MOURİNHO DÜNYANIN EN İYİ TEKNİK DİREKTÖRÜ--YDÜ…
Şahane Derbi
SON SÖYLENECEĞİ BAŞTAN SÖYLEMEK
Üslubuma, söylem ve yazılarıma çok dikkat ederim. Küfür, hakaret bir yana en ufak bir saygısızlık olsun istemem. Kimseleri incitmek, kırmak hiç istemem.
Ancak bu defa son söylenecek sözü baştan söyleyeceğim;
Mourinho, dünyanın en iyi teknik direktörü değil.
Fenerbahçe, Mourinho ile anlaşınca, Başkan Ali Koç ve yönetimi ile medyacılar ve sosyal medyacılar, Portekizliyi dünyanın en iyi teknik direktörü olarak ilan ettiler.
İlanla kalınmadı, kısa zamanda büyük bir çoğunluk buna inandı. Bu inanışın, başarısızlık halinde büyük ama çok büyük bir hayal kırıklığı getirebileceğini kimse düşünmedi, düşünmüyor.
Bu iddialı cümle çok yanlış… Tevazu yapmadan doğru cümleyi söylüyorum;
Mourinho, bir zamanlar, dünyanın en iyi teknik direktörlerinden biriydi…
Fenerbahçe’nin mutlak bir biçimde Mourinho’ya ihtiyacı yoktu. Fenerbahçe başka teknik direktörler de bulabilirdi. Camia asla teknik direktörsüz kalmazdı ama…
Mourinho’nun Fenerbahçe’ye ihtiyacı vardı. Bir zamanların en iyilerinden biri olan Mourinho için Fenerbahçe son şanstı. Portekizli için, hasret kaldığı bir lig şampiyonluğa ulaşmak yolunda Fenerbahçe harika bir kapıydı.
Mourinho’nun elbette hâlâ şampiyon olma şansı var. Bu olasılık gerçekleşse bile Fenerbahçe taraftarının mutlu olma şansı çok az. Çünkü Mourinho’nun gümbür gümbür, coşkulu ve heyecanlı bir oyunu olmayacak. Geçmişte de hiç olmadı. Real Madrid’de bile olmadı.
Mourinho, bir zamanlar dünyanın en iyi hocalarından biriydi.
Doğru ama artık Mourinho “dündü…”
Futbolda dün yoktu… Futbolda yarın da yoktu…
Hayat gibiydi futbol, yaşanılan zamandan ibaretti.
Ve zaman, yeni nesil teknik direktörler zamanıydı…
Aynı şeyi erteleme maçında (Trabzon-Kayseri) Şenol Güneş için de düşündüm.
Benzer bir durumu Galatasaray, efsanesi Mustafa Denizli ile yaşamıştı. Sonuç büyük bir hayal kırıklığı olmuştu hem Galatasaray hem de Denizli için.
YENİ NESİL TEKNİK DİREKTÖRLER ve YAŞ
Devlet, basit büro işlerinde dahi (evrak kayıt, resmi yazışma, formüle edilmiş hesap, arşiv) memurunu 65 yaşından sonra çalıştırmaz, emekli eder. Hoş, aynı devlet 65’ni geçmiş insanların kendisini yönetmesine izin verir ama o konu dışı şimdi.
65 yaşında emekliye ayırmanın illaki bir aklı, bir gereği var.
Bir memurdan çok daha stresli, heyecanlı, sıkıntılı ve yorucu olan teknik direktörlükte emeklilik zamanı olmaz mı?
Tecrübe denilebilir. Evet, bu tecrübeyi Denizli, Terim, Güneş gibi hocalar illaki aktarmalı. Danışan olarak, abi olarak, sportif direktör ya da başkan olarak…
21.09.2024/Cumartesi
KADIKÖY’DEN ÇIKIŞ…
FENERBAHÇE AŞ-GALATASARAY AŞ: 1-3
ÖNCE GOLLER…
Dakika 20: Torreira (ya da kendi kalesine Livakovic). Taç atışında seken top, yayın 3-4 metre gerisinde Torreira’ya süzüldü, Uruguaylı voleyi patlattı. Şansızdı, top direkte patladı. Livakovic şansızdı bu defa; direkte patlayan top sırtına çarpmış ve gol olmuştu. Golü kimin attığı muamma oldu. TFF, resmi sitesinde golü Torreira’ya yazdı.
Dakika 28: Osimhen müthiş bir göğüs asisti yaptı, Mertens şiirsel bir dokunuşla Livakovic’in üzerinden aşırdı. Gol; haftanın golüne aday bir gol oldu.
Dakika 59: Gabriel Sara… Bir Brezilyalı kanaviçesi… Sara, taçtan aldığı topla müthiş bir dönüşle Fred’i geçti. Ceza sahası içindeki Torreira ile al-ver yaptı. Galatasaray’ın 6 ve 8 numarası Fenerbahçe ceza sahası içinde, 5 futbolcunun arasında al-ver yaptı. Sarı lacivertlilerin arasından sıyrılan Sara, uzak direğe nefis bir plase gönderdi. Gol, güzellikte Mertens’in golünün önüne geçti.
