Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren, okuyucunun teveccühünü kazanmış ve tarihe not düşen kitabı: ''Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?'
Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren son kitabı 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?' ile okuyucularının karşısına bir kez daha çıkıyor. Enpolitik olarak, tarihe not düşen ve önemli bir kaynak oluşturan bu kitabı, siz değerli okuyucularımızla okuma etkinliği teması ile her gün kısım kısım paylaşıyoruz... (Kitabı Bilge Oğuz Kitapevi (0212 527 33 65) veya Kitap Yurdu online kitap satış internet sitesinden edinebilirsiniz.)
'Kürt sorunu nedir' ile başlayan kitapta, dördüncü bölüm... Bugün 'Öcalan'ın Cezasının İnfaz Edilmemesi' 'Peru ve Sri Lanka Ne Yaptı Biz Ne Yaptık?', 'Rusya Çeçenistan'da Ne Yaptı?' başlıkları açılıyor. İşte okumanın yirminci kısmı...
ÖCALAN'IN CEZASININ İNFAZ EDİLMEMESİ
-Buna ayrı bir paragraf açmak gerekiyor?
Elbette,Öcalan'ın teslim edilmesi bir dönüm noktası olabilirdi. PKK bir lider hareketi. Örgütte bir Öcalan var, bir de diğerleri. Ona o kadar büyük meziyetler ithaf ediliyordu ki,yakalandığında gösterdiği zaaflar üzerinden örgüt dağıtılabilirdi.Sorgu ve sonrasında düştüğü küçültücü durum nedense toplumdan gizlendi.Sadece bir kaç dakikalık görüntünün televizyon kanallarına servis edilmesiyle iktifa edildi. O görüntülerde bile Öcalan'ın nasıl bir ruh haleti içinde olduğu anlaşılıyordu. Açık açık işbirliği teklif eden,canını kurtarmak için örgütünü satmaya hazır bir Öcalan vardı.'Anamda Türk,' derken verdiği fotoğraf binlerce insanın ölümüne neden olmuş bir örgüt liderine yakışan görüntüler değildi.Başkalarının ölüm kararını verirken gösterdiği soğukkanlılık kendi hayatı söz konusu olunca yok olup gitmişti. Sorgulayanların karşısında aciz,korkak,ürkek, kişiliği yıkılmış bir adam vardı. İmralı'ya götürüldüğünde -idama- götürülme korkusu içindeydi. Doktor S.G.[1] ilk muayenesine gittiğinde,yüzünün kireç gibi solduğunu, doktor önlüğü içinde kendisini görünce infaz öncesi yapılan son muayene sanarak -altına işediğini- söylüyor. Sonra,sonra kabak çiçeği gibi açıldı. İmralı'ya getirildiğinin daha ilk haftası yetkililerden muz isteyecek kadar yılışmıştı.Psikolojisi, ben size iş veriyorum,siz de benim isteklerimi yerine getirin psikolojisiydi. Devlet de verdiği bilgiler karşısında onu ödüllendirip, İmralı'dan helikopter kaldırılarak isteğini yerine getiriyordu. Öcalan'ı sorgulayan H.Atilla Uğur,'Kendini kurtarmak için öyle yeminler etti,öyle sözler verdi ki ona inanan,onun için kendini yakanlar için içim sızladı'[2] diyor. Bu Öcalan, hayatının garantide olduğunu anladıktan sonra yavaş yavaş eski kişiliğine döndü. Zamanla Kürtlerin hukukunu savunan adam mevkiine yükseldi. Artık örgüt adına değil,Kürt halkı adına konuşuyordu. Ülkeyi yönetenler de ufuksuzlukları,meselenin vahametini kavramaktan uzak bakış tarzları ile Öcalan'ın işini kolaylaştırdılar.
Sorgu ve mahkemede ki ifade ve duruşu da -davasını savunan-bir lider tavrından çok -devlete sığınan- bir itirafçı tavrıydı?
