Azerbaycan/Ermenistan çatışmaları bir kez daha bölgenin ve dünyanın dikkat merkezinde. 12 Temmuz 2020 günü başlayanve zaman zaman tekrar alevlenenAzerbaycan-Ermenistan sınır savaşı, Yukarı Karabağ’dan uzak bir bölgede, Türk kimliğininin de çok köklü ve derin olduğu topraklardan biri olan Tovuz/Agdam’da vuku bulsa da hemen Yukarı Karabağ meselesini gündeme taşıdı.Bugün uluslararası sistemde önemli bölümü İslam ve Türk dünyasını ilgilendiren sorunlar çoğu kez;çatışmalar ve savaşlar vesilesiyle gündeme geliyor,sonra konjonktürel dalgalanmalarla göre süratle gündem dışına itiliyor, adeta çözümsüzlüğe mahkum ediliyor.Nitekim Yukarı Karabağ da onyıllardır sürekli gerginlikler, katliamlar, sürgünlerle yaşamış,iki ülke son olarak Nisan 2016’deki Dört Gün Savaşı ile de çok ciddi olarak kapsamlı bir savaşın eşiğine gelmiştir. 12 Temmuz çatışmaları bütün bunların son perdesidir. Umarız gerçek anlamda son perde olur ve nihai siyasi çözüme giden süreç artık başlar. Yukarı Karabağ’ın işgal edilmişliği, en başta bizleri ilgilendiren coğrafyanın en önemli sorunlarındandır.Bugün Azerbaycan’ın %20’si işgal altındadır. 1milyona yakın Azeri de anayurtlarından kaçmış, “kaçgın“ durumdadır.Büyük ölçüde Sovyet düzeninin ağır mirası olan bu işgalin sadece iki ülkeye değil bütün mücavir bölgeye onyıllardır olumsuz, yıkıcı etkileri oluyor.
Bugün uluslararası düzenin en önemli sorunlarının başında yaklaşık otuz yıldır işgal altında bulunan Yukarı Karabağ meselesinin geldiğini belirttik.Gerçekten de öyledir. Yukarı Karabağ aslında yüzyıllık bir meseledir. SSCB yönetimleri bu meseleyi birtakım siyasi adımlar, toprak düzenlemeleri, manipulasyonlar vb.ile manipule etmeyi, geçici olarak dondurmayı tercih etmiştir.SSCB döneminin hakim şartları içinde YK konusunun bugünkü ölçekte bir siyasi,askeri,diplomatik vb. meseleye dönüşmesi zaten hayal dahi edilemezdi. Öteyandan, 1980’lerin sonunda SSCB’nin çöküşüyle birlikte önemli bir çatışma alanına dönüşmüş, geniş şekilde dünya gündemine gelmeye başlamış, paralel olarak da YK hakkında kapsamlı bir siyasi, askeri, hukuk ve diplomasi literatürü de oluşmaya başlamıştır.Bugün müzakere masalarında, güçlü aktörlerin dosyalarında YK ve mücavir bölge/rayonların işgaline dair çok sayıda karar, girişim, toplantı tutanağı vb. mevcuttur. Sayısız demeç, kınama keza dosyalardadır. Ancak YK meselesinin adil ve sağlıklı bir şekilde anlaşılabilmesi içinkonunun özünün kaybedilmemesi, her zaman bu noktadan hareket edilmesigerekir. Bu anlamda işin özü bölgenin onyıllardır Ermenistan’ın işgali altında oluşu gerçeğidir.Bütün diğer bağlantılı ve güncel gelişmeler bu esas üzerinden değerlendirilmelidir.
Bu bakımdan YK sorununun bugünkü hukuki ve siyasi çerçevesinin kısaca bir kez daha hatırlanması yararlı olur.
1813 Gülistan Anlaşması’yla Rusya ve İran’ın bölgeyi paylaşmaları, 1828 Türkmençay Anlaşması’yla Rusların Kuzey Azerbaycan’ı ilhakları, 28 Mayıs 1918’de Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin kuruluşu, Türk İslam Kafkas ordusunun 15 Eylül 1918’de Bakü’yü kurtarmasının ardından Kızılordu’nun Azerbaycanı işgali, SSCB döneminde Moskova’nın burada idari- siyasi düzenlemeler veharita mühendisliği (ana Azerbaycan ile Nahçıvan bölgesi arasındaki irtibatı koparan Zengezur’un Erivan’a verilmesi gibi) yapması; tarihen Türklerin ata yurtlarından biri olan bölgenin siyasi,iktisadi, sosyal yapılarını darmadağın eden, yıkıcı tarihi dönüşümler doğuran bazı önemli aşamalardır. Bu tarihi zemin üzerinden hareket ederek bugünlere doğru uzandığımızda SSCB’nin Azerbaycan’ı ilhakını (1920) müteakiben YK Muhtar Bölgesi’nin kuruluşunu (1923) da görürüz.
