Tarih: 15.10.2019 18:12

Kitap Oku: 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu? -18- 'MHP'nin Diyarbakır Mitingi'

Facebook Twitter Linked-in

Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren son kitabı 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?' ile okuyucularının karşısına bir kez daha çıkıyor.  Enpolitik olarak, tarihe not düşen ve önemli bir kaynak oluşturan bu kitabı, siz değerli okuyucularımızla okuma etkinliği teması ile her gün kısım kısım paylaşıyoruz... (Kitabı Bilge Oğuz Kitapevi (0212 527 33 65) veya Kitap Yurdu internet sitesinden edinebilirsiniz.)

'Kürt sorunu nedir' ile başlayan kitapta, dördüncü bölüm... Bugün 'MHP'nin Diyarbakır Mitingi ile '12 Eylül', '28 Şubat' başlıkları açılıyor. İşte okumanın on sekizinci kısmı...


MHP'NİN DİYARBAKIR MİTİNGİ

-Alparslan Türkeş'in Diyarbakır mitingi...

MHP  yönetimi -il teşkilatının talep ve ısrarı ile- 1975 yılında Diyarbakır'da  bir miting tertip etmeye karar verdi. O tarihe kadar Dicle Üniversitesinin bir çok bölümünde ülkücüler rahatlıkla okuyabiliyorlardı. Eğitim Enstitüsü ile Tıp fakültesinde  ciddi bir ağırlıkları ve teşkilatları  vardı. Kredi Yurtlar Kurumuna ait Urfa Kapı'da bulunan yurdun bir bloku ülkücülere diğeri,diğer gruplara aitti. Türkeş bölgeye gelmeden müthiş bir karalama kampanyası başlatıldı.Türkeş'e ait olmayan sözler kulaktan kulağa fısıldandı. Miting gecesi  mahalle aralarında havaya ateş açılarak Kürtleri kışkırtacak sloganlar atıldı. Sokak lambaları tahrip edildi. Miting günü ortalık savaş alanına döndü. Onlarca kişi yaralandı,araçlar kundaklandı. Polis olayları güçlükle bastırabildi.Türkeş, silahların gölgesinde ancak bir kaç dakika konuşabildi. Bu, etnik bölücülüğün ilk kitlesel eylem denemesiydi. O tarihten sonra Diyarbakır'da okuyan milliyetçi  öğrenciler okuyamaz oldular. Bir çoğu naklini başka üniversitelere aldı,bazıları okullarını bırakmak zorunda kaldı.Diyarbakır, Türk Milliyetçiliği açısından faaliyet yapılamaz bir şehir haline geldi. O psikoloji zamanla tüm diğer siyasi hareketleri de kapsadı. MHP mitingi etnik milliyetçiliğe büyük özgüven kazandırdı.Diyarbakır, sol ve Kürtçü örgütlerin ilk kurtarılmış bölgesi oldu.Bölücü örgütler ve arkasındaki güçler MHP mitingini, halkı provake ederek -etnik uyandırma- için kullanmışlar,kendilerince  önemli bir mevzi kazanmışlardı.[1]

12 EYLÜL

-Ardından PKK ve 12 Eylül geliyor...

PKK bölgeye geldiğinde bir çok illegal örgüt faaliyetteydi. PKK önce gücünü onlara kabul ettirmeye, tekel oluşturmak için spekülatif eylemler yapmaya başladı.Bölgede ayrılıkçılar ile karşıtları değil,Kürtçülükler yarışıyordu. Bir ayrılıkçı örgütün rakibi yine başka bir ayrılıkçı örgüttü. PKK silahını onlara çevirerek bir çoğunu faaliyet yapamaz hale getirdi.İtibar kazanmak için aşiret liderleri ile diğer örgütlerin üst düzey kadrolarını hedef aldı, dokunulamaz sanılanlara dokunarak gücünü göstermek istiyordu. 12 Eylül'e gelindiğinde diğerleri küçülmüş neredeyse iki örgüt kalmıştı,Kawa ve PKK. Önce  Öcalan ve bir kaç arkadaşı yurt dışına çıktılar,ardından 12 Eylül darbesinden hemen sonra Kawa Suriye'ye geçti. Ancak, PKK kadar şanslı değildi. Kamışlı'da bir evde Türk Güvenlik Güçlerinin organizasyonuyla  bütün lider kadrosu yok edildi. 17 kişilik gruptan   yaralı olarak  sadece bir kişi kurtulmuş, böylece PKK   bölgede tek örgüt olarak kalmıştı. Artık iç çatışmalara harcadığı  bütün enerjisini devlete karşı yöneltebilirdi,bu  da başka bir sıçramadır.

