Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren son kitabı 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?' ile okuyucularının karşısına bir kez daha çıkıyor. Enpolitik olarak, tarihe not düşen ve önemli bir kaynak oluşturan bu kitabı, siz değerli okuyucularımızla okuma etkinliği teması ile her gün kısım kısım paylaşıyoruz...
'Kürt sorunu nedir' ile başlayan kitapta, dördüncü bölüm... Bugün kitabın dördüncü bölümünde, 'Alternatif Cuma Namazları' 'Bir Devlet Kurma Doktrini Olarak Milliyetçilik' konuları üzerinde duruluyor.. İşte okumanın on altıncı bölümü:
SORUNU HANGİ YANLIŞLAR BÜYÜTTÜ
Eksik Kimlik İnşası
-Etnik milliyetçilik bu noktaya nasıl geldi, hangi yanlışlar onu büyüttü?
Bir çok neden sayılabilir. En başta Türk kimliği inşa edilirken yanlışlar yapıldı. Atatürk,'din milliyetin bir parçasıdır,'demesine rağmen tatbikatta din hiç bir zaman kimliğin harcına katılmadı.Türk'le Kürdün en önemli ortak noktalarından biri dindi.Din devreden çıkınca iki toplumu birbirine bağlayan en önemli bağlardan biri kesilmiş oldu. Dindar Kürtler devleti ve onun ulusunu dinlerine kast eden bir mevkide görmeye başladılar.Hem topluma hem devlete yabancılaştılar.Müslümanları bir aile gibi gören ortak bilinç dumura uğradı.Bruinessen,milliyetçi yönelimli bir şeyhle yaptığı konuşmada bu konuya temas eder. Şeyh, uluslaşma politikasının (ona göre asimilasyon) en az sonuç verdiği yerlerin dini etkilerin en güçlü olduğu yerler olduğunu, dini inanç sahiplerinin dinsiz saydıkları bir toplumla bütünleşmeye hevesli olmadığını,söyler.[1]1925'deki Şeyh Sait İsyanının Hilafetin kaldırılmasından kısa bir süre sonra meydana gelmesi tesadüf değildi. Türk kimliği İslam'ı merkeze alarak çatılsa bugün başka bir Türkiye manzarası ile karşı karşıya olabilirdik. İslamsız kimlik inşasını sadece o dönemin liderlerinin şahsi görüşlerine bağlamak hata olur. Tarihin seyri bazı şeyleri kaçınılmaz hale getirebilir. Çağın ruhu liderleri de etkiler. O dönemi değerlendirirken pozitivizm modasının bütün dünyayı kasıp kavurduğunu unutmamalıyız. İmparatorluğun enkazından çıkanlar, yıkımın verdiği etkiyle kendi değerlerinden - şüpheye-düşmüşlerdir.Bu şüphe yeni Türkiye'nin kuruluşuna da yansımış,Batıcılıkla-Milliyetçilik arasında gidip gelen, ne ondan ne ötekinden vaz geçen bir Türkiye modeli ortaya çıkmıştır.
-Bütün kavga bunun için mi?
Hayır ama bu tarz bir uygulama ortak bağları gevşetmiştir. Tarih yazınında Osmanlı ve Selçukluyu atlayarak İslam öncesi dönemlere atıf yapılması da aynı maksada matuftu.İslam'la harmanlanmış bir tarih -yeni kimlik projesine- uygun değildi.Onun için bilinçli bir şekilde Türk'ün İslam çerçevesine girdiği dönemler atlanmıştır. Bütün bu anlatımlarla bütün vebalin kuruluş felsefesinde olduğunu iddia etmiyorum. Cumhuriyeti kuranlar ellerindeki malzeme çok elverişli olmamasına rağmen uluslaşma yolunda büyük mesafe aldılar.Irak,İran ve Suriye ile mukayese edilmeyecek derecede farklı unsurları milli bütünlüğe bağladılar.Eğer sonradan gelenlerin yanlış politikalarıyla inkıtaya uğramamış olsaydı, bugün alınan mesafe daha büyük olabilirdi.
Hilafetin kaldırılmasından bahsettiniz, bölücü çevreler de ,aramızdaki ortak bağ hilafetti, hilafet gitti ortaklık bitti diyorlar. Hatta ayrışmayı tek bu nedenle izah eden çevreler var.
Bunu diyenlerin hilafeti anladıklarını sanmıyorum,hilafet dini bir kurum değil,siyasi bir kurum. Hz.Peygamber'in vefatından sonra toplumu nasıl yöneteceğiz sorusuna Arap/İslam kültürünün vermiş olduğu bir cevaptır. Kitap ve sünnette hilafet'e mesnet olabilecek herhangi bir nas yoktur.Siyasi gelişmelere bağlı olarak bu kurum zamanla kutsallaştırılarak dinin bir rüknü haline getirilmiştir. Nevzat Kösoğlu'nun isabetle belirttiği gibi, Peygamberliğin hilafeti veya vekaleti olmayacağına göre, hilafet görevi onun devlet başkanlığı sıfatı ile ilgilidir.[2] Yani siyasi bir kurumdur.İslam'da dini temsil eden kişi veya kurum yoktur, yönetim şeklini zamana, şartlara ve toplumların kültürel durumlarına bırakmıştır. Herhangi bir model önermemiştir.Etnik ayrışmayı hilafetin kaldırılmasına bağlayanlar aynı zamanda Kürtlerin karıştığı her isyanı ulusal/milli isyan olarak niteleyen çevreler. Madem her şey hilafetin meclise devredilmesi ile başladı, o zaman hilafetin kişiden kuruma devrinden önceki isyanları nasıl izah edeceğiz? Bu düşünce kendi içinde çelişkili ve gerçeği izah etmekten uzaktır. Ayrıca ortak noktamız hilafet değil,İslam'dır. Hilafet meclise devredildi diye Türkler İslam'dan çıkmadılar.Din kardeşliği devam ediyor,kıyamete kadar da devam edecek.
