Özdağ, ülkücülerin fikir babası Seyyit Ahmet Arvasi'yi hatırlattı!

Özdağ, ülkücülerin fikir babası Seyyit Ahmet Arvasi

AK Parti Manisa Milletvekili Doç. Dr. Selçuk Özdağ büyük Türk milliyetçisi Seyyid Ahmet Arvasi'yi hatırlattı. Özdağ, yaptığı açıklamasında ülkücülerin Fikir Babası Seyyit Ahmet Arvasi,1979 Türk-İslam Ülküsü, kitabından alıntı

 

'Bizim kanaatimize göre,Türkiye de Başkanlık Sistemi faydalı olacaktır. ' diyen Özdağ şöyle konuştu:

'Doğrudan doğruya 'Milletin Seçeceği' Devlet Başkan'ı aynı Zaman'da 'Hükümetin başkanı ' olarak vazife yapmalıdır. Bu tedbir, her şeyden önce, belli bir süre 'hükümet buhranlarına' son verecek icra rahatça çalışabilecektir. Böyle bir tedbir, üstelik Milletimizin karakter ve yapısına da uygundur ve onu memnun edecektir. Demokrasiye inananlar, 'Milletin iradesinden' korkmazlar.

  Peki 40-50 yıl öncesinin Türkiye'sinde şanlı millet için en iyi ve en hayırlı sistemin Başkanlık Sistemi olduğunu anlatan mefkuresi geniş bu ülkü insanı kimdir? .. Türk - İslam senteziyle neyi amaçlamıştır... İşte cevabı... 

 

 

Seyyid Ahmet Arvasi, gerçek bir Türk milliyetçisi idi. 

İslâmın meşru çerçevesi içinde Turancı denilecek kadar Türkçü ve milliyetçiydi. Türklüğü beden, İslâmiyeti ruh bilen bir milliyetçilik anlayışına sahipti. Hayatı, din ve milliyet gibi iki mukaddes varlığımızı karşı karşıya getiren dinimizin ve milliyetimizin düşmanlarına karşı mücadele ile geçmiştir. O, bu düşmanları durduracak tek reçete olarak da, felsefesini kendisinin oluşturduğu Türk-İslâm Ülküsü'nü görmüştür.

 

Seyyid Ahmet Arvasi'ye göre milliyetçilik anlayışı şöyledir:

'Ben, İslâm iman ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâmı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim. Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa, bölgeciliğe ve dar kavmiyetçilik şuuruna yer yoktur. İster azınlıklardan gelsin, ister çoğunluktan gelsin her türlü ırkçılığa karşıyım. Bunun yanında Şanlı Peygamberimizin 'Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz. Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir. Vatan sevgisi imandandır' tarzında ortaya koydukları yüce prensiplere de bağlıyım'.

 

Arvasi Hoca, hâlâ Türklerin İslâmın bayraktarlığını yaptığına ve bu görevin hâlâ bu millette olduğuna inanıyordu. Bu yüzden bu iki mukaddes varlığın birbirinden ayrı, farklı ve karşı varlıklar gibi gösterilmesine tahammül edemiyordu.

 

 

 

HAYATI 


Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinde doğmuştur. Seyyid'tir. 56 yaşındayken, İstanbul'un Erenköy ilçesindeki evinde 31 Aralık 1988 - Saat: 11:00'da, çok sevdiği daktilosu başında vefat etmiştir.

Arvaslar neslindendir. Atalarının Anadolu'ya gelişini kendisi şöyle anlatmaktadır:

 

« ...Ailem 'Arvâsî' adı ile bilinir. 650 yıldan beri Anadolu'da yaşar. Orhan Gazi ile tanışan ceddim Hacı Kasım-ı Bağdadi adında bir zattır. Onun oğullarından biri Van Gölü'nün güneyine (Arvas Köyüne) yerleşmiştir. Biz ondan türemiş ve çoğalmışız... »

 

'Arvasîler' olarak bilinen aile, Soyadı Kanunu'nun çıkmasıyla, 'Arvâsî' soyadını almıştır. Babası, Abdülhakim Arvâsî'dir. Fakat, Necip Fazıl Kısakürek'in manevî hocası olarak bilinen Abdülhakîm Arvâsî ile aynı kişi değildir.