-Kawa'nın tasfiyesinin PKK'nın önünü açmak için yapıldığını mı söylemek istiyorsunuz?

-Hayır, KAWA'yı tasfiye edenlerin böyle bir şey düşündüklerini sanmıyorum. Olayları bulundukları zaman zemininden çıkarmadan değerlendirirsek doğru sonuçlara varabiliriz. 12 Eylül'e gelindiğinde PKK'nın lider kadrosu çoktan yurt dışına çıkmış,içeride etkisini yitirmişti. Kawa'yı  tasfiye edenler muhtemelen PKK'nın artık eski gücüne ulaşamayacağını düşündüler.Evdeki hesap çarşıdakine uymadı,PKK ülkeden kaçan bütün örgüt artıklarının sığınağı oldu ve gittikçe büyüdü. Ayrıca devlet örgütler arasında tercih yapmaz ama hesap yapabilir.

Nasıl?

Tercih yapmak,  arkasında durmak,eylemlerine göz yummak,hatta yön vermek anlamını taşır. Hukuk devleti bunu yapmaz. Bu, lenf kanseri yerine akciğer kanserini tercih etmek gibi bir şeydir . İkisi de kanserdir,ikisi de öldürücüdür. Böyle bir tercih ölümle hayat arasında bir tercih değil,  ölüm biçimleri arasında tercihtir. Hesap yapmak ise başkadır. Bir örgütün içine sızmak,lider kadrosunu ele geçirmek,halkın tepkisini çekecek eylemler yapmasını sağlamak,ideolojisini bulanıklaştırmak,umutlarını kırmak için yapılır.Terör belası ile karşı karşıya gelen her devlet bunu yapar.Örgütler içten ele geçirilirlerse kıpırdayamaz hale gelirler.İç çelişkiler enerjilerini dışarıya yöneltmelerine mani olur. Eylem yapmadan bastırılırlar,herkes herkesten şüphelenmeye başlar, bir müddet sonra işlevlerini kaybederek eylem yapamaz hale gelirler. Hesap yapmak, onları devletin örgütü haline getirmek için değil,gözden düşürülmeleri, umutlarını kaybetmeleri,enerjilerini kendi iç çatışmalarında tüketmeleri içindir.

12 Eylül demişken, o dönem yapılan işkencelerin,yargısız infazların da etnik milliyetçiliğin değirmenine su taşıdığını,diğer sıçrama vesilelerinden biri olduğunu söyleyebilir miyiz?

Başta değinmiştik, 12 Eylül'de  sokakta olan her hareket ağır işkencelerden geçirilmiştir. Devlet Kürt,Türkmen, Marksist,Ülkücü ayırımı yapmamıştır. Kimsenin etnik veya politik kimliğine bakmamıştır. İşkence genel bir uygulamaydı. Hukuksuzluktan,zulümden adalet çıkmaz. Her hukuk ihlali başka bir hukuksuzluğun tetikleyicisi olur. Ezilen,horlanan,aşağılanan,onuru ve kişiliğiyle oynananlar soluğu dağda aldılar. 12 Eylülden önce yurt dışına kaçan bir avuç militan,işkenceden,baskıdan kaçanlarla birlikte büyük bir sayıya ulaştı. O yıllarda gençleri PKK'nın kucağına iten, -ideolojik yapısına- duyulan ilgiden çok yaşadıkları travmalardan dolayı devlete duyulan  kin ve öfkeydi. Diyarbakır cezaevi ,PKK'ya militan,devlete düşman yetiştiren bir eğitim kampı gibiydi. Lakin hep belirttiğim gibi bu uygulamalar Diyarbakır'a mahsus değildi. Bütün cezaevleri, sorgu yerleri birer işkencehaneye çevrilmişti.İnsan kasapları orada insanı,insanlığı doğradılar. Terörü önlüyoruz diyerek terörü beslediler. Etnik milliyetçiliğin eline senelerce tüketemeyeceği  malzemeyi verdiler.