Dakika 63: Dzeko, penaltı. Bosnalının vuruşu iyi değildi ama Muslera’nın ayaklarından seken top filelerle buluştu.
Penaltıyı bir kenara bırakırsak futbolseverler harika 3 gol izledi.
OYUN…
Okan Buruk kazanmasına rağmen hakkı çok teslim edilmiyor, kazandığında şanslı bulunuyordu. Oysa hoca, son iki sezonun şampiyonu ve derbilerin efendisiydi. 12 maçta 8 galibiyet gibi müthiş bir rakama ulaşmıştı. 2 beraberlik ve 2 yenilgisi vardı.
Buruk’un derbilerde kadro seçimi ve kadronun sahaya yerleşmesi sürprizli oluyordu.
Bu maç öncesi muhtemel 11’de Mertens ve Yunus Akgün’e pek şans verilmemişti. Okan Hoca’nın daha sert ve sağlam bir orta saha (Kerem Demirbay ya da Berkan Kutlu) ve Sallai ile başlayacağı düşünülmüştü. Ama hoca kazanan kadroyu bozmamıştı.
Çok iyi bir ilk devre oynadı Galatasaray. Taktik plan sahada âdeta kusursuz işledi. Ev sahibi Fenerbahçe’ye sadece 1 net pozisyon (Oosterwolde ki bu Fenerbahçe’nin maçtaki tek net pozisyonuydu) ile bir de şut (Maximin) imkânı verdi. Konuk takım devreyi 2-0 önde kapadı.
İkinci devre oyunu biraz daha kendi sahasında oynadı Galatasaray ama yine de golü atan taraf oldu.
Fenerbahçe’nin penaltı golünden sonra kalesinde tehlikeler yaşasa da geçiş oyunu ile net fırsatlar yakaladı fakat yararlanamadı.
Mourinho ilginç bir şekilde oyunu sadece Maximin üzerinden oynadı. Fransız hızlı, hareketli ve çabuk bir oyuncu fakat fazlasıyla da bireysel… Takım oyununda hiç yok gibi. Oyun öngörüsü de sıkıntılı.
Mourinho derbiye tek planla çıkmaz, çıkamazdı. Ama başka planı var mıydı? Bunu görmek mümkün olmadı ya da Galatasaray izin vermedi.
Maçı hak eden taraf Galatasaray farklı kazanırken, Okan Buruk, Jesus’tan sonra bir Portekizliyi daha yendi.
İSTATİSTİK…
Rakamlar elbette çok önemlidir fakat özellikle futbol gibi dinamik bir oyunda başka unsurlar da vardır. Bu oyunda bazen rakamlar hiçbir şey ifade etmez. Ki bu rakamsal üstünlük, skor 3-0’a geldikten sonra ortaya çıktı.
Fenerbahçe tribünlerinin ensesi skor 1-0 olduğunda karardı. Çünkü taraftar takımının oyununu göremedi sahada. 1-0’dan sonra da hiç umutlanamadı.
Galatasaray 3 golün haricinde Mertens, Yunus Akgün ve Osimhen ile çok net pozisyonlar üretirken Fenerbahçe pozisyon üretemedi. Galatasaraylı futbolcuların kaptırdığı toplar ve karambollerle zaman zaman tehlikeli oldu.
FUTBOLCULAR…
Maçın oyuncusu kim? Bu soruya Fenerbahçe’den tek bir futbolcu bile aday olarak gösterilemezken Mertens, Torreira, Sara, Davinson Sanchez ve hatta Muslera aday dense kimse yadırgamazdı herhalde.
SARA: Benim maçın oyuncusu seçimim Sara oldu. İlk devre Torreira ile birlikte müthiş bir savunma direnci ortaya koydu Brezilyalı. Bu ikili, Fenerbahçe’nin yenilmez orta sahası Fred ve İsmail Yüksek’e (Szymanski de katılabilir) büyük bir üstünlük kurdu. Sara, ileri çıkışları, ince pasları ve attığı nefis golle maçın oyuncusu olmayı hak etti.
Geçen hafta, futbolseverler, Alex’ten sonra yeni bir Brezilyalı yıldız seyredebilir demiştim fakat bu kadar çabuk olacağını düşünememiştim.
MUSLERA: Kötü bir sezon başlangıcı… Agresif ve mutsuz… Hatalar ve kalesini gole kapatamama… Onca yıldan sonra belki de ilk kez soru işaretleri. Bütün bunlara son verdi kaptan ve özellikle Oosterwolde’nin pozisyonunda zamanlaması ve büyümesi ile gole engel oldu, Fenerbahçe’yi umutlandırmadı.
KAAN AYHAN: Biraz tutuk kaldı sanki. Maximin karşısında da zaman zaman hayli zorlandı. Ama yine de eşleşmeyi kazanan taraf oldu.
SANCHEZ: Neredeyse kusursuz oynadı. Defansı harika yönetti. Kalecisine ve önde oynayan arkadaşlarına güven verdi.