Geçmişte neyi savunmuş, ne için kavga ettiğini söylemiş ise sorgu ve mahkemede ondan vaz geçmiş,bütün ideolojik iddialarını bizzat kendisi çürütmüştür. İfadelerinin altındaki ismi gizleseniz bu ifadelerin Öcalan'a ait olduğuna kimseyi inandıramazsınız. O kadar korkak, o kadar zayıf davranmıştır. Mesela,'Ben Cumhuriyetin Kürtlere karşı olduğuna inanmıyorum.Cumhuriyet belki bir Türk'ten çok Kürt için bir nimettir. Kendi egemenleri bunu çok iyi bildikleri için Türkçe eğitimi de engellemek istemişlerdir.' 'Kemalizm'de Kürtlere yer olduğu kesindir.Birlikte Mustafa Kemal'in sözleriyle yürüyelim.Geçmişte böyle söylemediysem bu benim eksikliğimdir.En çok kullanılan dilin resmi dil olması sorun teşkil etmez... '[3] Ben devletimin vereceği bütün görevlere hazırım,fırsat verin hatalarımı telafi edeyim,federasyon,otonomi çözüm değildir.Türkiye'de mevcut sistemde Kürtlerin her türlü siyasi hakları vardır...'[4]Bu ifadeler daha önce sisteme ve Türkçe eğitime yönelik eleştirilerden rücu anlamına gelmektedir. Sorguda Türk bayrağını öpen, devlete hizmet için yalvaran bu noktadaki Öcalan 15 yıl sonra Kürtlerin temsilcisi sıfatıyla devletin karşısına oturmuştur.Hangi sistem itirafçı olacak noktaya gelmiş bir adamı 15 yılda devletin muhatabı haline getirir?
-İdam edilseydi kahraman olurdu diyenler var?
Astırmamak için öyle dediler.Kahraman olmasın diye işlediği suçlar cezasız mı kalsın? O zaman ceza hukukuna ne gerek var? Asılsaydı hiç bir şey olmazdı.Bir terör örgütü lideri ve binlerce insanın katili olarak hayatını tamamlamış olurdu.Bu ifade onu kurtarmak için uydurulmuş sloganlardan biriydi. Ona diş bileyenler sadece şehit aileleri değildi. O dönem evladı dağa çıkıp,ölenler de çocuklarımızı Öcalan iğfal etti diye ona diş biliyorlardı.Sonra bu iş tersine döndü. Onu yaşatan iradenin onu yalnız bırakmayacağını,sonuna kadar arkasında duracağını düşündüler. Bu da örgütün kaybolan özgüvenini geri getirdi. Öcalan asılmasın diye sınır dışına çekilen örgüt,idam gündemden düşünce yeniden silaha sarıldı.Devlet elindeki kozu, -terörü durdurmak- için bile kullanamamıştı.
PERU ve SRİ LANKA NE YAPTI, BİZ NE YAPTIK
-Diyelim ki asıldı, her şey biter miydi?