-Diğer cezaevlerinde de benzer uygulamalar olduğunu söylediniz, ki ben bununla ilgili bir çok kitap okudum,anlatımlara tanık oldum. Bir Mamak cezaevi Diyarbakır'dan daha yaşanabilir değildi. Hatta  Diyarbakır'da işkence 1985 de bittiğinde Mamak'ta hala çığlıklar göğe yükseliyordu. Başka gruplarda gadre uğradı,ezildi, ama onlar dağa çıkmadılar. İşkence tek başına dağa çıkmanın gerekçesi olabilir mi? Her işkence gören dağa mı çıkmalı?

Evet, herkes gördü. Bu satırların yazarı da Konya,Elazığ ve Manisa sorgularında toplam  76 gün işkencede kaldı.Dayağın,falakanın,soğuk su işkencesinin her çeşidini gördü.Dağ gibi insanların  bir kaç gün içinde nasıl eridiklerine tanık oldu.On buçuk yılını cezaevinde geçirdi ama hiç bir zaman -devlete silah çevirmeyi-kan davası gütmeyi aklından geçirmedi. Bu işkencecilere karşı hiç bir şey hissetmediğim anlamına gelmez.İşkenceci ve ona emir verenlerle, devleti ayırdığımı gösterir.Ülkücülerin yanında sol örgütlerin militanları da ağır işkencelerden geçirildiler. Bazıları eylem yapmayı denedi ama çoğu hukuk içinde kalmayı tercih etti. Politik görüşlerini legal zeminlere taşıdılar. İşkence görmek devlete,millete kurşun sıkmayı haklılaştırmaz. Zulmün hesabı daha büyük bir zulümle sorulmaz.Bu şikayet edilenden daha kötü olanı yapmaktır.Bir tokat için yüz tokat vurmaktır. Mazlumken zalim olmaktır. Aynı şey yargısız infazlar için de geçerlidir. Cezalandırma,zor kullanma yetkisi devlete aittir. Bu yetkiyi hukuk içinde meşru güçleri vasıtasıyla kullanır. Kimse yargılanmadan,savunması alınmadan cezalandırılamaz. Bölgede  yakınlarının göz altında kaybolduğunu iddia eden bir çok aile var.Bunların bir kısmı kara propaganda da olabilir. Ama bir kişi de olsa bu devlet için nakisedir, asla tolere edilemez. Devlet vatandaşın hukukunu korumak için vardır.O hukuku bizzat kendisi çiğnerse devlet olmaktan çıkar, kendi halkını yiyen bir canavara dönüşür.

-Bu yargısız infaz meselesinde çok abartma da var? Sokakta konuşulanla resmi makamlara yapılan müracaatlar birbirini tutmuyor.

Tutmaz,çünkü örgütler bu tip iddiaları abartırlar.Mağduriyet hissi yaratmanın yolu mübalağa etmekten geçer.Ümit Özdağ, resmi makamlara yapılan müracaat sayısının bu rakamın onda biri bile olmadığını   söylüyor. Örgütün mikrofonu mesabesinde olan yayınlarda ise 10-15 bin gibi ipe sapa gelmez rakamlar telafuz ediliyor. Üstelik resmi makamlara yapılan baş vuruların hepsi -gözaltı kayıpları-ile ilgili değil. Evine dönmeyen,örgüt sempatizanı olduğu için göz altına alındığı varsayılan veya  çevreden birilerinin bir arabaya bindirildiğini gördüm şeklindeki tahminlerinden yola çıkarak bu rakama ilave edilenler de var.

Diyelim ki rakam küçük bu neyi değiştirir,  insan hayatı rakamlara indirgenebilir mi?

