Küçüklüğünde Galatasaraylı değildi.
Muhtemelen Galatasaray’ı hiç bilmiyordu.
Türkiye’yi de...
Ama geldi.
Galatasaray’ı sevdi...
Ülkeyi de...
Müthiş bir aidiyet gösterdi.
Başka teklifleri hiç tınmadı.
Arabistan’dan aldığı teklifler dile bile zordu.
Deli paralardı.
Bırakın bir takımı;
“Ben zaten küçüklüğümde de Suudi Arabistanlıydım”dedirtecek paralar.
Hayır!
O, adanmışlığı seçti...
O, mutluluğu seçti.
Sağ elini kalbinin altına koyup Metin Oktay selamı çaktı.
Elini kulaklarına kaldırdı, milyonların aşkı oldu.
Zafer Bayramı’mızda asker selamı çaktı, Atatürklü fotoğraf paylaştı.
O bizden biriydi artık.
Galatasaraylıydı.
Onun için, Allah’ın Arjantinlisine,
Mauro Emanuel Icardi Rivero’ya El Turko dedik.
O artık sonsuza kadar bizden...
Kerem! Ah be Kerem!
Daha birkaç yıl öncesine kadar alt liglerde topun peşinde koşuyordun.
Yetenekliydin. Muhtemelen hedeflerin vardı ve çalışıyordun.
Sana bir yol gerekti.
Fatih Terim kısmetin oldu.
Galatasaray o yolu sana sundu.
Bir anda yıldız kategorisine girdin.
Tanımıyordum seni; belki iyi bir insandın.
Lakin bir aksilik vardı.
Ya sıkıntılar seni buluyordu ya da sen belaya gidiyordun.
Açık ve net örnek Marcao idi.
Sonra işitilenler, okunanlar, duyumlar...
Taraftarın da -en azından- bir kısmıyla sorunluydun; laf sokma çabaların vardı.
Hâlbuki Erman Toroğlu ve daha pek çok kişi seni uyarmıştı;
“Girme bu işlere, futboluna bak.”
Dinlemedin.
Olmadı... Olmayacaktı.
Bu nedenle Benfica transferine sevindim.
Benfica bu işlerin ustasıydı; üçe beşe alır, yirmiye otuza satardı.
Kariyerine yeni başarı hikâyeleri eklenirdi.
Olmadı... Yapamadın.
İlk fırsatta ülkene kapağı attın, Fenerbahçe’ye transfer oldun.
Olsun... Hatta hayırlı olsun dedim önce.
Gerçekten üzülmedim.
Öyle transfer çalımlarıyla üzülecek/mutlu olacak yaşları çoktan geçmiştim ben.
Aidiyet?
Hayır!
Sen, bir Metin Oktay olamazdın.
Sen, Yasin Özdenak ya da Fatih Terim de değildin.
Sen, Cüneyt Tanman veya Arda Turan da değildin.
Senin onlarla kıyasın mümkün değildi.
Hagi olamazdın.
Sen, Drogba, Sneijder, Kewell ve benzerleri de değildin.
Çok yakınında yer alan Icardi de değildin.
Onun için senin transferin beni hiç etkilemedi çocuk.
Öyle küfürlere, kavgalara falan girmeyeceğim.
Sen, küçüklüğünde Fenerbahçeliymişsin, ne gam...
Belki de kanın sarı lacivert akıyordur, hah!
Fenerbahçe’yi şampiyon yapmak için gitmişsindir, vay!
Fenerbahçe’ye “en büyük” demişsin, iyi...
Vallahi derdim değil çocuk.
Amma ve de lakin “şeref” işine girmeyecektin.
Boyunu da haddini de bu denli aşmayacaktın.
Şeref ağır bir sözcüktür...
Altındaki yeterli değilse ezer geçer.
Şeref çok ciddi bir kavramdır...
Uluorta kullanılmaz, kullananı yakar.
Bak!
O Fenerbahçe’de kimler var?
Lefterler, Can Bartular...
Alpaslan Eratlılar, Osman Arpacıoğulları, Cemil Turanlar...
Daha yakın tarihten Oğuz Çetinler, Rıdvan Dilmenler, Alexler...
Sen, böyle örnekler varken neden başkalarını örneklersin kendine?
Bak! Sergen Yalçın’a bak!
Nerdeyse oynamadığı takım kalmadı.
Galatasaray, Fenerbahçe, Trabzon...
Ama o hep Beşiktaşlı Sergen’di.
O, hep Beşiktaş’ın çocuğu olarak kaldı.
Yanlış yaptın çocuk!
Şeref işine girmeyecektin.
Niyetin var mı bilmiyorum ama...
Şimdi özür dileyemezsin.
Geri adım atamazsın.
Ah be çocuk!
Çok iyi oynayabilirsin.
Skor katkıları verebilirsin.
Başarılı da olabilirsin.
Ama “büyük” olma kapılarını hepten kapattın.
Türk futbolu “büyük olma/olamama” örnekleriyle dolu.