Haşim Efe


MİLLİYETÇİ, MUHAFAZAKAR VE DİNDAR GRUPLAR VE SİYASET-2

Türkiye’de siyasal İslam’ın ikinci dönemi


Erbakan’ın siyaset yasağı getirilmesi sonucunda, Erbakan’ın legal siyasette yapamadığı bir süreçte, Milli Görüşün ana gövdesinden ayrılarak AKP adında yeni bir parti kuran ve 2003 yılından itibaren tek başına iktidar olunan ve halen devam eden dönemdir. Ancak bu dönem başladığı andan itibaren Milli Görüş’ün kurucu lideri Erbakan tarafından bu kadronun Milli görüşü temsil etmediği ve milli görüşten ayrıldığı, bu kadronun ABD ve İsrail’in bölgedeki taş oranlığına soyundukları şeklinde şiddetle eleştirilere tabi tutulmuştur. Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç’ın temsil ettiği bu yeni anlayış siyasi parti ve iktidar yapılanmaları içerisinde, geleneksel İslami yapılara olabildiğince yer vermiş, devlet içinde ve dışında iş ve işlemlerini kolaylaştırılmıştır.    

 

AKP Demokratik söylemlerle İktidarını, dini söylemlerle İslamcılığını meşrulaştırdı

AKP, iktidar olmakla birlikte iç ve dış politikasında özellikle demokratik söylemler geliştirmesi, AB katılım sürecine sarılmış olması, iktidarının ülke içinde ve dışarda kabul görmesini ve güçlenmesini sağlamıştır. Ayrıca, AKP iktidarını sürdürmek için içinden geldiği Siyasal İslam anlayışından da farklılaşarak, iktidarda kalmak için her yolu mübah gören(makyavelist) bir anlayışla hareket eder olmuştur. Böyle olmakla birlikte, bu süreçte dini imajının üzerine özellikle tarikat ve cemaatlerin desteğini de alarak hem dini meşruiyetini! daha da pekiştirmiş, hem de sosyal ve siyasal taban olarak genişlemiş ve merkeze konumlanmıştır.

 

Devlet Bahçeli ve MHP ne yapıyor?

Türkiye’de milli görüş hareketi ile eş zamanlı siyasi bir çıkış yapan MHP, Türkeş’in ölümü ile D.Bahçeli’nin genel başkanlığında her ne kadar siyaset sektörünün konjontürel boşluklarda %18 oy alacak şekilde büyümüş olsa da, Türkeş’in hedef ve vizyonundan vaz geçmiş olduğu imajı vermesinin de etkisiyle, devam eden süreçlerde istikrarlı bir siyasi çizgi tutturamamış ve bazen seçim barajın altında kaldığı da olmuştur. Köklü bir siyasi parti olmakla birlikte kendisine siyasetin kompozisyonunun elverdiği dönemlerde Başbakanlık tekliflerini Bahçeli geri çevirmiş, bu anlayışla sürdürdüğü siyasi anlayışını 2015 yılından itibaren legalleştirerek AKP’yi destekler hale getirerek, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığında AKP’nin de iktidarda kalmasını neredeyse MHP’nin parti misyonu haline getirmiştir.

 

Aklı başında dindar alimler, İslamcı siyaset cenahına rehberlik yapabilirlerdi

AKP’nin ve ilişkili sosyal kesimlerin dini fetvacısı olarak en çok Prof. Hayrettin Karaman dikkate verilmektedir. Karaman’ın verdiği fetvalar ise “usulsüzlük yolsuzluk değildir” İslami iktidarın her hatası söylenmez”, “islami hizmetler için kullanılacak ise komisyon/rüşvet alınabilir”, “ammenin menfaati için cüzden vaz geçilebilir, M.Yazıcıoğlu  örneğinde olduğu gibi” İslam imanının ve itikadının özü ile bağdaşmayan dinin siyasallaştığı tartışmalı eski dönemlerde verilmiş fetvaların hükümlerine bina ettiği fetvalardır. İslam adına verilen bu fetvalar, İslam dinine zarar vereceği gibi bu fetvalara göre iş yapan kurum kuruluş ve kişileri de hem İslam çizgisinden hem de evrensel değerlerden koparacak yollara sokar diye bir çok dindar kişiler tarafından değerlendirilmektedir.

