde şartlar iyileştirilirken, Mamak Cezaevinde şartlar daha da ağırlaştırılmıştır. Buradan bir kez daha uyarıyorum: Görüş yasağı kaldırılsın, Mamak Cezaevi yönetimi bunun hesabını vereceksiniz. İşkencecilere sahip çıkan, ses çıkarmayan kim varsa hepsinden hesap soracağız. Siyasal iktidarı da uyarıyorum: Mamak cezaevi ya sivilleştirilsin, ya da oradakiler sivil cezaevine yerleştirilsin.

Mamak Cezaevi’ni boşaltsınlar, buradakileri sivil cezaevlerine nakletsinler. Cunta rejiminin askeri cezaevleri derhal kapatılmalıdır! Hala 12 Eylül cuntası ve cunta rejiminin uygulamaları devam ediyor. Ülkücü Hareket olarak baskılara, zulümlere boyun eğmeyeceğiz! Ve ailelerimizin sonuna kadar yanında yer almaya, onları desteklemeye devam edeceğiz.”

ÇOK SAYIDA ÜLKÜDAŞIMIZ  TABUTLUKA ATILMIŞTIR

Mamak Cezaevi yönetimi keyfine göre uygulamalar yapardı. Birçok Ülküdaşımıza görüş yasağı koymuşlardır. Aileler, evlatlarını görmek için bin bir zorlukla görüş günleri cezaevine gelirler. Bazı ailelere görüş kapısında cezaevi yönetimi “evladınızı göremezsiniz görüş yasağı var” derler. Aileler merak ederler, sorarlar “niye görüşemiyoruz başlarına bir şey mi geldi” Ancak Cezaevi yönetimi cevap bile vermez, duymazdan gelirler. Her hafta oğullarını görmek için Mamak Cezaevi kapısına gelen aileler birçok kez görüş yasaklarıyla karşılaşmışlardır. Kimileri 3 hafta, kimileri 5 hafta evlatlarıyla görüşememiştir. 7.5 sene Mamak Cezaevinde yatan 12 Eylül öncesi ÜOD ve ÜGD Genel Başkanlığı yapan Muhsin Yazıcıoğlu da defalarca konan görüş yasağı nedeni ile ailesi ile görüşemeyenlerdendi.

12 Eylül askeri darbesinin işkence merkezlerinden Mamak Askeri Cezaevi›nin komutanı olan Raci Tetik denen zalim, işkencelerden ve işkenceleri seyretmekten zevk alan sadistin, manyağın birisiydi. Raci Tetik, Mamak Cezaevinde despotluğuna, baskılarına, keyfi uygulamalarına karşı çıkan ve karşısına dikilen Muhsin Başkan’a görüş yasağı koydurmuştu.

Birçok ülkücü Mamak’ta tabutluklara sokuldu. Ülkücü düşmanı Askeri Savcı Nurettin Soyer’e meydan okuyan, yazdığı iddianameye, “iftiraname” diyen, iddianameyi yerin dibine sokan, yerden yere vuran ve tek tek belgelerle, olaylarla çürüten, 12 Eylül öncesi ÜGD Genel Başkanlığı yapan Hasan Çağlayan Başkan, mahkeme sonrası zalim Savcı Soyer’in talimatıyla cezaevi yönetimi tarafından A Blok’un altında bulunan tabutluklara götürülmüş, yerin altında bulunan tabutlukta iki hafta kalmıştır.

Tabutluğun “Tabanı 1 metrekare idi. Yüksekliği 2,5 metre civarında, güneşin hiç uğramadığı, çırılçıplak bir betondu tabutluk. Tepede 10x20 cm. büyüklüğünde bir mazgal hava deliği olarak konulmuştu. Nefes alacak başka en küçük bir açıklık yoktu. İçerisi karanlıktı bir başına gecenin ve gündüzün farkında olmadan yaşamak zorundaydın.

İçerde de zulüm vardı, dışarda da. Mamak zulümhaneye dönmüştür. Birçok dava arkadaşımız cezaevlerinde yatarken anneleri, babaları vefat etti. O güzel annelerimiz, babalarımız evlat hasretiyle oğullarının mahpustan çıktığını göremeden rahmet-i rahmana kavuştular.

