Tarih: 03.10.2019 18:53

Kitap Oku: 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu? -8- 'Öğretmenler niçin öldürülüyor?'

Facebook Twitter Linked-in

Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren son kitabı 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?' ile okuyucularının karşısına bir kez daha çıkıyor.  Enpolitik olarak, tarihe not düşen ve önemli bir kaynak oluşturan bu kitabı, siz değerli okuyucularımızla okuma etkinliği teması ile gün gün paylaşıyoruz...

 'Kürt sorunu nedir' ile başlayan kitabın bugünkü bölümünde 'Öğretmenler niçin öldürülüyor?' sorusu üzerinde duruluyor... İşte okumanın sekizinci bölümü: 

ÖĞRETMENLER NİÇİN ÖLDÜRÜLÜYOR?

-Buyurun sorun?

Güneydoğu'da kırk yıldır süren bir çatışma var. Binlerce insan hayatını kaybetti.Binlercesi sakat kaldı. Teröre kurban giden binlerce güvenlik görevlisi,çeşitli meslekten insan ve sivil var. Güvenlik görevlileri sahada olduğu,teröristlerle karşı karşıya geldiği için şehit olmaları normal. Savaşan vurur da vurulur da. Hiç düşündünüz mü güvenlik görevlileri dışında en çok hangi meslek grubundan şehit vermişiz.

-Doğrusu düşünmedim.

Zaten başımıza ne geliyorsa bundan gelmiyor mu? Şehidimizi alıp tekbirlerle gömüyoruz,onunla birlikte aklımızı,idrakimizi, düşüncemizi de gömüyoruz.

-Bu benim ayıbım olsun, o zaman siz söyleyin güvenlik görevlileri dışında en çok hangi meslek grubundan şehit vermiştik?

-Öğretmenlerden,eğitimcilerden şehit verdik. Niçin öğretmen? PKK eğitimin önemini biliyor, çocukların okula gitmesini,Türkçe eğitim almasını istemiyor. Öğretmenleri katlederek bölgede eğitimi yapılamaz hale getirmek istiyor. Bir soru daha,  en çok hangi devlet kurumları yakıldı?

-Bu sorunun cevabını verebilirim...

Verebilirsin,çünkü yukarıda en çok öğretmen şehit edildi derken kopyayı vermiştim. En çok okullar,yurtlar yani eğitim kurumları tahrip edildi,yakılıp yıkıldı. PKK, dil farkını muhafaza ettikçe var olabileceğini düşünüyor. Onun için Türkçe eğitimden  son derece rahatsız oluyor. Eğitimi sekteye uğratmak,yapılamaz hale getirmek için her yola baş vuruyor. Uluslaşmanın önünü ancak bu şekilde kesebileceğini düşünüyor.

ULUS İNŞASI MECBURİ ASKERLİK

-Anladım,konumuzla çok alakalı değil ama  madem uluslaşmaya girdik, yine de sormak istiyorum: Ulus inşa etmenin yegane aracı eğitim ve okul mu?

Konumuzla çok alakalı,ulus, ulusun nasıl inşa edildiği anlaşılmadan bu mesele anlaşılamaz. Bir çok aracı var ama en önemlisi okul, yani eğitim sistemine hakim olmaktır. Bu hem ortak dili genelleştirmeyi, toplumun bütün kesimlerine götürmeyi sağlar,hem ortak tarih,ortak hafıza ve ortak duygular oluşturmayı temin eder. Dilinizi bilmeyene tarihinizi öğretebilir misiniz? Bir diğer araç askerliktir. Askerlik ortak değerleri aktarmanın vasıtalarından biridir. Türkçe bilmeyen,okula da gitmeyen bir çok kişi Türkçeyi askerde öğrenir.Milli duygular askerlikte edinilir.Askerlik, mensubiyet duygusunu kabartan,vatan,bayrak,şehitlik,gazilik gibi milli şuurun temel taşları olan  değerleri öğretir. Anadolu'da bir tabir var, çocukları kast ederek;bunu askere göndereyim de adam olsun,derler. Askerlik şahsiyet arama döneminde olan genci kimlikleştirir. Oradaki eğitim,disiplin, hava ve paylaşım gence başka bir hava verir. Aylaklıktan kurtararak bir şahsiyet kazandırır.

