Murat Bardakçı, bu hafta İstanbul'da yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısı ile 1984'de Casablanka'da yapılan İslam Konferansı'nı kıyasladı.
Her iki toplantıya da Cumhurbaşkanlığı düzeyinde katıldığımızı kaydeden Bardakçı, 1984'de 'Burada ne işimiz var?' çekincesiyle hareket eden Türkiye'nin, bugün dış politikamızda yarım asır boyunca hâkim olan nemelâzımcılığı bıraktığını ifâde etti.
Bardakçı'nın Habertürk'deki yazısı şöyle:
'İSTANBUL?da bu hafta toplanan İslam İşbirliği Teşkilâtı, Doğu Kudüs?ü Filistin Devleti?nin başkenti ilân etti.
Kararın uygulanması yahut uygulanamaması ayrı bir konudur ve buradaki asıl mesele Kudüs hakkında varılan görüş birliğinin teşkilâtın tarihi boyunca aldığı en önemli karar olmasıdır.
İslam İşbirliği Teşkilâtı, yahut 2011?den önceki ismi ile İslam Konferansı?nın faaliyetlerini senelerden buyana takip ederim, teşkilâtın birçok faaliyetine, en önemlisi de Türkiye?nin cumhurbaşkanı seviyesinde katıldığı ilk toplantıya, yani 1984?teki Casablanca Zirvesi?ne muhabir olarak katılmıştım.
Fanatik bir İsrailli?nin 1969?da Mescid-i Aksa?da çıkarttığı yangından sonra kurulan İslam Konferansı?na üyeliğimiz Ankara?da hayli heyecana sebep olmuş, katılma müracaatı yapmış olmamıza rağmen, teşkilâtın üyelik sözleşmesinin kabul edilme sürecinde bin türlü endişe yaşamıştık.
ÇEKİNCE ÜSTÜNE ÇEKİNCE
Sebep, böyle bir teşkilâta girmemizin lâikliğe ters düşebileceği korkusu idi ve bu yüzden sözleşmeyi altına dünya kadar çekinceler yazarak imzalamıştık. Türkiye?nin sözleşmeyi tasdik belgesini bir yerlerden bulup koyduğumuz çekincelerimizi okuduğunuz takdirde, hayli güleceğinize eminim.
Sonraları yapılan bakanlar düzeyindeki komitelerin ve teknik komisyonların toplantıları da özellikle hariciyemiz için bir dert hâline gelmişti; hattâ bu toplantılarda söze başlarken besmele çekme âdeti, diplomatlarımızın kâbusu idi. İstanbul?da 1974?teki Dışişleri Bakanları toplantısının son devrin en önemli hâfızlarından olan ve Bayezid Camii?nin uzun seneler imamlığını yapan rahmetli Abdurrahman Gürses?in okuduğu Kur?an ile açılması da basını günlerce meşgul etmiş, açılış günlerce tartışılmıştı.
Derken, Özal?lı senelerde ?İSEDAK? denen Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi?nin yine İstanbul?da yaptığı toplantılarla tanıştık ve bürokratlarımız bu toplantıların lâikliğimize halel getirmesini önlemek için cansiperâne çaba gösterdiler.
CASABLANCA FİLMİ GİBİ...
Nihayet, 1984?te Fas?ta, Casablanca?da yapılan İslâm zirvesi geldi, çattı!
Türkiye?yi zirvede Cumhurbaşkanı Kenan Evren temsil edecek ve bir İslam Zirvesi?ne tarihimizde ilk defa devlet başkanı seviyesinde katılacaktık...
Diplomatlarımızın zirve öncesinde ve toplantılar devam ederken özellikle Türk gazetecilere, ?Biz lâikiz, öteki devletlerden çok farklıyız, aman bizi diğerleri ile karşılaştırmayın? gibisinden verdikleri beyanlarını, hatırlatmalarını ve gösterdikleri çabaları hiç unutmam! Sadece diplomatların değil, Türk heyetinin diğer mensuplarının da neredeyse tamamının çehrelerinde mevcut olan ?Burada ne işimiz var?? ifadesini de...
İslam Konferansı?na işte böyle bin türlü endişe ile katılan Türkiye?nin bugün teşkilâtın dönem başkanı olması, birkaç gün içerisinde elli küsur ülkenin en üst seviyedeki idarecilerini İstanbul?da biraraya getirebilmesi ve örgütün tarihindeki en önemli kararının alınmasını, yani Doğu Kudüs?ün Filistin Devleti?nin başkenti olarak kabul edilmesini sağlaması dış politikamızda yarım asır boyunca hâkim olan nemelâzımcılığın artık bir tarafa bırakılmış olması demektir.