MUHSİN YAZICIOĞLU MECLİSTE GÖRÜŞMELER  YAPMIŞTIR

SOGEV Genel  Başkanı   Muhsin Yazıcıoğlu  Ekim 1987 başında Abdi İpekçi parkındaki eylemlere katılmış, destek vermiş, açıklamalar yapmış  onlarla beraber bir çok ziyaretlerde bulunmuştu 

Ülkücü aileler 20 Şubat 1988 günü yine Abdi İpekçi parkında bir basın toplantısı yaparak Mamak’ı yeniden gündeme getirmiştir. Ülkücü Ailelerin ısrarları sonucunda Milli Savunma Bakanı Ercan Vuralhan, ANAP Adalet Komisyonu Başkanı Alpaslan Pehlivanlı, ANAP Milletvekilleri Gökhan Maraş ve Namık Kemal Zeybek Mamak askeri cezaevini ziyaret ettiler. Ancak tutuklular ile görüştürülmediler. Milli Savunma Bakanına bile cezaevi yönetimi yasak koyuyordu. Bakan ve yanındaki milletvekilleri tutuklularla görüşemeden geri dönmüşlerdi. Cunta rejiminin devam ettiği açıkça ortadadır.

Cezaevi yönetimine ısrarları sonucu ancak bazı yerleri gezdiklerini söyleyen ANAP Milletvekili Mustafa Taşar, “Tabutluk denilen yeri gördükten sonra basın mensuplarına 1,5 metre boyunda mezar gibi yer. Ben oraya düşmanımı bile koymam. Lenin yaşasaydı onu bile koymazdım “demişti. Bu sözleri 2 Mart 1988 tarihli Tercüman, Cumhuriyet vb. gazetelerde yer almıştı.

Ülkücü Ailelerin çabaları ve mücadeleleri sayesinde Mamak cezaevindeki tutuklular, daha sonra Bursa, Eskişehir Aydın vb. sivil cezaevlerine nakledildiler. Ülkücü aileler çok büyük mücadeleler vermişlerdir. Aradan 37 sene geçti. Bugün vefakâr, çilekeş o kahraman ailelerimizin çoğu mensubu bugün aramızda değiller. Rahmet’-i Rahmana kavuştular. Ruhları şad mekanları cennet olsun. Mamak tarihi tutukevinde yaşananların tarihi ile birlikte bir ülkenin yolunun, gidişatının da tarihidir.

Ulucanlar Cezaevi’nin birinci kısmı, ikinci koğuş ülkücülerin yattığı koğuştu. 1975 başlarından itibaren üniversitelerden, liselerden, semtlerden çok sayıda Ülkücü genç, cezaevine girmiş ve yatmıştır. 1977-1988 yılları arasında 3000 civarında Ülkücü bu cezaevinde yatmıştır.

Ulucanlar Cezaevi’nde yatan ülküdaşlarımızın büyük çoğunluğu, daha sonra Mamak Cezaevi’nde yatmışlardır. 12 Eylül cuntası tarafından idam edilen Ülkücülerden Ali Bülent Orkan, Fikri Arıkan, Mustafa Pehlivanoğlu, Ulucanlar Cezaevi’nde yatmıştır. Ülkücüler, sadece Ankara’da, Ulucanlar ve Mamak Cezaevi’nde değil; Türkiye’nin dört bir yanındaki cezaevlerinde de yatmışlardır.

SOGEV Genel Başkanı olan  Muhsin Yazıcıoğlu  1987 Aralık ayında  Denizli’de kısa dönem askerlik görevine başlamıştır. 1988 Nisan ayında. kısa dönem askerliği bitirdikten hemen sonra yine cezaevleri ile yakından ilgilenmiştir.

CUNTA REJİMİ  HAREKETİMİZİN ARŞİVLERİNİ İMHA ETTİ,  HAFIZAYI SİLMEYE ÇALIŞTI

16 Ekim 1981 tarihli Milli Güvenlik Konseyi kararıyla parti kapatılarak mallarına el konmuştur. Sadece partinin değil, Tüm Ülkücü Kuruluşların mallarına ve arşivlerine de el konulmuştur.

Ülkü Ocakları Genel Merkezi bünyesinde sosyal faaliyetler için kurulan ve profesyonelleşen Sedaş AŞ’nin merkezi, cunta rejiminin kolluk güçleri tarafından basılmış ve sosyal faaliyetlerinin birçok malzemesi, arşivine el konulmuştur. Halen arşivlerin nerede olduğunu, akıbetinin ne olduğunu, dönemin TÖMFED yöneticileri de bilmiyor. Çünkü yöneticilerinin birçoğu da darbe sonrası tutuklanmıştı.

