Erdoğan, makalesinde şunları kaydetti: ?Esed rejimi, yedi yıldır Türkiye?nin güney sınırında Suriye vatandaşlarını keyfî tutuklamalar, sistematik işkence, topyekûn idamlar, varil bombaları ve kimyasal ve konvansiyonel silahlarla hedef almaktadır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi?nin ?İkinci Dünya Savaşı?ndan beri yaşanan en büyük insan kaynaklı felaket? olarak tanımladığı Suriye iç savaşı neticesinde milyonlarca masum insan mülteci durumuna düşmüş veya kendi ülkeleri içerisinde yerlerinden edilmiştir.Suriye halkının acısını hafifletmek için olağanüstü çaba gösteren Türkiye, bugün yaklaşık 3.5 milyon mülteciye, yani diğer ülkelerin tamamından daha fazla kişiye, evsahipliği yapmaktadır. Aynı zamanda yanıbaşımızda faaliyet gösteren terör örgütleri DEAŞ ve PKK?nın hedefi olduk. Ancak ne insani yardım çabalarımızın yüksek maliyeti ne de güvenlik endişeleri kararlılığımızı zayıflatmadı.
Türkiye, bu tür zorluklarla karşılaştığı bir dönemde aynı zamanda krize siyasi bir çözüm bulmak için diplomatik girişimlerde bulundu. Bu kapsamda Suriye muhalefetini Cenevre'de pazarlık masasına getirdik; Rusya ve İran ile birlikte Astana Süreci'ni başlattık. Sonuç olarak Türkiye, ateşkes anlaşmaları yaptı, çatışmasızlık bölgeleri kurdu ve sivillerin rejim saldırısı altındaki bölgelerden tahliyesini sağladı.
Bugün bir kez daha kritik bir eşikte bulunuyoruz. Esed rejimi, müttefiklerinin de yardımıyla, üç milyon kişiye evsahipliği yapan ve yerlerinden edilmiş Suriyeliler için son güvenli limanlardan biri olan İdlib'e büyük bir taarruz gerçekleştirmeye hazırlanıyor. Hükümetimiz, bu saldırıyı engellemek amacıyla bir çatışmasızlık bölgesinin kurulmasına katkıda bulundu ve ateşkes ihlallerini belgelemek ve raporlamak amacıyla 12 gözlem noktası oluşturdu.
Esed rejimi, yaklaşan saldırısını terörle mücadele zemininde meşrulaştırmaya gayret etmektedir. Şunu açıkça ifade edelim: Terörle mücadelenin önemini hiçbir ülke, Suriye krizi bölgeye güvensizlik ihraç etmeye başladığından beri ciddi terör saldırılarına hedef olan Türkiye'den daha iyi anlayamaz. Ancak Beşşar Esed'in çözümü sahte bir çözümdür. Terörle mücadele adına masum insanlar kurban edilemez. Böyle bir adım ancak yeni terör ve aşırıcılık yuvaları oluşturmaya sebep olur. Nitekim DEAŞ'ın ortaya çıkışı, Suriye'de yaşananların sebebi değil, sonucu niteliğindedir. Uluslararası toplum, terörün kök salmasını engellemek için bu şiddeti kontrol altında tutmak zorundadır.
İdlib'de benzer sorunlarla karşı karşıya bulunuyoruz. Aralarında HTŞ'nin de bulunduğu terör örgütleri, bu bölgede faaliyetlerini sürdürüyor. Ancak bu unsurlar, İdlib'in toplam nüfusunun çok küçük bir bölümünü oluşturuyor. Teröristleri ve aşırı unsurları etkisiz hâle getirmek ve yabancı savaşçıları adalete teslim etmek için gereken, kapsamlı bir uluslararası terörle mücadele operasyonudur. Türkiye'nin, Suriye'nin kuzeyinde teröristlere karşı verdiği mücadelede kilit rol oynayan ılımlı muhaliflerin sağlayacağı destek ve yönlendirme, İdlib'de de çok önemli olacaktır.
İdlib'e yapılacak saldırıyı engellemek, terörle mücadele adımlarını sekteye uğratmayacaktır. Türkiye, DEAŞ ve PKK gibi terör örgütleriyle mücadelesinde sivillere zarar vermeden başarıya ulaşmıştır. Terörden etkilenen bölgelerde istikrarı yeniden sağlamak uğruna çok sayıda şehit verdik. Türkiye'nin, Suriye'nin kuzeyinde düzeni muhafaza edebilmesi, sorumlu bir terörle mücadele yaklaşımının yerel halkın desteğini kazanabileceğinin en açık kanıtıdır.
İdlib saldırısı yaklaşırken uluslararası toplumun tüm üyeleri sorumluluklarının farkına varmalıdır. Gerekli adımları atmamanın bedeli çok ağır olacaktır. Suriye halkını, Beşşar Esed'in insafına terk edemeyiz. Rejimin İdlib'e yönelik taarruzunun amacı, gerçekten terörle mücadele etmek değil, gelişigüzel saldırılarla muhalifleri ortadan kaldırmak olacaktır. Bu rejim saldırısı, aynı zamanda Türkiye, Avrupa'nın geri kalanı ve ötesi için ciddi insani riskler ve güvenlik riskleri oluşturacaktır.
Bugüne kadar kimyasal saldırılara odaklanan ABD, bu keyfî ölüm hiyerarşisini reddetmesi gerekmektedir. Zira konvansiyonel silahlar, çok daha fazla ölüme sebebiyet vermiştir. Ancak yaşanacak katliamı durdurma sorumluluğu, yalnızca Batı'ya ait değildir. Astana Süreci'ndeki ortaklarımız Rusya ve İran da insani bir felaketi önlemekle yükümlüdür.
İdlib, köprüden önceki son çıkıştır. Eğer Avrupa ve ABD dâhil uluslararası toplum bugün gerekli adımları atmazsa, bunun bedelini yalnızca Suriyeli masumlar değil tüm dünya ödeyecektir. Türkiye, komşusunda yaşanan katliamı engellemek için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Çabalarımızda başarılı olmamız için dünyanın geri kalanının dar çıkarlarını bir kenara bırakıp, siyasi çözüme destek vermesi gerekmektedir.