Türkiye Cumhuriyeti tarihinde demokrasiye vurulan ilk darbe, 27 Mayıs 1960'da dönemin iktidar partisi Demokrat Parti'nin (DP) 'ülkeyi baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü' ileri sürülerek gerçekleşti.
Türkiye'nin 1946 yılında çok partili hayata geçmesinin ardından daha kurulalı 6 ay olan Demokrat Parti de kısa bir tereddüdün ardından seçimlere girme kararı almıştı. Demokrat Parti, 21 Temmuz 1946'da gerçekleşen genel seçimlerin ardından seçim yasasının antidemokratik hükümleri olduğu ve seçimlerde usulsüzlük yapıldığına yönelik eleştirilerde bulunmuştu. Bu nedenle 1946 seçimleri 'hileli seçimler' olarak anıldı.
DP'nin 'CHP'nin baskı ve müdahalesi altında bir seçim gerçekleştiğine' yönelik açıklamaları üzerine CHP, partiyi 'halkı ayaklanmaya kışkırtmakla' suçlamıştı. CHP, bu argümanı 1950 yılında gerçekleşecek seçimler öncesinde de kullanarak daha iktidara gelmeden DP'nin 'bölücülük' yaptığı şeklinde bir imaj oluşturmuştu. Bu iddia, DP aleyhine 1960 darbesine giden süreçte de en önemli argümanlardan biri olarak kullanılacaktı.
Yedi partinin katıldığı 14 Mayıs 1950'deki seçimlerde DP ilk büyük zaferini kazandı ve yüzde 53 oy alarak 416 milletvekili ile meclise girdi. Aynı seçimde, CHP 69 sandalye kazandı.
Seçimi kazandıktan sonraki dönemde halkı yücelten bir politika izlemeyi tercih eden DP'nin ilk yıllarında yaptığı en önemli icraatların başında Türkçe okunan ezanın tekrar Arapça okunmasına dair kanunun Meclise sunulup kabul edilmesi olmuştu.
Katılımın yüzde 88,63 gibi oldukça yüksek bir oranda gerçekleştiği 1954 seçimlerinde Türkiye Cumhuriyeti'nin en yüksek oyunu alarak iktidarda kalmayı başaran DP, ilk yıllarından itibaren sivil ve askeri kanadın muhalefeti ile karşı karşıya kaldı.
6-7 Eylül Olayları
Selanik'te Atatürk'ün doğduğu evin yanındaki Türk konsolosluğunun bahçesine atılan iki bombadan birinin patladığı, evin ve konsolosluk binasının camlarının kırıldığı haberi ile Ankara, İstanbul ve İzmir'de halkın sokağa dökülmesi ile 6 Eylül 1955'te başlayan '6-7 Eylül Olayları'nda, azınlıkların çoğunlukta yaşadıkları semtlerde yangınlar çıkarılmış, kiliselere ve mezarlıklara saldırılarda bulunulmuştu.
6-7 Eylül olaylarına ilişkin Yassıada'da dava açılmasında en büyük rol, Fuad Köprülü'nün olmuştu.
27 Mayıs 1960 darbesinden sadece 8 gün sonra bir gazeteye röportaj veren Köprülü, 6-7 Eylül Olaylarıyla ilgili dönemin Başbakan Yardımcısı Fatin Rüştü Zorlu ve Başbakan Adnan Menderes'i suçlayarak 'Bu müessif hadisenin baş tertipçisi ve müsebbibi bizzat Menderes'ti. Kıbrıs'ı fethetmek için bu şekilde bir yol takip etmeyi doğru bulmuştur.' ifadelerini kullandı.
Atatürk'ün evinin bombalanması hadisesinin de bir tertip olduğunu ileri süren Köprülü, 'Bizzat tertipçisi Menderes'tir. Kendisine bu aklı yine Kıbrıs fatihlerinden Zorlu vermiştir.' iddiasında bulundu.
Bu iddialar üzerine, darbeden sonra Yassıada'da alelacele bir 6-7 Eylül Olayları davası açılmış ve Adnan Menderes ile Fatin Rüştü Zorlu altışar yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.
Demokrat Parti'nin kurucularından ve Dıs?is?leri Bakanı olan Fuad Ko?pru?lu? ile hayli uzun su?ren bir c?ekis?me içine giren Zorlu, 1957 seçimlerinden sonra 25 Kasım 1957'de Dıs?is?leri Bakanlığı koltuğuna oturdu.
Fuad Köprülü'nün, kişisel husumeti nedeniyle böyle bir röportaj verdiği ve Zorlu'nun mahkum edilmesini istediği iddia edilmişti.
DP, 1957 seçimlerinde oy kaybetmiş olmasına rağmen, 424 sandalye kazanmayı başarmıştı. Seçimlerden kısa süre sonra yaşanan '9 Subay Olayı', ordu içinde bir grup subayın hükümete komplo hazırlamak suçundan tutuklanıp yargılanmaları şeklinde gerçekleşti.