Bitip bitmemesinden önemli olan cezasının infaz edilmesiydi.Kimsenin yaptığının yanına kar kalmayacağının gösterilmesiydi. Ceza, suçun,eylemin karşılığıdır. Biter mi bitmez mi diye düşünürseniz hiç kimseye ceza veremezsiniz.Dünya var olduğundan beri ceza da, suç da var.Bitmiyor diye cezadan vaz geçilemez.Hırsızlık bitmiyor diye cezadan vaz geçebilir misiniz? Cinayetlerin arkası kesilmiyor diye artık adam öldürenler cezalandırılmayacak diyebilir misiniz? Suçlar belli bir sınırda tutulabiliyor,düzen sağlanabiliyorsa işleyenler cezalandırıldıkları içindir. Geçen yıllarda çekilmiş bir Amerikan filmi seyretmiştim:Arınma gecesi... Bilmem seyrettiniz mi? Filmin kurgusuna göre, ABD'de her yıl bir defa gece yarısından sabaha kadar cezalar askıya alınıyor. Güya böyle bir gelenek var.[5]Kim ne suç işlerse işlesin cezalandırılmıyor. O gece sabaha kadar insanlar içlerinde biriktirdikleri, kini, öfkeyi kusuyorlar,binlerce insan öldürülüyor,araçlar,evler,iş yerleri kundaklanıyor. Hastaneler ölüler,yaralılarla doluyor.İnsanları frenlemesi gereken ahiret inancı bile kimseyi durduramıyor. Film, kamu düzeninin sağlanmasında -cezaların- ne kadar caydırıcı olduğunu anlatıyor.Bir yerde ceza yoksa suç da yoktur,her şey meşrulaşır. Lidere endeksli hareketlerde -lider- gidince boşluğu kolay kolay doldurulamaz. Öcalan yakalandığında örgüt pusulasını kaybetmiş, abondone olmuştu.Hiç bir ikinci adam birinci adamın yerini tutamaz. Hz. Musa)A.S) kavmine onlarca mucize göstermiş, asasını vurup Kızıl Denizden geçirmişti. Allah'la konuşmak için Sina dağına gittiğinde kavmi hemen bir altın buzağı yapıp ona tapmaya başladı. Yerine bıraktığı kişi kardeşi ve kendisi gibi peygamber olan Hz. Harun'du(A.S). İkinci adam da bir peygamber olmasına rağmen İsrail oğullarını buzağıya tapmaktan alıkoyamamıştı. Peru Aydınlık Yol hareketi örgütlenme ve liderin konumu açısından PKK'ya çok benzer. Öcalan bir çok görüşlerini bu örgütten aparmıştır. Başkanları Abimael Guzman,bir felsefe profesörü. Örgüt militanları ona kısaca Başkan Gonzalo diyorlar. 1960'ların sonunda çıkmış, son derece kıyıcı Maocu bir hareketti. Bizdeki Aydınlıkçılar isimlerini oradan almış olabilirler.Yirmi yılda örgüt binlerce cinayet işledi.Peru hükümeti Fujimori döneminde örgüt liderinin peşine düştü. Onu 1992'de bir balerinin evinde yakaladığında verdiği tepki efsaneleşmiş ismine uygun değildi. Bir kafes içinde televizyona çıkarılıp yolundan döndüğünü, yoldaşlarına silah bırakmasını söylediğinde efsane çöktü. [6]Militanlar büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Peru hükümeti bu fırsatı iyi değerlendirdi. Bir pişmanlık yasası ile örgüte silah bıraktırdı,binlerce militan teslim oldu. Bitmez denilen örgüt doğru bir hamle ve zamanlama ile bitmişti. Ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Gonzalo, yaklaşık çeyrek asırdır bir deniz üssündeki yer altı hücresinde cezasını çekiyor.[7] Örgütleri liderlerin imajı motive eder. O imaj yıkıldığında arkasından gidenler de enkaza döner.Sorunuza dönecek olursak, illa asılmalıydı diye bir iddia ve ısrarım yok. Yaşaması, asılmasından daha yararlı olacaksa yaşatılır. O da demin ifade ettiğim gibi iş birliğidir.Siyasi iktidarlar ne astılar, ne de ona hediye ettikleri yaşamın karşılığını aldılar. Aksine ruhunu teslim etmeye hazır bir adamı yeniden lider mevkiine oturttular.İki televizyon programı ile hem Öcalan,hem örgüt bitirilebilirdi.Bitirilmedi. Öcalan muhataplarının çapsızlığını görünce, avukatları üzerinden örgütü yeniden yönetmeye başladı.Üstelik bu defa Suriye'de olmayan -hayat garantisi de-vardı. Dönemin DSP/MHP ve ANAP'tan oluşan iktidarı Öcalan'ı yaşattı, sonra gelenler elinden tutup,sesini hapishane dışına duyurmasını sağladılar. Veballeri büyüktür.Bu da etnik milliyetçiliğinin kar hanesine yazılan başka bir hatadır.
RUSYA ÇEÇENİSTAN'DA NE YAPTI?
Bu analizinizi doğrulayan örneklerden biri Rusya/Çeçenistan örneği.