Ülkü Ocakları Sosyal ve Kültürel Faaliyetleri Merkezi, 1976’dan, 12 Eylül darbesine kadar, tüm faaliyetlerini TÖMFED bünyesinde gerçekleştirmiştir.

12 Eylül Cunta rejimi, MHP ve Ülkücü kuruluşlarını kapatmakla kalmayıp, o tarihi arşivlerimize (kitap, dergi, gazete, kaset broşür, afişler, bildiriler, el ilanları vb.) el koymuştu. Hareketin hafızası yok edilmek istenmiştir.

12  EYLÜL YAZI DİZİSİ   KİTAP ÇALIŞMALARIMA BAŞLAMAMA VESİLE OLMUŞTUR

Bizim Ocak Dergisinin Eylül 1987 tarihli 42. Sayısı “Kanımızla Olgunlaşan İhtilal” sayısıydı. Ardından 4 Ekim’de başlayıp 9 gün süren Ülkücü Ailelerin “Ölüm Oruçları” eylemlerini ele alan Kasım 1987 tarihli 44. Sayısı yayınlandı. Derginin kapağında “Yeter Artık Ağlamayacağız” yazıyordu.

 Ülküdaşlarımızı aileleri ile yapılan röportaj ve “Mamak Ölüm Oruçlarının Ardından” Osman Yurt ’un kaleme aldığı bir yazı ile Zihni Açba’nın Askeri Mevki Hastanesinden gönderdiği mektup vardı. Yine bazı cezaevlerindeki ülküdaşlarımızın gönderdiği yazılarda genişçe yer alıyordu.

Ardından iki sayı sonra, Ocak 1988 yılında (46. sayı) Gaziantep Özel Tip Cezaevi Özel sayısı yayınlandı. Kapak konusu olarak tespit edilen, bölümde yer alan yazı, mülakat ve incelemelerin tümü Gaziantep cezaevindeki Ülkücüler tarafından hazırlanmıştır.

Bu sayının ardından, 5. sayı geçtikten sonra, Haziran 1988 yılında Bizim Ocak dergisinin 51. Sayısı, Çanakkale Cezaevi Özel sayısı yayınlandı. Derginin girişinde şu cümle yer alıyordu: Elinizdeki bu dergi, Ülkücü mücadele sonucu suçlanan ve hürriyetleri ellerinden alınan Çanakkale Cezaevinde’ki Ülküdaşlarımız tarafından hazırlanmıştır. Bu iki özel sayı, camiamızda çok etkili oldu, beğeni topladı. Bizim Ocak dergisinin sahibi ve sorumlu ve yazı işleri müdürü, Suat Başaran, genel yayın müdürü Müsavat Dervişoğlu’ydu. Gaziantep ve Çanakkale cezaevleri sayısı vb. yayınlar, beni ilk başlarda Ülkücü Hareketin tarihi ile ilgili çalışmaktan daha çok, 12 Eylül ve Ülkücü Hareket ile ilgili bir çalışmaya sevk etmişti.

12 Eylül 1980 öncesi çıkan dergilerimizi ve yayınlarımızı yakından takip ederdim. Okumaya olan merakım, hareketimizle ilgili yayınları özenle biriktirmeme ve arşivlememe neden olmuştur. İyi ki de olmuş çok doğru yapmışım.

12 Eylül öncesi çıkan birçok dergilerimiz, sayıca fazla olmasa da mevcuttu. 12 Eylül sonrası çıkartılan dergilerimizi de yayınlarımızı da heyecanla bekler, mutlak suretle gazete bayilerinden alırdım. Bazen gazete bayinde kalanlar olursa imkânım ölçüsünde alarak arkadaşlarımıza veya MÇP Ankara İl Teşkilatımıza götürerek gelen insanlarımızın okuması için oraya bırakırdım. Her çıkan dergi ve gazetemizi mutlaka alır arşivime koyardım.

Hareketimizin bir tarih vakfının olmayışı çalışmalarımızda büyük zorluklarla ve sıkıntılarla karşılaşmamıza sebep olmuştur. Çünkü kütüphanelere 80 öncesi verilen nüshaların, 80 sonrası okuyucuların, araştırmacıların bilgisine sunulmasına izin verilmiyordu. 1992’inin başından itibaren yayınlarımızın okuyuculara erişimine izin verilmiştir. Burada şunu da belirtmek de fayda vardır: Ülkücü Hareketin yayın organlarını çıkartan dergi merkezlerimiz de kapatıldığı için oralarda ki dokümanlarda ellerimizden alınarak sıkıyönetim mahkemelerinin depolarına kaldırılmıştır. Allahtan ki özellikle Anadolu’daki ülküdaşlarımızın bir bölümü yayınlarımızı ve dergilerimizi çatı aralarında saklamayı başarabilmişlerdir. En azından bunlara ulaşılarak arşivlerimizin bir kısmı yayın hayatına çıkarılabilmiştir.