ABDÜLKERİM BARDAKÇI: O da kötü başlayanlardandı ancak son birkaç maçtır toparladı. Maçın en iyilerinden biri oldu.
JAKOBS: Bölgesini bu kadar iyi koruyan ve pozisyonunu hiç kaybetmeyen ender oyunculardan biri. Galatasaray sol bek ve gerekse (3-5-2 oynarsa) sol kanat sorununu çözmüş gibi. Tadic’e hiç şans tanımadı, etkisini sıfırladı. Sonradan giren İrfan Can Kahveci’yi bir kez kaçırdı.
TORREİRA: Bir futbolcu hiç mi kötü oynamaz. Hiç mi mücadelede eksik kalmaz, hayret. Müthiş bir standart... Her maç çok iyi… Bazı maçlar çok çok iyi.
MERTENS: İlerleyen yaş senkronizasyonu zaman zaman etkiliyor, Belçikalı beklenmedik top kaybı yapıyor, beklenmedik toplar eziyor. Buna karşın oyun aklı, ince pasları ve imza golleri aynen devam ediyor. Mücadelesi de inanılmaz.
BARIŞ ALPER YILMAZ: Kuvvet, hırs, azim, mücadele… Korakor oyun. Oosterwolde ve Djiku’yu çok zorladı. Savunmaya da büyük katkı verdi.
YUNUS AKGÜN: Oyuna bir süre giremedi. Sonra biraz içeri kat etmeye ve orta sahaya yakın oynamaya başladı. O zaman klasını ve etkisini gösterdi. Harika bir asist olacak gol pasını Osimhen yedi. Biraz şanslı olsaydı tabelaya bir de Yunus Akgün golü yazmak işten bile olmazdı.
OSİMHEN: Görece Galatasaray’ın en etkisiz futbolcusuydu. Ancak Çağlar Söyüncü ve Djiku üzerinde anormal bir baskı oluşturdu. Bu ikili duran toplar haricinde orta sahayı hiç geçemedi. Fenerbahçe’nin takım boyu fazla uzadı. Dolayısıyla ev sahibi baskı kuramadı. Göğüs asisti muhteşemdi. Yunus’un pasında golü atamaması hem kendi hem de Yunus’un talihsizliği oldu.
LİVAKOVİC: Gollerde yapacak fazla bir şeyi yoktu. 4 kurtarışı, yediği goller nedeniyle puan getirmedi.
MERT MÜLDÜR: Galatasaray hücumda sol kanadı pek kullanmayınca ve Fenerbahçe sağ kanadı da etkili olamayınca kendisi oyunda pek görülmedi.
ÇAĞLAR SÖYÜNCÜ-DJİKU: Osimhen’e odaklanma ve yüksek konsantrasyona karşın başarılı olamadılar. Galatasaray’ın orta saha oyuncularına engel olamadılar.
OOSTERWOLDE: Fenerbahçe’nin ayaktaki nadir oyuncularından biriydi. Barış Alper eşleşmesinde başa baş bir oyun ortaya koydu. Takımının tek net gol pozisyonuna imza attı.
FRED-İSMAİL YÜKSEK: Yorumcular İsmail Yüksek’in en kötü günlerinden biri olduğunu söyledi genellikle. Aynı yorumcular Fred’in de en kötü oyunlarından birini oynadığını söylediler. İkisinin birden en kötü gününde olması çok düşük bir olasılıktı oysa.
Fenerbahçe’nin “yenilmez orta sahası” bu defa Galatasaray orta sahasına teslim oldu. Hücumda hiç yoktular, savunma görevinde yetersiz kaldılar. Yenilginin en temel nedeni de bu olsa gerekti.
SZYMANSKİ: Bir iki şut dışında çok etkisizdi.
TADIC: Belki sağ kanadı pek sevmiyordu. Buna karşın kalçasını rakibe dayayıp top tutuyor, iyi paslar atıyor, iyi ataklar başlatıyordu. Lakin Jakobs karşısında çok ama çok etkisiz kaldı. Kayıp oyuncuların başında geldi.
SAİNT-MAXİMİN: Oyundayken saç baş yolduruyor. Oyunda değilken kendisini aratıyor. Fenerbahçe’nin en hareketli ismi oldu. Ancak, hele de günümüz futbolunda arka arkaya çalımlar atmaya rağmen hâlâ aynı yerde olmanın hiçbir faydası tok. Takım oyunu ve oyun öngörüsü zoru var. Fazlasıyla bireysel…
DZEKO: Fenerbahçe’nin kıdemlisi, mağlubiyete itiraz ve isyan eden tek oyuncuydu. Daha doğrusu itiraz ve isyan etmek isteyen… Çok istese de etkili olamadı Bosnalı.
Fenerbahçe’de oyuna girenler (Hakan Yandaş, İrfan Can Kahveci, en-Nesyri, Cengiz Ünder ve Amrabat) hiç katkı veremedi. Oyuna sarı kartla giren Yandaş, sertlikte gösteremedi. Sadece İrfan Can, Tadic’den daha hareketli olduğunu gösterdi.
