Biz doğunun yalın yapıldak mahzun çocukları
Kan rengine boyanmış dünya bozkırında
Kimi vakit ürkek, duygu yüklü bazen titrek asi
Çoğu zaman kahramanlık tablosunda özge bir tacız.
Gökler sisli, talih zebun, düşman kavi
Mevsimin sonbahara yazıldığı bu savruk demlerde
Yepyeni yarınlara ne kadar da muhtacız.
Tarihin bozkırlarına güçlü medeniyetler armağan eden doğu toplumlarının hayat sistemlerini kendi toplumsal damarlarından besleyip aydınlık yarınlarını inşa ve ihya etme gibi bir derdin, çilenin ve ızdırabın üzerine kurma zorunluluğu vardır.
Zira doğunun mazlum çocuklarını ateş çemberleri sarmaya, acılar büyütmeye, kan ve zulüm tortuları doyurmaya devam ediyor.
Doğu toplumlarının yarınlarına güvenle bakacak bütün pencerelerinin önüne elleri kızıl kanlara boyanmış yabancılar tarafından kalın ümitsizlik perdeleri çekilmiş. Bu yüzden yirmi birinci asrın sanal ve banal baharlarında buram buram yalnızlığın hüznünü yudumluyor doğunun çocukları. Bunun neticesi hüzün, gözyaşı ve perişanlık olarak yeşeriyor bu coğrafyalarda. Çocuklar ölüyor, kadınların annelik duyguları yok ediliyor ve bir neslin gelecek umutları söndürülüyor alev yağmurlarıyla. Doğunun duygu yüklü limanları ve medeniyetler doğurmuş ilim havzaları tarihten sökülüp atılıyor. Kadim doğu gelenekleri ve bu medeniyetin insana dair bütün biriktirdikleri yerle yeksan ediliyor.
Doğu toplumlarının hayalden çarklarda sağa sola savrulmaları ve akıl tutulması yaşamalarının sebebi kendi medeniyetlerini yok etmek üzere başlatılan ve biteviye devam edecek gibi görünen silici, yok edici bu ağır sosyolojik, psikolojik ve kültürel bombardımandır.
Doğu, kendini anlayabilmekten fersah fersah uzakta zira kendimize dair bir psikoloji ilmi geliştiremedik. Psikolojinin temel kavramlarından tutun da bilinçaltı ve üstü analizlere, seçilen örnek incelemelere kadar bütün veriler doğunun iç dünyasına yabancı. Bunca yabancılığın içinde yetişen bir neslin kendini tanıması, medeniyetiyle tanış olması ve barış içinde yaşaması mümkün müdür?
Doğu halklarının toplumsal kırılma yaşamaları, kendi toplumlarına yabancılaşmaları ve sosyal barıştan uzaklaşmaları kaçınılmazdır. Zira kendimize ait bir sosyoloji ilmi inşa edemedik. Modern sosyolojiyle anlamaya çalıştığımız toplum, bizim toplumumuz değildir. Kavramlar ithal, örnek olaylar ithal ve zihniyet tamamen bizlere yabancıdır. Kendi toplum yapımızı incelemeyen, sosyal kırılmalarımıza, fay hatlarımıza parmak basmayan ve sosyal yapılarımızın harcını güçlendirme amacına hizmet etmeyen bir sosyoloji ilminin kendi toplumuna yabancı bir nesil yetiştirmekten öte ne faydası olabilir?
Doğu toplumlarının akıl ve gönül dünyalarını besleyen mantık ilmi kendi mantıkları değil. Ufuklarımızı besleyecek olan felsefemizin yolları ise tamamen dikenli tellerle çevrilidir.
Hem içerden hem dışardan yoğun bir kuşatma ve tazyik altında olan felsefe alanında kendi dünyamıza ait düşünme, kadim sorunlarımıza çözüm üretme ve ufuk çizgimizi berraklaştırma adına hemen hiçbir çabamızın olmaması yürek yakan bir durumdur. Batı dünyasının sorunlarından başlayıp aydınlanmaya ve çağdaş felsefenin sorunlarına kadar yüzlerce filozofun görüşlerinden fırsat bulup bizim kadim sorunlarımıza asla değinilmeyen bir alan olarak yürüyor felsefe eğitimi doğuda ne yazık ki. Batı?nın ortaçağ bataklığını konu edinirken bizim filozoflarımıza da aynı bataklık içinde üç beş satır değinilerek geçiştirilen bu alanın hızla kendi ufuk çizgimize hizmet edecek hale getirilme zorunluluğu vardır.
Batı, ortaçağ karanlığında boğulurken doğu medeniyeti en ihtişamlı günlerini yaşıyor ve bizler o dönemlerde bütün dünyayı huzur iklimlerinde rengarenk ışıklarla aydınlatmaya devam ediyorduk oysa.
Şimdi, batı medeniyetinin miadını doldurduğu ve insanlığı mutsuzluğun derin uçurumlarına mahkum etmeye çalıştığı bu demlerde çalınan ışığımızı yeniden kuşanmanın vaktidir. Zira batı, insanlar arasında ayrım yaparak insanlığın en mukaddes emanetine ihanet etmiş, kendi halklarını mutlu edebilmek adına bütün dünya coğrafyasını ateşe vermekten çekinmemiştir. İnsanları ayıran, bölen, parçalayan, ayrıştıran ve zulme maruz bırakan bir medeniyetin uzun soluklu bir geleceğinden bahsetmek mümkün değildir.
Görünen o ki batının umutsuzluk çölüne gark ettiği insanlığın yeni umudu doğu medeniyetine asırlar boyu hamilik etmiş olan milletimizin bağrından yeşerecektir. Biz yeterince farkında olmasak da batı bunun tamamen farkında ve son tahlilde bütün planlarını bizim üzerimize yoğunlaştırma sebepleri de bu farkındalıklarından dolayıdır. Zor bir coğrafyadayız. İddialı tarihimizden ve imparatorluk bakiyesi olmamızdan dolayı devasa sorunlarımız var. Sosyal yapımızı zorlayan çetin meselelerin girdabındayız. Üstelik hem sosyal dokumuz hem psikolojik yapımız ve hem de geleceğe dair ufuklarımız on yıllardan beri yabancıların istilası altında. Kendi kararlarımızı kendimiz almaya başlayıp sosyal ve psikolojik güçlenmenin eşiğini geçmeye yeltendiğimizde başımıza gelmeyen kalmıyor. Ama hala dimdik ayaktayız ve bunca sorunlarımızın arasından geleceğe umutla bakmayı sürdürüyoruz.
Umutlarımızı kırmaya ve hayallerimizi yıkmaya yönelik acılar ve darbeler beklentilerin aksine bilincimizi daha da keskinleştirip güçlendiriyor, umutlarımızı büyütüyor.