Bu süreçte, 12 Eylül öncesi çıkan yayınlarımızı toparlamak ile çalışmalarıma başladım. Ülkücü Hareket içinde tarihi görevlerde bulunmuş, hareketimize, davamıza hizmet etmiş, dava büyüklerimiz ile görüştüm. İlk olarak onlardan ellerinde -varsa- bulunan dergi, broşür, gazete, fotoğraf, afiş vb. istedim. Sağ olsunlar birçokları ellerinde olanları verdiler.

Bu çalışmalarımı yaparken Milliyetçi Çalışma Partisinde siyaset yapıyordum. Bir taraftan parti işleri, öte yandan hareketimizle ilgili düşündüğüm kitabın taslağını oluşturmak ile meşgul oldum.

“12 EYLÜL DARBESİNİN İÇ YÜZÜ” ADLI YAZI DİZİSİ BÜYÜK İLGİ GÖRDÜ

Haftalık olarak yayınlanan “Yeni Düşünce” gazetemizi sık sık ziyaret ederdim. Gazetenin Genel Yayın Yönetmemi Ahmet Arslan, Haber Müdürü Hamdi Kılıç gibi gazeteyi çıkartan birçok Ülküdaşımız ile çok yakın bir hukukumuz vardı. Büyük şairimiz Abdürrahim Karakoç ağabeyle de olan tanışıklığımız ve vefatına kadar olan dostluğumuz da “Yeni Düşünce” Gazetemizde başlamıştı. Ahmet Arslan zehir bir gazeteci, kalemi güçlü, teorik olarak donanımlı, genç bir arkadaşımızdı.

Başbuğumuz Alparslan Türkeş ve gazetenin sahibi Rıza Müftüoğlu adına yazılan bazı makaleleri, demeçleri Ahmet arkadaşımız kaleme alırdı. Zaman zaman Ahmet Arslan ve Hamdi Kılıç, MÇP ile ilgili bazı yazılar ve haberler yazmamı isterlerdi. Bende elimden geldiğince bazı yazı ve haberler yazardım.

1990 yılında, 12 Eylül’ün 10. Yıldönümünde Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni olan Ahmet ülküdaşımız, 12 Eylül ile ilgili bir yazı dizisi kaleme almamı istedi. Bunun üzerine zaten 12 Eylül darbesi, MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası ile ilgili çalışmalarım devam ettiği için kabul ettim. Yeni Düşünce Gazetesi’nde “12 Eylül Darbesi’nin İçyüzü” isimli dört sayı süren bir inceleme-araştırmam yayınlandı. 12 Eylül’de, Ülkücülere yönelik baskı ve zulümleri içeren ve Türkiye’nin 12 Eylül’e geliş sürecini tahlil eden bu çalışma, 14 Eylül-5 Ekim 1990 tarihleri arasında 4 bölüm halinde yayınlandı ve büyük ilgi gördü.

O günlerde, söz konusu çalışmayı daha hacimli hale getirmek ve genişletmek için çalışmalarımı sürdürdüm. Araştırmalarıma hız verdim. Elbette hareketimizin tarihi ile ilgili çalışmalara 1990’da başlamadım. 7 Temmuz 1983 yılında kurulan Muhafazakâr Parti 30 Kasım 1985 tarihinde isim ve amblemini değiştirerek Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) adını almıştı. Partileşme süreciyle beraber, Ülkücü Hareketin geçmişine yönelik  belge, bilgi ve doküman toplama çabalarım ciddi olarak başlamıştı.

 Bu dönemde MÇP içinde aktif olarak siyaset yapmam, başta merhum Milliyetçi-Ülkücü Hareketin mimarı Alparslan Türkeş olmak üzere, 12 Eylül öncesi MHP ve Ülkücü Kuruluşların çeşitli kademelerinde başkanlık yapmış,  yöneticilik yapmış, davaya hizmet etmiş birçok değerli büyüğümüzle tanışmam, birçoğu ile bir arada bulunuyor olmam işimi kolaylaştırmıştı. Onlarla Ülkücü Hareketin geçmişi üzerine konuşarak ve birikimlerinden istifade etmeme, birinci elden kaynaklara kolayca ulaşmamı sağladı. 