Bugünlere uzanan etki ve sonuçları bakımından çok belirleyici olan SSCB’nin dağılış süreciyle birlikte bölgedeki gelişmeler de olağanüstü bir aşamaya girmiş, 1988’den itibaren YK tek taraflı karar ve adımlarla Bakü’den uzaklaşmaya yönelmiş, örneğin 10 Aralık 1991’ de bağımsızlığını ilan etmiştir. Tarihen Türk toprağı olan YK ve mücavir 7rayon/bölgenin bugünlerini ve geleceğini şekillendiren bu trajedide, Moskova’dan talimat alan Azerbaycanlı yöneticilerin tarihi sorumluluklarını ise bu ülkenin insanları ileride mutlaka yargılayacaktır.
YK+7R’nin Rus destekli Ermenistan güçlerince 1991’den itibaren aşamalarla (ilk önce YK, sonra 18 mayıs 1992’de Laçin, ve nihayet 29 ekim 1993’de de Zengilan) işgali meselesine diplomasi masasında çözüm bulabilmek amacıyla oluşturulan AGİT Minsk Süreci 24 Mart 1992’de Prag ve Helsinki’de AGİT’in gelişmeleri ele almasıyla başlatılmıştır. 6 Aralık 1994’deki Budapeşte toplantısında da Minsk Süreci eşbaşkanlık görevlerinin ABD,Fransa ve Rusya’ya verilmesi kararı alınmıştır. MG içinde bu üç ülkeden başka üye olarak Azerbaycan, Ermenistan, Belarus, Almanya, İtalya,Portekiz, Hollanda,İsveç, Finlandiya ve Türkiye de yeralır. MG 1 Ocak 1997’ de de Üçlü Eşbaşkanlık sistemine geçmiştir.
Yukarı Karabağ’ın işgali meselesinin uluslararası hukuk boyutunu BM Güvenlik Konseyi kararları çizer; 822 (30 Nisan1993), 853 (29 Temmuz1993), 874 (14 Ekim1993) ve 884 (12 Kasım 1993) sayılı kararlardır bunlar. Bu kararların özü sınırların değişmezliği, toprak bütünlüklerine saygı gibi ilkelerdir. Başkaca BM kararları da mevcuttur.
2 Aralık 1996 tarihinde AGİT Lizbon Zirvesi’nde kabul edilen ilkeler de keza ülkelerin egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygı, sınırların ihlal edilmezliği, Ermenistan güçlerinin topyekun ve şartsız işgal bölgelerinden geri çekilmeleri veAzeri kaçgınlara geri dönebilme imkanı verilmesine ilişkindir. Siyasi görüşmeler sürecinde Kasım 2007’de kabul edilen, 2009’da da gözden geçirilen Madrid İlkeleri de YK sorunu bağlamında yine önemli bir referans belgesidir.
MG sürecinde eşbaşkanlarca veya sorunla doğrudan ilgili siyasi aktörlerce zaman zaman birtakım çözüm önerileri de masaya getirilmiştir. MG Eşbaşkanlarının Adım Adım Çözüm teklifi gibi. (I.Aşama; YK’ne mücavir bölgelerin özgürlüğü. Buralara AGİT barış güçlerinin yerleşmesi. Yerlerinden edilmiş kaçgınların topraklarına geri dönüşü. İletişim hatlarının tesisi. II.Aşama; Laçin koridoru,Şuşa şehri ve YK statüsünün ele alınması. Müteakiben soruna nihai çözümü getirecek Minsk Konferansının toplanması) Ancak 1988 yılında Ter Petrosyan’ın yerine iktidara Koçaryan’ın gelişiyle birlikte Ermenistan masadan çekilmiştir.Kasım 1998’de gündeme gelen, yine MG Eşbaşkanlarının,Azerbaycan’ın uluslararası kabul edilmiş sınırları içinde ortak devlet düzenlemesini öngören Ortak Devlet Planı ise işgal sorununa çözüm getirmediği için Bakü’den kabul görmemiştir.