Mahiyet açısından bir kişinin haksızlığa uğraması ile bin kişinin haksızlığa uğraması arasında fark yoktur. Her insanın hayatı değerlidir.Rakamlar meseleyi tahfif etmek için değil, bu konu etrafında dolananların aslında insan hayatı ile ilgilerinin ideolojik istismardan ibaret olduğunu göstermek içindir. Yargısız infazlar,kayıplar abartılarak ondan kin ve nefret sağmaya  çalışmışlardır. Mesele, bir yanlışı izale etmek değil, o yanlışı  başka ve daha büyük bir yanlış için sömürmektir.Hakkı batıla alet etmek dediğimiz durumdur bu. Konu insan hayatı ise PKK'nın örgüt içi infazlarının da aynı hassasiyetle sorgulanması gerekir.Bu konuda sayısız iddia ve görgüye dayalı anlatım var. Öcalan'la ters düşen binlerce kız -erkek militan  sudan sebeplerle infaz edilmiştir.Örgüt baronlarının emellerine alet olmayan, bedeninden istifade edilmesine izin vermeyen kızlar objektif veya subjektif ajan suçlamalarıyla katledilmiştir. Örgütün kendi mensuplarına karşı işlediği   cinayetlerin dosyası çok kabarıktır.Bu konuda yazılmış onlarca hatıra kitabı var, bir tanesini bile sonuna kadar okuyamazsınız. Öyle ki, vicdanı nasır tutanlar bile, eline kazma kürek verilip kendi mezarını kazmak zorunda bırakılan çocuk yaştaki militanların hikayelerini kaldıramaz. Üstelik PKK  kendi cinayetlerini de devletin hanesine yazmakta,mezbahaya dönen örgütü bu şekilde aklamaya çalışmaktadır.

-PKK bir terör örgütü, her türlü caniliği yapabilir,PKK yaptı diye devlet de yapar denilebilir mi?

Öyle bir şey ima ettiğimi sanmıyorum. Bir çifte standarda dikkat çekmek istedim. İnsan hayatı her yerde değerli. PKK öldürünce sus-pus olup,devlet öldürünce kıyameti koparmak ideolojik bir tavırdır ve insan hayatına saygı ile hiç bir ilgisi yoktur.İnsan hayatına ilgi ölene veya öldürene göre belirlenemez. Kaldı ki geçen yıllarda toplu mezarlardan bahsedilmiş,kazılar yapılmış iddiaların neredeyse tamamı temelsiz çıkmıştır.

-Etnik milliyetçiliğin yaptığı sıçramalardan söz ediyorduk?

Bütün bu anlatımları da bu bağlamda değerlendirmek gerekir. İşkenceler,yargısız infazlar,hukuk dışı uygulamalar,etnik milliyetçiliğe meşruiyet kazandırmış,terör örgütünün, hak arayışlarının bir zemini gibi algılanmasına neden olmuştur.Etki-tepki mekaniği burada da işlemiş, işkence ve baskıcı uygulamalar neden,Kürt milliyetçiliği ve terör, sonuç olarak algılanmıştır. Terör bir sonuçtur diyenlerin hareket noktaları ve dayandıkları mantık budur. Oysa bu yasa dışı uygulamaların hiç biri olmasaydı da Kürt milliyetçiliği olacaktı. Sadece bu çapta kitleleşme araçlarına sahip olmayacaktı. Terör ve Kürt milliyetçiliği sonuçtur diyenler şu çelişkiyi izah edemiyorlar.  Şikayet edilen konular daha çok Cumhuriyet dönemine ait uygulamaları kapsıyor, halbuki Kürt milliyetçiliği daha önce de vardı.Aynı çevreler Cumhuriyet öncesi isyanları ulusal nitelikli  isyanlar olarak değerlendiriyor. O zaman 12 Eylül yoktu,Diyarbakır cezaevi yoktu,ne mutlu Türküm diyene yoktu,sistematik işkence, yargısız infaz yoktu,ama Kürt milliyetçiliği vardı. Sebep sonuç ilişkisiyle izah edilmeyecek bir ideoloji varsa o da milliyetçiliktir. Sebep sonuç mantığı milliyetçilik söz konusu olunca tersine döner,milliyetçilik bazı nedenlerin sonucu değil,o nedenler milliyetçiliğin bir sonucudur. Milliyetçilik bahsinde bu hususa yeterince açıklık getirdiğimizi sanıyorum. 12 Eylül uygulamaları etnik milliyetçiliğe büyük bir ivme kazandırmış, kabuğunu kırarak bir gençlik ve aydın hareketi olmaktan çıkıp,halk hareketine dönüşmesine zemin hazırlamıştır.Onun için ayrılıkçı çevreler, biz 12 Eylül'de millet olduk derler.

KÖYLERİN BOŞALTILMASI

-Hukuk dışı uygulamalardan söz ettiniz, tam tersi sonuçlara neden olduğu halde niçin bu yola baş vurulur?