O zaman hilafet kurumu etrafındaki bu tartışmalar niye?
Demin izah ettim,bir kısmı hilafeti anlayamamaktan,onu dinle özdeşleştirmekten kaynaklanıyor. Hilafet gitti, din gitti düşüncesi yanlış. Diğer bir kısmı,bölücülüğe mazeret uydurmaktan, haklılaştırma arayışından.Bu aynı zamanda İslamcı çevrelerde ayrılıkçıların kimi taleplerini meşrulaştırmaya, en azından sempati uyandırmaya yarıyor. Hilafeti Müslümanlık bağlamında tartışmak siyasal İslamcılarla Kürtçüleri bir noktada buluşturuyor.Bu yönüyle bölücülere bir avantaj sağlıyor. Böyle bir gerekçe aynı zamanda sorumluluğu Türkiye Cumhuriyetine yıkma imkanı sağlıyor.
Bu kadar önemli bir müesseseyi hiç tartışmamalı mıyız?
Tartışmalıyız ama İslami bağlamda değil,siyasi bağlamda tartışmalıyız.Çünkü ona İslami bir anlam ve kutsiyet izafe ettiğiniz anda artık onu tartışamazsınız. Dini olan için gerekli midir,gereksiz midir tartışması olmaz. Bir şey dini ise o zaten gereklidir. Temel soru şu olmalı,hilafet kurumu eski şekliyle devam etseydi, ülkemiz ve İslam dünyası açısından ne faydası olurdu? Bu şekilde olmasının ne faydası var? Şunu da unutmamalıyız, dünyevi kurumları İslamlaştırmak, İslam dünyasında hem tartışma kültürünü,farklı yol ve yöntemler arama cehdini yok etmiş, hem de despotizmin bir kaynağı olmuştur. Siyasi ve kişisel çıkarlar dinleştirilerek toplum kıpırdayamaz,itiraz edemez hale getirilmiştir. Bu hem dine inancı sarsmış, hem de fikir dünyamızı çoraklaştırmıştır.İslam dünyasında bir muhalefet geleneğinin oluşmamasının nedeni de budur. Kısacası, hilafet siyasi bir kurumdur,ona dini anlamlar yüklemek Şeyh Sait isyanının nedenlerinden biri olmuşsa da Kürtlerle Türkler arasında bir ayrışma nedeni olamaz.Araplar ve Arnavutlar bizden koptukları zaman hilafet kurumu ayaktaydı,ama bu ayrılmayı engelleyememiştir.Keza,Birinci Dünya Harbinde halifenin açtığı Cihad-ı Mukaddes,Yemen çöllerinde ve Kanal seferinde Türk ordusunun arkadan vurulmasını engelleyememiş,İslamlar üzerinde beklenen tesiri yapmamıştır.[3]
-Sonra yapılan hangi yanlışlar Kürt milliyetçiliğine malzeme oldu?
27 MAYIS DARBESİ
1960'dan itibaren Türkiye'de bir çok darbe oldu. Her darbe yeni mağdurlar yarattı. Bundan Kürtler de payını aldı,şu farkla ki etnik ayrılıkçılar hep genel uygulamaları -kendi varlıklarına yöneldiğini - düşünerek özelleştirdiler.Darbeleri, sürgünleri, işkenceleri, hep etnikleştirdiler.Zaman zaman öyle algılanmasına neden olacak haksızlıklar da yapıldı.1960 darbesinden sonra bir çok Kürt önde geleni sudan sebeplerle göz altına alındı. Bazıları Sivas kampına gönderildi.Birbiriyle alakası olmayan 485 kişi(bazıları Nurcu) burada 9 ay tutuklu kaldı, baskı ve eza gördüler. İçlerinden 55 ağa (ki çoğu toprak sahibi değildi) daha sonra sürgüne gönderildi.[4]Bu furyadan göz altına alınanların bazıları önceden hiç ilgi duymadıkları Kürt milliyetçiliğine tepkisel olarak bağlanıp, siyasallaştı. Diğer bazıları sempatizanken militanlaştı. Bunlardan biri de Bucak aşireti Lideri Hacı Ali Bucak'tı.[5] Kürt milliyetçiliği bu tip tutuklamaları iyi kullandı.Devletin Kürtlere ayrımcılık yaptığına dair algı oluşturmayı başardı. Kürtlerin bilinçaltı özellikle Şeyh Sait ve akabinde yapılan sürgünlerden dolayı bu tip telkinlere müsaitti. Yanlışlar daha sonra da devam etti. 12 Eylülde Diyarbakır cezaevinde yaşananlar,işkencenin bile etnikleştirilmesine yol açtı.
[1] Martin van Bruinessen,Kürdistan Üzerine Yazılar,6.b,İstanbul,İletişim Yayınları,2008,s,147
[2] Nevzat Kösoğlu,Hukuka Bağlılık Açısından Eski Türklerde ve,İslam'da ve Osmanlı'da Devlet,İstanbul,Ötügen Yayınları,,s,190
[3] Cemal Kutay,Türkiye'de ilk Komunistler,2.b,İstanbul,İklim Yayıncılık,s,172
[4] Daha sonra bu olay e 55'ler olayı adıyla sembolleştirilmiştir.
[5] Nevzat Çiçek,Sivas Kampı,İstanbul,Lagin Yayınevi,,2010,s,117
(Pazartesi, İSYANLAR VE SONRASI...' ile devam edecek)