MÇP  GENEL BAŞKANI  ALPARSLAN TÜRKEŞ :  MİLLİYETÇİ HAREKETİN TARİHİNİ YAZMALISIN

Başbuğumuz, yazı dizisini okumuş çok beğenmişti. Genel Merkeze çağırarak bana şu tarihi sözleri sarfetmiştir:

 ‘’  Hakkı evladım tebrik ediyorum. Muhtevası çok güzel bir yazı dizisi olmuş. Milliyetçilik tarihimiz açısından son derece önemli olan 3 Mayıs 1944 Olayı’nı da ayrı bir çalışma olarak ele al ve yaz. Bunlarla beraber esas senden beklediğim Milliyetçi-Ülkücü hareketimizin siyasi tarihini mutlaka yazmalısın. Biliyorsun parti tarihimiz 20 Temmuz 1948 yılına Millet Partisi’ne dayanmaktadır. Mareşal Fevzi Çakmak, partimizin kurucusu ve bizim Fahri Genel Başkanı’mızdır. 

Millet Partisi, MHP’nin siyasi kökü ve siyaset kaynağıdır. Mareşal Fevzi Çakmak’ın mübarek elleriyle kurulan MHP, Türkiye’nin siyasi ortamında daima haksızlığın, vurgunculuğun, neme lazımcılığın karşısına çıkmış, aylakçı, maneviyatçı, milliyetçi bir yol izlemiştir. Askeri bir deha büyük bir komutan olan Fevzi Çakmak, askerlik hayatı boyunca çalışkan, alçak gönüllü, sağlam iradeli ve karakterli, dinine bağlı bir kumandan olarak sevildi ve sayıldı. Milletinin inanç ve değerlerine son derece bağlı büyük bir komutan ve askerdi. 

MP’den CKMP’ye, oradan MHP’ye nasıl gelindi. MHP’nin Türk demokrasi ve siyasi hayatındaki yeri, önemi, 12 Eylül öncesi Türkiye’nin birliği, beraberliği vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü için verdiğimiz o büyük tarihi mücadelemiz, mutlaka yazılmalıdır.

Sana güveniyorum evladım. Çok gayretlisin, araştırmayı ve okumayı seviyorsun. İlerde iyi bir araştırmacı-yazar olursun. Davamıza, hareketimize, ülkümüze hizmet etmiş dava büyüklerinle görüş, onlardan belge, bilgi iste, sana hepsi yardımcı olurlar. Bana sormak istediğin hususlar olursa gel konuşuruz.”

Konuşması bittikten sonra ben elini öperek yanından ayrıldım. Çıkarken nasıl mutlu oldum anlatamam. İçim içime sığmıyordu. Türk milliyetçiliği hareketinin ve dünya Türklüğün liderinin vasiyeti olan Ülkücü hareketin tarihi konusu, benim için bir vazife ve görev olacaktı.

MUHSİN YAZICIOĞLU HER  ZAMAN BÜYÜK DESTEK VERDİ

Şehit Lider Muhsin Yazıcıoğlu, 12 Eylül öncesinin efsanevi Ülkücü gençlik lideridir. 12 Eylül öncesi ÜOD ve ÜGD genel başkanlığını yaptı. MHP eğitimcilerinden. Biz Ülkücü gençler, onun ismini 80 öncesinden ezberlemiş ve çok iyi biliyorduk. O, Muhsin Yazıcıoğlu; bizlerde üniversitelerde, liselerde, semtlerdeki genç Ülkücülerdik. 

Ömrünü, hayatını, verdiği yüce davasına adadı. Her türlü istibdada karşıydı, istiklal aşığıydı. Çile adamıydı. Davasının çilesini çekti hep. Hep dik durdu, düz yaşadı, istikameti, kıblesi dosdoğru bir dava adamdı. O, istikamet ve vakar sahibiydi.  Milletinin istiklali ve istikbali için birçok zorluğa göğüs gerdi. Muhsin Yazıcıoğlu, sağlam karakterli, yüksek ahlaklı ve dik duruşlu bir dava adamıydı. 

Genç Arkadaş, Hasret gibi dergilerimizde yayınlanan başyazılarını ve Hergün gazetesinde yer alan birçok açıklamalarını okuyor ve takip ediyorduk. Ülkücü gençlik hareketinde ona olan ilgi, sevgi, güven 80 öncesinde başlamış 80 sonrası zirveye ulaşmıştır.