-Bazılarının mecburi askerliğe karşı olmalarının nedeni bu mudur?

Bazılarının budur. Askere gidenin geçirdiği dönüşümün aleyhlerine olduğunu düşünenler mecburi askerliğe karşı çıkarlar.Askerlik okul kadar eğiticidir. Erken uluslaşan milletlerin çoğu mecburi askerliği erken getiren topluluklardır. Mesela İspanya'da mecburi askerlik çok geç, 1930'lu yıllarda gelmiştir. Bazı uzmanlar İspanyol halkının uluslaşamamasını buna bağlamaktadır. Delikanlılık dönemleri kahramanlık,yiğitlik,mertlik açlığının en üst düzeyde olduğu dönemlerdir. Askerde gençlerin eline sadece silah verilmez,yüreklerindeki açlığı giderecek milli duygular da verilir. Bu da ayrılıkçı çevrelerin hoşuna gitmez.Gençlerin etkileşime en müsait olduğu bu dönemde  askerlik yapmasını istemezler.

-O zaman siz -bedelli askerliği- onaylamıyorsunuz?

Askerlik ekonomik durumla alakalı bir şey olmamalıdır. Parası olanın yapmadığı, olmayanın yaptığı bir şey kutsiyetini kaybeder.Daha etkili uluslaşma araçlarına sahipseniz bunu başka bir şekilde telafi edebilirsiniz. Basınınız,medyanız askerliğin boşluğunu doldurabiliyorsa mesele yok. Dolduramıyorsa  bundan vaz geçmeyeceksiniz. O havayı, o ruhu, o coşku ve disiplini sağlığı müsait olan, askere gitmesi ülke için kayıp olmayacak her genç almalıdır. Bazı özel yetenekler vardır,askerlikten daha faydalı bir hizmet  veriyorlarsa bunlara özel bir ayrıcalık tanınabilir. Ama askerlik az veya çok her Türk genci tarafından yapılmalıdır. Bir kaç defa paralı askerlik çıkarıldı, ekonominin ihtiyaçları olabilir, ancak bunu karşılamanın yolu, milli duygulardan,milli terbiyeden taviz vermek olmamalıdır. Bazı şeyler parayla telafi edilemez.Bir kaç kuruş kazanmak için gençlerin kalp ve kafalarının  boş bırakılmasını doğru bulmuyorum. Parayla alınıp satılan şey metalaşır,değerini kaybeder.Son iki paralı askerlik istatistiklerine bakın, en çok hangi bölgelerden askerliğin satın alındığını göreceksiniz.Çocuklarını askere göndermek istemeyenler sadece paralı aileler değil, askerliğin verdiği/vereceği ruhtan,şuurdan rahatsız olanlardır da aynı zamanda.

-Madem içine girdik bu konuyu yarım bırakmayalım,Okul ve askerlik dışında  başka uluslaşma araçları var mıdır?

