Zaman zaman bir ülkenin kaderi, bir parça toprakta ya da daracık bir suyolunda gizlidir. Türkiye için bu yer, İstanbul Boğazı’dır. Ve bu kaderi dengeleyen metnin adı, 20 Temmuz 1936’da imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’dir.
Bugün Kanal İstanbul Projesi, görünürde bir mühendislik harikası gibi sunulsa da; perde arkasında, bu kadim dengeyi yerinden edecek kadar jeopolitik bir fay hattıdır. Yüzeyde değil, derinlerde bir sarsıntı hazırlığı vardır. Peki, bu denge nedir? Ve onu neden korumalıyız?
Bir Milletin Boğazları Geri Alış Hikâyesi: Montrö 1936
Montrö, sadece bir sözleşme değil, bir tarihî rövanştır. Osmanlı Devleti, 1841 Londra Boğazlar Sözleşmesi ile ilk kez boğazların kontrolünü Avrupa devletlerine devretmişti. Ardından gelen 1871, 1923 Lozan süreçleri... Türkiye Cumhuriyeti, Lozan’da tam egemenlik elde edememişti; Boğazlar üzerindeki haklar uluslararası bir komisyonun denetimindeydi. Bu, genç Cumhuriyet için büyük bir eksiklikti.
Ancak dünya değişiyordu. Hitler Almanya'sı yeniden silahlanıyor, Mussolini Akdeniz'e uzanıyordu. İşte bu jeopolitik türbülansta Türkiye fırsatı değerlendirdi. 1936’da Montrö ile sadece Boğazlar üzerindeki denetimi değil, aynı zamanda Karadeniz’i bir barış denizi yapacak rejimi kurdu.
Montrö sayesinde:
- Türkiye, savaşta ve tehdit anında Boğazları kapatma hakkı kazandı.
- Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin savaş gemileri tonaj ve süre sınırına bağlandı.
- ABD donanması gibi dış güçlerin Karadeniz’de sürekli askeri varlık kurmasının önü kesildi.
- Türkiye’nin dengeleyici jeopolitik pozisyonu uluslararası hukuka kazındı.
Kanal İstanbul: Egemenlik mi, Kırılganlık mı?
Kanal İstanbul Projesi ise bu denklemde, "Montrö'ye tabi olmayan yapay bir geçiş güzergâhı" iddiasıyla sahneye sürülüyor. Yani devletin açıklamasına göre, Kanal İstanbul’dan geçen gemilere Montrö hükümleri uygulanmayacak. Bu ne demek biliyor musunuz?
Bu, Karadeniz’e kıyısı olmayan büyük güçlerin – özellikle ABD ve İngiltere’nin – Montrö sınırlarını aşarak savaş gemilerini Karadeniz’e sokabilmesi demek. Türkiye’nin 1936’dan bu yana ustalıkla kurduğu denge, bir beton kanal kazısıyla parçalanabilir.
Bu tür bir kanal:
- Türkiye’yi, NATO ile Rusya arasında istemeden taraf olmaya zorlayabilir.
- Karadeniz, sınırlı bir barış denizinden sıcak bir çatışma alanına dönüşebilir.
- Rusya'nın Karadeniz’deki hâkimiyetine meydan okuyan güçler burayı yeni bir "Pasifik’e çevirebilir.
- Türkiye, jeopolitik pozisyonunu yitirip yalnızca geçiş sağlayan bir ülkeye dönüşebilir.
Unutulmamalı: Montrö yalnızca Türkiye’nin değil, Karadeniz’e kıyıdaş 6 ülkenin de güvenlik şemsiyesidir. Kanal İstanbul, bu ortak çatıyı yıkabilir.
Stratejik Akıl Nerede Durmalı?
Bu noktada akla şu sorular gelmelidir:
- Eğer Kanal İstanbul Montrö’yü bypass ediyorsa, bu durumda Karadeniz’e savaş gemileri akın ederken Türkiye ne yapacak? Susacak mı?
- Montrö’den doğan “savaş zamanı Boğazları kapatma hakkı”, Kanal üzerinden geçişlerde geçerli olacak mı?
- Bu proje, gerçekten de Türkiye’ye bağımsızlık mı kazandıracak; yoksa egemenliğin kalbinde bir delik mi açacak?
Tarih bize hep şunu söyler: Denizlere egemen olan, kara üzerindeki düzeni belirler. Osmanlı’nın Boğazları yabancı donanmalara açması nasıl bir çöküş sürecini hızlandırdıysa, bugün de benzer bir adım, geleceğin tarih kitaplarında "büyük kırılma" olarak yer alabilir.
Bir Kanal Açılır, Ama Bir Rejim Kapanabilir
Bu mesele basitçe bir "kent projesi" değildir. Bu mesele, 100 yıllık jeopolitik akıl mirasının yeniden yazılmasıdır.
Unutmayalım:
- Montrö, İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’yi büyük çatışmanın dışında tutmuştur.
- Montrö, Soğuk Savaş’ta NATO’ya üyeyken bile Sovyetlerle doğrudan gerilim yaşamamamızın temelidir.
- Montrö, bugünkü dış politikanın en sessiz ama en güçlü enstrümanıdır.
Ve şimdi, bu sözleşme; bir kazma darbesiyle, “rekabetçi büyük güçler lehine” esnetilmeye çalışılıyor.
Sonuç: Güç Betonla Değil, Bilinçle İnşa Edilir
Bir ülkenin gücü, kaç kule diktiğiyle değil; hangi dengeyi ne pahasına koruduğuyla ölçülür. Kanal İstanbul, doğru zeminde, doğru zamanda, doğru gerekçelerle tartışılmıyor.
Eğer Montrö zayıflarsa, yalnızca Türkiye değil, bütün Karadeniz ateş hattına dönebilir. Ve bir gün bu bölge yeniden dünya savaşlarının sıçrama tahtası olursa, kimse "bir kanalın bedeli bu kadar büyük olur mu?" diye sormasın.
Çünkü evet, olur.
Sinan GÜLER
07.05.2025
gulersinan85@gmail.com