Galatasaray’da oyuna girenlerin de (Sallai, Kerem Demirbay, Berkan Kutlu, Jelert, Nelsson) katkı verdiğini söylemek kolay olmasa gerek. Yine de Demirbay hareketliydi. Nelsson’da karambolde Nesyri’nin şutunun (buna şuttan ziyade dürttüğü demek daha doğru olacak) gol olmasına izin vermedi.
SONUÇ…
Bir tarafta hemen her futbolcunun görevini yapmasına, bir kısmının harika oynamasına karşın diğer tarafta görevini yapmış futbolcu sayamamak… İşte bu durum rakamları çöpe atıyor.
Geleceğe dair umut dağıtmaya çalışan Acun Ilıcalı’ya avuntu oluyor.
HAKEM YÖNETİMİ…
VAR’lık bir maç olmadı… Goller çok temizdi…
Atmosfer oldukça iyi, futbolcular genel olarak iyi niyetli ve oyuna odaklıydı. Bu şartlar altında Atilla Karaoğlan fena başlamadı. Galatasaray’ın tartışmasız 2 golü de onu rahatlatmalıydı ki oldukça iyi bir maç yönetti. Belki de haftanın en iyilerinden biri olacak.
Ancak kuralları bilmek ve büyük hata yapmadan bir maç yönetmekle büyük hakem olmak arasında çok fark var.
Karaoğlan, 2-0’dan sonra biraz fazla düdük çaldı, biraz fazla sarı kart kullandı. Skora etki etmeden oyunu tamamlaması artısıydı. Buna rağmen iki pozisyon akıllarda kaldı;
DZEKO-SANCHEZ… Demarke pozisyonda topu alan Dzeko, doğrudan kaleye yönelmek yerine topu sola çekti. Böylece Sanchez’le topun arasına girecek ve duramayacak olan Sanchez’in müdahalesiyle faulü alacaktı ki öyle de oldu. Bu arada Abdülkerim Bardakçı da olay yerine çok yaklaşmıştı. Karaoğlan düdüğü çaldı, Sanchez’e sarıyı çıkardı. Fenerbahçelilerin beklentisi kırmızıydı.
Nitekim yorumcular da ortak bir kanaate varamadı, “sana göre, bana göre” dendi. O zaman hakem kararına saygı duymaktan başka bir şey yapılamazdı.
Okurlar bilir; ben, futbolun doğasını öncelerim ihlallerde. Dzeko, Sanchez çok dikkatli olmasına karşın arkadan çarpmasıyla faulü aldı. Trafik gibi düşünürsek, arkadan çarpan kusurludur, evet. Ancak basit kazalarda ceza yıllarca hapis değildir. Dolayısıyla kırmızı çok ağır olurdu.
Bir not; yayıncı kuruluşun Trio programında iki yorumcu Karaoğlan’ın kararına saygı duyar ve kabullenirken Deniz Çoban, bariz gol şansı nedeniyle kırmızıda ısrarcı oldu. Ancak Çoban, kırmızının gereğini yaklaşık yarım saatte (abartıyor olabilirim) anlattı. Bu kadar zamanda bir pozisyonu anlatmak tam da “sana göre, bana görenin” kanıtı oldu.
FRED-ABDÜLKERİM BARDAKÇI-PENALTI… Muslera yandan gelen topa uzanıp çeldi, Galatasaray defansı topu uzaklaştırdı, pozisyon bitti. Fred başta olmak üzere hiçbir sarı lacivertli oyuncunun eli havaya kalkmadı, penaltı istemek şöyle dursun kimsenin aklına gelmedi. Tribünlerde de tepki olmadı. Atilla Karaoğlan düdüğü çalınca herkes şaştı, elinden penaltıyı çaldığı anlaşıldı.
Bu bir kural penaltısı (gecikmiş hamle) olabilir miydi? Fakat Abdülkerim’in Fred pası vermeden önce teması yoktu. Pastan sonra kalesine yönelen Abdülkerim ile Fred’in bir teması (ayakların istem dışı çarpışması, kontakt) söz konusuydu.
Tamam… Bir hakem, öğrendiği ve ezberlediği kurallarla maç yönetecekse… Asla pozisyonu okuyup yorumlamayacaksa… Futbolun doğasını umursamayacak ya da bilmeyecekse… O zaman insana gerek yok. Ofsayt ya da gol teknolojisi benzeri bir yazılım yapılsın, maçları akıllı/robot hakemler yönetsin.
Tamam… Bütün söylediklerimi geri alıyor ve Karaoğlan’ın pozisyonu, gecikmiş hamle nedeniyle penaltı olarak yorumlamasınıkabul ediyorum. Böyle olunca Szymanski-Yunus Akgün pozisyonunu nasıl yorumladığını merak ediyorum.
