İnternet gazetemiz enpolitik.com köşe yazarı Nusret Çiçek, bayramlarda oruçların tutulduğunu kurbanların kesildiğini ancak değişen bir şey olmadığını, bayramın bir şeyleri onarması, düşenleri kaldırması, bozukları atması ve bir yere varması gerektiğini yazdı.
Nusret Çiçek, 'Bayramları tanımlamak gerek' başlıklı yazısında şunları kaydetti:
'Oruçlar tutuluyor, kurbanlar kesiliyor sonuçta İslam alemi bayram yapıyor.
Şekil olarak sözümüz yok. Sonuçta bayram yapıyoruz işte... Tokalaşıyoruz, görüşüyoruz, helallaşıyoruz, geziyoruz tozuyoruz... Ne var ki devran aynı devran, değişen bir şey yok... Ben de burasını kurcalamak istiyorum. Bayram bir şeyleri değiştirmeli, bozukları atmalı, yıkıkları onarmalı, düşenleri kaldırmalı, bir yere varmalıdır...
...
Varıyor mu? Varmıyor...
...
Ayetin buyruğu, ibadetler sizi kötülüklerden alıkoyar şeklindedir.
Alıkoyuyor mu? Koymuyor...
O zaman demektir ki bu işte bir sakatlık var.
Var hem de çok var...
...
Maraşlı Sütçü İmamın Cuma namazını tatil etmedeki zoru neydi?
Fransız bayrağı dalgalandığı yerde ben Cuma namazı kıldırmam demişti. Buradaki anlam oldukça derin ve de düşündürücü. Sütçü İmam Cuma namazına karşı boykot mu etmişti? Hayır değil, onun boykotu ülkesini işgal eden kafire karşı halkın öncelikle direnerek cumayı hak etmesiydi... Cumalar hak edilecek, bayramlar hak edilecek...
...
Kurbanlarınızın etleri kanları Allah?a ulaşmaz fermanı işte budur. Bayram geniş anlamıyla hürriyet, bağımsızlık, kardeşlik, güç ve kuvvet demektir...
İslam alemi kardeşlik ruhu etrafında bir araya gelemiyorsa senin benim bayramı kutlamam bir şey ifade etmiyor. Hadi diyelim küstük, barıştık mı? Yok, eski tas eski hamam devam ediyor. Sade o kadarla değil, emperyalistlerin işkal ettiği ülkelerin insanlarını azgın dalgalar yutarken bizim bayramımız nasıl bayram?
...
Hem de Allah Resulü?nün huzuruna gittiğimizde ne diyoruz? İşte Diyanet İşleri Başkanı uzun bir dua ile olayı kapatıyor. Onu da ver, onu da ver, hep ver... Tamam da Allah(cc) Rahim ve Rahman sıfatı ile her yerde tecelli eder, ancak bizim de o tecelliden helal olan nasibimizi alabilmemiz için üzerimize düşen vazifeler var. O kapıya gittiğimizde, ?Ey Allah?ın Resulü, geldik ama dopdolu geldik, atımız, silahımız, uçağımız her şeyimiz yekta. Sana insanlığın barışını sağlayan İslam inkılabının anahtarlarını getirdik, bize şefaat et...?
...
O tip kelimeleri ne Kabe'de ne de Medine?yi münevvere duyamazsınız, onun yerine her zamanki klasik sözler. Allah?ın buyruklarında zayıf kalan bir ruhun avuç açarak sürekli istemesi dua olarak nitelendirilmemeli... Haç ve umre günlerinde manzara malum, her tarafı Çin ve İsrail malları sarmış, dünyanın en büyük pazarında Müslümanların payı yok. Verilen paralar doğrudan İsrail?e oradan da mermi çekirdeği olarak Filistin halkının kalbine saplanıyor. Burasını belki hiç düşünmedik. Düşünsek en azından umreleri bir süreliğine tatil ederiz.
...
Maalesef gözlerimiz bağlı, kulaklarımız sağır, kalbimiz mühürlü.
Gerçi bu ayet kafirler için söylenmiş olsa da İslam aleminin içerisine düştüğü sefaletin esprisini kavrayamayanların hali benzeridir. Dua ediyoruz, edeceğiz de, ancak ameli olamayan duanın arşı aladan geri döndüğünü ve de yüzümüze çarptığını bilmeliyiz. etmeliyiz...
...
Bilmeliyiz ki Allah?ın hükümlerinin hakim olmadığı bir dünya hiçbir zaman bizim değildir. Barışı yoktur, adaleti yoktur, küfrün her çeşidi atakta, üstelik devlet eliyle korunur. Öylesi bir dünyaya tanrılaşan dolar hakim, onun sözü geçer. O dünya eski haline dönünceye kadar tüm Müslümanlar günahı kebair içerisindedir diyor ünlü müçtehit İmam Şafi hazretleri.
...
Sorumluluklara gark olmuş, günahlar bataklığında kaybolmuşların bayramı nasıl bayram? Halimizi Ona arz edelim, ve de her şeyimizle baştan başlayalım.
Birlik ve beraberlik halinde İslam alemi ve onun insanlığa sunacağı kalıcı barış yoksa, biz de manen yokuz. Var olmadıkça bayramlarımız hakiki bayram olmaz. Şeker yeriz, et kavururuz, bikinimizi giyerek kumsallara koşarız, Müslümanlığımızla kendimizi aldatırız...
Hepsi bu kadar...'