Haşim Efe

Tarih: 04.05.2025 12:38

MİLLİYETÇİ, MUHAFAZAKAR VE DİNDAR GRUPLAR VE SİYASET-2

Facebook Twitter Linked-in

İktidara geldiği 2003 yılından itibaren, en çok millilik ve yerlilik, hatta İslamilik iddiasında bulunan, AB’ye giriş sürecinde önemli adımlar atarken aynı zamanda sürekli “ileri demokrasi, adalet, hürriyet, eşitlik..” diyerek, “demokrat bir lider” görüntüsü vermişti. Bu anlayışla ve süreci devam ettirerek Türkiye’yi yüksek seviyede bir demokratik yönetim sistemine kavuşturarak, ülkeye ve millete büyük bir hizmet yapmış olabilirdi. 

 

Ancak, bu demokratik söylemleri ve AB girme sürecini taktiksel bir safha olarak değerlendirmiş olacak ki bir noktadan sonra, AB hedefinden ve demokrasi söylemlerinden vaz geçtikten sonra, artan bir dozda otokrasiye kayan bir anlayışla ülkeyi 22 yıldır yönetmektedir.  Bu dönemde AKP’nin şiarı ilan edilen 3S (yoksulluk, yasaklar ve yolsuzluklar) ile mücadele politikası unutulmuş olması bir yana,  bilakis bu 3S artmıştır. Ayrıca, AKP iktidarı ve Erdoğan hak, hukuk, adalet ve demokrasiden çok uzaklaştığı, dolayısıyla ferdi ve kitlesel mağduriyetlere yaşanmasına neden olduğuna dair yoğun eleştirilerin muhatabı olmaktadır.

 

Diyanet İşleri Başkanlığının Sağ siyaset için anlamı ne? 

Diyanet İşleri Başkanlığı, Atatürk döneminde devletin bir kurumu olarak kurulmuştur. Kurulma amacını muhtelif şekillerde yorumlayanlar bulunmaktadır. Ancak kurulmasından itibaren neredeyse İnönü, Bayar, Menderes, Demirel, Ecevit, Özal, Erbakan, Türkeş gibi siyasi liderlerin 2 binli yıllara kadar olan döneminde, bir devlet kurumu olma niteliğini koruyor ve daha bağımsız ve olabildiği kadar da dinin özgün mecrasında faaliyet yürütmeye çalışıyordu. Bu çizgisini, AKP iktidarının son dönemlerinden itibaren maalesef koruyamadığı, Başkanlığın dolayısı ile dini değerlerin resmi bir kurum aracılığıyla siyasallaştırılmasının önemli bir aracı haline geldiğine dair kamuoyunca yapılan ciddi eleştirilerin hedefi haline gelmiştir. 

 

Aynı şey, yani siyasetin aracı haline getirilme iddiası ve yoğun eleştirisi birçok tarikat ve cemaatler içinde söz konusu yapılmaktadır. Kamuoyunda devletin bağımsız kalması gereken yargı, yasama, emniyet gibi hassas kurumlarının da siyasallaştırıldığına dair yoğun eleştiriler yapılmaktadır.

 

Dindar nesil ne oldu

Yine AKP’nin eğitim politikaları ile “Dindar nesil” projesine baktığımızda, bu nesle ulaşmak amacıyla birçok defa eğitim politikalarını değiştirmiş ancak bir türlü bu amacına ulaşamamış olmanın şaşkınlığını yaşadığını görüyoruz. Eğer bu sonucu ortaya çıkaran nedenleri, AKP’nin eğitim politikalarını eleştirenler gözünden dile getirecek olursak. Bu eğitim anlayışını savunan başta politik figürler kendi çocuklarını yurt dışında veya yurt içinde özel laik anlayışı ve programı olan okullara gönderiyorlardı. MEB’nın okul öğretmenlerinin, öğrencilere davranışlarında örnek olamama problemleri vardı. Anlatılan ders ve konular, esas ve usullerde yaklaşım akıl, düşünce, merak, muhakeme, kıyaslama, eleştiri gibi insanın anlam dünyasında yer bulmasını sağlayacak temellerden yoksundu. Sadece dini eğitim hedeflenmiyordu, eğitimler ve konular politikleştirilerek anlatılıyordu gibi eleştirel söylemleri burada ifade edebiliriz. Sonuçta belli oranda dindar(gerçekte politik taraftar, İslamcı) nesil yetişti. Ancak bu dönemde bir o kadarda inançsız, deist, ateist anlayışta bir gençlikte ortaya çıkmış oldu.

