'Hasta adam' olarak adlandırılan Osmanlı İmparatorluğu'nu 33 yıl boyunca uyguladığı denge siyasetiyle savaş riskine sokmadan ayakta tutmayı başaran 2. Abdülhamid, 107 yıl önce bugün tahttan indirildi Prof. Dr. Bal: '2. Abdülhamid, uzu
İSTANBUL (AA) - SEMRA ORKAN - 'Hasta adam' olarak adlandırılan Osmanlı İmparatorluğu'nu 33 yıl boyunca uyguladığı denge siyasetiyle savaş riskine sokmadan ayakta tutmayı başaran, ülke genelinde imar ve eğitim faaliyetleri başlatan 2. Abdülhamid, 107 yıl önce bugün tahttan indirildi.
Sultan 1. Abdülmecid'in oğlu 2. Abdülhamid, 21 Eylül 1842'de İstanbul'da doğdu. Osmanlı tahtına 34 yaşındayken 31 Ağustos 1876'da oturan Sultan Abdülhamid, 33 yıl boyunca uyguladığı denge siyasetiyle savaş riskine sokmadan 'hasta adam' olarak adlandırılan Osmanlı İmparatorluğu'nu ayakta tutmayı başardı.
2. Abdülhamid döneminde Karadağ ve Sırbistan'da savaş Osmanlı'nın aleyhine döndü, Bosna-Hersek ve Girit'te ayaklanmalar baş gösterdi, ekonomi krize girdi, Sadrazam Mithat Paşa başta olmak üzere bazı çevrelerin yoğun talebi üzerine 1876'da Birinci Meşrutiyet ilan edildi.
Meclis-i Mebusan'ın ilk işi ise Rusya'ya savaş ilan etmek oldu. Yaşanan 93 Harbi, Osmanlı'ya büyük sıkıntılar yaşattı. Savaş sonunda yapılan Ayastefanos Antlaşması ile Makedonya, Batı Trakya, Kırklareli, Kars, Ardahan ve Batum Osmanlı'nın elinden çıktı. Ruslar Edirne'yi geçip, Yeşilköy'e kadar geldi. Doğuda ise Kars düştü ve Rus kuvvetleri Erzurum'a yaklaştı.
Sultan Abdülhamid, İngiltere ile yaptığı anlaşma karşılığında Ayastefanos Antlaşması'yla kaybedilen bazı toprakları tekrar Osmanlı Devleti'ne kattı. Sultan, borç batağına giren devleti borçtan kurtarmak için büyük zorluklara katlandı.
Abdülhamid, ülke genelinde büyük imar ve eğitim faaliyetleri başlatarak, cami, mescit, mektep, medrese, hastane, çeşme, köprü ve imarethane yaptırdı. Bu eserlerin tamamı 1552 adet olarak kayda geçti. Ayrıca ülkenin dört bir yanını demiryollarıyla döşetti.
'Hasta adam'ı ayakta tutmak için gösterdiği çabadan rahatsız olan çevrelerin kışkırtmasıyla 2. Abdülhamid'e suikast düzenlendi. Bu suikast başarılı olmayınca düşmanları, 31 Mart Vakası'nı hayata geçirerek, 2. Abdülhamid'i 27 Nisan 1909'da tahttan indirdi.
2. Abdülhamid'e hal kararını bildirmek için gelen heyette Yahudi Emanuel Karasso, Arnavut Esat Toptani, Ermeni Aram Efendi ve padişahın uzun seneler yaverliğini yapan Arif Hikmet Paşa vardı. Padişah, gelenlerin kimler olduğunu öğrenince, 'Bir Türk padişahına, İslam halifesine hal kararını bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı?' demekten kendini alamadı.
Hal kararının ardından Padişah ve yanındakiler, Sirkeci Tren İstasyonu'ndan özel bir trenle Selanik'e gönderildi. Daha sonra Sultan Abdülhamid'in Selanik'te muhafazasının zor olacağı düşünülerek, İstanbul'a nakledilmesi kararlaştırdı. 2. Abdülhamid, 1912'de İstanbul'a getirilerek, Beylerbeyi Sarayı'na yerleştirildi. Burada 5,5 yıl yaşayan 2. Abdülhamid, 10 Şubat 1918'de vefat etti ve Çemberlitaş'taki Sultan Mahmud türbesine defnedildi.
- 'İslam birliği siyasetiyle Müslüman toplulukları Osmanlı içinde tuttu'
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halil Bal, 2. Abdülhamid'in hal edilmesinin yıl dönümü nedeniyle AA muhabirinin sorularını yanıtladı.
Abdülhamid Han'ın, Osmanlı'nın parçalanma sürecinde ve emperyalist güçlerin Osmanlı'dan pay almak için mücadele ettiği bir süreçte tahta çıktığını anlatan Bal, bu zor dönemde uyguladığı politikalar sayesinde başında olduğu imparatorluğun yıkılmasını 33 yıl geciktirdiği için bugün herkesin 2. Abdülhamid'e hakkını teslim etmesi gerektiğini söyledi.