SON SÖZ…
Mourinho: Salakça bir cevap olacak ama rakip bizden daha fazla gol attığı için kazandı…
KADIKÖY’E BİR TEŞEKKÜR…
Son oynanan iki derbiye karşın bu maç coşkulu, heyecanlı ve oldukça kaliteliydi.
Kenar yönetimler ve oyuncular iyi niyetli ve oyun odaklıydı.
Olaysız bir derbi olması önemli ve kayda değerdi.
Şimdi sıra, bu maçın rövanşında ALİ SAMİ YEN’in.
ŞAMPİYONLAR LİGİ ve ERTELEME HAFTASI
Hafta Avrupa için Şampiyonlar Ligi haftasıydı. UCL yeni formatıyla başladı. Maalesef bizim bir takımımız yoktu burada. Ancak ilginç bir şekilde ilk maçlar “Türk Haftasına” dönüştü.
Kenan Yıldız, Juventus’ta 10 numara bir oyun oynadı ve maçın yıldızı oldu. Del Piero, Kenan’ın idolüydü… Bir Del Piero golü attı. Bu gol, yeni formatta atılan ilk gol olarak tarihe geçti.
Benfica, iki Türk futbolcusu; Kenan Aktürkoğlu ve Orkun Kökçü’nün golleriyle Belgrad’da Kızılyıldız’ı 2-1 yendi.
Manchester City-Inter maçı 0-0 bitti, Hakan Çalhanoğlu maçın en iyilerindendi.
Yeni nesil teknik direktör Nuri Şahin’in takımı Dortmund, Belçika’da Brugge’yi 3-0 yendi.
Erteleme maçlarında Galatasaray, Gaziantep’i 3-1 yenerek 5’te 5 yaptı ve liderlik koltuğuna oturdu.
Samsun, Başakşehir’i 2-0 yenerken, Trabzon konuk ettiği Kayseri ile 2-2 berabere kaldı.
6. haftanın açılış maçında, Bodrumspor, Mersin’de Hatay’ı 1-0 yenerek ilk deplasman galibiyetine imza attı. Hatay’da göreve başlayan ve 2 maçtan 1 puan çıkarabilen Rıza Çalımbay’ın işi çok zor. Geçen yıl son maçta ligde kalan Hatay için bu sezon çok daha zorlu olacak gibi.
Cumartesinin diğer maçında Konya ile Sivas yenişemedi, maç 0-0 berabere bitti. Zaman zaman hareketlenen oyun genellikle temposuz ve yavaş kaldı. Pek keyif vermedi.
22.09.2024/Pazar
KARTAL’IN ATLETİCO EYÜP SINAVI
BEŞİKTAŞ AŞ-İKAS EYÜPSPOR: 2-1
20. dakikada Rashica, yayın üzerinde köşeye sert vurdu, golünü attı.
64. dakika; Thiam’ın aldığı penaltıyı gole çeviren Emre Akbaba skoru eşitledi.
90+3; Semih Kılıçsoy’un aldığı penaltıyı İmmobile ağlara gönderdi, Beşiktaş 3 puanı sok dakikalarda kazandı.
Beşiktaş Bronckhorst ile anlaşmış ve flaş transferlerle kadrosunu güçlendirmişti. Yeni Beşiktaş, sezona fırtına gibi bir başlangıç yapmış ve Süper Kupa maçında, son iki sezonun şampiyonu Galatasaray’ı farklı yenmişti. Geçen hafta Trabzon’da 1-1 berabere kalmıştı. 10 kişi kalan Trabzon’u yenememek yol kazası olarak görülmüştü.
Yeni transferlerinden maksimum fayda sağlayan Beşiktaş’ta İmmobile ve Rafa Silva çok öne çıkmıştı.
Doğal olarak Beşiktaş Park Stadında oynanacak Eyüpspor maçının mutlak favorisiydi takım.
Beşiktaş beklendiği gibi başladı, oyunu Eyüp yarı sahasında oynadı. Ancak pozisyon üretmekte zorlandı. Buna karşın sağlam bir şekilde kapanan konuk Eyüp, ilk iki net fırsatı yakalayan taraf oldu.
Rashica’nın ceza sahası yayının üzerinden attığı gol ile öne geçince tribünler rahatladı. Bundan sonrası Beşiktaş’ın kaç gol atacağıydı.
İlk devrenin kalana bölümü aynı şekilde oynandı, Beşiktaş bir daha Eyüp savunmasını geçemedi, devre 1-0 bitti.
İkinci devre daha öne çıkan Eyüp karşısında zorlandı Kartal. Bu oyuna cevap vermekte zorlandı. Eyüp penaltı ile 1 puana yapışınca Beşiktaş’ın tepki vermesi beklendi. Siyah beyazlılar tepki verdi fakat oyunu rakip sahaya yıkmakta zorlandı. Pozisyon üretmek ise tam bir problemdi.
Oyuna giren Semih Kılıçsoy, sol kanadı zorlamaya başladı. Şansı, Eyüp Sağ beki Dubois’in çıkması olmuştu. Dubois’in yerine giren Tayfur Bingöl sakar bir oyunla başladı maça. Semih 90+3’te bu sakarlıktan faydalandı ve penaltıyı aldı.