Çeçenlerin Ruslarla mücadelesini -terörle mücadelede yapılan yanlışlar- başlığı altında anlatacaktım. Madem bu bölümde sordunuz cevaplayayım. Çeçen mücahitleri Ruslara karşı büyük bir mücadele verdiler. Dudayev döneminde Sovyetlere diz çöktürdüler. Rus Lider Yeltsin Çeçenlerle anlaşmak zorunda kaldı. Sovyetler dağılmış, Rus askeri disiplinini kaybetmişti. Putin iktidara gelince Rusya strateji değiştirerek Çeçen liderlere yöneldi. Önce mücadelenin başı olan Cevher Dudayev güdümlü bir füze ile şehit edildi. Ardından diğer liderler, yalnız kurt Salman Raduyev hapishanede,Selimhan Yandarbiyev Katar'da,Aslan Maşadov Grozni'de,Şamil Basayev İnguşetya'da ve Abdullah Sadullayev Argun'da şehit edildiler. Bu liderlerin hiç biri teslim olmayı veya mücadeleyi bırakmayı kabul etmedi. Onların şahadetinden sonra Çeçen hareketi bir daha toparlanamadı. Zamanla etkisini kaybederek Rusya için bir tehdit olmaktan çıktı. PKK kurulduğunda lider kadro A.Öcalan,Şemdin Sakık,O.Öcalan,Cemil Bayık,Duran Kalkan,Mustafa Karasu ve Murat Karayılan'dan oluşuyordu. Örgüt ilk eylemlerine yetmişli yılların ortalarında başladı. 1984'de Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla artık devlete kafa tutar notaya geldiğini gösterdi. İlk eylemlerinin üzerinden 40 yıl gibi bir süre geçmesine rağmen -örgütün lider kadrosundan-tek bir kişi bile etkisiz hale getirilemedi. Hala hepsi hayatta, Şemdin Sakık Diyarbakır cezaevinde,Öcalan İmralı'da, öteki liderler ise örgütün başında bulunuyor. Oslo'da masaya oturanlar arasında Duran Kalkan ile Mustafa Karasu'da vardı.Örgüt, lider kadrolarından arındırılabilseydi bugün bu ölçüde yaygın bir terör saldırısı ile karşı karşıya kalmazdık. Kırk yılda tek bir liderin bile öldürülememesi ciddi bir istihbarat zaafı veya isteksizliğine işarettir.
-Sizce istihbarat görevini yapmadı mı?
Yapmadı,yapsaydı bu isimlerden bahsetmek zorunda kalmazdık. İstihbarat zaafı mıdır, başka bir şey midir, işleyişi bilmediğim için bir şey diyemem. Ama isteselerdi bu adamları bulundukları yerlerde tek tek yakalayıp yargı karşısına çıkarabilirlerdi. Cezalandırmak için bu isimleri bulamayan bir istihbarat masaya oturmak için rahatlıkla bulabiliyorsa orada ciddi bir problem var demektir. Kırk yıl bulamadıkları adamları çözüm süreci gündeme gelince elleriyle koymuş gibi buldular. Lider kadrolar yaşadıkça efsaneleşir,bir nevi tarihi kişilik ve ulus oluşturma aracı haline gelirler. Irak Barzani ailesini yok edemediği için bölücülüğü de yok edemedi. İran, 1989 yılında İran Kürdistan Demokrat Parti (İ-KDP) lideri Abdurrahman Kasımlo ile Avrupa sorumlusu Abdullah Kadiri'yi Viyana'da öldürdü. Bir kaç hafta sonra Larnaka'da bir başka üst düzey Komala yöneticisini öldürdü.Kısa bir süre sonra da Kasımlo'nun yerine geçen Dr.Sadık Sharafkini'yi yanındaki üç kişi ile birlikte Berlin'de katletti.[8] Terör mücadelesinde en az maliyetle en kestirme ve kesin sonuç liderlerin enterne edilmesiyle alınır. Türkiye onları yaşatarak -etnik milliyetçiliğe- kullanmakla tüketemeyeceği bir malzeme vermiş oldu. Bu da terörün büyümesi, gençler arasında sempati toplamasına katkı sağlayan hatalardan biridir. Güneydoğu'da bu isimler etrafında çoğu -uydurulmuş- sayısız efsane ve kahramanlık hikayesi dolaşıma sokulmuştur.Akıllı bir yönetim, istese Öcalan'ın mahkeme safahatını bile bir avantaja çevirebilir, etnik milliyetçiliğin devlete yönelik eleştirilerini temelsiz bırakabilirdi.
