15 Temmuz gecesi eşi Erol ve oğlu Abdullah Tayyip?i şehit veren Nihal Olçok, 'Köprü davasında sanıklar 'Yaptım ama pişmanım' deseydi, ona bile razıydım. Helalleşirdim' dedi.
15 Temmuz gecesi eşi Erol ve oğlu Abdullah Tayyip?i şehit veren Erol Olçok'un eşi Nihal Olçok'un Türkiye gazetesi yazarlarından Burcu Çetinkaya'ya verdiği röportaj şöyle:
'16-17 yaşlarındayken hayalleriniz neydi, ne iş yapmak istiyordunuz?
Gazeteci olmak istiyordum. Hayalim Daphne Barak gibi olmaktı. Kendisi dünyadaki ehil gazetecilerdendir. Evlendikten sonra bir gün Erol Olçok sabah erken, acele kalktı ve 'Ben geç kaldım, Amerika?dan gazeteci gelmiş röportaj yapmak için, zor ayarladık? dedi, sanırım parti yeni kurulmuştu ve Tayyip Bey sanırım yeni başbakandı. ?Daphne Barak? dediğimde ?sen nereden biliyorsun?? dedi. ?O benim örnek aldığım kişiydi. Lütfen bana müsaade et, seninle geleyim? dedim. Yıllar sonra tanışmak nasip oldu ve inanılmaz bir kadındı.
Peki o dönemlerde çalıştınız mı?
Hiç vazgeçmedim. Ben üniversite, başörtüsü mağdurlarındanım. En küçük oğlum Emir doğduktan sonra üniversitede işletme okudum. Sonra yüksek lisans yaptım. Hep Olçak?la beraberdim. Bütün projelerde bir şekilde musallat oldum. Hiç durmadım bunu hep zevkle ve keyifle yaptım. Kek yaparak girdim şirkete. Çünkü başlangıçta en iyi bildiğim şey oydu. Reklamcılık çok farklı bir alan. Özellikle mütedeyyin camiada çok bilinen bir şey değildi. Evlenirken ben Erol Bey?in mesleğini babamlara anlatmakta çok zorlanmıştım. Reklamcı dediğimde ?Yani tabelacı mı?? soruları gelmişti.
15 Temmuz?dan sonra ?sen?de ne değişti?
Bir kere doğrular ve yanlışlar yer değiştirdi. Bildiğim bir sürü doğrunun doğru olmadığını gördüm. Hayatla, annelikle, kadınlıkla, dostlukla, parayla, statüyle ilgili. Bütün anlam yüklediğimiz her şey sıfır noktasındaydı artık benim için. Onların içinde doğruları ayıklamak çok fazla enerjimi alacağından dolayı, her şeyi sildim ve Erol Olçok?ın çok fazla kullandığı bir söz ?Ben kendi tarihimi yazıyorum? derdi. Ben de kendi tarihimi yazmaya başladım.
Davalarda hiç yüzünüze bakıp suçunu kabul eden, sebebini söyleyen, özür dileyen veya konuşan oldu mu sanıklardan?
Elinde o silahı sıkanlar da değil mevzu, emri verenlerde. Ve biz bunların bir çoğunu bilmiyoruz. Ben yalvardım. Bir defa şehit yakınlarına söz hakkı verildi. Söz istedim. 138 sanık, 'Köprü davası'. 'Tövbe makamındasınız, burası Yusuf kapısı değil, tövbe kapısı. Bunu burada yaparsanız helalleşeceğiz sizinle' dedim. Koca salon ama bir kişi bile cevap vermedi. Çocuklar duvar gibiydi. Sözlerim bir kişiye bile sirayet etmedi.
Kabul eden olsaydı, ne hissederdiniz? Hata ettim, ettirildim, bilmeden hata yaptım vs., herhangi bir şey söyleseydi?
Helalleşirdim. 'Yaptım ama pişmanım? deseydi, ona bile razıydım.
Öfke var mı içinizde?
Biz beş kişilik bir aileydik. Abdullah gidip Erol Olçok dönseydi veya tersi olsaydı elimde olmadan o öfke dururdu bende. Abdullah?a ?Sen baban ölürken ne yaptın?? veya Abdullah ölüp Erol Olçok geri gelseydi ?sen onu nasıl koruyamadın?? diyebilirdim. Ama ikisi beraber çıktılar ve ikisi beraber göçtüler. O yüzden o öfkenin çıkacağı birisi de yok bende. Ulvi boyutta, kadere ve Allah?a ise isyan çok riski bir şey çünkü o zaman ben ?37 yaşına kadar iman etmemişim, yalandan bir şey yaşamışım' demektir.
Günlük hayatınızın akışında neler değişti?
Mesela eski evde yaşamıyorum. Sofrada masa kurup yemek yemiyorum. Bugüne kadar iki yıldır evimde 7 defa sofra kuruldu. Onda da soğan kokusunu özlemiştim. Kuru fasulye, ekmek yaptım ve arkadaşlarımı davet ettim. Bazen ölü gibi yaşıyorum. O sandalyeleri boş görmektense kurmuyorsunuz.