 

 

Ahmet Arvâsî'nin babası olan Abdülhakim Arvâsî bu isim benzerliğini 18 Nisan 1980'de, Mehmet İlhan Bey'e yazmış olduğu bir mektupta şöyle anlatmaktadır:

 

« Şu an Ankara'nın Bağlum nahiyesinde yatan S. Abdülhakîm Arvâsî hazretleri ile aynı ailedeniz. Kendileri aynı zamanda babamın da isim babalarıdır. Babama kendi adlarını vermişlerdir. »

 

Ailenin altı çocuğundan birincisi olan S.Ahmed Arvasî, ilköğretime Van'da başlayıp Doğubayazıt'ta tamamladı. Ortaokulu Erzurum'da okudu ve sonrasında Erzurum Erkek Öğretmen Okulu'nu bitirdi.

1952 yılında Konya'nın Doğanbeyli nahiyesinde ilkokul öğretmeni olarak göreve başlayan Arvasi, yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yaptı.

Daha sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü - Pedagoji Bölümü'ne başladı ve buradan da 1958 yılında mezun oldu. Balıkesir, Bursa ve İstanbul'daki eğitim enstitülerinde hocalık yaptı.

1978 yılında İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü'nden 24 arkadaşıyla birlikte siyasî amaçlar için sürgün edilen Arvâsî, 1979 yılında emekli olmak zorunda kaldı.

 

« Hayretle gördüm ki, bu ülkede Türk kelimesinden ürkenler var. Yine hayretle gördüm ki, bu ülkede İslam kelimesinden ürkenler var. Ve yine ürpererek gördüm ki, bu ülkede Türk ve İslam kelimelerinin yan yana gelmesinden dehşete kapılan kişi ve çevreler var. »

                                                                           (Seyyid Ahmet Arvasî)

 

 

Emekli olduğu yıl, Milliyetçi Hareket Partisi Olağan Kongresi'nde 'Genel İdare Kurulu Üyesi' sıfatıyla aktif siyasete atıldı.

Diğer yandan çeşitli gazete ve dergilerde yazdı. Her gün Gazetesi'nde, 'Türk-İslam Ülküsü' başlığı ile günlük makaleleri yayımlandı.

12 Eylül 1980 darbesine kadar partideki görevini ve yazılarını sürdürdü. Darbenin ardından Mamak Cezaevi'ne hapsedildi. Burada işkencelere maruz kaldı ve ilk kalp krizini burada geçirdi.

Tahliye olduktan sonra ülkücü gazete ve dergilerde yazdı. Türkiye Gazetesi'nde Hasbihal başlığı ile makaleleri yayımlandı.

 

Arvasî'nin Mamak'ta geçirdiği kalp krizini Alpaslan Türkeş şöyle anlatıyordu:

« Tutukevinde geçirdiği kalp rahatsızlığı dolayısıyla Ankara mevki hastanesi'ne kaldırıldı. O gün, daha dün gibi hatırımdadır. Görevliler kendisini hastaneye gitmesi için aşağıya indirdiler. Biz, yukarıda kalmıştık. Odamın penceresinden dış kapının açıldığı merdivenleri görebiliyordum. Arvasî hocamızı hastaneye götürecek cankurtaran henüz gelmemişti. Ayakta bekleyecek hali yoktu, bitkin bir vaziyette taş merdivenlere oturarak cankurtaranın gelmesini bekledi. Yukarıdan askerlere seslendim. Bir binbaşı çıktı. Kendisine Arvasî Bey'in rahatsız olduğunu, bir sandalye getirilmesi için emir buyurulmasını rica ettim. Bu ricamdan sonra bir sandalye getirdiler. Daha sonra cankurtaran geldi ve uzaktan birbirimize el sallayarak ayrıldık, vedâlaştık. »

 

İşte bu güzide insanın kaleminden Başkanlık Sistemi;

 

 DEMOKRASİDE YETKİ VE MURAKABE DENGESİ ŞARTTIR!

 

İdare edenler devlet işlerini başarı ile yürütmek için daha fazla yetki isterler. Buna mukabil idare edilenler ise onların bu isteklerini şüphe ve tereddüt ile karşılarlar. Gerçekten de yöneticiler , yetki isterken ne kadar haklı ise , halkı da bu yetkilerin kötüye kullanılması endişesi içinde bulunması o kadar haklıdır. 