İSTANBUL?da bu hafta toplanan İslam İşbirliği Teşkilâtı, Doğu Kudüs?ü Filistin Devleti?nin başkenti ilân etti.
Kararın uygulanması yahut uygulanamaması ayrı bir konudur ve buradaki asıl mesele Kudüs hakkında varılan görüş birliğinin teşkilâtın tarihi boyunca aldığı en önemli karar olmasıdır.
İslam İşbirliği Teşkilâtı, yahut 2011?den önceki ismi ile İslam Konferansı?nın faaliyetlerini senelerden buyana takip ederim, teşkilâtın birçok faaliyetine, en önemlisi de Türkiye?nin cumhurbaşkanı seviyesinde katıldığı ilk toplantıya, yani 1984?teki Casablanca Zirvesi?ne muhabir olarak katılmıştım.
Fanatik bir İsrailli?nin 1969?da Mescid-i Aksa?da çıkarttığı yangından sonra kurulan İslam Konferansı?na üyeliğimiz Ankara?da hayli heyecana sebep olmuş, katılma müracaatı yapmış olmamıza rağmen, teşkilâtın üyelik sözleşmesinin kabul edilme sürecinde bin türlü endişe yaşamıştık.
ÇEKİNCE ÜSTÜNE ÇEKİNCE
Sebep, böyle bir teşkilâta girmemizin lâikliğe ters düşebileceği korkusu idi ve bu yüzden sözleşmeyi altına dünya kadar çekinceler yazarak imzalamıştık. Türkiye?nin sözleşmeyi tasdik belgesini bir yerlerden bulup koyduğumuz çekincelerimizi okuduğunuz takdirde, hayli güleceğinize eminim.
Sonraları yapılan bakanlar düzeyindeki komitelerin ve teknik komisyonların toplantıları da özellikle hariciyemiz için bir dert hâline gelmişti; hattâ bu toplantılarda söze başlarken besmele çekme âdeti, diplomatlarımızın kâbusu idi. İstanbul?da 1974?teki Dışişleri Bakanları toplantısının son devrin en önemli hâfızlarından olan ve Bayezid Camii?nin uzun seneler imamlığını yapan rahmetli Abdurrahman Gürses?in okuduğu Kur?an ile açılması da basını günlerce meşgul etmiş, açılış günlerce tartışılmıştı.
Derken, Özal?lı senelerde ?İSEDAK? denen Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi?nin yine İstanbul?da yaptığı toplantılarla tanıştık ve bürokratlarımız bu toplantıların lâikliğimize halel getirmesini önlemek için cansiperâne çaba gösterdiler.
CASABLANCA FİLMİ GİBİ...
Nihayet, 1984?te Fas?ta, Casablanca?da yapılan İslâm zirvesi geldi, çattı!
Türkiye?yi zirvede Cumhurbaşkanı Kenan Evren temsil edecek ve bir İslam Zirvesi?ne tarihimizde ilk defa devlet başkanı seviyesinde katılacaktık...
Diplomatlarımızın zirve öncesinde ve toplantılar devam ederken özellikle Türk gazetecilere, ?Biz lâikiz, öteki devletlerden çok farklıyız, aman bizi diğerleri ile karşılaştırmayın? gibisinden verdikleri beyanlarını, hatırlatmalarını ve gösterdikleri çabaları hiç unutmam! Sadece diplomatların değil, Türk heyetinin diğer mensuplarının da neredeyse tamamının çehrelerinde mevcut olan ?Burada ne işimiz var?? ifadesini de...
İslam Konferansı?na işte böyle bin türlü endişe ile katılan Türkiye?nin bugün teşkilâtın dönem başkanı olması, birkaç gün içerisinde elli küsur ülkenin en üst seviyedeki idarecilerini İstanbul?da biraraya getirebilmesi ve örgütün tarihindeki en önemli kararının alınmasını, yani Doğu Kudüs?ün Filistin Devleti?nin başkenti olarak kabul edilmesini sağlaması dış politikamızda yarım asır boyunca hâkim olan nemelâzımcılığın artık bir tarafa bırakılmış olması demektir.
Yukarıda da söyledim: Önemli olan Kudüs konusundaki kararın uygulanabilirliği değil, adımlarını bir zamanlar ürkerek ve sinerek, binbir endişe ve ?Acaba??lar ile atan Türkiye?nin unuttuğu bir hakikatin, yani ?Şarklı? olduğunun bilincine varması ve imparatorluk mirasının paylaşılma çabalarında bizzat yeralmasıdır.'.