Kâğıt üstünde zor görünmeyen maçtan 3 puan çıkarmayı başaran Beşiktaş, bir maç eksiğine karşın Fenerbahçe’yi yakaladı.
Ligin yenisi Eyüp namağlup gelmişti Dolmabahçe’ye. Geçen sene Süper Lig’e yükselen Eyüp’te Arda Turan, benzerleri gibi tamamen kadroyu yenilememiş, gerek gördüğü takviyeleri yapmıştı. Sadece oyun anlayışını kuvvetlendirmişti. Atletico Madrid gibi oynamak istiyordu ve oynuyordu da…
Claro-Robin Yalçın çok sağlam bir ikiliydi. Hemen önlerinde Melih Kabasakal çok çalışkandı. Yeni transfer Midtsjo her açığı kapatan adam olurken hücuma da destek veriyordu.
Aynı oyunu oynadı Eyüp. Arda Turan, ikinci devrede puan/puanlar istediğini gösterdi, çok da yaklaştı. Mame Thiam kısmetli bir gününde olsaydı Eyüp’ün puanla dönmesi işten bile değildi. Bir de Tayfur Bingöl’ün sakarlığı olmasaydı.
Eyüp, bu sezon ligin seyredilmeye değer takımlarından biri olacak.
Rafa Silva yine hareketliydi fakat etkisi önceki maçlar gibi değildi. İmmobile durgundu. Rashica faydalı olurken Beşiktaş’ın en iyisi Paulista oldu. Ancak maçın yıldızı şüphesiz Beşiktaş kalecisi Mert Günok oldu.
Eyüp’te Emre Akbaba ve Saiz’in oyuna biraz daha girmesi ve katkı vermesi takımı yükseltecek. Başta Midtsjo ve Melih olmak üzere görevini yapmayan oyuncu yoktu. Şansız ve sakar bir gün yaşayan Tayfur Bingöl haricinde.
Hakem Zorbay Küçük’ün bir zoru, bir sıkıntısı olmalıydı. Özgüveni sıfırdı ve çok çekingendi. Penaltıları görmedi mi, gördü de emin olmadı mı? VAR ile geldi penaltılar. Küçük’ün faul ve kart kararları da fazlasıyla hatalıydı.
Günün diğer maçlarında; Samsun, deplasmanda Ntcham’ın golüyle Rize’yi 1-0 yendi. Mourinho’nun Rize’yi ligin en iyi takımlarından biri olarak göstermesinden bu yana işler hiç iyi gitmiyor. İlhan Palut için sezon başlangıcı hiç iyi olmadı.
Kasımpaşa Antalya maçında gol olmadı.
Adana Demirspor, Alanya karşısında da hiç iyi bir görüntü vermedi. Alanya yeni transferi Hwang Ui-jo’nun 2 golüyle maçı 2-0 kazandı. Güney Koreli merak uyandırdı.
23.09.2024/Pazartesi
GÜNEŞ’İN ZORU…
GAZİANTEP FK AŞ-TRABZONSPOR AŞ: 0-0
10 kişi ile Beşiktaş maçından 1 puan çıkaran Trabzon’un mücadelesi takdir toplamıştı. Ancak gerek ertelenen Kayseri ve gerekse bu maçta umut vermedi bordo mavililer.
Şenol Hoca’nın kenardaki enerjisi ve hareketliliği görülesi… Yeni bir teknik direktör gibi heyecanlı ve hareketli... Ancak oyuncuları sezonu bitirmiş gibi.
Selçuk İnan eldeki kadrosu ile çok zorluyor. Takım da çabalıyor. Bu maçta daha çok isteyen ve çabalayan ev sahibi idi ama olmadı, gol atamadı takım.
Diğer maçta, namağlup Göztepe, Kayseri’yi konuk etti. Baştan sona üstün oynayan İzmir ekibi Taha Altıkardeş, Silva ve Doğan Erdoğan’ın golleriyle 3-0 kazanarak yoluna devam etti.
Oyunu ve tabii ki taraftarıyla bu ligin renkli takımlarından biri Göztepe... Artık Süper Lig’de kalıcı olmanın ve üst sıraları zorlamanın bir yolunu bulmalı sarı kırmızılılar.
Geçen sezon zorlukla ligde kalan Kayseri’nin işi bu sene de çok zor.
Haftanın maçı;
FB-GS (1-3)
Haftanın takımı;
Galatasaray
Haftanın futbolcusu;
Sara (GS)
Haftanın performansları;
Torreira, Yunus Akgün (GS), Mert Günok (BJK), Midtsjo (Eyüp), Ndiaye (Gaziantep), Hwang Ui-jo (Alanya)
Haftanın golü;
Sara (GS)
Haftanın güzel golleri;
Mertens (GS), Rashica (BJK), Doğan Erdoğan (Göztepe)
Haftanın asisti;
Osimhen (GS)
Haftanın hakemi;
-
Haftanın pozisyonu;
Muslera’nın kurtarışı ve/veya Oosterwolde’nin golü kaçırması.