Ülkücü hareketin ruhu olan Muhsin Yazıcıoğlu, cesur, bilge, dirayetli ve inançlı bir gençlik önderiydi. Manevi yönü ve stratejileriyle Ülkücü gençlik hareketine liderlik etti. Hayatını İslam, Kur’an, vatan, millet ve bayrak düşmanlarına karşı savaşarak geçirdi. 

Muhsin Başkanlı yıllar, Ocak’ın zirve yaptığı yıllardır. Ülkü Ocaklı kadroların, Başbuğ’dan sonra hareketin lideri olarak gördüğü ve güvendiği isimdi. Muhsin Yazıcıoğlu Başkan’ımız da Başbuğ’umuz gibi özellikle MHP-Ülkücü Kuruluşlar Davası, cezaevleri, Ülkü Ocakları, Ülkücü gençlik hareketi, Ülkücü şehitlerimiz ile geniş kapsamlı, kitaba dönüşecek tarihsel-belgesel çalışmalar yapmamı tavsiye etti ve şunları söyledi:

 “MHP ve Ülkücülerle ilgili kitapları hep Solcular yazıyor. Onların maksatlı ve emelleri belli olan yayınları okunuyor. Tarihimizi, geçmişimizi biz yazmalıyız. Biz tarihsel kökleri, fikriyatı, geleneği ve siyasi geçmişi olan büyük bir hareketiz. Bu tarih bizim. 

Ülkücü hareket olarak bir Tarih Vakfı, Milli Hafıza Merkezi kurmalıyız. İlim adamlarımız, aydınlarımız, akademisyenlerimiz bu kurulacak merkezde yer almalı, katkı sağlamalı, davamıza, fikriyatımıza, hareketimize hizmet edecek ilmi, akademik, çalışmalar yapmalılar. Ülkücü gençlerimiz buralarda fikri, kültürel, sosyal ve siyasal alanda yetiştirilmeli. Ülkücü şehitlerimizin isim listeleri çıkartılmalı. Aziz şehitlerimizin hayatları, mücadeleleri, bir albüm yapılmalı, Ülkücü Şehitler Antolojisi çıkarılmalıdır. Ülkücü mücadelemizde şehit düşmüş tüm ülküdaşlarımıza karşı ahlaki ve tarihi bir sorumluğumuz var. Davamızla, hareketimizle ilgili çok ciddi çalışmalar yapılmalı. 

Sen zaten yakın politik tarih üzerine ciddi çalışmalar yapıyorsun. Bu konulara kafa yoruyorsun. Araştırma ve inceleme yazıları yazıyorsun. Ülkücü hareket üzerine tarihsel, siyasal çalışmalar yapmaya devam et. Siyasi tarihimizi mutlaka yazmalısın, yazacağına da yürekten inanıyorum. Her zaman yanındayım.” 

Muhsin Başkan beni yönlendirdi, cesaretlendirdi, tavsiyelerde bulundu, yol gösterdi ve her konuda yardımcı olacağını söyledi. Her zaman büyük yardımlarını gördüm.

ÜLKÜCÜLÜK YAZI DİZİSİ İLE  ÜLKÜCÜ HAREKET KİTABININ TEMELLERİ ATILDI

Ancak, çalışmaların külliyatlı bir kitap haline getirilmesinin hız kazanması 24 Aralık 1995 seçimleri öncesine rastlar. O tarihlerde Büyük Birlik Partisi (BBP)nin Dedeman’da düzenlemiş olduğu bir toplantıda karşılaştığım Gündüz Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Servet Avcı arkadaşımız gazetede yayınlamayı düşündükleri “Ülkücülükle” ilgili bir yazı dizisi konusunda benden yazı yazmamı istedi. Ben de bunun kolay olmadığını söyledim. Fakat kendisi benim Ülkücü Hareketle ilgili çeşitli yazılarımı ,araştırmalarımı ve çalışmalarını bildiğinden dolayı ısrar etti. Ben de kabul ettim. Servet Avcı ülküdaşımızın bu teklifiyle, yıllar sonra ilk olarak 6 Cilt halinde yayınlanacak olan bir eserin ilk adımı atılmış oluyordu.

Çalışmalara hemen başladım. Fakat bir hafta olarak planlanan inceleme-araştırma dizisi, temas edilmesi gereken konuların yoğunluğu dolayısıyla 2 aya uzadı. 13 Aralık 1995’te başlayan yazı dizisini ancak 5 Şubat 1996 tarihinde bitirebildik.