Halk kitleleri , yöneticilerin, yetkilerini kötüye kullanmamalarını için , devamlı bir maddi ve manevi murakabe altında bulunmalarını ister. Bunun için , yönetici kadroların herşeyden önce iyi bir eğitimden geçirilerek yüksek ahlaklı , milli ve mukaddes anayasaya yürekten inanmış, ülkenin ve dünyanın gidişinden haberdar, tecrübeli 'birinci sınıf uzmanlar kadrosu' halinde yoğrulmasını bekler.

Öte yandan, gerçekten 'hakkın ve hukukun üstünlüğüne inanmış' ellere tevdi edilmiş, bağımsız yargı ve dentim organlarının vazife yapmasını arzu eder. Bütün bunların yanında , geniş halk kitleleri , devlet ve hükümet işlerinin başarı ile yürütülmesi için, kendi 'ağırlığını' da samimi ve hür 'seçimler' ile ortaya koymak hakkını elinde tutmak ister.

Bütün bunları, sağladıktan ve ileri duruma getirildikten sonra, gerçekten de 'yönetici kadrolara' geniş yetkiler vermekte fayda vardır. Demokraside, 'murakabe' ne kadar gerekli ise, 'yöneticilerin' geniş 'yetki' ve 'sorumluluk' sahibi olmaları da  - devlet işlerini yürütmede kolaylık sağlaması bakımından-  o kadar gereklidir.  Vicadanın, kanunun ve milletin 'murakabe' edemediği bir idare, 'zulme' doğru yol alırken, 'yetkisiz' bırakılan bir idarede acze düşer.

'Özlediğimiz ve gerçekleştirmek istediğimzi demokrasi' güçlü bir 'vicdan eğitiminden' geçirilmiş 'uzman kadroların' hür seçimlerle tecelli edecek  'milli irade' yolu ile iş başına gelmesi şeklinde doğacaktır. Milli iradenin ve hukukun murakabesi altında, 'yöneticiler' geniş yetkiler verilecek, buna paralel sorumlulukları artıılacaktır.  Demokrasi, asla , 'yöneticileri' acze düşürmek demek değildir. Diktatörlükler kadar, eli kolu bağlanmış ve acze düşürülmüş 'idareler' de ülke için zarar ve tehlike kaynağı durumuna gelirler.

Devletlerin hayatında ve hükümetlerin kaderinde , anaysaların ve 'seçim sistem ve kanunlarının ' oynadığı rolü küçümsemek mümkün değildir. Birçok ülkedeki ' hükümet buhranları' ,doğrudan doğruya 'anayasa' ve 'seçim sisteminden'  kaynaklanmaktadır. İtalya'daki ve Türkiye'deki 'h'ükümet buhranları' daha çok bu açıdan yorumlamak gerekir. Ülkemizdeki sosyal, ekonomik, kültürel ve politik buhranlara , bir de 'milli yapıya' cevap vermediğini -yaşayarak öğrendiğimiz- seçim sistemleri , geniş boyutlar kazandırmaktadır. Yaralarımızı azdırmaktadır.

Bizim kanaatimize göre, Türkiye'de 'başkanlık sistemi' faydalı olacaktır. Doğrudan doğruya 'milletin seçceği' devlet başkanı , aynı zamanda 'hükümetin başkanı' olarak vazife yapmalıdır. Bu tedbir, herşeyden önce, belli bir süre 'hükümet buhranlarına' son verecek , 'icra' rahatça çalışabilecektir. Böyle bir tedbir, üstelik öilletimizin karakterine ve yapısına da uygundur ve onu memnun edecektir. Demokrasiye inanalar, 'milletin iradesinden' korkmazlar. 

Seçim sistemimizde gerçekten esaslı değişikliklere ihtiyaç vardır. 'Ön seçim' kaldırılarak 'dar bölge nisbi seçim sistemi' getirilmelidir. Birçok demokrat ülkede tatbikatını gördüğümüz gibi barajı geçenler 'ilk turda' seçilmeli , geçemeyenler 'ikinci tura' kalmalıdır. Milletvekilleri bu şekilde seçilmeli , sosyal yapımıza göre fonksiyonel olmadığını sandığımız , 'senato' kaldırılmalıdır.

Bunlar yapıldığı takdirde, belki ülkemiz sosyal , ekonomik, kültürel ve politik buhranlardan kurtulmayacaktır, lakin hükümet buhranları, mutlaka son bulacaktır. Bu durum ise, buhranlardan kurtulmanın vasatı demek olan 'istikrarı' sağlayacaktır.