İki ülke liderlerinin sayısız görüşmelerde biraraya gelmeleri de işgale nihai çözümü getirememiştir. Sadece 1999-2001 arasında liderler 20 kez görüşmüştür. Aynı şekilde 23 Ocak 2012 Soci Zirvesi, 2015 Görüşmeleri (Soçi, Galler, Paris), 2018 ve 2019’da Aliyev-Paşinyan Buluşmaları (Duşanbe/ Davos) da çözümü sağlamamıştır.
Öte yandan, bütün bu dönemlerde, hiç bir ülke tarafından tanınmasa da YK yönetiminin içeride ve dışarıda bir takım siyasi manevralara yöneldiğini görüyoruz.Örneğin 2006 yılında sözde Anayasası’nı kabul ederek, idari sınırlarını ilan etmesi dikkat çekicidir.
YK+ 7R’nin işgali sorununda, bütün Kafkasya konularında olduğu gibi, baş aktör Rusya’dır. Işgalin başlangıcından, sürmesine ve çözümsüzlüğe, insiyatif ve planlar geliştirmekten gerginliklerin azalıp şiddetlenmesine kadar Moskova her yerdeve her aşamadadır. İşte bu Rusya’nın dışişleri bakanı Lavrov 2015 yılında, özetle 5 rayonun doğrudan Bakü’ye geri verilmesi,her iki tarafın da talebi halinde YK’a barış güçleri yerleştirilmesi, Ermenistan güçlerinin boşaltacağı bölgelere Rus güçlerinin gelmesi, YK için de bir ara dönem statüsünden bahseden bir plan sunmuş, ancak Lavron Planı olarak bilinen bu girişim en başta Erivan’dan ilgi görmemiştir. Bugün itibariyle masada olmadığını söyleyebiliriz. İleride yeni bir Rus insiyatifine konu teşkil etmesi ise şartlara göre her zaman mümkündür.
Bütün bu gelişmeler içinde Nisan 2016 çatışmaları kanaatimizce YK meselesinin en önemli askeri/siyasi /psikolojik dönüm noktalarından biridir. İki stratejik tepeyi geri alması ve Ermenistan’ın Martakert, Hadrun ve Martuni gibi kentlerine giden yollar üzerinde stratejik kontrol sağlaması onyıllar sonra Azerbaycan’a askeri üstünlük ve büyük moral vermiştir. AGİT MG bu süreçte her iki taraftan da ağır eleştirilere muhatap olmuştur.Nisan 2016 çatışması sonrasında ateşkesi sağlayan güç yine Rusya’dır. Ancak her iki tarafa da silah satışları, kendi çıkarına göre gelişmeleri yönlendirmesi, askeri gücünü bölgeye yerleştirmek amacıyla girişimlerde bulunması vb. Moskova’yı güçlü ve etkili, ancak giderek güvenilmez, bir bakıma çözümsüzlüğün de kritik aktörüne dönüştürmüştür.
İşte bütün bu çözüm arayışları tablosunda ana meseleler esasen bellidir. Hemen hemen her girişim ve planda aşağı yukarı yeralmaktadır. Ana başlıklar;
*YK’ın çevresindeki 7 bölgenin (rayon) geleceği.Azerbaycan’a geri verilmeleri süreci. (Laçin, Kelbeçer,Agdam,Fuzuli,Cebrail,Gubatlı ve Zengilan) Çözüm sürecinde ilk aşamada 5 rayonun iadesi dahi önemli bir eşik teşkil edebilecektir.
*YK; Ermeni yoğunluklu bölgeningelecekteki statüsü. (Ermenistan için bağımsızlık, Azerbaycan için geniş anlamda muhtariyet)
* İstikrar ve güvenlik için uluslararası güvenlik önlemleri. (Azerilere göre sorunun çözümü uluslararası barış gücünün ele alınması aşamasına gelmemiştir.Ayrıca bu gücün hangi ülkelerden teşkil olunacağı önemlidir)
*Ermenistan-YK arasında bir ulaşım/iletişim koridorunun açılması.
*YK’ın nihai hukuki statüsünün hukuken bağlayıcı açık bir iradeyle tespiti. (Hangi aşamada, zamanlaması, kimlerin katılımıyla)
*Yerlerinden edilmiş Azeri halkın evlerine geri dönüşleri.