Fred-Abdülkerim Bardakçı mücadelesinde çalınan penaltı.
Haftanın söylemi;
Mourinho: Salakça bir cevap olarak gözükecek ama onlar bizden daha çok gol attıkları için kazandı.
Acun Ilıcalı (FB Yöneticisi): Maçı izleyin, bizim pozisyonları seyretmekten yorulursunuz./// Bir futbolcu çok iyi oynamayabilir. Osimhen çok mu iyi oynadı bugün, En-Nesyri de iyi oynamadı.
Haftanın talihlisi;
Hakemler; Atilla Karaoğlan ve Zorbay Küçük.
Haftanın talihsizi;
Tayfur Bingöl (Eyüp)
GÖZE TAKILANLAR;
*Kısır bir hafta yaşandı, 14 gol atıldı.
*Derbinin haricinde kaliteli maç çıkmadı. İyi ve heyecanlı maç bile çok azdı.
*Haftayı derbi kurtardı.
*Temiz bir derbi oynandı.
*Portekiz’de Türk gücü… Benfica Boavista’yı 3-0 yendi. Orkun Kökçü’nün bir gol attığı maçta 2 golün asisti Kerem Aktürkoğlu’ndan geldi.
GÖZE BATANLAR;
*Mourinho maç sonu basın toplantısına katılmadı.
*Medyada İsmail Kartal ismi dillere geldi.
Hafta böyle geçti. Dileyen okuyucular aşağıda sunduğum “maç öncesi” yazımı da okuyabilir.
MAÇ ÖNCESİ YAZIM;
DERBİ GÜNÜ… Fenerbahçe ile Galatasaray bugün 396. maça çıkacaklar Kadıköy’de. Doğal olarak derbi ve hele de son yıllarda FB-GS derbisi olunca gündem derbi olmakta.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ali Koç ve yönetimini kabul ettiği görüşmede, “kısır tartışmaları, sporumuza gölge düşüren gergin atmosferi geride bırakmayı, izleyicilere futbol şöleni izletmeyi, birbirimizi anlamaya, dinlemeye, empati kurmaya ihtiyacımız olduğunu, ayrılıkları değil, ortak noktaları, ortak paydayı büyütmeyi önermişti.
Orta yerde bir sorun olmalıydı ki Cumhurbaşkanı böyle konuşmaya gerek görmüştü. Doğrularında şüphe olmayan bu konuşma için, olsa olsa geç kalmış bir açıklama denilebilir.
Hem derbi olunca kolay olmuyordu bu işler. Üstelik ülkenin siyasi iklim ve atmosferi de buna zemin oluşturmuyordu.
Oysa 2018’de Ali Koç Fenerbahçe’ye başkan olunca doğrusu bir umut doğmuştu. Ali Şen ve Aziz Yıldırım’ın aksine Başkan Ali Koç Türk futboluna barış getirebilir, en azından büyük adımlar atabilirdi.
Olmadı… İlk iki yıl şampiyon olamayan Ali Koç, sonraki her sene daha sert, daha agresif, daha gergin bir politika izledi.
Başkan Koç ve yönetiminin en büyük hatası, Galatasaray başkanları ve yönetimleri yerine doğrudan ve bütünüyle Galatasaray camiasını hedef alması oldu. Bu tutum, fay hatlarını keskinleştirdi ve derinleştirdi.
Kolay değildi; iki başkanla (Aziz Yıldırım-Ali Koç) on yıldır şampiyonluk hasreti vardı Fenerbahçe’nin.
Buna karşın son iki yılın şampiyonu Dursun Özbek ve yönetimi zor günler geçiriyordu. Erden Timur’un ayrılığı, transfer başarısızlığı (Osimhen transferi durumu terse çevirmişti) ve iddialar, isnatlar nedeniyle zor günler… Süper Kupa hezimeti ve Şampiyonlar Ligi’ne veda da tuzu biberi olmuştu zor günlerin. Çok yoğun eleştirilerle birlikte Dursun Özbek ve yönetiminin istifasını isteyeneler bile vardı camiada.
MOURİNHO… Ali Koç’un planlaması ve isteği miydi yoksa zorunlu bir transfer mi olmuştu? Bilmiyorum. Başkanlık yarışında Aziz Yıldırım’ın Mourinho açıklaması gündem olmuştu. Sonrasında Ali Koç’ta Mourinho demişti ve seçilince de Portekizli ile anlaşma yapılmıştı.
Mourinho büyük başarıların adamı ve müthiş bir kariyerdi. Tercümanlıkla başlayan teknik adamlık kariyerinde çok hızlı yükselmiş, büyük liglerde büyük takımları çalıştırmış ve neredeyse kazanılmadık kupa bırakmamıştı.
Ancak pek mutlu biri değildi Portekizli hoca… Aksine gergindi. Başarıları kadar söylem, hal ve tavırlarıyla da gündem olmuştu sürekli.
