Fatih'in Hocası Akşemsettin Hazretleri fetihi nasıl bildi?

Fatih

Fatih'in Hocası Akşemsettin Hazretleri'nin vefatının sene-i devriyesinde rahmet ve dualarla anıyoruz.

Akşemsettin Hazretleri'nin Hayatı

Akşemsettin, (1389/1390 - 1460) asıl adı ile Şeyh Mehmet Şemsettin Bin Hamza, 15. yüzyılın en büyük alimlerinden biridir. 1389 yılında Şam?da doğmuştur. Haci Bayram Veli?nin müridi ve Fatih Sultan Mehmet?in hocalarındandır. İstanbul´un manevi fatihi olarak da anılır. Saçının ve sakalının ak olması ve beyaz elbiseler giymesinden dolayı ´Akşeyh´ veya ´Akşemseddin´ adlarıyla meşhur olmuştur. Soyu, Hazret-i Ebu Bekir´e kadar ulaşır.

Sühreverdi?nin torunudur. Babası Şeyh Hamza (Kurtboğan adıyla meşhurdur) âlim biridir ve oğlunu mükemmel yetiştirir. Mübarek, dudak uçuklatacak kadar zekidir. Hızlı ilerler ve genç yaşta müderris olur. Osmancık medreselerinde talebe okutur. Evet yörede hatırı sayılır bir âlimdir, ancak işin hâkikatına varmak ister. Bunun tek yolu vardır ?ledün ilminde mütehassıs bir velinin? huzurunda diz çökmek.

Arar, sorar, istihareye yatar. Zihninde iki isim berraklaşır. Bunlardan bir tanesi Hâlep?te ki Zeynüddin Hafi Hazretleridir. Diğeri Ankara?daki Hacı Bayram-ı Veli. Akşemseddin yakından başlar. Önce Ankara?ya gider. Ancak Hacı Bayram Hazretlerini kapı kapı teberrû toplarken görür ve yıkılır. Nedenini, niçinini sormaz bile, oracıktan döner, yürür Hâlep?e. Ancak yolda gördüğü rüyalarda, nasibinin Hacı Bayram elinden olduğu işaret edilir. Hatta zincirlerle çekilir ki, uyandığında izi vardır boynunda. Şaşkınlık ve pişmanlık içinde Ankara?ya döner. Yüce veliyi orak tırpan çalışırken bulur. Mübârek garibin birine yardım eder ki kan ter içindedir. Akşemseddin bin pişmandır, boyun büker... Ve kavuşur affa.

Hacı Bayram Hazretleri bu mütevazı talebesini çok sever, O´na hususi bir ihtimam gösterir. Akşemseddin ayrıca iyi bir hekimdir de. Pastör?den asırlar evvel hastalığa sebep olan mikropları ve karantinanın mantığını anlatır. Hatta o yıllarda ?seretan? adıyla bilinen kanseri teşhis eder.

İstanbul?un kuşatıldığı günlerde Fatih Anadolu?daki âlimleri ordugâha davet eder. Hepsi mükemmel insanlardır, ancak Akşemseddin?le aralarında anlatılmaz bir muhabbet başlar. Nedendir bilinmez bu akça pakça veliyi görünce içi rahatlar. Tabiri caizse kanı kaynar.

İstanbul gibi bir şehri almak kolay değildir. Dev surlar, haçlı yardımları, derin hendekler, aşılmaz zincirler, Rum ateşi denen bela ve güçlü düşman. Bunlar bilinen şeylerdir ve Fatih herbirine tedbir düşünür.

 

Yemeği İçmeyi Unutur

Ancak, bazı komutanlar (ki bir çoğu baba emanetidir) zafere inanmazlar. Açıktan açığa ?Bu devletin askerine, akçesine yazık değil mi canım?? derler, ?Maceranın sırası mı şimdi??

Genç sultanı Bizansla boğuşmak değil, yanındakilerle uğraşmak yorar. Yemeyi içmeyi unutur, uykuyu dağıtır. Kendini fena yıpratır. Geceler boyu ağlar ki yastığı hiç kurumaz. Muhasara başlayalı 50 gün geçer, lâkin gözle görülür bir ilerleme yoktur . Rumlar yıkılan surları anında yapar, o acaib ateşleri ile zemini değil, suyu bile yakarlar. Fidan gibi yiğitler ardarda düşerler toprağa. Sultan Mehmed kalabalıklar içinde yalnızdır. Hatta zaman zaman kuşatmayı kaldırmayı düşünür.

Akşemseddin hazretleri onun zihninden geçenleri okur. ?Sakın ha!? der, ?Asla vazgeçme!? Zira o, müjdeyi Hızır Aleyhisselam?dan alır. Zaferden zerre kadar şüphesi yoktur. Şehir düşünce, Fatih derin bir nefes alır, büyük güç ve itibar kazanır. Genç sultanın şimdi tek arzusu vardır. Mihmandârı Resulullah Hâlid bin Zeyd?in kutlu kabrini bulmak.

Akşemseddin Hazretleri kuşatmanın sürdüğü sıralarda türbenin bulunduğu noktaya bir nur indiğini görür. Fatih?i o mahalle götürür. Kısa bir murakabenin ardından iki çınar dalını toprağa diker ve kendinden emin bir ifadeyle. ?Büyük sahabe bunların arasında yatıyor!? der. Ancak etraftan ?ne malum?? diyenler olur. Hatta birileri padişaha akıl öğretirler. ?Bu dalları başka bir yere diktir bakalım? derler, ?ihtiyar molla farkedebilecek mi?? Fatih denileni yapar, hatta ilk işaret edilen yer kaybolmasın diye mührünü gömdürür. Ama Akşemseddin dallara bakmaz bile, ertesi gün milimi milimine ilk gösterdiği noktaya yönelir. Hatta bir ara durur ?Sultanımızın mührü? der, ?Ne arıyor orada??

