Ahmet Rauf Akay, bugünkü köşe yazısında dini, ahlâki kurumların siyasallaşmasının sakıncalarına dikkat çekti. Sakıncalarının en başında dini araçsallaştırdıkları için onun mesajını gölgeleme ihtimâli olduğunu yazan Akay, ' Di
Siyasal İslâmcılığın en büyük handikaplarından biri, özeleştiri yapmaktan kaçınmasıdır. Bunun nedeni, -ister parti ister cemaat adı altında siyasallaşma olsun- kendilerini İslâmla özdeşleştirme yanlışına düşmeleridir. Bir düşünceye İslâmî etiketi vuruldu mu artık onu eleştirmek neredeyse Allah'ın yüce dinini eleştirmek anlamına geliyor. Hâlbuki insan zihni karışmış hiçbir şey, din değildir. Dine uygun olabilir ama din değildir. Böyle olunca da eleştirmek asla İslâm'ı hedef almak, onda nakise aramak değildir.
Zannediliyor ki siyasal İslâm denilince sadece parti kisvesi altında İslâmcılık yapanlar kast ediliyor. Öyle değil, her mihver altında siyasallaşmak mümkün. Parti, bunun belki en görünür ve en eleştirilebilir olanı. Aynı siyasallaştırma ameliyesi cemaatlerde, tarikatlarda da var. Üstelik böylesi bir siyasallaşmayı, -partilerdeki kadar- kolay teşhis edebilmek mümkün değil.
Dinî, ahlâkî kurumların siyasallaşmasının birçok mahsurları var. En başta dini araçsallaştırdıkları için onun mesajını gölgeleme ihtimâli var. İslâm, bir kaynaktır; ondan beslenen sayısız ekol, yol, çizgi, renk ortaya çıkabilir. Din adına siyaset, aynı kaynaktan beslenen ötekilerle rekabete girme, hatta çatışma riski doğurur. Aynı dine hizmet adı altında aynı dinden olanların boğazlaşması her zaman mümkün olabilir. Nitekim İslâm tarihi, bunun acı örnekleri ile doludur.
Bir başka mahsuru da siyasallaşmanın getirdiği dünyevîleşmenin ahlâk çürümeye yol açması, İslâmcılık yapanların ahlâkî örnek olma vasıflarını kaybetmeleridir. Siyaset, bütün değerleri kendine râm edecek kadar kıskanç ve muvazene bozucudur. İslâm, siyasete rapt edilince onun lokomotifi değil, vagonu olur. Kendi hedeflerine değil, siyasetin hedeflerine hizmet eden basit bir aparata döner. Eğer bir de ehil olmayanlar tarafından yapılıyorsa her türlü yanlışı örten, hatta meşrulaştıran bir araca döner. Bugün yaşadığımız sıkıntıların birçoğunun ardında bu sarsıcı gerçek yatıyor. Bugün artık siyasal İslâmcıları, İslâmla münasebeti olmayanlardan ayıracak bir ahlâkî meziyet gösteremiyoruz. İslâm etiketi taşımadan siyaset yapanlar hangi yanlışları yaptıysalar aynısını belki daha fazlasıyla siyasal İslâm adına hareket edenler de yaptılar. Siyasetin farklı referanslara sahip olanları ahlâkî bakımdan nasıl benzeştirdiğini etrafımıza kısa bir göz atarak görmek mümkün.
Bu benzeşme, anlayabilenler için çok ciddî bir ihtardır. İslâm, bir insan veya toplumda farklı bir ahlâk yaratmıyorsa o topluma hiç girmemiş demektir. Bugün inanan insanlarla inanmayan insanlar arasındaki ahlâkî mesafe neredeyse kapanmış durumda. Dilim varmıyor ama daha kötü ve acınacak durumdayız. Siyasetin önümüze serdiği renkli dünya, hepimizi çürüttü. Ahlâk yarışının yerini, menfaat yarışı aldı. En kötüsü de yaşadığımız hayata ayna tutma hassasiyetini kaybetmemiz. Yaptığı her şeyin doğru ve dinî olduğuna inanan bir toplum, asla kendini düzeltemez. Bunun için önce yaptıklarımızın din olmadığını; dini anlama ve yorumlamada hataya düşeceğimizi kabul etmemiz lazımdır.
Korkunç bir darbe yaşadık; on binlerce insan tutuklandı ama hâlâ herkes, pozisyonunun doğru olduğunu sanıyor. Çünkü özeleştiri diye bir kültürümüz yok. İslâm, ne siyasetin ne de kişisel hırsların bir manivelasıdır. Siyaset pazarlamasının bir aracı da değildir. O, ahlâk getiren bir dindir; ahlâk götüren, çürüten siyasetin basamağı olamaz.