İrfan Sönmez


ZİNDANDAN ÇIKAMAYANLAR

İnsanların çoğu zindanda yaşıyor. Bu bir fiziki zindan değil, aklın, düşüncenin prangaya vurulmasından bahsediyorum.


İnsanların çoğu zindanda yaşıyor. Bu bir fiziki zindan değil, aklın, düşüncenin prangaya vurulmasından bahsediyorum.

Bu bazen bir ideoloji, bazen bir parti, bazen bir lider, bazen bir topluluk veya cemaat mensubiyeti olarak karşımıza çıkıyor. İdeolojik veya  grup mensubiyeti aslında zihinsel bir mensubiyeti ifade ediyor.  Ortak yön, hepsinin üyelerine sınır çizmesi, tartışılmaz, konuşulmaz -yasak alanlar-koymasıdır. Çünkü yegane gerçeklik o yapıların gösterdiği gerçekliktir.

İnsan aklının mahpus  edilmesi bazen de çok yönlü propaganda taarruzu ile sağlanır.

Medya üzerinden yapılan çok yönlü yayın gerçekle hedef kitle arasına duvarlar örer, kişi hangi tarafa bakarsa baksın aynı manzara gösterilir, bir süre sonra sanal olan, hakikat olanın yerini alır ve  zamanla bu bir imana dönüşür. Artık hakikat benim ideolojimin, benim cemaatimin, partimin söyledikleridir. Dışarıda bir hakikatin bulunması imkan ve ihtimali yoktur. Bu duruma gelmiş kişi çizilen sınırların dışına çıkamaz, dar bir alanda aklını dolaştırır durur.Mensubiyeti zindanı olmuştur.

İşte onca olumsuzluğa, krize, hayat pahalılığına,adaletsizliğe rağmen herkesin kendi klanında kalmasının nedenlerinden biri budur.Çünkü toplumsal gerçeklikle aralarında duvarlar vardır. Ülkeyi bu hale getiren yönetenler değil, dış güçler, muhalefet, üst akıl ve diğer görünmez güçlerdir.

Ancak insanları bulundukları yerde tutan veya bir topluluğa katılmaya iten sadece ortak duygu ve düşüncelere sahip olmak değildir, başka sebepler de vardır. İnsan yalnız başına zayıf ve güvensizdir. En büyük ihtiyacı güvenliktir.Kaygılarını, korkularını bir cemaat veya topluluğa dahil olarak bertaraf etmeye çalışır. Güvenlik ihtiyacını bu yolla giderir. Bauman'ın ifadesiyle;" Cemaatin içindeyken güvende olduğumuz için gevşer, rahatlarız. Düşersek, elimizden tutup ayağa kaldıracak başkaları vardır..." Hastalığımızda, düğünümüzde, cenazemizde  üzüntü ve sevinçlerimizi paylaşacak olan geniş bir sosyal akrabalık ağı oluşmuştur.İçine girdiği toplulukla özdeşleşen insan, örülen duvarları aşıp bazı yanlışları görse bile oradan kopamaz. Orada alelade bir topluluk değil bir aile olunmuştur. Aileden kopmak demek yalnızlaşmak, aynı korku ve endişelere dönmek demektir. Günümüzde şu veya bu partide olup bazı yanlışları görmesine rağmen klanını bırakamayanların hikayesi budur: Yalız kalmaktansa, yanlışlara katlanmak. Çünkü insanlar güvenlikle özgürlük arasında tercih yapmak zorunda kaldıklarında hep güvenliği tercih etmişlerdir. 

Bir diğer pranga da şudur: Rıza üretmede en etkili silah dindir.Ama din siyasetin elinde çarpıtılarak bağlamından çıkarılır,her türlü çirkinliği örtmek için bir araç olarak kullanılır.Bunun için önce koyu bir kadercilik telkin edilir,her türlü olumsuzluk kadere bağlanır, zamların bile Tanrı tarafından yapıldığı söylenir.Topluma, kaderine razı olması,itiraz etmemesi öğretilir.Sorumlu kader olunca da zalimin, hırsızın,rüşvetçinin, kötülerin sorumluluğu ortadan kalkar,sorumlu direk kaderi yazan Allah olur. Hiç bir şeyden şikayet etmeye, kimseyi sorumlu tutmaya gerek kalmaz. Herkes kendi zindanında kalmaya devam eder. Emeviler de kendilerini savunurken; " bizim bu göreve gelmemiz kaderdir, siz bu kaderi yazan Allah'a mı karşı geliyorsunuz?"  diyorlardı. Gerçekte bizi Tanrı yönetmiyor; Allah bizi bize bırakmıştır.Onun için de herkes yaptığından sorumludur. Daha iyi bir dünya, ancak toplumla gerçeklik arasındaki duvarların yıkılması ve yüce dinimizin despotları,zalimleri,kamu hırsızlarını sorumluluktan kurtaran din dışı yorumlardan kurtarılmasına bağlıdır.