Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Uğur Coşkun akciğer kanserinde kemoterapi uygulamasının tamamen bitmediğini fakat akciğer kanserinin bazı alt gruplarında uygulanan tedavilerle çok uzun süreli yaşam şansının elde edilebildiğini söyledi.
Tümör hücrelerini öldürerek etki gösteren kemoterapi, aynı zamanda sağlıklı hücrelere de zarar verdiği için bulantı, kusma, saç dökülmesi gibi istenmeyen birçok yan etki yapıyor. Hedefe yönelik tedaviler ise sadece tümör hücrelerini etkiliyor ve yan etki oranları çok daha az sıklıkta görülüyor.
Metastaz yapmış hastalarda geçmişte kemoterapi ile sadece 6-10 ay civarında sağkalım elde edilirken, EGFR, ALK ve ROS denilen genetik bozuklukların saptandığı hastalarda hiç kemoterapi uygulanmadan akıllı ilaçların uygulanması ile 2 yılın üzerinde hastalık kontrolü sağlanıyor. İkinci, üçüncü kuşak moleküllerin geliştirilmesi ile direnç gelişen hastalarda yüzde 40-50?ye varan yanıtlar elde ediliyor. Mayıs 2018 ASCO kongresinde sunulan çalışmalarda bu tedavilerin ardışık uygulanmaları ile 5 yıl üzerinde sağkalım ve bazı hastalarda kür elde edilmesi tüm onkoloji camiasını heyecanlandıran önemli gelişmeler olarak kayda geçti. Birçok gelişmiş ülke ile benzer şeklide bu tedavilerin birçoğu farklı basamaklarda ülkemiz hastalarında da kullanılabiliyor. Önümüzdeki yıllarda akciğer kanseri yayılmamış hastalarda da ileri dönemlerde nüks riskini azaltmak amacıyla bu tedavilerin kullanıma girmesi bekleniyor.
Bu tür tedavilerde yan etki yönetiminin ve ilaç etkileşimlerinin çok önemli olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Uğur Coşkun, tedavi kararı ve takibinin mutlaka bir Tıbbi Onkoloji Uzmanı kontrolünde yapılması gerektiğini ve moleküler analizlerin deneyimli merkezlerde yapılmasının önemini vurguladı.
'Onkoloji alanındaki en büyük buluşlardan biri gerçekleşti'
Kanser türlerinde özellikle akciğer kanserinde uygulanan aşı tedavilerinin bilinen genel anlayışın aksine kanserden korunmayı sağlamadığını kaydeden Coşkun, bu tedavi yönteminin kanseri yayılmış olan hastalarda T hücrelerinin uyarılması ile hastanın kendi bağışıklık sistemini uyararak vücuttaki kanseri yok etmeyi hedeflediğini ifade etti. Coşkun, uzun zamandır kanser hücreleriyle savaş halinde olan vücut bağışıklık sisteminin yetersiz kalması durumu ile kanserin gelişimi ve yayılması arasında ilişki olduğu üzerinde durulduğunu ifade ederek, bu araştırmaların sonunda netice verdiğini, halk arasında aşı tedavisi olarak bilinen immunoterapi ajanlarının geliştirilmesi ile onkoloji alanındaki en büyük buluşlardan birisinin gerçekleştiğini belirtti.
Aşı tedavisi tüm hastalarda uygulanabilir mi?
Aşı tedavisinin yayılmış hastalığı olan tüm hastalarda etkinliğinin olabileceği söyleyen Coşkun, bu ajanların hangi alt gruplarda daha etkili olacağına yönelik araştırmaların devam ettiğini belirtti. Coşkun, 'Günümüzde tümör dokusunda ölçülen PD-1, PD-L1 düzeyleri yol gösterici olmaktadır. Bazı metastatik hastalıklarda tam şifa elde edilen bu tedavi ajanlarının, daha etkili olabilecek yeni jenerasyon türevleri de üretilmiş olup tüm dünyada kullanıma hazır hale gelmiştir. Yan etki olarak immun sistemin uyarılması bazı hastalarda otoimmün hastalıklara yol açarak tedavinin kesilmesine yol açmaktadır. Bu tür tedavilerin en büyük handikaplarından birisi tedavi maliyetlerinin çok yüksek olmasıdır. Bu ajanların önemli bir kısmı ülkemizde ruhsatlanmış olup geri ödemesi ile ilgili çalışmalar devam etmektedir' ifadelerini kullandı.
Küba aşısı
Küba aşısı olarak bilinen tedavi ajanlarından bir tanesinin, kanser olmayan insan hücrelerinde bulunmayan ve kanser gelişimiyle oluşan mutasyona bağlı bir proteini tanıyarak ona karşı bağışıklık hücrelerini harekete geçirerek etki ettiğini kaydeden Coşkun, tümör yükü azalmış olan hastalarda sağ kalım artırma etkisi olduğu düşünülen ajanın henüz rutin kullanıma girmekten uzak göründüğünü ve EGFR reseptörlerini bloke ederek etki gösteren ikinci ajanla ilgilide araştırmalar devam ettiğini söyledi.
Daha etkili tedavi seçeneklerinin Türkiye?de bulunmasına rağmen, bu tedavilere ümit bağlayarak Küba?ya birçok hastanın gitmekte olduğunu belirten Coşkun, hastaların kendi doktorlarının onayını almadan böyle bir çabaya girmemeleri gerektiğini bildirdi.
Gelişmekte olan bu tedavi yöntemlerinin maliyetinin birçok ülkede olduğu gibi Türkiye?de de önemli sorunlardan birisi olduğunu söyleyen Coşkun, son dönemde sağlık politikası olarak bu tür ilaçların Türkiye? de üretilebilmesi için yoğun çaba içerisine girildiğini, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Teknoloji Geliştirme Bölgesi Sağlık Teknokenti?nde başta ?Varlımab? olmak üzere yeni birçok biyoteknolojik molekülün üretimi çalışmalarının tüm hızıyla devam ettiğini aktardı.