Ulus inşası apayrı bir uzmanlık alanıdır. Bu konuda son yıllarda sayısız eser verildi. Uluslar  ya vardır yahut yoktan var edilirler. Var olan da, sonradan var edilen de aynı araçlara ihtiyaç duyar. Ulusun inşası için ihtiyaç duyulan araçlara daha sonra ulusun pekiştirilmesi için de ihtiyaç duyulur. Bu süreklilik arz eden bir durumdur.Okul ve askerliğin dışında ekonomik entegrasyon ve siyasi katılımı da bu  vasıtalar içinde sayabiliriz.Ekonomik ilişkiler iç içe geçtikçe karşılıklı bağımlılık artar, bu da insanları bir birine ekonomik bağlarla bağlar. Bir topluluk ekonomik açıdan en çok nereye entegre olmuş,ilişki ağını en çok nerede  yoğunlaştırmışsa oraya bağlılık duyar. Günümüzde çıkarların tayin edici, kimliklerin rotasını çizici rolü artmıştır. İnsan sekülerleştikçe  ekonomik ilişkiler daha belirleyici olur.Geçtiğimiz yıllarda Irak'la sınır kapılarının kapanmasına gösterilen tepkileri hatırlayın,sınır kapılarında petrol almak için giden binlerce araçlık kamyon,tanker kuyrukları oluşmuştu.Ekmeğini petrol taşımaktan kazananlar sınır kapılarının kapanmasına tepki göstermişlerdi. Aynı şey siyasi katılım için de geçerlidir. Bir ülkenin yönetimine katılmak,yöneticilerini seçmek kişinin  o ülke ile arasındaki rabıtayı güçlendirir.Yönetmek sahiplenmeyi getirir. Dikkat edin, ayrılıkçı hareketler şayet siyaset yapıyorlarsa hep muhalif olmaya dikkat ederler. Kitlelerini ötekilerden farklılaştırmak için mümkün olduğu kadar farklı bir siyasi çizgi izlemeye çalışırlar. Çünkü, siyasette ortaklıklar arttıkça tabanda da bütünleşme başlar. Buna fırsat vermemek için hep muhalif bir çizgiyi takip ederler.Ezilmekten,ötekileştirilmekten şikayet ederler. Bu, farklı yol izlemelerinin bahaneleri olur.Siyasi katılımın olmadığı yerlerde vatandaş siyaset kurumuna, devlete karşı kendini sorumlu hissetmez, benim olmayan beni ilgilendirmez psikolojisi ile hareket eder. Devletle toplum arasındaki bağlar gevşer. Bunun örneklerini İslam tarihinde de görmek mümkündür. Hz.Osman Medine'de şehit edildiğinde,Ensar müdahale etmemiştir. Bazı analizciler bunu Ensarın siyasetten dışlanmasına,dolayısıyla -biz seçmedik ki biz koruyalım mantığı-ile hareket etmesine bağlar. [1] Siyasal hakları elinden alınmış insanlar, siyasal kurumlardan doğan kararları benimsemez ve kendilerini siyasal toplulukla özdeşleştirmezler.[2]

-İsterseniz tekrar dil meselesine dönelim bu kadar malumat yeter sanırım...

Zaten anlattığımız şeyler dil meselesinin mütemmim cüz'üydü.Ayrılıkçı hareketler dil üzerinden yürür. Gösterebildikleri yegane gerekçe budur.

-Siz ise dilde bile bir çok müşterek yan olduğunu söylüyorsunuz?

Bunu ben söylemiyorum,araştırmacılar,bilim insanları söylüyor. Ama az çok Kurmança bilen biri olarak bunu ben de görüyorum. Bu mesele bütün bu kavganın çıkış noktası. Ama yeterince incelenip,araştırıldığı kanaatinde değilim.Aynı dil köküne sahip toplulukların farklı coğrafyalarda, farklı sosyolojik süreçler  sonucunda dilleri farklılaşabilir. Sırpça ile Hırvatça böyle dillerdir. Aynı kaynaktan çıkıp zamanla farklılaşmışlardır. Bu farklılaşmanın tatmin edici cevapları vardır. İki topluluk arasındaki mezhep farkı,farklı sosyolojik süreçlerden geçmelerine neden olmuştur.Tarihi maceraları farklıdır. Hırvatça ile Sırpçanın arasındaki fark Kurmança ile Soranicenin arasındaki fark gibidir. Fakat Kurmança konuşanlarla,Soranice konuşanlar arasında Sırp ve Hırvatlara benzer bir mezhep veya tarih farklılığı yoktur. Hem coğrafyaları, mezhepleri,inançları aynı hem de yüzlerce yıl aralarında sınır bile olmamıştır.Bu git- gellere,iç içe geçmişliğe hatta aynı siyasi irade tarafından yönetilmelerine rağmen-  bu fark niçin oluşmuştur? Bu farklılık aklımıza onlarca soru getirmektedir.Aynı dili konuşan topluluklar şayet aynı kaderi de yaşıyorlarsa dilleri farklılaşmaz. Hele Kürdistan dedikleri yekpare bir coğrafya varsa, niçin yekpare bir dil yoktur. Bu bizi iki dilin kaynağını sorgulamaya götürür. Gerçekten bu iki dil aynı kaynaktan mı doğmuştur. Yoksa dilleri farklı olan bu iki topluluk, baştan beri farklı kökenlere mi sahiptir. Çünkü böyle bir farklılaşmayı haklı kılacak tarihi ve sosyolojik şartlar hiç bir zaman olmamıştır.