-Nasıl?
Gayet basit, Öcalan bu suçları ABD veya İsrail'e karşı işleseydi bu devletler ne yapardı?
-Muhtemelen ya öldürürler ya da hiç bir insani hak tanımadan turuncu bir tulum giydirip,Guantanamo gibi bir yerde zincire vururlardı.Kimse ölüsünü bile bulamazdı.
El Kaide lideri Bin Ladin'e ne yaptılar? Saklandığı yeri basıp öldürdüler,cesedini bile alıp götürdüler.İsrail Hamas lideri Şeyh Ahmet Yasin'i, askeri kanat lideri Ahmat Jabari'yi nasıl öldürdü? Üstelik Şeyh Ahmet Yasin ayaklarını kullanamayan, tekerlekli sandalyeye mahkum olan bir kişiydi. Türkiye ise kırk bin vatandaşının ölümüne neden olan bir terör örgütü liderini adil bir mahkemeye çıkardı, savunma hakkını kısıtlamadı, avukatlarını seçmesine,istediği kadar kendini müdafaa etmesine izin verdi. Söylemek istediği her şeyi söyleyebileceği imkanları sundu. Ona bırakınız işkence yapmayı bir fiske bile vurmadı. Avrupa'dan gelen heyetlere yaşadığı yerin kapılarını açtı.Dünyanın hiç bir ülkesinin gösteremeyeceği tahammülü gösterdi. Değerlendirilebilse ikide bir devleti yargısız infazla suçlayanlar için çok etkili bir malzeme olabilirdi. Mesela bölge halkına dönüp, bana işkenceci, yargısız infazcı diyorsun, bak ben kırk bin vatandaşımın katiline bile adaletle davrandım,ona yargılama aşamasında hiç bir kısıtlama getirmedim diyebilirdi. Yine aranızda bazıları hem yargısız infazlardan şikayet edip çocuklarımızın katilleri yakalanıp cezalandırılsın diyor, hem de kırk bin kişinin katilini bırakın diyor.Kendi çocukları için ceza, Öcalan için özgürlük istemelerindeki çelişki onlara anlatılabilirdi. Öcalan'ın yargılaması üzerinden devlete giydirilmek istenen işkenceci,katil,zalim imajı bertaraf edilebilirdi.Bunlar yapılmadı,yapılamadı. Bugün bile Öcalan'ın yargılanmasında gösterilen sağ duyu ve hukuka bağlılık tavrı çok etkileyici bir malzeme olarak kenarda köşede değerlendirilmeyi bekliyor.
(Yarın, BELEDİYELERİN ETNİK MİLLİYETÇİLİĞE KATKISI başlığı ile devam edecek)
[1] O tarihte İmralı'da doktorluk yapan S.G.ile 15.09.2016 tarihinde yapılan görüşme.
[2] H.Atilla Uğur,Abdullah Öcalan'ı Nasıl Sorguladım,19.b,İstanbul,s,22,2015
[3] Veysel Boğatepe,Yüz Yıllık Yalan Kürdistan,İstanbul,Togan Yayınları,2016,s,65-70
[4] Uğur,age,s,40-46
[5] Gerçekte böyle bir gelenek yok,filmin kurgusu böyle, cezalar kalkınca toplumun ne hale geleceğini göstermek için çekilmiş bir film.
[6] Jonathan Powel,Teröristlerle Konuşmak,İstanbul,Aykırı Yayınları,2014,s,65
[7] Nıcholas Shakespeare,Guzman'ı Ararken,İstanbul,Nisan Yayınları,1997,s,66
[8] McDowal,age,s,376-377