DP'nin iktidara gelmesinin ardından bir grup subayın ordu içinde kurduğu örgüt, 1950'li yılların ikinci yarısında genişlemeye başladı.
Hükümete yapılan ihbar neticesinde ortaya çıkan grup, DP iktidarına karşı darbe düzenlemek amacıyla kurulmuştu. 9 Subay Olayı, yaklaşık 3 yıl İstanbul'da etkinlik gösteren, ordu içindeki gizli örgütün kısa dönemde zayıflamasıyla son buldu.
CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, 29 Nisan 1959'da batı illerini kapsayan ve 'Büyük Taarruz' adı verilen bir geziye çıkmıştı. 48 milletvekili, partililer ve gazetecilerden oluşan grubun ilk durağı Uşak olmuştu. Grup burada hükümet tarafından organize edildiği öne sürülen bir grup gösterici tarafından protesto edilmiş ve 16 yaşındaki bir göstericinin attığı taş ile trenle Uşak'tan ayrılırken İnönü yaralanmıştı.
Ancak bu olayın, tren içinden yapılan bir provokasyon üzerine gerçekleştiği, yıllar sonra İnönü'nün Uşak gezisini izleyen gazetecilerden Güngör Yerdeş'in hatıralarında ortaya çıkıyor. Yerdeş, trenden bir şahsın peronda bulunan Demokrat Partililere el hareketi yapması üzerine taş atma hadisesinin gerçekleştiğini aktarıyor. O taşın da İnönü'ye değil el hareketini yapan kişiye atıldığını savunuyor.
İstanbul'a dönüşünde ise İnönü 4 Mayıs'ta şehre girerken arabası bir grubun saldırısına uğramış ancak iddiaya göre olaya polis ve asker müdahale etmemişti.
İnönü'nün 2 Nisan 1960'ta Kayseri'ye gelen treninin durdurulması emrine askerler itaat etmemiş, emre uymayan görevli binbaşı Selahattin Çetiner olay sonrasında emekli edilmişti. Ancak daha sonra Danıştay kararıyla göreve iade edilmiş ve 12 Eylül Darbesi sonrası kurulan hükümette İçişleri Bakanlığı görevini üstlenmişti.
Yaşanan bu hadiseler 'DP'nin tahammülsüzlüğünün ve diktacı rejim arzusunun bir delili' olarak lanse edilmişti.
Türkiye'de 1946 yılında çok partili hayata geçilmesinin ardından, 1950 yılında iktidara gelen DP, 10 yıl iktidarda kaldı. DP iktidarının son dönemlerinde ülkede yaşanan gerilim, zaman zaman şiddetle kendini gösterdi.
Muhalefet partisi CHP'nin Genel Başkanı İsmet İnönü'nün bazı yurt gezilerinin engellendiği ve saldırıya uğradığı iddiaları ortaya atıldı.
Üniversite öğrencileri, hükümet aleyhine gösterilere başladı. İstanbul Beyazıt Meydanı'nda üniversite öğrencilerinin eylemi sırasında Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz, seken bir kurşunun başına isabet etmesi sonucu hayatını kaybetti. Emeksiz'in 'polis kurşunuyla hayatını kaybettiği' yönündeki haberler dolayısıyla olaylar daha da şiddetlendi. Ülkede yaşananlar nedeniyle İstanbul ve Ankara'da sıkıyönetim ilan edildi.
Ankara'da 5 Mayıs 1960'da bir öğrenci grubu, ''555K'' yani '5'inci ayın 5'inde saat 5'te Kızılay'da' koduyla gösteri düzenledi.
Adnan Menderes, kendisine karşı eylem yapılan yere giderek eylemcilerin arasına girdi. O sırada bir genç Menderes'in boğazını sıktı. 'Ne istiyorsun' diye sorduğu gençten 'Hürriyet istiyorum' cevabını alan Menderes, 'Bir başbakanın boğazını sıkıyorsun bundan ala hürriyet mi var?' ifadelerini kullandı.
21 Mayıs'ta da Harp Okulu öğrencileri sokağa çıktı ve Zafer Anıtı'na kadar ''sessiz' yürüyüş yaptı.
Olaylardan rahatsızlık duyulduğu iddiasıyla Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki bazı general ve subayların oluşturduğu 38 kişilik Milli Birlik Komitesi, 'DP'nin ülkeyi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü' gerekçelerini ileri sürerek 27 Mayıs sabaha karşı yönetime el koydu.
Kurmay Albay Alparslan Türkeş tarafından Ankara Radyosundan okunan bildiriyle ''ihtilal'' duyuruldu. Bildiride, şöyle denildi:
'Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketin idaresini ele almıştır. Bu harekata Silahlı Kuvvetlerimiz, partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi, hangi tarafa mensup olursa olsun, seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır.'
'Ülkenin gitgide baskı rejimine götürüldüğü' iddiasıyla Milli Birlik Komitesi tarafından gerçekleştirilen darbe sonrasında, bütün antidemokratik yöntemler devreye sokuldu.