- Sizin bir izahınız var mı?

Bu noktadan sonra yapılan her tahlil,her çözümleme bir varsayımdır.Kurmança'daki Türkçe kelime sayısı Soranice'ye göre daha fazladır. Soranice daha Farsça/Arapça ağırlıklıdır.Bu Türkçe ağırlık,ses üslubu,konuşurken İranlılar gibi kelimeleri uzatmayan telafuz biçimi -bu dilin tarihi ve coğrafi şartlar sonucu sonradan öğrenilmiş - olabileceğini akla getirmektedir.Acaba Türkçe kalıntılar önceki dillerinin kalıntıları mıdır? Zira, Kurmança'da öyle kelimeler vardır ki, Anadolu Türkçesinden ithal edilmiş olmaları mümkün değildir. Sadece orta Asya Türkçesinde olan bu kelimeler oradan buraya nasıl gelmiştir? Bu, Kurmançların aslında Orta Asya'dan gelen Türk boylarından biri olduğu anlamına gelebilir mi? Mesela, kal yaşlı,ihtiyar demektir. Türkiye Türkçesinde pek yoktur. Kurmança'da da,Özbekistanda da bu kelime aynen bu şekilde ve anlamda kullanılır.Bük, gelin demektir, Türkiye Türkçesinde pek yoktur, ama Orta Asya'da  gelin kraliçe anlamında kullanılır.Kurmançada da gelin anlamıyla kullanılır. Aybüke,Selenbüke gibi isimler buradan gelir. Türkiye'de bu isimleri kullanmak yenidir.Mesela aluça,erik demektir.Kürtçe'de ve Kırgızca'da da erik demektir. Şu farkla ki Kırgızca'da alca diye yazılır,telafuz edilir.Al-ca muhtemelen Anadolu ağzında işlenip aluça olmuştur. Türk hakimiyetinden önce Anadolu coğrafyasında uzun süre Sasani'lerin hakimiyeti olmuştur.M.Fahrettin Kirzioğlu,bu dil karmaşası ve melezleşmesinin oradan geldiği,Kurmançların kesinlikle etnik olarak Türkmen olduğu kanaatindedir.[3] Tarihte dilini kaybetmiş, yahut dili farklılaşmış toplumların varlığını kabul ediyorsak bu ihtimali yabana atmamalıyız.Özellikle Kurmançca konuşanlar açısından.

-Diyelim ki dil farklı,bu tek başına farklılık iddiasını temellendirmeye yeter mi?