Mourinho’nun hızlı yükselişinin sonu da hayli hızlı gelmişti. Bir süredir büyük takımlardan ve şampiyonluklarda uzak kalmıştı hoca. Nitekim Fenerbahçe’ye Roma’dan gelmişti.
Fenerbahçe’nin Mourinho’ya ne kadar ihtiyacı vardı bilemem ama Mourinho’nun Fenerbahçe’ye kesinlikle ihtiyacı vardı. Hasret kaldığı lig şampiyonluğuna Fenerbahçe ile ulaşabilirdi.
PORTEKİZLİLER… Ülkemizde Hollandalılar, İspanyollar, Fransızlar başarılı olamamıştı. Hem kulüplere hem de Milli Takım’a “krallarını” getirmiştik ama olmamıştı.
Portekizliler de başarılı olamadı, olamıyor. Son ve yakın örnek Jesus’tu.
Pardon bir diğer örnekte kısa süren macerasıyla Santos’tu…
Santos transferinde medyacılar ve sosyal medyacılar yeri göğü yıkarken Enpolitik yazılarımda olmayacağını söylemiştim. Santos başarılı olsa bile Beşiktaş taraftarının oynanan oyundan memnun kalmayacağını dile getirmiştim.
Şimdi de Mourinho… Sağlam ve sıkı bir savunmacı... Maçlarına savunma öncelikli çıkan Mourinho gol yememeyi başarıp sıkıştırdığı gollerle sonuca giden bir oyun anlayışına sahipti. Chelsea ve Real Madrid’de de böyle oynamıştı. Böyle bir oyun ile şampiyon olunabilirdi fakat Fenerbahçe taraftarı mutlu olur muydu?
YENİ NESİL TEKNİK DİREKTÖRLER… Sürekli gelişen bilim ve teknoloji futbolun da içine girmişti. Ayrıca takım çalıştırmada “tek adam” dönemi sona ermiş, “ekip çalışması” dönemi başlamıştı. Bunları en iyi yapanlar doğal olarak gençlerdi. Teknik direktörlükte, aktif futbolculuk hayatının sona ermesinden sonra yapılan bir iş değil, kariyer mesleğine dönmüştü. Avrupa’nın büyük takımlarının başında hızla genç ve yeni nesil teknik direktörler görev almaya başlamıştı. Nuri Şahin, Vincent Kompany örneklerinde olduğu gibi.
Ülkemizde de Çağdaş Atan, İlhan Palut, Fatih Tekke ve benzeri örnekleri vardı. Okan Buruk, son iki yılın şampiyonu olarak en iyi örnekti.
GERGİN POLİTİKALAR… Gergindi ülkemiz. Gergindi siyasetimiz. Siyasi parti genel başkanları genel olarak gergindi, âdeta gerginlikten besleniyorlardı.
Mourinho da gergindi. Geçmişinden gelen bir gerginliği vardı hocanın. Ülkemizde, “aldığı harika bilgilerle” göreve başlamıştı. Özellikle Göztepe maçında yaşanan puan kaybından sonra dozu yükseltmişti Portekizli. Basın toplantılarında ve açıklamalarında Galatasaray’ı ve meslektaşı Okan Buruk’u gündeme getiriyordu. Dahası Galatasaraylı futbolculara bile göndermeler yapıyordu.
Okan Buruk, en azından şimdilik gerginlikten kaçınan taraf oldu. Derbide provokasyonlara gelmemeyi ve sakin kalmayı öne çıkardı.
DÜNYA DERBİSİ… Severiz abartmayı. Severiz kendi kendimize propaganda yapmayı. Belki bir süre sonra inanırız da; Fenerbahçe-Galatasaray maçlarına dünya derbisi deriz.
Oysa dünya derbisi için çok fırın ekmek yememiz lazım.
Aslında dünya değilse bile Avrupa derbisi için koşullar çok uygun.
Örneğin derbileri bayrama dönüştürebilsek Avrupa derbisi yolunda önemli bir adım atmış oluruz.
Örneğin, yerel başarılardan öte Avrupa’da da bir rekabet oluşturabilsek -çeyrek finaller, yarı finaller, finaller gibi- çok büyük bir adım atmış oluruz.
KADIKÖY DERBİLERİ… İlginç bir şekilde Kadıköy’deki maçlar öncesi ortam çok gerilmiyor. Sağduyu ve sakinlik başarılı bir şekilde öne çıkarılıyor.
Şimdi de ortam oldukça sakin görünüyor. Artık söz sırası futbolcularda… Ellerinde imkân ve güç var. Hileden hurdadan kaçınıp, aldatma ve provokasyonlara başvurmadan, coşkulu, heyecanlı, kaliteli bir oyun sunsunlar bize. Bayram tadında bir derbiydi diyelim hep birlikte.
Zor ama imkânsız değil… Bu, elbette bir gün olacak.
O zaman haydi Ali Başkan ve Dursun Başkan… Haydi Mourinho ve Okan Buruk… Haydi değerli futbolcular. Haydi! Bugün bir tarih yazın…
Haber-Yorum: Yüksel Durak