 

Aslında, milliyetçi muhafazakar sağ siyasetin birinci motivasyon kaynağı olan din, özü itibariyle din dahil varlık aleminin dengesine göre vaaz edildiğini, bu dengede her şeyin insanın faydasına hizmet etmek için verildiğini ve insanın bu varlık aleminin dengesini bozmadan tüm imkanlarını kendi faydasına kullanabileceğini insanlara vaz etmektedir. Sağ siyasetçi ve entelektüeller elbette bu gerçekliğin bilincinde olmaları gerekir. Dinin bu esasının açılımını yani önce insan diyerek, onun varlık alemiyle bütünleşecek fiziksel ve düşünsel istidadının ve gelişiminin önünü açan plan ve programlar yapabilirlerdi. Dengeli bir sosyal hayat, mutlu bir ülke ve dünya hedefi yolunda gayret sarf edebilirler siyasilerde de bu yönde rehberlik yapabilirdi. Din, bu asli haliyle, ülkenin ve insanlığın ilerlemesinin itici motoru da olabilirdi. Ancak ve maalesef bu dinamik anlayış mecrasından çıkarıldığı gibi, insanlığın tecrübelerine dayalı ilerlemelerden faydalanılmasının önünde de engelleyici unsur haline getirilmiştir.

 

Oysa, Müslüman toplumların pratik hayatında da görüldüğü gibi Hıristiyan ve diğer din coğrafyalarından tıp, teknoloji ve sanayi ürünlerini alıp kullanmada herhangi bir beis görmemektedir. Bilakis pratik hayatın gerekleri ve “ilim Müslümanın yitik malıdır,  Çin’de olsa gidip alınız”  düsturunca hareket edilebilmektedir. Ancak bu alınacak ilim, yönetim ve hukuk gibi sosyal bilimler alanında olunca, alınmaması için başta din ve millilik adına önüne setler çekilmektedir. AB’ye girmeye karşı direnç göstermeler ve nihayet vaz geçmeler bu anlayışın sonucudur. Eğer ülkemiz AB’ye girmiş olsaydı veya Kopenhag kriterleri standardında yönetilen bir ülke inşa edilebilseydi, siyasetçiler reel ve çağdaş hayatta yeri olmayan argümanlarla siyaset yapamayacak ve siyaset herkesin de yapabildiği bir alan haline gelmeyecekti. Türk siyasetçisi de gelişmiş dünya standartlarında bilgi, proje ve programlara dayalı pozitif siyaset yapmak zorunda kalacak, toplumda inanç dünyasında birikmiş tortularından arınması için en uygun iklimi yakalayacaktı.  

 

Ancak olmadı ve çeşitli nedenlerle AB’ne katılmaktan vaz geçildiği gibi Türk siyasetçisinin ülkeyi Kopenhag kriterlerine göre bir kamu yönetimine kavuşturmak gibi bir hedefinin de olmadığı anlaşıldı. Bu konuda Demirel için dünya ile barışık ve dünyanın gidişatından haberdardı diyebiliriz. Özal’ı diğer sağcı liderlerden biraz daha ayrı ve farklı tutmak gerekir. Özal’ı vizyon sahibi liberal olarak tasnif etmek ve hakkında “kişilik olarak, dindar ve aynı zamanda dünyayı okumasını biliyor. Yüksek standartlarda bir devlet ve kamu idaresinin ülkenin geleceğinde sağlayacağı avantajı çok önceden görmüştü” değerlendirmesini de yapılabilir. 

 

AKP öncesinde ve AKP ile eş zamanlı olarak sağ yelpazede siyaset yapan diğer siyasi partiler ve liderler halkın ve sosyal grupların geleneksel yapılarına, inanç ve kültürleriyle barışık yapılarını sürdürmüşler. Halkın aydınlanması, çağı yakalaması ve ileri gitmesi yönünde ciddi bir plan, program ve politikaları olmayan, hatta halkı bir bütün olarak veya ayrı ayrı sosyal gruplar halinde kontrollerinde tutmak için onların algılarını da yöneten bir yaklaşım içinde bulunmuşlardır diyebiliriz. Bu süreçte ANAP ve DYP gibi sağın iki önemli partisi varlıklarını sürdüremedikleri için gözden kaybolmuşlardır. (Devam edecek)

 

 

Haşim EFE