Yetmez ama  bütün farklılaştırma gayretleri buradan başlıyor.İnsanlar söz ile ikna edilir.Sözü taşıyan dildir.Üzerine ne koyarsanız zihinlere,dimağlara onu taşır. Bir taşıyıcıdır dil.Bunu hafife almamak  lazım. Biraz anlattık ama maksat hasıl olduğu için uzatmadım. Belçika'ya bir bakın. Üç dil bölgesi var.Fransızca,Flamanca, Valonca. Ülke dil temelinde bölünmüş durumda. Fransızca dil bölgelerinde sadece Fransızca eğitim alabilirsiniz. Flamanca okul açabilirsiniz ama denklik alamazsınız. Flaman bölgesinde de eğitim,siyaset, yönetim, her şey Flamanca'dır. Fransızca eğitim alamazsınız. Almak için çocuğunuzu Fransızca eğitim yapılan dil bölgelerine götürmek zorundasınız. Bütün hizmetler Flamanca verilir.  Brüksel'in özel statüsü vardır. Her iki dil de kullanılır.Valon bölgelerinde her şey Almancadır. Aman ne güzel isteyen istediği gibi hizmet alabiliyor diyebilirsiniz. Belçika bugün parçalanmış bir devlettir. Dil farkı,  siyaseti yapılamaz hale getirmiştir. Aylarca,hatta yıllarca hükümetin kurulamadığı, ayrılık şarkılarının söylendiği dönemler olmuştur. Dil temelli ayrışma çok keskindir, bu ülkeyi AB'nin merkezi olması bir arada tutmaktadır.Gelecek 50 yılda var olup olmayacağı meçhuldür. Belçika'nın ilk resmi dili Fransızcaydı.Fansızca konuşanlar azınlık olmasına rağmen böyle bir karar alınmıştı. Bu Flamanca konuşan çoğunluğu rahatsız etti. Tepkiler,tenkitler,protestolar,mücadeleler sonucu Flamanca da resmi dil oldu. İki dillilik, yüz yıl sonra Belçika'yı bölünmenin eşiğine getirdi. Belçika bugün üniter bir devlet değildir. Tekliğini yitirmiştir.Dil ile başlayan süreç iki toplumu  her gün biraz daha birbirinden uzaklaştırmış,sonunda karşı karşıya getirmiştir.Ekonominin,refahın,AB'ye merkez olmanın bir arada tuttuğu bu iki toplumun, yarın bu imkanları kaybettiğinde aynı siyasi örgütlenme altında kalıp kalmayacakları belirsizdir.Bir ülkede iki dil ile eğitim vermek iki ulus yaratmaktır. Dilin kimlik yapıcı unsurları taşıyan köprü olduğunu unutmamalıyız.Bir toplumu bir arada tutacak ortak bir dil yoksa iki dilli eğitim birbirleriyle yabancılaşan dil bölgeleri yaratır.İnsanlar aynı dili konuşamadıkları topluluklarla bütünleşemezler. Bunun istisnası  İsviçre'dir.İstisna olan üzerinden de genel hükümler oluşturulamaz!

-Verdiğiniz örnekler, yaptığınız analizlerden yola çıkarak şunu söyleyebilir miyiz, etnik kökenler veya diller farklı da olsa bir millet olmak mümkün.

Ortak bir eğitim ve iletişim diline sahip olmak şartıyla  evet. Etnik farklılığı ispatın yolu yoktur. Onun için dil farkını etnik farklılığın karinesi olarak gösteriyorlar, dedim. Dil de işte o kadar farklı,bir çok kelime ortak.  Aramızda önemli sayılabilecek kültürel bir fark yok. Bugün devlet kurmuş toplulukların çoğu, ulusu kültür üzerinden tanımlıyor. Kuramamış olanlar etnik farklılık üzerinden. Kültürel tanım onların farklılık iddialarını elinden alıyor çünkü. Etnik farklılık için gösterdikleri dil farkını kültür için de gösteriyorlar. Ben de ulusu ortak kültürel kodlarla tanımlıyorum.Alt kültürler farklı olabilir. Folklorik farklılıklar olabilir. Ama kültürün rotasını çizen kodlarınız müşterekse bir arada yaşamak,büyük bir aile olmak için yeterince sebebiniz var demektir. Her kültürün merkezinde bir din vardır.Kültürel kodların en tayin edicisidir. Din, merkezine oturduğu kültürü mayalar,onu belirler,onun ruhu olur. Lakin din de boşluğa inmemiştir. İndiği yerde kendini hazır bir kültürün içinde bulur. Din onu mayalayıp, içindeki kimi unsurları ayıklarken, kültür de onu yorumlar,onu kendince anlamaya çalışır. Kültür o milletin bir nevi aklı gibidir. Toplum,karşılaştığı her yeni şeyi o akılla anlamlandırmaya,yorumlamaya çalışır.

