Dünya aslında herkese yetecek kadar verir..! Toprağıyla, havasıyla, bereketiyle… Elindeki nimet, insanlığa fazlasıyla yeter. Ama biri hâlâ “açım” diyorsa, burada sorun ihtiyaçta değil, gözünü doyurmak bilmeyen hırsın ta kendisindedir…
İnsanın ihtiyacı dünya kadardır;
ama hırsı… O, UZAYIN derinliklerinde saklanan bir kara delik gibidir.
Ne kadar verirsen ver, yutar.
Bir lokma bile doygunluk vermez. Yutar, çünkü doğası budur.
Ve işte tam da bu yüzden, hırs yalnızca bireyin değil, toplumun da yavaş yavaş içine çekildiği görünmez bir felakettir..!
Makam da böyledir.
Siyaset, koltuk, yetki… Bunlar görünürde araçtır ama içeriden bakıldığında çoğu zaman egonun sarayına dönüşür..!
Bir koltuğa oturursun; sözde “millete hizmet” için… Ama zamanla o koltuk senin hizmetine girer.
Kalkmak zayıflık sayılır, vazgeçmek kayıp gibi algılanır.
Ve insan, ışığını bile içine çeken o karanlık hırs girdabında, yavaş yavaş kendini kaybeder.
Peki bu nasıl bir çelişki?
Hizmet için çıkılan yol, nasıl olur da ihtirasın sahnesine dönüşür?
Nasıl olur da bir koltuk, bir insanın sınavına, bir milletin kaderine dönüşür?
Çünkü mesele koltuk değil, koltukla gelen güç zehridir.
Ve o zehir, tatlı geldiği sürece kimse kalkmak istemez.
Çünkü bırakmak, sadece bir makamı değil, hükmetme arzusunu, görünmez sarayları da terk etmektir.
Dünya verir, yeter.
Ama hâlâ açsan, bil ki doymak için değil, yutmak için oradasındır.
Ve unutma:
Her yutan, en sonunda kendi karanlığında kaybolur..
Çetin Ay