ABD'nin Türkiye'de tutuklu rahip Brunson üzerinden ülkemize açtığı ekonomik savaş, geçmiş dönem ekonomik krizlerle oldukça farklılık gösterirken, gelin geçmişte yaşanan krizlere bir göz atalım...
ABD tarafından ülkemize yöneltilen ekonomik savaş, kendini en belirgin Türk Lirasının ABD Doları karşısında değer kaybetmesi ile gösterdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yaşanan durumun 1994,2001 ve 2007-2008 krizlerinden çok daha farklı olduğunu söyledi. Erdoğan'dan önce aynı kanaati İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali 'Gelinen noktayı ekonomik temellerle izah edemiyorum. Cari açığa bakarsak; cari açık çift basamaklara yaklaştığı sırada ve petrol fiyatlarının da 130 dolar olduğu dönemde kur atağı yemedik, şimdi kur atağı yiyoruz. İşte o nedenle bunun ekonomik temelleri yoktur' ifadeleri ile getirdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 10'uncu Büyükelçiler Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, 'Bugün yaşadığımız hadisenin ne 1994 kriziyle, ne 2001 kriziyle ne 2007 kriziyle bir ilgisi yoktur. Gerçekten bambaşka bir durumla karşı karşıyayız. Kurun geldiği yerin ekonomik izahı olmadığı gibi biz 'Kur şöyle oldu, kur böyle oldu' demek suretiyle 'Battık, bittik' böyle bir şey yok. Türkiye'nin ekonomik dinamikleri sağlamdır, güçlüdür' demişti.
2008 krizinin yaşandığı sırada yine Cumhurbaşkanı Erdoğan, 'kriz bizi teğet geçecek' demiş, 2007'de başlayan etkisi 2008'lere kadar süren küresel kriz Türkiye'yi teğet geçmişti.
Peki Türkiye'nin yakın tarihinde yaşanan bu krizlerin nedenleri nelerdi. Bu dönemlerde neler yaşandı?
1994 krizi
Türkiye'de bugün ekonomistler tarafından kötü ekonomi yönetimi ve popülist politikaların yol açtığı krizlerin en önde gelen örnekleri arasında gösteriliyor.
1990'lı yıllarında devlet ağırlıklı olarak harcamaları için kamu bankalarından borç kullanmaya başladı ve zaman içerisinde çok ciddi bir borç yükünün altına girdi.Bu dönemde, özel bankalarda yüksek faiz vererek mevduat topladı ve kamuya da yüksek faizle krediler verdi.Eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın hayatını kaybetmesinin ardından yerine Süleyman Demirel'in seçilmesiyle Tansu Çiller de 1993 yılında başbakanlık koltuğuna oturdu.
Çiller, ekonomi yönetiminde söz sahibi olan tüm kamu kurumlarını kendine bağladı.
1993 yılı sonlarında ve 1994 başında hem bütçe hem de cari açık çok ciddi düzeylere yükselmişti.
Hükümet, kamunun borç yükünü azaltmak için faizleri indirmeyi hedefleyen bir dizi adım attı. Bunlar arasında Hazine'nin borçlanma ihalelerinin iptali ve tahvil ile bonodan elde edilen faiz gelirleri üzerindeki vergi oranlarının artırılması da yer alıyordu.
Borçlanma ihalelerinin iptaliyle yaşanan gelir kaybını engellemek için hükümet 'PTT'nin T'sini satmaya' karar verdi. Telefon hizmetlerinin özelleştirilmesi için ihale süreci başlatıldı.
O dönemde Türkiye'nin toplam borcu 40 milyar dolar civarında bulunuyordu. Özelleştirmeden beklenen gelir için de 35-40 milyar dolar biri sayılar telaffuz ediliyordu.
Ancak, bu özelleştirme süreci Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Bunun üzerine Türkiye'den çok ciddi sermaye çıkışı görülürken, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları da not düşürdü.
Sermaye çıkışıyla birlikte Ocak 1994'te dolar bir günde yüzde 14 değer kazandı. Ocak ile ekonomik bir dizi önlemin alındığı Nisan ayları arasında lira, dolar karşısında yüzde 160'ın üzerinde değer kaybetti.
Çiller başbakanlığındaki hükümet, 5 Nisan 1994 tarihinde bir ekonomik önlem paketi açıkladı.
Bu kararlar kapsamında lirada devalüasyona gidilirken, başka TEKEL ürünleri ve akaryakıt olmak üzere vergi oranlarında çok ciddi artışlar yapıldı. Türkiye, Mayıs 1994'te Uluslararası Para Fonu (IMF) ile 14 aylık bir stand-by anlaşması imzalandı.
2001 krizi
1990'lı yıllar, Türkiye için siyasette sıkıntılar ve bozuk ekonomik temellerin yarattığı çalkantılarla geçti.
1994 krizinin ardından ekonomide geçici bir rahatlama olmuş olsa da yapısal reformların yapılmaması temeldeki sorunları çözmeyi geciktirdi.
1998 yılında Türkiye'nin en önemli ticaret ortaklarından Rusya'nın krize girmesi ve 1999 yılında yaşanan Marmara Depremi'nin bütçe üzerinde yarattığı ek baskılar, ekonomik sıkıntıların katlanmasına neden oldu.
2000 senesinin başından itibaren Türkiye ekonomisinin tekrar bir krize girebileceği uyarıları yapılmaya başlandı.
Türkiye'nin o dönemde uyguladığı IMF programı çok yüksek düzeylerde seyreden enflasyonun düşürülmesini amaçlıyordu.
