TEL AVİV (AA) - GIDEON LEVY - Genç bir adamın yolun üstünde yaralı olarak yattığı görülüyor. Orada bulunan askerler veya tıbbi personelden hiçbiri ona ilk yardım teşebbüsünde bulunmadığı gib,i zerre miktar dikkat de göstermiyor. Aniden askerlerden biri ?bir sağlık çavuşu? tüfeğini kuruyor ve genci yakın mesafeden kafasından vurarak öldürüyor. Olay yerinde gezinmekte olan askerlerin ve yerleşimcilerin bizzat gözlerinin önünde cereyan etse de, hiçbiri bu hadiseyi umursamış görünmüyor.
El-Halil'de bir İsrail askerinin bıçaklanması olayına karıştığı iddia edilen Filistinli Abdülfettah el-Şerif'in, silahı alınıp zararsız duruma getirildikten rahat rahat bir 10 dakika sonra ve artık hiç kimse için bir tehdit teşkil etmediği halde, infaz olarak görünen bir şekilde öldürüldüğünü gösteren video, sosyal medyada korkunç bir süratle yayıldı ve İsrail toplumunu bir kargaşaya sürükledi. Tetiği çeken kişinin tutuklandığı ve askeri bir mahkemeye çıkarılcağı haberi duyulduktan sonra, İsrail'de sadece bir kurban olarak değil, kahraman olarak da algılanan Çavuş Elor Azaria için, anında bir destek ve dayanışma dalgası oluştu.
Serbest bırakılmasını destekleyen binler, Tel Aviv'in en büyük toplanma yeri olan, şehir merkezindeki Rabin Meydanı'nda bir araya geldi. Kalabalık 'HEPSİNİ ÖLDÜRÜN!' yazan pankartlar taşıyordu ve gazetecileri dövdüler. Toplandıkları yer, Başbakan İzak Rabin'in, Filistinlilerle bir anlaşmaya varma ve toprağı iki halk arasında bölme gayretlerine son vermek isteyen diğer bir radikal sağcı Yigal Amir tarafından 20 sene önce öldürüldüğü meydandı. Bu meydan aynı zamanda, 35 sene önce, 400 bin küsur İsraillinin, ?İsrail ordusunun gözetimi altında bulunan? Beyrut'taki Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında kalan Filistinlilerin Hristiyan Falanjistler tarafından katledilmesini protesto etmek için de toplandığı yer. İsrail'in yakın geçmişinin bir özeti: İsrail'in son yıllarda geçirdiği bütün sosyolojik ve siyasi değişiklikler bu meydanda gerçekleşti.
İsrail toplumunun büyük bir çoğunluğu (daha sonra adam öldürmekten dolayı suçlandığı halde aleyhindeki hüküm henüz verilmemiş olan) Elor Azari'ya kucak açmış olsa da diğer tarafta, El-Halil'deki bu infazdan dolayı şoka girmiş olan İsrailli bir azınlık da vardı. Bu hadise, bıçak kullanan Filistinli bir saldırganın, etkisiz hale getirilmek ya da tutuklanmak yerine öldürüldüğü ilk vaka değildi, son da olmayacak; fakat olup bitene dair hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde, böyle bir hadisenin kameraya çekilerek belgelendiği ilk örnekti. Ve İsrail böylece, çok kısa bir süre içinde, Filistinli hayatların hiçbir kıymeti olmadığına, İsrail'in aklına eseni yapabilmek için kendisine Tanrı tarafından bahşedilmiş bir hakkı olduğuna, işgalin hiçbir şekilde işgal falan olmadığına ve İsraillilerin seçilmiş kavim olduğuna inanan çoğunlukla, sadece İsraillilerle Filistinlilerin eşit haklara sahip olması gerektiğine değil, aynı zamanda eşit insanlar olduklarına da inanan ve fakat giderek küçülmekte olan bir azınlık arasında ikiye bölündü.