Milliyetçi-Ülkücü çizgi üzerine kaleme alınan bu “ilk” çalışmanın Gündüz’de yayınlanması, bu yazı dizisini takip eden MHP-BBP çatısı altında siyaset yapan ülkücüler tarafından büyük bir ilgiyle karşılandı. Çalışma, objektif olması ve Ülkücü Hareketin teorik temellerinin de ortaya konulması bakımından bir “ilke” imza atıyordu. Yazı dizisi müddetince belli bir tirajı olan Gündüz’ün tirajının 5 bin artmış olmasının, bu ilginin boyutlarını gösteriyordu. Söz konusu yazı dizisi, akademisyen çevrelerinden de teveccüh gördü.

Bu çerçevede CKMP ve MHP hareketi içerisinde yer almış, Milliyetçi-Ülkücü kuruluşlarda görev yapmış birçok ilim, fikir ve siyaset adamıyla yüz yüze görüşerek, onlardan aldığım bilgiler ve temin ettiğim belgelerin ışığında çalışmalara devam ettim. Ulaştığım her yeni belge ve yüz yüze yaptığım her görüşme, müstakbel kitabın bir-iki cildi çok çok aşacağının haberini veriyordu.

Yine bu dönemde, Galip Erdem olmak üzere, Ahmet Er, Muhsin Yazıcıoğlu, Abdurrahim Karakoç, Nuri Gürgür, Sadi Somuncuoğlu, Nevzat Kösoğlu, İbrahim Metin, Yücel Hacaloğlu, Şerafettin Yılmaz, Turan Güven, Ramazan Mirzaoğlu,, İbrahim Doğan, Ramiz Ongun, Salih Dilek, Muhittin Çolak, Şevket Bülent Yahnici, Sami Bal, Ali Batman, Lütfü Şehsuvaroğlu, Hasan Çağlayan,  Şefkat Çetin, Mustafa Mit Mehmet Ekici gibi ve isimlerini burada tek tek zikredemediğim değerli simalarla görüştüm. Ülkücü Hareket’in tarihinin mutlaka yazılması gerektiği konusunda çalışmalarıma devam etmem hususunda büyük manevi destek verdiler.

Başlangıçta “Ülkücü Hareketin Tarihi’ni en azından kronolojik olarak yazmak amacına yönelik olan çalışmalarım, zamanla ülkücülerin dışına da taşarak bir nevi yakın geçmişin milliyetçilik tarihini de kapsar hale geldi.

Milli Kütüphane ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Kütüphanesi’nde yürüttüğüm hummalı bir araştırma sırasında, CKMP’den MHP’ye uzanan (1965-1980) zaman diliminde ülkücü hareket hakkında çıkan gazete ve dergiler ile ülkücü hareketin lehinde ve aleyhinde yazılmış bütün yayınları tarayıp gereken notları çıkarttım. Sağlıklı ve objektif verilere ulaşmak için sarf ettiğim mesai, çok uzun bir süreyi aldı.

Sonuçta, ilk temelleri 1990’da Yeni Düşünce Gazetesi’nde yayınlanan “12 Eylül Darbesi’nin İçyüzü” isimli dizi yazıyla atılan ve 1995’te Gündüz’de yayınlanan “Ülkücülük Nedir, Ne Değildir?” isimli yazı dizisiyle daha da genişletilerek detaylandırılan çalışmalarım, Allah’a şükürler olsun ki, 1999 yılının  Mayıs ayında 6 ciltlik bir eserin ortaya çıkmasını sağladı. Başta başbuğumuz Türkeş olmak üzere Muhsin başkan bir çok dava büyüklerimizin vasiyettini yerine getirmiş oldum Uzun çalışmalar sonunda ortaya çıkan bu eser, araştırmacılar, tarihçiler, akademisyenler sosyologlar, siyaset bilimciler, gazeticiler ve siyasi tarihle ilgilenen herkes  için temel, tek kaynak oldu 

1999 Mayısına kadar Ülkücü Hareketi’n tarihi ile ilgili tek çalışma ve yayınlanmış kitap yoktu. İlk defa, “Ülkücü Hareket”in tarihi, 6 Cilt olarak yayınlandı bu alanda o güne kadar böyle bir kitap çıkmadı İlk defa onlarca ilk ülkücü harekette yayınlandı. Böylesine olaylarla belgelerle bilgilerle ve bütünlüklü dev bir eser ortaya çıktı. Kolay olmadı, kolay çıkmadı, meydana gelmedi, 35 yıllık yoğun bir çalışmanın, uğraşın, emeğin sonucunda ortaya çıktı ve yayınlandı. 