Büyük veli bakar, bu mevzu çok tartışılacak, şüpheye mahal bırakmaz. ?Kazın!? buyururlar. Toprağın bir kulaç altından yeşil somaki bir taş çıkar. Üstünde kûfi harflerle ?Hâzâ kabri Halid bin Zeyd? yazılıdır. Kalabalık bir hoş olur. Derhal türbe ve mescid hazırlıklarına girişirler.

Kaçış

Günler geçer, Fatih, Akşemseddin Hazretleri?ne sıkça gelip gitmeye başlar. Öyle ki devlet işleri oyuncak gelir gözüne. Sarayı, otağı bırakıp döşeği tekkeye sermeye niyetlenir. Nitekim bir gün ?N?olur? der, ?Beni de dervişleriniz arasına alın?.

Akşemseddin, hani Fatih?e baba muamelesi yapan o gül yüzlü muallim birden ciddileşir, celalli bir edayla ?Hayır!? der, ?Osmanoğullarının dervişe değil, sultana ihtiyacı var!?

Ama Sultan Mehmed?i iyi tanır. Yine gelecek, hem bu kez ısrar edecektir. Buna fırsat vermez. Pılısını pırtısını toplamadan uzaklaşır İstanbul?dan. O yıllarda kuş uçmaz, kervan geçmez bir kuytu olan Taraklı?ya çekilir, sonra Göynük civarlarına yerleşir, kendi halinde talebe yetiştirir. Ama duaları Fatih?le birliktedir.

AKŞEMSEDDÎN MAHALLESİ

Fetihten sonra, Akşemseddîn üç gün gözden kayboldu. Bütün aramalara rağmen bulamadılar. Üç gün sonra, Edirnekapı yakınlarında vîrâne bir yerde ibâdetle meşgûl olarak buldular. O zamandan beri bu yere, onun ismine izâfeten ?Akşemseddîn? mahallesi denildi. Ayasofya camiye çevrildiğinde ilk hutbeyi de Akşemseddîn hazretleri okudu.***

FETHİ NASIL BİLDİ?

Akşemseddîn hazretlerine, ?İstanbul?un fethedileceği zamânı nasıl bildin?? diye sorulunca, şöyle cevap verdi: ?Kardeşim Hızır ile, ilm-i ledünniyye üzere İstanbul?un fetih vaktini çıkarmıştık. Kale fethedildiği gün, Hızır?ın, yanında evliyâdan bir cemâatle hisara girdiğini gördüm. Kale fetholunduktan sonra da, Hızır kardeşimi kalenin üzerine çıkmış oturur hâlde gördüm.?***

EYÜB SULTAN?NIN KABRİNİ BULUŞU

Bir gece Fâtih Sultan Mehmed Han, Akşemseddîn hazretlerinin ziyâretine gitti. Fâtih, sohbet sırasında bir ara Akşemseddîn?e, ?Hocam! Ebû Eyyûb-i Ensârî?nin mübârek kabrinin İstanbul surlarına yakın bir yerde olduğunu târih kitaplarından okudum. Yerinin bulunması ve bilinmesini bilhassa ricâ ederim.? dedi. O zaman Akşemseddîn hemen; ?Şu karşı yakadaki tepenin eteğinde bir nûr görüyorum. Orada olmalıdır.? cevâbını verdi. Derhâl oraya gittiler. Akşemseddîn hazretleri, oradaki bir çınardan iki dal aldı. Birini bir tarafa, diğerini az öteye dikti ve ?Bu iki dal arası, Mihmandâr-ı Resûlullah?ın kabridir.? buyurdu. Sonra, kaldıkları yere döndüler. Fâtih, o gece silâhdârına; ?Gidin, dikilen çınar dallarının ortasına şu mührümü gömün ve o dalları yirmişer adım güney tarafına çekin.? dedi. Sabah olunca Sultan Fâtih, Akşemseddîn?den, Hazret-i Hâlid?in kabrinin yerini tekrar tâyin etmesini ricâ etti, tekrar gittiler. Akşemseddîn dallara hiç bakmadan doğruca gidip eski yerde durdu ve ?Dalların yeri değiştirilmiş, Hazret-i Hâlid buradadır.? dedi ve sonra silâhdâr ağasına hitâben ?Sultân hazretlerinin mührünü çıkarın ve kendisine teslim edin!? dedi. Daha sonra kabir kazılıp, ?Bu Hâlid bin Zeyd?in kabridir? yazılı taşı da bulup çıkardılar. Fâtih; ?Zamânımda Akşemseddîn gibi bir zâtın bulunmasından duyduğum sevinç, İstanbul?un alınmasından duyduğum sevinçten az değildir.? diye şükretti.***

 

Akşemseddin hazretleri türbesi

 

GÖÇEYİM O ZAMAN

Akşemseddîn Göynük?te 1459 (H. 863) yılına kadar yaşadı. Bir gün küçük oğlu Hamdi Çelebi ile meşgûl olurken, ?Bu küçük oğlum yetim, zelîl kalır; yoksa bu zahmeti, mihneti çok dünyâdan göçerdim.? deyince, hanımı, ?A efendi! Göçerdim dersin yine göçmezsin.? diye latife yaptı. Bunun üzerine şeyh hemen, ?Göçeyim.? deyip, mescide girdi. Evlâdını topladı. Vasiyetnâmesini yazdı. Helâllaştı, vedâ etti. Yâsîn Sûresi okunurken sünnet üzere yatıp rûhunu teslim eyledi. Göynük?teki târihî Süleymân Paşa Câmii?nin bahçesine defnedildi.

 

Kaynak: Göynük Belediyesi,

Haber: Derya budak