Ne yazık ki bu ikinci zümre, nesli tükenme tehlikesi altındaki bir tür haline gelmiş durumda. Tarihindeki en sağcı, en milliyetçi hükümetiyle, ciddi siyasi bir alternatif veya muhalefetin yokluğuyla, ticari sebeplerle büyük kitlelere yaranmak için etik değerlerinden ve dürüstlüğünden feragat eden özgür medyasıyla, Yargıtay, sivil toplum ve insan hakları kuruluşları gibi iktidarı eleştiren bağımsız unsurları zayıflatma ve gayrimeşru ilan etme maksadı taşıyan süregiden kampanyalarıyla İsrail, ne olduğu gayet ortada olan ve felaket mahiyetindeki bir istikamette, savrula savrula, son sürat ilerliyor ve kendisini durduracak hiç kimse de bulunmuyor. Bu halin El-Halil'deki askerden daha güzel bir örneği olamazdı: Hem cellat hem kurban, hem katil hem kahraman...
İsrail'in barış bloğu, o zamanki muhalefet lideri Ariel Şaron'un 2000 senesinde gerçekleştirdiği, siyasi anlamlar yüklü (İslâm'ın üçüncü en mübarek mekanı olan Mescid-i Aksa'nın da bulunduğu) Tapınak Tepesi ziyaretinin akabinde patlak veren İkinci İntifada'yla birlikte berhava oldu. [Ziyareti takip eden] intihar bombacıları ve infilak eden otobüsler, İsrail solunun 'barış içinde birlikte yaşamın olduğu bir gelecek' anlatısını paramparça etti (ki bu da evvela bu niyetlerinin ne denli güvenilir ve ciddi olduğunu sorgulanır hale getiriyor). İşçi Partisi'nden başbakan olan Ehud Barak da, Filistinlilerle bir anlaşmaya varmak için gösterilen en son ciddi gayret olan Camp David'den döndüğünde, barış yapacak bir Filistinli muhatabın var olmadığı görüşünü yaymak suretiyle, barış bloğunun ölümüne katkıda bulundu. Sözde sol da dahil olmak üzere birçok İsrailli, Barak'a inanmaya dünden razıydılar ve bu hal İsrail barış hareketinin tabutuna son çiviyi çakmış oldu. O zamandan beri barış hareketinde hiçbir diriliş emaresi görülmüyor.
İsrail toplumunun sağa doğru kayması sadece seçimlerde ya da anketlerde görülmüyor ?ki bunlar da birbiri ardına, ortalama İsraillinin çok ciddi derecede milliyetçiliğe ve hatta ırkçılığa meylettiğini gösteriyor: Yani bu kayma sadece siyasi alanda tezahür etmiyor. Önemli ölçüde değişmiş olan, İsrail'in bütün bir söylemidir ve bu söylem, komşularıyla barış yapma değil, İsrail'in gerçek bir demokrasi haline gelme ?hatta ve hatta İsrail toplumunun mevcut özgürlüklerine sahip çıkma? ümitlerinden de geriye pek bir şey bırakmadı. Zira barış bloğunun ölümünden hemen sonra, İsrail'in demokratik sisteminde çatlaklar oluşmaya başladı.
Bu noktada İsrail'in fazlasıyla kendine has bir sistemi olduğunu, bu sistemin üç ayrı idari yapıyı tek bir devlette birleştirdiğini akılda tutmak önemli: Kendi Yahudi vatandaşları için Batı usulü bir liberal demokrasi; Arap vatandaşları için ayrımcı bir sistem ve işgal edilmiş Filistin topraklarında baskıcı, ırkçı bir rejim. İsrail'in, Arap kargaşası ve despotizminin yanında bir özgürlük ve adalet adası ve Ortadoğu'nun yegane demokrasisi olarak pek bir iftiharla sunduğu ilk rejimi de son yıllarda çatırdamaya başladı. İsrail Yahudi toplumundaki anti-demokratik yasalar, sivil toplumun, STK'ların ve temyiz mahkemelerinin altını oymak için yürütülen sistematik kampanya, Araplara ve Yahudi olmayanlara yönelik olduğu kadar solcuları da hedefleyen tahrikler ve şiddet olaylarındaki artış ve genel hoşgörü eksikliği, İsrail'in görüntüsünü geri dönüşü olmaz bir şekilde değiştiriyor.