12 EYLÜL SONRASI ÜLKÜCÜLER İLK DEFA BİR ARAYA GELDİ

15 Mayıs 1999 yılında yayınlanan 6 Ciltlik “Ülkücü Hareket” sahasında yayınlanan tek çalışmaydı. O tarihe kadar böyle bir kitap yayınlanmadı. Ülkücü Hareket adlı kitabın tanıtım toplantısına, 12 Eylül 1980 öncesi MHP ve Ülkücü Kuruluşlarda görev yapmış çok sayıda değerli isimler katılmıştı. BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu başta olmak üzere BBP, MHP, ATP ve değişik siyasi partilerde yer alan birçok isimde katılmıştır. Türk Ocakları Genel Başkanı Nuri Gürgür başta olmak üzere Türk Ocakları tam kadro katılmıştı. Türkeş ailesini temsilen Prof.Dr. kızı Umay Türkeş katılmıştı. 1965 yılından 1980 yılına kadar faaliyet gösteren, CKMP/ MHP Gençlik Kollarında Genel Başkanlık ve yöneticilik yapmış birçok isim…

1968 -1980 yılları arasında faaliyet gösteren Genç Ülkücüler Teşkilatı, Ülkü Ocakları Birliği, Türk Ülkücüler Teşkilatı, Büyük Ülkü Derneği, Ülkü Ocakları Derneği, Ülkücü Gençlik Derneği, Ülkü Yolu Derneğinde Genel Başkanlık ve yöneticilik yapmış birçok isim..

Yan Kuruluşlarımızda, yine Genel Başkanlık ve yöneticilik yapmış bir çok isim.. Gazeteler, “Ülkücüler Ülkücü Harekette Bütünleşti” haberlerini yapmışlardı. Gazete ve dergilerde çok sayıda kitapla ilgili makale ve haberler yayınlandı.

25 YIL SONRA ÜLKÜCÜLER 9 CİLTLİK ÜLKÜCÜ HAREKET KİTABININ TANITIM TOPLANTISINDA BİR ARAYA GELDİ

Ülkücü Hareket  kitabı  25 yıl sonra yeniden  9 cilt olarak basıldı . 9 ciltlik “Ülkücü Hareket” kitabının tanıtım toplantısı, 7 Aralık günü Ankara Gençlik Parkı’ndaki  En büyük salonda yapıldı. Kitabın tanıtım toplantısına misafirlerin, katılımcıların ilgisi çok büyüktü. İçerde ve dışarda  izdiham yaşandı. Tanıtım toplantısı Programı 5 kuşak Ülkücüleri bir araya getirdi.

 Milliyetçi Hareketin lideri merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş’in kızı İyi Parti Adana Milletvekili  Ayyüce Türkeş  ve şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu ailesi yan yana oturmuştur. Bu tablo salonu duygulandırmış hüzünlendirmiştir. Yine 9 ciltlik “Ülkücü Hareket” kitabını anlatan sinevizyonu  izleyenler, çok duygulanmış ve, gözyaşlarını tutamamışlardı

Ülkücü hareketin kurucusu Başbuğ Alparslan Türkeş’i, hareketin önde gelen isimleri Dündar Taşer, Ahmet Er, Galip Erdem ve birçok dava büyükleri ile Türkmen Beyimiz Şehit Gün Sazak, küresel bir suikastla şehit edilen Muhsin Yazıcıoğlu, 12 Eylül öncesi ve sonrası şehit düşen Ülkücülerin resimleri, MHP ve Ülkü Ocakları’nın düzenlediği yüzbinlerin katıldığı tarihi mitinglerin görüntüleri, salondakileri çok duygulandırdı, hüzünlendirdi  ve geçmişe götürdü .Ortak mazi canlandı.

Özellikle 15 Nisan 1978 tarihinde Ankara Tandoğan Meydanı’nda yapılan, 500 bin Ülkücünün katıldığı o tarihi mitingden kareler gösterilirken, kanlı gömleklerle yürüyen gençler, şehit düşen Ülkücülerin resimleri ve yüzlerce dev pankart (Kanımız Aksada Zafer İslamın, Hak-Hukuk-Adalet Milliyetçi Hareket, Yıkılsın Düzen Yaşasın  Devlet, Milli Devlet Güçlü İktidar) vb. Türkeş ve MHP kurmay kadrosunun ve akasında yüz binlerce Ülkücünün kol kola yürüyüşlerinin görüntüleri, salonu derinden etkilemiş ve duygulandırmıştır.

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —