ANZAKLAR NEYİMİZ OLUR?

ANZAKLAR NEYİMİZ OLUR?

1932 yılında, Edebiyat Fakültesi târih zümresi talebesinden bir hanım, Çanakkale ziyâretinin gemiyle değil, İstanbul?dan yaya olarak yapılmasını ve bizzat harp sahasının ve şehîdliklerin gezilmesini teklif eder.

O güne kadar,  Çanakkale ziyâretleri vapurla denizden geçit resmi şeklinde yapılmaktadır. Ertesi yılın Ağustos ayında, Nihal Atsız ve bir grup arkadaşı yaya olarak Çanakkale'yi ziyâret ederler. Düşman kuvvetlerinin diktiği âbideler dikkatlerini çeker.
Atsız, Conk Bayırı'nın en hâkim yerindeki Yeni Zelant âbidesini  görünce şöyle esef eder:

'Bu yabancılara niçin âbide dikiliyordu? Uzak yerlerden geldikleri için mi? Bunlar bir zafer mi kazanmışlardı? Her yerde gördüğümüz irili ufaklı İngiliz mezarlarının üzerinde onların ?ebedî hatırası?ndan bahsolunuyordu. Hâlbûki onlar buna lâyık mı idi? 

Çok acı şeyler söylememek için haydi şöyle diyeyim: Ey dünya, sen çok kansız ve çok nankörsün! '

 

Evet, 2017'de geldiğimiz noktaya bakılırsa dünya, gerçekten çok kansız ve nankör!

 

Anzaklar, Avustralya ve Yeni Zelanda'dan gelerek Çanakkale?de savaşan  askerlere denir. Her ne hikmetse bizde, bu Anzaklar'a karşı ?aşırı empati sendromu? var. Bu askerler, düpedüz haçlı ruhu ile ülkemizi işgâle geldiler. Hem de binlerce km öteden. Sanki oranın yerlilerini, İngiltere zorla savaşa getirmiş gibi bir algı oluştu. Bu algı, Hindistan Müslümanları için geçerlidir ama Anzaklar için geçerli değildir. Anzaklar, sömürge siyâseti gereği Avusttralya?ya yerleşmiş olan İngiliz ve İrlandalılardır.

 

Ayrıca, savaş esnasında Anzaklar?ın bize karşı dostane hisler geliştirdiği şeklinde saçma bir fikir de var. 2014 yılının Şubat ayında basında yer alan bir haber, bu fikri bertaraf etti çok şükür! Haber şöyle:

 

?Avustralya Savaş Anıtı koleksiyonunda yer alan 'Tahliye' adındaki heykelde, bir Anzak askeri Gelibolu Yarımadası'nda kırık silah arabasına yaslanıyor ve Türk bayrağını ayakları altına alıyor, yanında da Türk askerine ait bir kafatası bulunuyor. 1925'de yapılan heykel, düşmanın öldürüldüğünü ve toprakların işgal edildiğini simgeliyor.?

 

Bildiğiniz gibi Anzaklar'ın torunları her sene 25 Nisan'daki Şafak Ayini için Çanakkale'ye geliyorlar. Bu sene de gelip âyin yaparak dedelerini andılar. Basunda yine Şafak Âyini?ne hoşgörüyle bakan yazılar çıktı.

 

Anzaklara gösterilen bu hoşgörüde sinemanın ciddi bir katkı payı var.

 

Sinemamızda, maalesef Anzak güzellemesi diye bir sorun var. Bu sorun, belgesel filmler ile başladı. Can Dündar?ın ve Tolga Örnek?in belgesel filmleri, işgalciler ile evini savunanlar arasında bir fark görmüyordu.

Sinan Çetin?in ?Çanakkale Çocukları? filmi ise tam bir rezâlet! Filmin konusunu hatırlatırsak ne demek istediğimiz anlaşılır.

Anneleri Avustralyalı, babaları Erzurumlu olan James ve Osman Çanakkale cephesindedirler. Karşı cephelerde olan kardeşlerin birbirlerini öldürmeleri annelerine ma?lûm olur. Anne, aynı zamanda mebus olan, maden işletmecisi babanın kolundan tuttuğu gibi cepheye oğullarını almaya gider. Filmde iki kadın var. Anne ve bir rahibe. O kadar. Müslüman anneler yok.

Sanki İngiltere ve Osmanlı, Çanakkale diye boş bir toprak parçasına sâhib olmak için aynı zamanda saldırmış ve boşu boşuna kan dökülmüş. İşgalci, hırsız, mütecâviz ile ev sâhibi kelimeleri arasındaki farkı bilmeyen bir insan nasıl olur da Çanakkale filmi çeker?

Filmde Çanakkale çocukları ifadesi orada savaşan herkesi kapsıyor. Türk bayrağı kutsalsa İngiliz bayrağı da kutsal vurgusu var. Salat-ı ümmiye ile ruhumuzu okşarken İngilizce şarkıya (belki ilâhi ya da ağıt) da yer veriyor. Filmin sonunda Çanakkale'de ölenlerin toplam sayısını veriyor. Şehit ayrımı yok yâni.

Neyse ki bu film, gişede hüsrana uğradı. 2014 yılının son günlerinde oskarlı Russel Crowe'un, çektiği The Water Diviner (Son Umut) filmi gösterime girdi. Anzak gençlerine ağıt yakan, Osmanlı kadınını tahfif eden, İngilizi kurtarıcı gösteren tuhaf bir filmdi.

Bir yabancı yönetmenin, hele de Avustralyalı bir yönetmenin, Anzak güzellemesi olan bir film yapması gâyet normal bir şey. Normal olmayan bizden bir yönetmenin, barış söylemi eşliğinde Anzakları ma?zûr gösteren film yapması. Bundan daha vahimi ise filmde rolü olan Cem Yılmaz?ın o sene şafak âyinine katılmasıydı.

Bütün bunların tesâdüf olduğunu sanmayın. Hollywood böyle çalışır. Filmlerle dünyayı yönetir. Amerika, Japonya'ya atom bombası atar; filmlerle kendisini aklar. Vietnam'a saldırır; filmlerle mazlum oluverir. İngiltere, Hindistan?ı nasıl mahvettiğini, filmlerle unutturur vs. Şimdi sıra, Çanakkale?ye saldırdıklarını, Anzaklara ağıt yakarak unutturmak.

Biri yerli, diğeri yabancı, iki filmin benzer taraflarını görüyorsunuz. Avustralyalı anne ve çocukları; Avustralyalı baba ve çocukları. Mesaj da savaşın kötü bir şey olduğu.

Subliminal mesaj ise şu:

'Bu topraklar çocuklarımızı aldı. Artık buralarda söz hakkımız var.'

Türk Milleti, Çanakkale şehîdlerini lâyıkıyla hatırladıkça bu oyuna geçit vermeyecek!

Çanakkale şehîdlerimizi rahmetle anıyoruz.