Şüphesiz bu başlıklar içinde Y.Karabağ’ın statüsü en önemli meseledir. Bakü geniş bir muhtariyete hazırken, Ermenistan tarafının son tahlilde çizgisi bağımsızlıktır. Bunun ise Azerbaycan tarafından nasıl karşılanacağı, kabul edilmeyeceği bellidir. Hiçbir ülkenin kendi toprakları içinde bir başka bağımsız devlet yapısına razı olmayacağı şüphesizdir.
Türkiye-Ermenistan sorunları doğal olarak YK başta olmakla bölgedeki gelişmeler üzerinde etkili faktörlerden biridir. Ermenistan’ın ilişkilerin normalleşmesi için Türkiye’den talepleri (sınırların açılması, soykırım iddiaları vb.) ile Türkiye’nin Erivan’dan beklentileri (toprak bütünlüğüne saygı ve sınırların tanınması vb.) bu meyanda da YK + 7 R’nin Azerbaycan’a iadesi talebi de önemli rol oynuyor. 2009 yılında diplomatik ilişkilerin tesisi veikili ilişkilerin geliştirilmesi protokolleri de sorunların aşılmasına imkan vermedi. Son olarak protokoller Ermenistan Parlamentosu’ndan geri çekildi ve hükümsüzlükleri ilan edildi. Dolayısıyla Türkiye,Ermenistan ve Azerbaycan ilişkilerinin durumu ve aralarındaki sorunlar birbiriyle yakından bağlantılı.
Bugün Yukarı Karabağ yönetimi; uluslararası hukuktan, alınan bunca karardan etkilenmeksizin kendi bildiğini okumaya devam ediyor.Bu konuda zaman zaman Erivan’la anlaşmazlık yaşamaktan bile çekinmiyor. Zaten YK klanı Ermenistan içinde de daima en güçlü yapılardan biri olmuştur. Son olarak 31 Mart 2020’da güya cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri yapılmış; ikinci turda Arutunyan kazanmıştır.Yemin törenine Ermenistan Başbakanı Paşinyan da katılmış, üst perdeden tehditkar beyanlarda bulunmuştur. Bu tehditler 12 temmuz çatışmalarına giden yolun taşlarından biridir.
Son olarak 12 Temmuz 2020 çatışmaları niye bugün meydana geldi sorusu üzerinde duralım kısaca. Bunu daha iyi değerlendirebilmek için her biri ayrı bir analiz konusu olan; Libya, Suriye gibi bölgelerde Türkiye –Rusya ilişkileri, Ermenistan’da sokak gösterileriyle Mayıs 2018’de iktidara gelen Başbakan Paşinyan’ın iç politikadaki sıkışıklığı, geçtiğimiz aylarda YK’ın “yeni cumhurbaşkanı‘nın“ işgal altındaki Şusa’da yapılan yemin törenine katılması, 6 Temmuz 2020’de durumu şiddetle eleştiren ve böyle giderse müzakerelerden dahi çekilebileceğini dile getiren Aliyev iktidarının ve Azerbaycan halkının bu çözümsüzlükten artık bıkması ve bilhassa MG’ye yönelik büyük tepkileri, MG’nin hantal, bürokratik bir yapıya dönüşmesi ve siyasi manevralarının yıllardır sonuçsuz kalması, bölgeye yönelik genel Rus stratejisinin bilhassa Türkiye’ye yönelik zaman zaman bölge üzerinden mesaj verebildiği (son dönemdeki Türkiye-Azerbaycan İHA satınalım görüşmeleri burada hatırlanmalıdır) dikkate alınmalıdır. Kimse bakmasın Moskova’nın güya ılımlı mesajlarına; Ayasofya konusunun bile derin Rus stratejisi çerçevesinde son gelişmeler ele alınırken gözönünde tutlması gerektiğini düşünüyoruz.Putin meydanlarda bağırıp çağırmaz, tehditler savurmaz. Ama neyin yapılması gereğine inanıyorsa onu sessizce, zamanında ve yerinde uygun kanallardan yapar. Bu hassas bölgede hiç bir gelişme tesadüfi olmaz, öyle görünse bile gerçekte ardında mutlaka üst stratejinin bir taktik hamlesi bulunur. Kafkasya emsalsiz bir tablodur. Her rengin, her fırça darbesinin özel anlamı, değeri vardır. Birinin eksikliği bile tablonun anlaşılmasını imkansız kılar.