Program kapsamında serbest faiz, sabit kur rejimi uygulanıyordu. Kur, Merkez Bankası'nın her gün için açıkladığı kurda sabit tutulurken, faiz oranları ise piyasa tarafından belirleniyordu.
Ekonomiye ilk darbe Kasım ayında yaşanan likidite krizi oldu. Bankacılık sektörünün yıl sonuna doğru açık pozisyonlarını kapatma arayışına girmesiyle faizler bir anda hızlı bir şekilde yükseldi.
Elinde yüklü miktarda Hazine bonosu bulunan bankalar bunu finanse etmekte zorlandı. Yaşanan sıkıntıların yabancı yatırımcıyı kaygılandırmasıyla yüklü miktarda fon çıkışı yaşandı. Bankalar arası piyasada gecelik faiz oranı yüzde 1000'in üzerine çıkarken, Kasım 2000'de aylık ortalaması yüzde 223 oldu.
Bu dönemde elinde yüklü Hazine tahvili bulunan Demirbank, bu likidite krizinden çok etkilenen bankalardan biri oldu ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na (TMSF) devredildi.
Merkez Bankası'nın IMF'nin de desteğiyle piyasayı fonlamasıyla çalkantı da bir süreliğine duruldu. Ancak faizler kriz öncesinden daha yüksek düzeylerde kalmayı sürdürdü.
Bu durum, özellikle gecelik borçlanma ihtiyacı yüksek olan kamu bankaları ve portföyünde yüksek miktarda tahvil bulunduran diğer bankalar üzerinde ek bir baskı yarattı.
19 Şubat 2001 tarihinde yapılan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında yaşananlar, piyasadaki mevcut sıkışıklığın çok derin bir ekonomik krize dönüşmesine yol açtı.
MGK toplantısı sırasında dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Devlet Denetleme Kurulu'nun Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nda (BDDK) başlattığı denetime Başbakan Bülent Ecevit'in tepki göstermesi üzerine tartışma yaşandı.
Sezer, Ecevit'e anayasa kitapçığı fırlattı. Ecevit de bu duruma tepki göstererek toplantıyı terk etti. Ecevit'in toplantı çıkışında bekleyen gazetecilere, 'Bu bir devlet krizidir' yönündeki açıklamalarının ardından piyasalarda sert satışlar yaşandı.
Zaten likidite sorunu yaşayan piyasadan yabancı yatırımcılar da hızla çıkmaya başladı ve uygulanan ekonomik program ciddi güven kaybına uğradı.
Aynı gün içerisinde 7 milyar doların üzerinde bir döviz talebi ortaya çıkarken, bankalararası piyasada gecelik faizler yüzde 5 bin il 7 bin 500 aralığını gördü. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB), bir günde yüzde 20'nin üzerinde değer kaybetti.
Bankacılık sektöründe başlayan krizin etkileri reel sektörde de doğrudan hissedildi. Binlerce firma kapatılırken, yüz binlerce kişi de işsiz kaldı.
MGK toplantısından iki gün sonra sabit kur rejiminden dalgalı kur rejimine geçildi. Karar öncesi 684 bin TL olan dolar kuru, dalgalı kura geçilmesiyle birlikte 1.2 milyon TL'ye yükseldi.
Mart ayında o dönem Dünya Bankası başkan yardımcılığı görevini yürüten Kemal Derviş, Türkiye'ye davet edildi ve ekonomiden sorumlu devlet bakanlığına atandı.
IMF ile stand-by imzalandı ve bankacılık sektöründe reforma gidilmesini odağına alan yeni bir ekonomi programı yürürlüğe sokuldu.
2007-2008 krizi
2007 yılında başlayan ve etkileri esas olarak 2008 yılında hissedilen bu kriz, diğerlerinden farklı olarak Türkiye değil, dış kaynaklı bir çalkantıyla başladı.
ABD'de faiz artırımlarıyla birlikte düşük gelirlilere yüksek faizle verilen 'subprime' mortgage kredilerinin geri dönüşlerinde yaşanan sıkıntılar, bu kredilerin içinde bulunduğu tahvil paketlerinin sert şekilde değer kaybetmesine neden oldu.
Gelişmiş ülkelerde başlayan likidite sorunları, 2008 yılına girildiğinde daha da şiddetlendi.
Eylül 2008'de dünyanın en büyük yatırım bankalarından Lehman Brothers, 613 milyar dolar borcu olduğunu açıkladı ve iflas etti. Bu, ABD tarihinin en büyük iflası olarak kayıtlara geçti.
Daha sonra aralarında ABD Merkez Bankası (Fed), İngiltere Merkez Bankası (BoE) ve Japonya Merkez Bankası'nın (BOJ) da olduğu gelişmiş ülke merkez bankaları, piyasadaki likidite sorununu çözmek için ortak hareket etmeye başladı ve bunun için bir dizi araç geliştirdi.
Bu dönemde gelişmiş ülkeler faiz oranlarını tüm zamanların en düşük düzeyine çekerek, piyasanın likit kalmasını sağladı.
Bu dönemde, gelişmekte olan ülkeler ise krizden nispeten daha az etkilendi. Kriz öncesi dolar kuru, 1.20 düzeylerinde seyrediyor ve '1 dolar 1 TL olur mu' tartışmaları yapılıyordu. Kriz sırasında kur, 1.7 seviyesinin üzerine çıkarak rekor kırdı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ekim 2008'de yaptığı açıklamada, 'Kriz bizi teğet geçecek' dedi. Kurdaki yükselişin reel sektöre etkisi ise sınırlı kaldı.
kaynak: bbc.com
haber: enpolitik.com/ Melek S. Tunç