Milli Birlik Komitesi, Anayasa ve TBMM'yi feshetti, siyasi faaliyetleri askıya aldı, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, hükümet üyeleri, DP'li milletvekilleri, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun ile asker ve bazı üst düzey kamu görevlileri gözaltına alındı. Adnan Menderes, aynı gün yurt gezisi kapsamında bulunduğu Kütahya'da Albay Muhsin Batur tarafından gözaltına alınarak Ankara'ya götürüldü ve daha sonra diğer tutuklu DP üyeleriyle Yassıada'da hapsedildi.
Yassıada'daki yargılamalar, 14 Ekim 1960'ta başlayıp 15 Eylül 1961'de karara bağlandı. Toplam 19 dosyada toplanan davalar, 'anayasayı ihlal' davasıyla birleştirildi. 592 sanıktan 288'i için idam istendi. Kararı açıklayan Yüksek Adalet Divanı, 15 sanığı idam cezasına çarptırdı. Eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar, eski Başbakan Adnan Menderes, eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın idam kararları oy birliğiyle alındı. Celal Bayar hakkındaki karar, yaş haddi nedeniyle müebbet hapis cezasına çevrildi.
Eski TBMM Başkanı Refik Koraltan, eski TBMM Başkanvekilleri Agah Erozsan, İbrahim Kirazoğlu, eski Tahkikat Komisyonu Başkanı Ahmet Hamdi Sancar, eski Tahkikat Komisyonu üyeleri Nusret Kirişçioğlu, Bahadır Dülger, eski bakan Emin Kalafat, eski milletvekilleri Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu, Zeki Erataman ile eski Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun hakkındaki idam kararları ise oy çokluğuyla alındı.
Aralarında eski bakan, eski milletvekilleri, Tahkikat Komisyonu üyeleri, İstanbul Valisi ile İstanbul Belediye Başkanı'nın da bulunduğu 31 sanık hakkında ise müebbet hapis cezası verildi. Sanıklardan 92 kişiye 20 yıl ile 6 yıl arasında ağır hapis, 94 kişiye 5 yıl ağır hapis cezası verildi. Diğer sanıkların bazılarına kısa süreli hapis cezaları verildi, bazıları da beraat etti.
Birçok yabancı ülke lideri, idamların durdurulması için Cemal Gürsel başkanlığındaki Milli Birlik Komitesine defalarca çağrıda bulundu. Bunun üzerine Komite, Celal Bayar, Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu dışındakilerin idam cezasını affetti. Celal Bayar'ın cezası yaş haddi nedeniyle ömür boyu hapse çevrildi.
Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961'de sabaha karşı, o gün başarısız bir intihar girişiminde bulunan Adnan Menderes ise İmralı Adası'nda 17 Eylül 1961'de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden sağlam raporu alındıktan sonra saat 13.21'de idam edildi.
TBMM tarafından 11 Nisan 1990'da kabul edilen bir kanunla Adnan Menderes ve onunla birlikte idam edilen arkadaşlarının itibarları iade edildi. Aynı kanun uyarınca Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu'nun naaşları, 17 Eylül 1990'da İmralı'dan alınarak devlet töreniyle İstanbul Vatan Caddesi'nde yaptırılan anıt mezara taşındı.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk darbesinin üzerinden geçen 52 yılın ardından 11 Nisan 2012'de TBMM'de Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu kuruldu. Komisyonda, 27 Mayıs 1960 Darbesi ve 12 Mart 1971 Muhtırası Alt Komisyonu da çalışmalarını tamamladı.
Bu arada, TBMM Hukuk Hizmetleri Başkanlığı, eski Başbakan Adnan Menderes'in idam kararının iptalinin mümkün olmadığı ancak yargılamanın yenilenmesinin uygun olacağı yönünde 2 Ocak 2013'te Dilekçe Komisyonu'na görüş bildirdi. Görüş yazısında, Yüksek Adalet Divanı kararlarıyla ölüm cezasını oybirliği ile tasdik eden Milli Birlik Komitesi kararlarının TBMM tarafından iptal edilmesinin mümkün bulunduğu ifade edildi. Yazıda, Adalet Bakanlığı, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı ve Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü ile yapılan yazışmalar sonucu temin edilecek belgeler ile dosya içeriğinde yer alan belgelerin ayrıntılı tetkiki neticesinde 5271 sayılı kanunda sayılan nedenlerin bulunması halinde yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilmesinin uygun olacağı kaydedildi.
Adnan Menderes'in Yassıada duruşmalarında avukatlığını yapan ve daha önce de TBMM'ye dilekçe sunan avukat Burhan Apaydın, TBMM Hukuk Hizmetleri Başkanlığının ''Yeniden yargılama yapılabilir'' görüşü üzerine, yeni bir başvuruda bulunarak 'Yassıada kararlarının yok sayılmasını' istedi.