 

İslamcı Siyasetin diğer sinir uçları Filistin ve Gazze.

Türk dış politikasında, geleneksel sağ siyasetçilerin dış politikada İslam dünyasına özelde Filistin ve Gazze konusunda ürettikleri söylemlerde sıcak mesajlar verirken, bir taraftan da İsrail’i dengede tutacak şekilde politikalar yürütülüyordu. Aslında AKP ve Erdoğan’da iktidarının ilk dönemlerinde İsrail’le iyi ilişkiler sürdürdüğü görülüyordu. Ta ki bir zaman Mısır, Libya ve Suriye’nin yaptığı gibi, Filistin’in milli ve dini hamiliğine kalkışarak dengeleri filistin lehine bozacak görüntüler verinceye kadar. Hatta, söz konusu ülkelerin bu hamilik rolünü görünürde tamamen Türkiye ve kendisi üzerine almış, iç ve dış politikalarının kullanışlı bir aracı haline getirmiştir. Bu Filistin savunuculuğu ve hamiliği görüntüsü ile uzun yıllar İslam dünyasında ve iç politikada İslami duyarlılığı bulunan geniş kitlede pozitif karşılık bulmuştur. Ancak, reel gerçeklere dayanmayan bu politikaların en sonunda geldiği yer, hali hazırda Filistin ve Gazze’nin dramatik ve trajik mevcut durumu gözler önündedir ve Erdoğan ve Türkiye, İslam dünyası ile birlikte sadece seyretmektedir. 

 

Dini ve milli semboller nelerin kamuflajı oluyor

Din ve dine ait sembollerle vatan, millet, bayrak, ezan gibi milliyete ait semboller üzerinden politika ve siyaset üretmek, sağ cenahtaki siyasetçinin kullandığı önemli kavram ve argümanlar olurken, bu semboller aynı zamanda, ülkede ortaya konulan darbe, kalkışma, cunta ve benzeri illegal faaliyetlerin de en kullanışlı kamuflajı olarak kullanıldığı da görülmektedir. Ülkede bu kamuflaja en çok takılan sosyal gruplar ise milliyetçi, muhafazakar ve dindar kesimlerdir. Bu anlamda demokrasiyi kesintiye uğratan legal ve illegal yapıların kullandığı değerlerle bu kesimlerde bulunan değerlerin büyük bir uyum içinde olduğu görülmektedir.

 

Dine en çok kim zarar veriyor

Dolayısıyla biraz liberal, biraz milliyetçi, biraz muhafazakar, biraz laik, eskileriyle ve yeni muhafazakar veya yeni İslamcı bu sağ siyasi cenahın siyasi liderlerinin, Ülkenin dünya standartlarında bir yer kazanması konusunda bir vizyona sahip olmadıkları, ancak algısı parlak olan içerikten yoksun kutsal argümanları çok iyi kullanarak siyaset yapabildiklerini görüyoruz. Bu durum kendilerine bir süre politik fayda sağlasa da uzun vadede, millete, dine ve dine ait değerlere çok zarar vermiş olduklarını burada söylemek durumundayız. 

 

Yeni bir Emevi döneminde miyiz?

Sonuç olarak sağ siyasetçi ve liderleri, özellikle günümüz siyasal İslamcıları genel olarak, üzerinde siyaset yaptıkları seçmen kitlesinin inancını, inancına dayalı algılarını iktidar olma ve iktidarlarını sürdürebilmelerinin önemli bir aracı olarak gördükleri reel bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Bu haliyle devam ettirilen siyasetçi-toplum ilişkileri, günümüzün tipik bir Emevi anlayışıdır. Hatta dini bir araç olarak kullanan Emevi siyasi anlayışının daha da pekiştirilmiş şeklidir de diyebiliriz. 

 

Laikler ile İslamcılar arasında yıllardır karşılıklı suçlama şeklinde devam eden bir tartışma, “dine laikler mi, İslamcılar mı daha çok zarar veriyor” sorusu, samimi dindarlar için önce öz eleştiri ve sonrasında cevaplandırılmasından kaçınılmayacak kadar ciddi ve sorumluluk gerektiren bir soru olarak karşımıza durmaktadır.

 

 

 

Haşim EFE


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —