Anlamak istemeyene hiç bir şey anlatamazsınız.
Tam 28 yıldır her gün bizi nereye götürmek istediğini, gözümüze parmağını sokarcasına anlatıyor, ama - kesin inançlılar- bunu bir türlü anlamak istemiyor.
Daha genel başkan olur olmaz önce sistemli olarak cezaevi çıkışlıları yavaş yavaş partiden uzaklaştırdı. Çünkü yeni bir hikaye yazılacaktı, hakikatin gerçek yüzü ile karşı karşıya gelmiş, feleğin çemberinden geçmiş,oyuna gelmesi zor olan bu kişilerin uzaklaştırılması gerekiyordu; uzaklaştırıldılar. Kalan birkaç kişi ise hem dekor malzemesi olmak içindi, hem de projeye uygun oldukları için içeride tutulmaları gerekiyordu, tuttular.
Ardından Erciyes kurultayı yasaklandı. Bir hareketi başkalaştırmanın yollarından biri hafızasını silmek, köklerinden, geleneklerinden koparmaktır. Köksüz bir hareketi her rüzgarın önünde sürüklemek, her yana çekmek mümkündür. Yetmedi, plana engel olacak lider şahsiyetlerin de ayıklanması gerekiyordu. Yeni düşmanlar ihdas edildi, rahmetli Yazıcıoğlu düşmandı, rahmetli Ozan Arif düşmandı, Karakoç ve daha niceleri düşman ilan edilerek hareket içindeki olası etkileri kırıldı.
İçeride temizlik bitince artık - uzaktan kumandalı siyasetin- önü açılmıştı. Eski bir istihbaratçı genel merkeze taşınarak yeni siyaset biçiminin danışmanı yapıldı.
Adı danışman, ama asıl işi yönlendirmekti. Ayrık otları temizlenmiş sıra -ideolojik değişime- gelmişti.
Açık açık dönüşüyoruz demeye gerek yoktu, milliyetçilik şemsiyesi altında narkozlayıp uyutmak daha kolay oluyordu çünkü. 1999’da ANAYOL-M hükümeti döneminde BM’de sessiz sedasız İkiz İhanet sözleşmeleri imzalandı. Hiç itiraz etmedi, plana uygundu çünkü.
Bu sözleşmelerin ortak birinci maddesi, azınlıklara içinde bulundukları devletten Self determinasyon yoluyla ayrılma hakkı tanıyordu. Sözleşmelere imza atmak, -ayrılabilirsiniz-demekti. Ülkücüler toplumu bütünleştirmek için ter dökerken o ayrılıkçıların cüretini artıracak bir kapı aralıyordu. Tam o sıralar Örgüt’ün bebek katili lideri yakalanmış, Türkiye derin bir nefes almıştı. Apo asılacak bu iş bitecekti. Kimse Kürt/ Türk kardeşliği bitsin istemiyordu. Ama öyle olmadı, istihbarat devreye girdi, ana akım basın Öcalan’ın asılmasının zararlarını yazdı, herkes O ikna olmaz, şehitlerimizin hukukuna sahip çıkar diye düşünüyordu, çıkmadı, idam askıya alındı, AKP’de üç yıl sonra idamı kaldırınca Apo ölümden kurtuldu,daha korunaklı bir mekanda örgütünü yönetmeye devam etti. Vatandaş bunu da içine attı, idamdan kurtuldu ama cezaevinden kurtulamaz diye kendi kendini teselli etmeye çalıştı. Yapmayın diyenler susturuldu, milliyetçilik, onu yaşatmak haline getirildi. Aradan seneler geçti, teknoloji ilerledi, Örgüte büyük darbe vuruldu, ülke içinde eylem yapamaz hale geldi, vatandaş tam kurtulduk derken birden bire devreye yine O girdi. Terörsüz Türkiye dedi, barış dedi, umut hakkı dedi, Öcalan’ı kurucu önder ilan etti. Bunu yaparken rahmetli Türkeş’in mezarını tercih etti. Bu Ona, senin davanı bitirdim, karşı olduğun bölücü başını senin önünde Kurucu Önder ilan ediyorum demekti.
Önceki gün DEM partinin Diyarbakır’dan organize edip getirdiği PKK sempatizanı kadınlar, meclisi birbirine kattı, Kürtçe “yaşa önder Apo”sloganları attılar. Koca mecliste sadece İYİ parti tepki gösterdi, Öcalan’ın hain bir katil olduğunu söyledi, DEMCİ Pervin Buldan’la tartışma çıkınca MHP sözcüsü Gazi meclisin şerefine sahip çıkacağına Pervin Buldan’a sahip çıktı, MHP sözcüsü Erkan Akçay; “İYİ partinin Pervin Buldan’a yönelik sözlerini kabul etmiyoruz” diyerek Apo slogancılarının yanında yer aldı.
Daha Rahşan affında Onun imzası ile kapsam dışı bırakılan ülkücüleri de yazmıyorum.
Ey hala kendini milliyetçi sanan okuyucu!
Bunların hepsi gözlerinin önünde oldu, gözünle gördün, kulağınla işittin. Ama hala uyanmadın. Artık uyan demeyeceğim, çünkü senin uykun ölüm uykusundan bile beter. Ölüler bile bu kadarına dayanamazdı, Sen vicdanını, milli reflekslerini kendin öldürdün.