2016'da ?yani işgalin 49., kuruluşunun da 68. yılında? İsrail çok ciddi bir yol ayrımında. Tanımlanmamış sınırları olan yegane devlet olarak İsrail birkaç istikamette ilerleyebilir. Statükonun devamı, öncelikle işgalin devamı demek. Bu durum, sadece İsrail vahşeti altında yaşayan Filistinlilerin gayriinsani bir şekilde ıstıraplara maruz kalmaya devam etmesi anlamına gelmiyor; İsrail toplumundaki en kuvvetli siyasi grubun, yani yerleşimcilerin ve onların destekçilerinin, güçlerini iyice tahkim ederek genel söylemi domine etmeye devam edecekleri anlamına da geliyor.
Ağırlıklı olarak kendi eğlencesi ve maddi zenginliğiyle meşgul, uyuşuk ve duyarsız bir topluma dönüşmüş İsrail toplumunun neredeyse tek aktif ve enerjik ideolojik grubu olan, kendi hedeflerinin peşinden gitmek için ? hukuki/hukuk dışı? her imkana sarılarak azimle çalışan yerleşimciler, seneler içinde İsrail hükümetini ele geçirmeyi ve kamuoyunu tamamen etkilemeyi başardılar. Şüphesiz ki tedrici bir şekilde süregiden darbenin sorumluluğu tamamen çoğunluğun omuzlarındadır: Çoğunluğun bu sessizliği ve kayıtsızlığı, yerleşimcilerin yeşil hattı geçerek Batı Şeria'ya girmelerine ve ülkenin merkezini ele geçirmelerine olanak sağladı. Bugün yaklaşık 700 bin İsrail Yahudisinin Filistin topraklarında yaşamasıyla, Yargıtay'dan meclise, ordudan polise ve gizli servislere kadar, mümkün olan her güç ve nüfuz odağındaki çıkarlarını temsil eden insanıyla her bir İsrailli, bir bakıma yerleşimcidir. Hepimiz sorumluluk taşıyoruz.
Verilen zararın büyük bir kısmından geriye dönüş olmayabilir, fakat İsrail hâlâ kendisini faşist bir topluma dönüşmekten kurtarabilir. Maalesef İsrail toplumu, geleceğine dair ne bir ilgi ne de endişe taşır gibi görünüyor. Beyin yıkama mekanizmaları etkili ve İsrail'deki hayat yeterince iyi; bunlar da değişimin İsrail'in içinden çıkmayacağının garantisi.
Bu en azından İsrail solunun son kalıntıları için korkunç bir haber.
Yegane değişim umudu, uluslararası bir müdahaleden gelecektir. Sadece uluslararası toplum, yalnızca Filistinlileri İsrail işgalinden değil, İsrail'i de kendi şiddet yanlısı yerleşimci zihniyetinden kurtarabilir. Statükonun devamı ?ki durum her geçen gün kötüye gittiği ve daha çok yerleşim inşa edildiği ve daha çok Filistinli öldürüldüğü için gerçekte bir statüko falan da kalmadığı akılda tutulmalı? artık geri dönülmez bir noktaya hızla yaklaşıldığı anlamına geliyor.
Uyandırma çağrısı, körlük ve ahlaki bir koma halinde yaşayan toplumun kendi içinden çıkmayacak. Böyle bir çağrı İsrail'in en büyük müttefiki olan Amerika'dan da gelmeyecek muhtemelen; zira bütün bu olup bitenleri destekleyip finanse eden ABD. Şiddet içermeyen bir 'uyan' ikazı, ancak kamuoyu yoklamalarından ve İsrail'in kendisini bir parçası addettiği çok demokratik uluslar kulübündeki hükümetlerden gelebilir. İşgalin ilk 49 yılında uyandırma çağrısı gelmedi. Acaba yıldönümünde gelecek mi dersiniz?