-Böylece bir sentez mi oluşur?

Hayır bir terkip oluşur diyelim buna. Her    kültürde  esasları aynı ,renk ve desenleri farklı din anlayışları çıkar. Biz de, İranlılar da,Araplar da İslam'ı, aynı kitaptan öğrenmişizdir. Ama  yorumlarımız farklıdır. İşte bu farkları ortaya çıkaran,kültürdür. Onlar farklı bir tarihten gelmişlerdir,farklı bir bilinç altıları,farklı bir hafızaları vardır. Biz farklı bir tarihten geliyoruz. Tarih, milletlere karakter kazandıran bir süreçtir. Bu uzun yolculukta yaşananlar,acılar,sevinçler,savaşlar,yıkımlar,ihanetler  size bir çok tecrübe kazandırır. Hayata o tecrübeyle bakarsınız, bu da başka bir kültürel koddur. Kolay kolay değişmez. Mesela bizim Ruslarla ilgili yargılarımız farklıdır,Ruslarla hiç savaşmayan,ideolojik yakınlık duyan ülkelerin yargıları farklıdır. Bizim için, ayıdan post, Moskoftan dost olmaz'dır,başkaları için Ruslar  bir kurtarıcı olabilir.

-Buradan nereye geleceksiniz?

Sorduğunuz sorunun cevabına... 1.dünya Savaşında Ruslar Doğu'da Kürtleri yanlarına çekmek için olağanüstü gayret sarf etmişlerdir. Bir kaç aşireti yanlarına çekmişlerdir. Ama çoğunluk Ruslara güvenmemiş,Osmanlı'yı desteklemiştir. Her toplumun başının çaresine baktığı bir dönemde Kürtler  başlarının çaresine bakmamışlar,kader arkadaşlığını sürdürmüşlerdir. Ruslara güvenmemenin arkasında aynı kültürel kodlar yatmaktadır. Kimi durumlarda, politik çıkarlar  ilişki kurmayı gerekli kılsa da  -bu bakış tarzı- bilinç altında yaşamaya devam eder.  Ben kültürel kodları aynı olanların etnileri farklı da olsa aynı milletten olduğunu düşünüyorum. Millet, kültürel bir birimdir.Etle,kemikle,renkle,biçimle izah edilemez.Kökeniniz farklı,diliniz farklı olabilir,ama aynı kültürün,irfanın penceresinden bakıyorsanız, siz aynı millettensinizdir. Toplumlar kültürel kodlarına bağlı kalarak alt kültürlerini üretirler.Alt kültürlerde farklılıklar olabilir,bunlar zenginliktir. Esasa taalluk etmez.İnsan hayatının temel geçiş dönemleri olan doğum,evlenme ve ölüm  ile ilgili her iki toplumun adet ve uygulamaları örtüşüktür.Ölünün arkasından yakılan ağıtlar, kırkını çıkarma törenleri, lokma dağıtma merasimleri hep aynıdır.

-Adımız Kürt,Türkmen de olsa biz bir milletiz diyorsunuz.

Aksini söylemek bilime ihanettir,her gün yaşadığımız,birebir müşahede  ettiğimiz gerçekliğe ihanettir.Yüzlerce yıl birlikte yaptığımız tarihe ihanettir. Bizi aynı coğrafyada buluşturan kadere ihanettir.Bizi kardeş yapan dine ihanettir.


(ETNİK MİLLİYETÇİLİĞİN ARAÇLARI ile yarın devam edecek)


[1] Mehmet Akbulut,Sahabe Dönemi İktidar Kavgası,Ankara,3,b,Otto Yayınları,2016,s,160-161

[2] Alexander S.Kirshner,Militan Demokrasi,İstanbul,Türkiye İş Bankası yayınları,2017,s,48

[3] M.Fahrettin Kirzioğlu,Kürtlerin Türklüğü,2,b.,İstanbul,Hamle Yayınevi,1995,s,67




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —