Kitap Oku: 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu? -19- 'Köylerin Boşaltılması'

Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren, okuyucunun teveccühünü kazanmış ve tarihe not düşen kitabı: ''Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?'

Güncel 16.10.2019 17:36:00 0
Kitap Oku:

Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren son kitabı 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?' ile okuyucularının karşısına bir kez daha çıkıyor.  Enpolitik olarak, tarihe not düşen ve önemli bir kaynak oluşturan bu kitabı, siz değerli okuyucularımızla okuma etkinliği teması ile her gün kısım kısım paylaşıyoruz... (Kitabı Bilge Oğuz Kitapevi (0212 527 33 65) veya Kitap Yurdu online kitap satış internet sitesinden edinebilirsiniz.)

'Kürt sorunu nedir' ile başlayan kitapta, dördüncü bölüm... Bugün 'Köylerin Boşaltılması' 'Çekiç Güç', '28 Şubat' ve 'Diyanette Bin Molla'  başlıkları açılıyor. İşte okumanın on dokuzuncu kısmı...


KÖYLERİN BOŞALTILMASI

-Hukuk dışı uygulamalardan söz ettiniz, tam tersi sonuçlara neden olduğu halde niçin bu yola baş vurulur?

O hercümerç içerisinde kimse hangi sonuçlara neden olacağını düşünmez. Terör, onun içinde olanların da onunla mücadele edenlerin de gözünü karartır.Misilleme mekaniği devreye girer. Ölen her kişi yeni ölümlerin tetikleyicisi olur. Çoğu zaman hukuk dışılık bir devlet politikası olarak ortaya çıkmaz. Sokağın,kavganın,alanın psikolojisi   yasalara bağlılığı sarsar.Hukuk içinde kalan,  hiç bir hukuki,ahlaki bağla ilgisi olmayana karşı elinin kolunun bağlı olduğunu hisseder. Zamanla kendi vicdanında hukuk dışına çıkmayı meşrulaştırır.Bunda, terörü önlemede demokrasinin yavaş kaldığına,adaletin geciktiğine dair  iddiaların da büyük etkisi vardır.Hukuk dışılık, daha çok terörle mücadele ederken yaşanan travmaların,ölümlerin,şokların bir sonucudur. Terörün bir amacı da devleti aşırı tepkiye zorlayarak halkın hoşnut olmayacağı tedbirler almasını sağlamaktır. Seksenli,doksanlı   yıllarda bu tuzağa çokça düşüldü.Bunlardan biri de köylerin boşaltılmasıdır. PKK'ya lojistik destek sağladıkları, gıda ve barınma imkanı verdikleri gerekçesi ile binlerce köy boşaltıldı. Bu köyler içinde, PKK'ya gönüllü müzahir olanların yanında, dağ şartlarında hayatta kalmak için yardım etmek zorunda kalanlar  da vardı. Amaç PKK'nın barınma,istihbarat ve köylerden militan devşirme  imkanlarını yok etmekti. Bu yapılırken daha büyük bir barınma ve militanlaşma sorunu yaratılacağı düşünülmedi. On binlerce insan birden bire kendini yabancı olduğu bir ortamda buldu. İş ,aş  hiç bir barınma imkanları yoktu. Bir anda dilenci durumuna düştüler. Şehirlerde onlara yardımcı olacak, terör örgütünün ağına düşmelerini engelleyecek hiç bir devlet mekanizması yoktu.Bütün sivil toplum örgütleri PKK'nın elindeydi.Açlık,sefalet,sahipsizlik onları örgütün kucağına itti. PKK ile mesafeli olanlar bile  hayatta kalmak için bu sivil toplum kuruluşlarına müracaat etmek zorunda kaldılar.İçine düşürüldükleri çaresizlikten devleti sorumlu tuttular.Sonunda terörü önlemek için alınan bir tedbir PKK ve Kürt milliyetçiliğine bir kaynak aktarımına döndü. Bağından,bahçesinden koparılan  herkes yegane muhalefet odağı olarak gördüğü PKK ve onun sivil uzantılarına yöneldi. Bu aynı zamanda bir intikam alma biçimiydi.

-Sonra köye dönmelere izin verildi,zararlar tazmin edildi...

Arapların dediği gibi,bade harabül Basra... Basra harap olduktan sonra... Yani  iş işten geçtikten sonra. Devlet aklı, atılan her adımın sonuçlarını önceden düşünür. Tekrar köye döndürecekseniz o kadar insanı niye kovdunuz,PKK'nın ideolojik eğitiminden geçip, devlete düşman olmaları için mi? Düşünebiliyor musunuz, on binlerce insan  önce PKK'nın kucağına atılıyor,iyice politize edildikten sonra tekrar köylerine dönmelerine izin veriliyor. Bu uygulamada akıl ve izan adına bir kırıntı var mı? Örgüte yakın yazarlar PKK'nın en büyük ivmeyi köylerin boşaltıldığı dönem kazandığını itiraf ediyorlar. Benim eleştirim köylerin boşaltılmasına  yönelik değildir,mücadelenin zaruretleri bunu mecbur edebilir. Eleştirim, vatandaşın sahipsiz bırakılıp, örgütün kucağına itilmesinedir. Dağın kendine özgü kanunları olduğunu unutmayalım. Onlarca silahlı adamla karşılaşan her köylü hayatı ile ekmeği arasındaki tercihi, ekmeğinden vaz geçme yönünde yapar.Daha farklı,daha anlayışlı davranılabilinir miydi? Davranılabilirdi. En azından şehirlerde vatandaşın barınma ve iaşesi için tedbirler alınabilirdi.Devlet yanlısı olanlar da şehirlerde düştükleri sefalet karşısında devlet karşıtı olarak köylerine dönmüşlerdir.

ÇEKİÇ GÜÇ

-Aynı dönemde bir de çekiç güç vardı,onu da bu düzlemde değerlendirebilir miyiz?

Tabi değerlendirebiliriz. Saddam'dan kaçan binlerce insanın Türkiye'ye sığınması üzerine güya bölgedeki insanların emniyetini sağlamak üzere  İncirlik ve Pirinçlik'te konuşlanan bu Güç, Barzani hareketinin devletleşme aşamasına gelmesinde büyük rol oynamıştır.  Çekiç Güç sayesinde Barzani bölgesini istikrara kavuşturup,örgüt yapısını  kısa zamanda yeniledi. Devletleşme adımları bu dönem atıldı. 1995'de CIA  peşmergeleri örgütleyerek Saddam'ı devirmek için bir darbe düzenledi,ancak başarılı olamadılar. Çünkü düzenli ordularla savaşma yetenekleri  ve eğitimleri yoktu. Elin taşını elin kuşuyla vurmak için  binlerce Peşmerge[1] CIA tarafından Guam'a götürülerek  üç yıl boyunca eğitildi.  1998'de geri getirildiler. Bunlar arasında muhtemelen PKK'lı teröristler de vardı. Peşmergelere sadece nasıl savaşacakları öğretilmedi, nasıl devlet olacakları da öğretildi. Süper bir güçle ittifak yapmak  aradaki siklet farkından dolayı  üst- ast ilişkisine döndüğü için kontrol mekanizmalarını işletmek kolay değildi.  Çekiç Güç'ün konuşlandırılmasında da bu kural işledi, ABD subaylarının çerçeve dışı ilişkileri denetlenemedi. O tarihte Çekiç Güç'ün PKK'ya yardım ettiğine dair basında sayısız haber çıktı. Türkiye Çekiç Güç'ün süresinin uzatılmasına ayak dirediği zaman da Muavenet Zırhlısının vurulması gibi uyarılarla karşılaştı.[2]  ABD Patron benim ben ne dersem o olur diyordu.Eşref Bitlis'in şüpheli bir uçak kazası ile şehit edilmesinin arkasında da Bitlis'in ABD/PKK ilişkisine dair bilgisi ve tavrı olduğu iddia edilmektedir. O günlerin gazeteleri incelendiğinde Çekiç Güç uçaklarının Türk Savaş uçaklarını taciz ettiği,yardım faaliyetinin amacından saptığı,Çekiç Güç pilotlarının Türk radarlarına elektronik karıştırma uyguladıkları,ABD'li komutanların konuşurken Türkiye'nin güneydoğusu için Türkiye Kürdistan'ı tabirini kullandıklarına dair sayısız haber çıktığı görülecektir.4 Ekim 1992'de Çekiç Gücün bölgeye intikalinden (Temmuz 1991) sadece 15 ay sonra Barzani ile Talabani güçlerini birleştirerek Kürdistan Federe Kürt Devletini ilan ettiler. Bugün referanduma giden özerk yönetim o tarihlerde atılan tohumların bir sonucudur.Türkiye topraklarını Çekiç Güce açarak bu şemsiye altında etnik bir devletin temellerinin atılmasına ve ulus yaratma projesine kapı aralamıştır.

28 ŞUBAT

O dönem bir de 28 şubat'ı yaşadık,baş örtüsü yasaklandı,İmam Hatip mezunlarına katsayı engeli getirilerek üniversite kapıları kapandı, meşru hükümet   düşürüldü,doğrudan doğruya manevi varlığımızı hedef alan bir kampanya yürütüldü. 28 Şubat'ın etnik milliyetçiliğe  müspet/menfi   bir katkısı olmadı mı?

Olmaz olur mu? Bana bir soru sormuştunuz; Kürt milliyetçiliği İslamcı olsaydı ne olurdu diye? Sovyetlerin dağılmasından sonra etnik ayrılıkçılık en önemli dayanağını kaybetti. Bu hem ideolojik, hem de psikolojik bir çöküştü. Komunizm kan ve göz yaşı ile dolu 70 yıllık bir saltanattan sonra yıkıldı.Bu, insan fıtratının,baskıya,zulme,ateizme karşı zaferiydi. Türkiye'de Komunizm ortalama vatandaş tarafından hep din eksenli bir  bakışla değerlendirildi.Komunizm demek din düşmanlığı,ahlak ve maneviyat karşıtlığı demekti. PKK'ya mesafeli duranların çekincelerinin başında Komunizme vatandaşın yüklediği bu anlam geliyordu. Kürt ulusalcılığı bu şekilde devam edemezdi.İdeolojik arayışların sürdüğü bir safhada 28 Şubat darbesi geldi. Asker  tarihinde belki de ilk defa doğrudan doğruya dine taarruz ediyordu.Dini hayat baskı altına alındı. Giyimi,kuşamı,örtüsü ile sosyal ve ekonomik hayata katılmak isteyen hanımların önü kesildi. Üniversiteler gencecik kızların saçlarından yakalanıp sürüklendiği mekanlar haline geldi.İkna odaları kuruldu.Bu dönem, toplumun askerle ilgili reflekslerinin tamamı bozuldu.Komunistlere yakıştırdığı eylemler askerlerden gelmişti.28 Şubat'ın bölgedeki yansımaları da aynı şekilde hayal kırıcı oldu. Toplum devleti asker,polis ve vergi tahsildarından ibaret görüyordu. Asker demek devlet demekti. PKK'nın Marksist,dinsiz bir hareket olduğunu söyleyen devlet(asker) şimdi beterini kendisi yapıyordu. Bu süreçte özellikle dindar kesimlerin askerin şahsında devlete olan güveni sarsıldı. Sağda solda, 'ha Apo, ha devlet,' lafları yükselmeye başladı. PKK  işte tam bu esnada taktiksel bir değişiklik yaparak dinle olan kavgasını erteledi. Dinle mesafeli  tavrını değiştirdi. Büyük hayal kırıklığı yaşayan dindarların sempatisini çekecek bir dil kullanmaya başladı.Asker vatandaşı iterken PKK kucağını açmış bekliyordu. Bu süreçte Kürt milliyetçileri ilk defa dindarlarla yakın temas kurdular. Dine ve dindarlara karşı daha olumlu bir dil geliştirdiler. HDP sözcüleri baş örtüsü yasağını eleştiren açıklamalar yaptı.Dindar Kürtlerle 28 Şubat'ın itmesi ile köprüler kuruldu. Daha önce HDP mitinglerinde pek görünmeyen tipler görünmeye başladılar.28 şubat dinle kavga ederken, etnik milliyetçiler toplumdaki rahatsızlığı iyi okumuş,oltalarının ucuna dini yem olarak takmışlardı bile.

-Ama daha sonra devlet hatasından döndü,28 Şubat'ın getirdiği yasaklar bir bir ortadan kaldırıldı,dine, dindara karşı daha pozitif bir yaklaşım benimsedi?

Doğrudur, bir müddet sonra -devletle milleti karşı karşıya getiren bu sürecin tüm tortuları temizlenip atılmıştır. 28 Şubat'ı yapanlar da yargılanıyor.Bunu Ordu'nun tamamına mal etmek de yanlıştır. 28 şubat ordu içinde bir kliğin organizasyonudur. Fakat bu yapılan tahribatı,milli bütünlüğümüzden koparılan insanları geri getirmiyor. İnsanlar politize olduktan sonra kolay kolay geri dönmezler. Etnik milliyetçilik, 28 Şubat sayesinde heybesini yeni kitlelerle doldurdu,yeni mevziler kazandı.Devlet, milletini kaybetmekten yine milletin sağ duyusu sayesinde kurtulmuştur.Doksanlı yıllar çatışmaların en yaygın olduğu yıllardı. Devlet vatandaş kucaklaşmasının en elzem olduğu o yıllarda -vatandaşın devlete küstürülmesini- hala anlayabilmiş değilim. PKK bu küskünlükten çok yararlandı.

DİYANETE BİN MOLLA

Dindar Kürtlerin HDP'ye yönelmesinin tek sebebi bu mudur yani?   Bu, yağmurdan kaçarken doluya tutulmak gibi bir şey.

Dindarlarla HDP arasında köprüler kurulmasının tek nedeni 28 Şubat değil.Başka hatalar da yapıldı. İki binli yılları değerlendirirken söyleyecektim ama madem yeri geldi şimdi söyleyeyim.2011 yılında Diyanete 1000 Molla alındı.[3] Gazeteler bunu 'Diyanette Mele Dönemi' diye haber yaptılar. Mele, Mollanın Kurmanç ağzıyla telafuzu. Gazeteler de haberi Mele diye verdiler. Bu Mollaların hemen hepsi Güneydoğu'dan alındı ve orada istihdam edildiler.Klasik medrese eğitimi almış bu hocaların çoğu HDP çizgisine yakındı. Camilerde, mescitlerde,Kuran Kurslarında etnik milliyetçiliğin dili oldular.Dindarlarla HDP arasında bir başka köprü de bu yolla kuruldu. Bu kadroların seçiminde önemli rol oynayan Diyarbakır müftüsü daha sonra HDP'den Diyarbakır milletvekili oldu. Camiye giren bir hareket  her yere girer.Resmi eğitimden geçmemiş mollaların işe alınmasıyla bu yol açıldı.Camilere,mescitlere,Kuran kurslarına giremeyen bölücülük, mollalar vasıtasıyla girer oldu.Hoca etnik milliyetçi olunca halk niye olmasın?

Doksan'lı yıllarda gerçekten de terör zirve yaptı,nihai hedefine varacağını düşündü, bir çok yerde belediye başkanlıkları kazandı, güvenlik güçlerinin kararlı tutumu sayesinde hedefine ulaşamadığı gibi liderini de kaybetti?

Kayıp mı etti,kazandı mı, doğrusu tartışılır.Gelinen noktaya baktığımızda  kaybetmiş gibi görünmüyor.  Onu Türkiye'ye teslim edenler de -PKK bitsin diye- teslim etmediler. Kitle hareketlerinin ruhu liderlerdir.Dağınık unsurları bir araya getirip tespihin taneleri gibi dizen,onları bir ideal etrafında buluşturan liderdir. İstiklal harbi ve öncesinde İngiliz belgelerinde Kürtlere önderlik edecek toplumsal karşılığı olan bir liderin yokluğundan yakınılır. Liderlerin hikayeleri ne kadar büyük olursa toplumu etkileme  güçleri o kadar artar. Öcalan'ın bir örgütü yönetecek hikayesi vardı,sıfırdan yola çıkmış,Ortadoğu'da dengeleri sarsacak bir örgüt kurmuştu. Ama bir halkı yönetecek hikayesi yoktu. Hapishane   ona halkı için bedel ödeyen lider hüviyeti kazandırdı.Örgüt liderliğinden, halk liderliğine yükseldi.İsmi etrafında hikayeler,efsaneler uyduruldu. O hücrelerde, tecritlerde çile çekerken(!?),Kürtler  hiç bir şey olmamış gibi  davranamazdı. Öcalan masalı  böylece örgüt hücrelerinden çıkarak vatandaşın evine girdi.Onu duyumsamak,hatırlamak bir namus meselesi haline geldi. Şimdi buna kaybetti denilebilir mi?


(Yarın, ÖCALAN'IN CEZASININ İNFAZ EDİLMEMESİ ile devam edecek...)


[1] Bu konuda bin beş yüzden on bine kadar çeşitli rakamlar telafuz edilmektedir.Bkz.Milliyet Gazetesi 11.Aralık 1996, Gazete Vatan 20 Nisan 2008,Yılmaz ÖZDİL Sözcü Gazetesi 20 Ekim 2014

[2] Muavenet Zırhlısı 1992 yılında Ege denizinde yapılan NATO tatbikatında ABD bandıralı Saragota isimli uçak gemisinden atılan füzeyle vurulmuştur. O tarihte ABD'nin Türkiye'ye satmak istediği Hurda gemileri Türkiye'nin kabul etmemesiyle ilişkilendirilmişse de  esas nedenin  Çekiç Güç'le ilgili Türkiye'nin çekinceleri olduğu ifade edilmektedir.

[3] http://www.sabah.com.tr/yasam/... 23.08.2017


Pazar 28.5 ° / 16.2 °
Pazartesi 28.1 ° / 17.1 °
Salı 29.4 ° / 18.3 °