Devlet hizmetinde çalışan Batı yanlılarını kontrol etmek üzere kuvvetli bir istihbarat teşkilatı kurduğu için Abdülhamid'in sert eleştirilere maruz kaldığını aktaran Bal, 2. Abdülhamid'in bu tedbirleri almasındaki isabetin çok geçmeden görüldüğünü kaydetti.
Prof. Dr. Bal, 2. Abdülhamid'e ilan ettirilen Meşrutiyet'ten sonra Batı ile ilişkilerin daha da geliştiğini, kamuoyu tanımının oluşmaya başladığını ve basının gücünün arttığını vurgulayarak, şu bilgileri verdi:
'O dönemde basının çok sert eleştirileri vardı. Bu da halkı çok etkiliyordu. Basının tamamıyla kontrolsüz olamayacağı görülünce sansür dediğimiz kontrol mekanizmaları oluşturulmaya başlandı. Ağır eleştireler yapan gazeteler kapatıldı. Birtakım konularda haber yapılması yasaklandı. Abdülhamid dönemine bir nevi sıkıyönetim demek mümkün. Çünkü içeride de dışarıda da çok kuvvetli bir muhalefet söz konusuydu. Abdülhamid de bu muhalefete karşı çeşitli araçları kullandı. Bu dönemin tam bir emperyalist çağı olduğunu unutmamak lazım. Bu emperyalist güçlerin Osmanlı üzerinde çok büyük baskıları vardı ve Osmanlı'dan pay almak için kendi aralarında yarışıyorlardı. Osmanlı'nın iç işlerine karışıyorlar, özellikle azınlıkları kullanarak çok büyük baskılar yapıyorlardı. Onları kullanarak yurt içinde isyanlar çıkartıyorlardı. Abdülhamid'in bu isyanları, oyunları bastırmak için istibdattan başka yapacak bir şeyi de yoktu. Eğer 'Meşrutiyet var' diye ortamı serbest bıraksaydı, ülkeyi 33 yıl değil, 13 yıl bile ayakta tutamazdı. Abdülhamid, işi sıkı tutmakta haklıydı. Aksi takdirde daha kısa sürede ülkenin dağıldığını görmek mümkündü. Gayrimüslim azınlıkların yanı sıra Müslüman azınlıklarda isyanlar baş göstermişti. 2. Abdülhamid, İslam birliği siyasetini takip ederek, halife olması hasebiyle Müslüman toplulukları Osmanlı içinde tutmaya çalıştı.'
- '2. Abdülhamid'in birleştirici yanı emperyalistleri çok korkuttu'
Bal, 2. Abdülhamid'in bu birleştirici yanının emperyalistleri çok korkuttuğunu ve kendisini panislamist olmakla suçladıklarını, onu köşeye sıkıştırmak için ellerinden geleni yaptıklarını dile getirdi.
Emperyalist güçlerin kışkırtmasıyla isyanlar yapan Ermenileri bastırmasından sonra 2. Abdülhamid'in 'Kızıl Sultan' olarak suçlandığını vurgulayan Bal, 'Oysaki 2. Abdülhamid devletin bekası için çalışıyordu. Onun yerinde kim olsa devletin birliğine karşı ayaklananları etkisiz hale getirmek durumunda. Bugün de öyle değil midir? Devlete karşı silah kullananla devlet elinden gelen mücadeleyi yapmak durumundadır. Abdülhamid'in yaptığı da budur. O dönemde çok gündeme getirilen bir diğer konu da jurnalciliktir. Abdülhamid'e karşı birtakım gizli veya açık komplolar içinde olduğu ileri sürülen şahsiyetleri mektuplar ve gizli jurnallerle haber veren birtakım adamlar çıkmıştır. Bunların bazıları doğrudur, bazıları asılsızdır ama Abdülhamid'in o dönemde yararlandığı bir şeydi jurnaller. Her devlet bu yöntemleri kullanmıştır, Abdülhamid'in de yaptığı budur.' diye konuştu.
Prof. Dr. Bal, 31 Mart Vakası'ndan sonra hal kararının azınlıklardan oluşturulan bir heyet tarafından iletilmesinin büyük bir acı olduğunu dile getirerek, şöyle devam etti:
'2. Abdülhamid, uzun bir süre devletin başında kalmış muktedir bir padişahtır. Bugün bir kısım, Abdülhamid için 'Ulu Hakan' bir kısım ise 'Kızıl Sultan' der. Oysa Abdülhamid muktedir bir hükümdar olarak o dönemde devleti için elinden geleni yaptı. Baskıcı bir yönetim kurmuşsa da bunu da mecburiyetten yapmıştır. O dönemde kurunun yanında yaş da yanmış olabilir ama ne Kızıl Sultan ne de Ulu Hakan. Her şeye rağmen önemli bir hükümdardı. Devleti en zor zamanında bu kadar dirayetle yönetmiş olması onu böyle değerlendirmemizi gerektiriyor. Onun hakkını teslim etmeliyiz.'