O hercümerç içerisinde kimse hangi sonuçlara neden olacağını düşünmez. Terör, onun içinde olanların da onunla mücadele edenlerin de gözünü karartır.Misilleme mekaniği devreye girer. Ölen her kişi yeni ölümlerin tetikleyicisi olur. Çoğu zaman hukuk dışılık bir devlet politikası olarak ortaya çıkmaz. Sokağın,kavganın,alanın psikolojisi   yasalara bağlılığı sarsar.Hukuk içinde kalan,  hiç bir hukuki,ahlaki bağla ilgisi olmayana karşı elinin kolunun bağlı olduğunu hisseder. Zamanla kendi vicdanında hukuk dışına çıkmayı meşrulaştırır.Bunda, terörü önlemede demokrasinin yavaş kaldığına,adaletin geciktiğine dair  iddiaların da büyük etkisi vardır.Hukuk dışılık, daha çok terörle mücadele ederken yaşanan travmaların,ölümlerin,şokların bir sonucudur. Terörün bir amacı da devleti aşırı tepkiye zorlayarak halkın hoşnut olmayacağı tedbirler almasını sağlamaktır. Seksenli,doksanlı   yıllarda bu tuzağa çokça düşüldü.Bunlardan biri de köylerin boşaltılmasıdır. PKK'ya lojistik destek sağladıkları, gıda ve barınma imkanı verdikleri gerekçesi ile binlerce köy boşaltıldı. Bu köyler içinde, PKK'ya gönüllü müzahir olanların yanında, dağ şartlarında hayatta kalmak için yardım etmek zorunda kalanlar  da vardı. Amaç PKK'nın barınma,istihbarat ve köylerden militan devşirme  imkanlarını yok etmekti. Bu yapılırken daha büyük bir barınma ve militanlaşma sorunu yaratılacağı düşünülmedi. On binlerce insan birden bire kendini yabancı olduğu bir ortamda buldu. İş ,aş  hiç bir barınma imkanları yoktu. Bir anda dilenci durumuna düştüler. Şehirlerde onlara yardımcı olacak, terör örgütünün ağına düşmelerini engelleyecek hiç bir devlet mekanizması yoktu.Bütün sivil toplum örgütleri PKK'nın elindeydi.Açlık,sefalet,sahipsizlik onları örgütün kucağına itti. PKK ile mesafeli olanlar bile  hayatta kalmak için bu sivil toplum kuruluşlarına müracaat etmek zorunda kaldılar.İçine düşürüldükleri çaresizlikten devleti sorumlu tuttular.Sonunda terörü önlemek için alınan bir tedbir PKK ve Kürt milliyetçiliğine bir kaynak aktarımına döndü. Bağından,bahçesinden koparılan  herkes yegane muhalefet odağı olarak gördüğü PKK ve onun sivil uzantılarına yöneldi. Bu aynı zamanda bir intikam alma biçimiydi.

-Sonra köye dönmelere izin verildi,zararlar tazmin edildi...

Arapların dediği gibi,bade harabül Basra... Basra harap olduktan sonra... Yani  iş işten geçtikten sonra. Devlet aklı, atılan her adımın sonuçlarını önceden düşünür. Tekrar köye döndürecekseniz o kadar insanı niye kovdunuz,PKK'nın ideolojik eğitiminden geçip, devlete düşman olmaları için mi? Düşünebiliyor musunuz, on binlerce insan  önce PKK'nın kucağına atılıyor,iyice politize edildikten sonra tekrar köylerine dönmelerine izin veriliyor. Bu uygulamada akıl ve izan adına bir kırıntı var mı? Örgüte yakın yazarlar PKK'nın en büyük ivmeyi köylerin boşaltıldığı dönem kazandığını itiraf ediyorlar. Benim eleştirim köylerin boşaltılmasına  yönelik değildir,mücadelenin zaruretleri bunu mecbur edebilir. Eleştirim, vatandaşın sahipsiz bırakılıp, örgütün kucağına itilmesinedir. Dağın kendine özgü kanunları olduğunu unutmayalım. Onlarca silahlı adamla karşılaşan her köylü hayatı ile ekmeği arasındaki tercihi, ekmeğinden vaz geçme yönünde yapar.Daha farklı,daha anlayışlı davranılabilinir miydi? Davranılabilirdi. En azından şehirlerde vatandaşın barınma ve iaşesi için tedbirler alınabilirdi.Devlet yanlısı olanlar da şehirlerde düştükleri sefalet karşısında devlet karşıtı olarak köylerine dönmüşlerdir.