Dolayısıyla; YK ve civar rayon/bölgelerin işgalinin 30 yıldır devam etmesinden, çözümün gelmemesinden, gerginlikten, mevcut statükodan memnun olanlar bellidir. Ermenistan, sözde Yukarı Karabağ yönetimi, çıkmaz ve işgal sürdükçe bölgedeki konumunu koruyacağını bilen ve bunu etkin bir stratejiyle onyıllardır uygulayan Rusya, en başta kendi içindeki Türk nüfustan kaygıları nedeniyle en başından bugüne Ermenistan’ı kollamayı çıkarına uygun gören İran bu aktörlerin başında gelir. Batılı ülkelerse bilhassa içlerindeki güçlü Ermeni lobileri üzerinden meseleyi gündemde tutmayı yararlarına görüyorlar. MG eşbaşkanları da olan ABD ve Fransa süreçler içinde her ne kadar faal ve enerjik değillerse de sorunun masada kalmasından ve sürmesinden nihai anlamda ciddi bir rahatsızlıkları yok. MG onlara da bölgede görünümleri bakımından bir araç sunuyor.Bütün bu faktörlere jeopolitik/stratejik çıkarlar, malum ülkelerin her iki tarafa da silah satışları gibi unsurlar da eklendiğinde sorunun devamının kimlerin lehine olduğu daha kolay anlaşılabilir. Maalesef YK sorununun çözüm arayışları için uluslararası meşruiyeti bulunan tek yapı bugün için MG. AncakCumhurbaşkanı Aliyev başta olmakla Azerbaycan halkı ve kamuoyunun da mevcut durumdan, çatışmalardan, işgalin sona ermemesinden MG’yi de sorumlu tutan, yüksek sesle dile getirdikleri eleştiriler de son derece haklı.
YK + 7 Rayon’daki işgal konusu vurguladığımız gibi 30 yıldır gündemde ve bir takım güçlerin tarihten beslenerek bugünün dünyasına taşınan stratejik çıkarlarına yarar sağlıyorsa da sonuçları bütün bir bölgeyi olumsuz etkiliyor. Bu görünüme haklı gerekçelerle tepki veren, hatta isyan edenlerin, başka çözüm senaryoları için arayışlara girmemeleri için işgalin en kısa zamanda siyasi, adil, hukuki, gerçekçi bir çözüme kavuşturulması gerekiyor. Barındırdığı riskleri daha iyi anlayabilmek için,örneğin, Türkiye dahil bölgede yeralan ülkelerin askeri güçlerinin Küresel Askeri Güç Endeksleri’ne de yansıdığı gibi Kafkasya’yı dünyanın en büyük askeri merkezlerinden biri yaptığını hatırlamak yeterli olacaktır.Ortak bölgemiz olan Kafkasya’nın huzur, barış ve istikrarı bütün ülkeler için önemli. YK ve çevresi bölgelerdeki işgalin sona ermesinin ülkemiz için de öncelikli iç/dış politika konularından olduğu da şüphesiz. Hatta en az Azerbaycan için olduğu kadar önemli. Son krizde bütün partilerin,kesimlerin, kamuoyunun vb. verdiği ortak tepki, TBMM’deki ortak bildiri de bu dayanışmayı en güçlü şekilde gösteriyor.
YK sorununa Türkiye‘de (hatta dünyada tek örnek olarak)programında yerveren Gelecek Partisi’nin sorununun çözümüne dair analizleri de Türkiye-Azerbaycan ikili ilişkilerinin mahiyet ve kapsamı dikkate alındığında çok önemli ve yol gösterici bir başvuru metni olarak önümüzde duruyor...
“…Kafkasya’daki çatışmalar ve jeopolitik krizlerde öncelikle ülkelerin toprak bütünlüğüne azami saygının gösterilmesi gerektiğini düşünüyoruz.Uluslararası hukuk temelinde başta her açıdan entegrasyon modeli ile birlikte olduğumuz kardeş ülke Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünün sağlanması olmak üzere bu havzadaki uluslararası hukuki sınırlar ile cari statüko arasındaki çelişkileri doğuran işgal ve ilhakların son bulmasının ve sorunların barışçıl yöntemlerle çözüme kavuşturulmasının Karadeniz ve Kafkasya’daki barış ve istikrarın temeli olduğuna inanıyoruz…”(Gelecek Partisi. 2019)