Şair ve Yazar Mustafa Muharrem Tüfekçi, modern sanat anlayışı hakkında düşüncelerini ve günümüzdeki yazarların, eski yazarlara göre neden daha az tercih edildiğini Herkes Duysun mikrofonuna değerlendirdi.
Esmanur GÜLBAHAR - Reyhan ÖZBAKIR - Ömer DEMİR - Herkes Duysun
BURSA (İGFA) - Tanzimat dönemiyle birlikte başlayan modernleşme, sanat anlayışında da ciddi etkiler uyandırdı. Tanzimatın ardından cumhuriyet modernleşmesiyle de devam eden süreç, Türkiye’de yeni bir sanat anlayışı ve algısı oluşturdu. Fakat edebiyat çevrelerine baktığımızda her yıl birçok yeni kitap çıkmasına rağmen, eski yazar ve şairlerin daha çok teveccüh gördüğüne şahit oluyoruz. Peki bunun sebebi nedir?
Şair ve Yazar Mustafa Muharrem Tüfekçi, konu ile ilgili Herkes Duysun’a değerlendirmelerde bulundu.
Çok satan kitapların klasikleşme ve okunduğunda insanı estetik beğenisi yücelmiş bireylere dönüştürme gibi bir derdi olmayan metinler bütünü olduğunu ifade eden Tüfekçi, günümüzdeki müzisyenlerin dahi yaptıkları müziği, alıcısı olup olmayacağına göre yaptıklarını ifade etti.
“YUNUS EMRE’NİN ÇOK TIKLANMAK GİBİ BİR GAYESİ OLMADI”
Modern sanat anlayışı hakkında düşüncelerini Herkes Duysun ekibi ile paylaşan Muharrem, Modernizmin, her olguyu ölçümlenebilir parametreler üzerinde değerlendirdiğine ve işin nicelik boyutunu öne çıkardığını belirterek, “Modern zamanlar dediğimizde global bazda 17-18. yüzyıldan itibaren tüm dünyayı olduğu gibi bizim insanımızı da kendi kıskacına almış ve kendi gramerine tabii tutmuş, katmanlı dönüşümler serisinden söz ediyoruz. Bana göre modernizmin başat karakteri her olguyu, her durumu, her sonucu ve her nedeni sayılabilir, ve ölçümlenebilir parametreler üzerinde değerlendiren mantalitesi ve işin niceliksel boyutunu öne çıkarmasıdır. İkincisi ise niceliksellik nedeniyle insanın her türlü etkinlik normuna kendince doğumla ölüm arasına bir sınır koyarak, hayatı ve hayatı oluşturan temel dinamikleri seküler hale getirmesidir. Bu ikisi bir araya geldiğinde modernizm dediğimiz bir koridorun içinde çeperlenmeye ve enzimlenmeye başlıyoruz.” dedi.
“ÇOK SATAN KİTAPLAR KLASİKLEŞMEYECEK”
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de modernizmin insanı kendi insani varoluş çekirdeğinden, mayasından koparan, bambaşka bir kimliğe dönüştüren, roller dağıtan bir yönünün var olduğunun ve bunun da tartışılmaz bir hayat realitesi biçiminde karşımızda durduğunun altını çizen Tüfekçi, “Artık insanlar güneşin hareketlerine göre davranmak, kendi duygu durumlarını yakınlarıyla bölüşmek yerine, hayat konforu gibi hepimizin çok bildiği, çok karşılaştığı ve çok baş etmek zorunda bırakıldığı farklı basınçlarla muhatap ediliyor. Bu ortamda edebiyat ve sanatı kadim dönemlerdeki gibi insanı kainatın bir uzvu, tabiatın bir cüzü haline getirmekten uzaklaşıp sosyolojik, politik, ideolojik ya da ekonomik menfaatlerini besleyen ve destekleyen bir misyona ve dolayısıyla bir ticari faaliyet zincirine dönüştürüyor. Bütün dünyada çok satan kitap diye bir olgu var halbuki o çok satan kitapların hiçbiri klasikleşebilecek kitaplar değil. Bunlar, okunduğunda insanı estetik beğenisi yücelmiş bireylere dönüştürme gibi bir derdi olmayan metinler bütünüdür. Bu müzikte de böyledir. Halbuki edebiyat, müzik, mimari, resim gibi güzel sanatlar bizi daha çok birleştiren, bizim insani derinliğimizi daha artıran ve duygu coğrafyamızın sınırlarını sonsuza açan uğraşı alanlarıdır. Artık günümüzde dünyada da Türkiye’de de ne yazık ki edebiyat ve sanat da endüstriyel bir materyale, yeni bir kazanç kapısına ve onun getirdiği ikonlaşmaya dönüştü. Yunus Emre, şiirlerini söylerken telif ücreti almak, çok CD satmak, Youtube’da çok tıklanmak gibi bir gaye düşünmedi. Fuzuli de aynı şekilde ama günümüzde bir müzisyen, kendince yeni bir beste yapmaya çalıştığında bunun piyasada bir kitlesi olup olmayacağını ön görüyor.” dedi.
“GEÇMİŞİN BÜYÜK PROTOTİP YILDIZLARI İLE YENİNİN KÜÇÜK LED AMPULLERİ…”
Günümüzdeki yazarların, şairlerin ve bestecilerin yüzlerce yıllık oluşmuş bir repertuvar ve bunun bellekte bıraktığı zevklerle rekabet etmek zorunda olduklarını vurgulayan Tüfekçi şu ifadeleri kullandı: “Herhangi bir Türk halk müziği yapacak birinin karşısında Karacaoğlan var, Neşet Ertaş var. Geçmişin büyük prototip yıldızları ile yeninin küçük led ampulleri olarak düşünelim. Eskiye dönüşün ikinci tarafı ise yeni selpak mendil gibi… Anlık bir kullanım fonksiyonu görüyor ve çabuk eskiyor. Yeni eserler veren edebiyatta da bu böyle ne yazık ki… Zamana değil o anki seyirci ya da izleyici kitlesinin kanonik beğenisine konuşuyor. O kanonik beğeni nedeni ile o anlık bir serviste bulunuyor. O anlık servisin üstünden yüzyıllar geçtikten sonra aynı lezzeti koruyup koruyamayacağını önemsemiyor. Tıpkı hamburger gibi... Hamburger sıcakken hamburgerdir, onu ısıttığınızda ciddi bir sakınca taşır ve lezzetini kaybeder. Günümüzün edebiyat, sanat ortamını en iyi resimleyebilecek ve somut hale getirebilecek konu insanların beslenme alışkanlıkları ve tercihleridir. Nasıl günümüzde artık fastfood yöresel mutfakların üstüne çıkmış ve onların saltanatını sonlandırmışsa, edebiyat ve sanatta da aynı mantalite geçerlidir. Ürün fastfood ise anlık bir biçimde çoklu satış yapabiliyorsunuz.”