ÇEKİÇ GÜÇ

-Aynı dönemde bir de çekiç güç vardı,onu da bu düzlemde değerlendirebilir miyiz?

Tabi değerlendirebiliriz. Saddam'dan kaçan binlerce insanın Türkiye'ye sığınması üzerine güya bölgedeki insanların emniyetini sağlamak üzere  İncirlik ve Pirinçlik'te konuşlanan bu Güç, Barzani hareketinin devletleşme aşamasına gelmesinde büyük rol oynamıştır.  Çekiç Güç sayesinde Barzani bölgesini istikrara kavuşturup,örgüt yapısını  kısa zamanda yeniledi. Devletleşme adımları bu dönem atıldı. 1995'de CIA  peşmergeleri örgütleyerek Saddam'ı devirmek için bir darbe düzenledi,ancak başarılı olamadılar. Çünkü düzenli ordularla savaşma yetenekleri  ve eğitimleri yoktu. Elin taşını elin kuşuyla vurmak için  binlerce Peşmerge[1] CIA tarafından Guam'a götürülerek  üç yıl boyunca eğitildi.  1998'de geri getirildiler. Bunlar arasında muhtemelen PKK'lı teröristler de vardı. Peşmergelere sadece nasıl savaşacakları öğretilmedi, nasıl devlet olacakları da öğretildi. Süper bir güçle ittifak yapmak  aradaki siklet farkından dolayı  üst- ast ilişkisine döndüğü için kontrol mekanizmalarını işletmek kolay değildi.  Çekiç Güç'ün konuşlandırılmasında da bu kural işledi, ABD subaylarının çerçeve dışı ilişkileri denetlenemedi. O tarihte Çekiç Güç'ün PKK'ya yardım ettiğine dair basında sayısız haber çıktı. Türkiye Çekiç Güç'ün süresinin uzatılmasına ayak dirediği zaman da Muavenet Zırhlısının vurulması gibi uyarılarla karşılaştı.[2]  ABD Patron benim ben ne dersem o olur diyordu.Eşref Bitlis'in şüpheli bir uçak kazası ile şehit edilmesinin arkasında da Bitlis'in ABD/PKK ilişkisine dair bilgisi ve tavrı olduğu iddia edilmektedir. O günlerin gazeteleri incelendiğinde Çekiç Güç uçaklarının Türk Savaş uçaklarını taciz ettiği,yardım faaliyetinin amacından saptığı,Çekiç Güç pilotlarının Türk radarlarına elektronik karıştırma uyguladıkları,ABD'li komutanların konuşurken Türkiye'nin güneydoğusu için Türkiye Kürdistan'ı tabirini kullandıklarına dair sayısız haber çıktığı görülecektir.4 Ekim 1992'de Çekiç Gücün bölgeye intikalinden (Temmuz 1991) sadece 15 ay sonra Barzani ile Talabani güçlerini birleştirerek Kürdistan Federe Kürt Devletini ilan ettiler. Bugün referanduma giden özerk yönetim o tarihlerde atılan tohumların bir sonucudur.Türkiye topraklarını Çekiç Güce açarak bu şemsiye altında etnik bir devletin temellerinin atılmasına ve ulus yaratma projesine kapı aralamıştır.

(Yarın, 'KÖYLERİN BOŞALTILMASI' kısmı ile devam edecek...)

[1]  Mitingle ilgili bilgiler Fethi Namlıoğlu,R.Alyamaç ve Raif Çiçek'ten alınmıştır.

[1] Bu konuda bin beş yüzden on bine kadar çeşitli rakamlar telafuz edilmektedir.Bkz.Milliyet Gazetesi 11.Aralık 1996, Gazete Vatan 20 Nisan 2008,Yılmaz ÖZDİL Sözcü Gazetesi 20 Ekim 2014

[2] Muavenet Zırhlısı 1992 yılında Ege denizinde yapılan NATO tatbikatında ABD bandıralı Saragota isimli uçak gemisinden atılan füzeyle vurulmuştur. O tarihte ABD'nin Türkiye'ye satmak istediği Hurda gemileri Türkiye'nin kabul etmemesiyle ilişkilendirilmişse de  esas nedenin  Çekiç Güç'le ilgili Türkiye'nin çekinceleri olduğu ifade edilmektedir.





Orjinal Habere Git
— HABER SONU —