Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren son kitabı 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?' ile okuyucularının karşısına bir kez daha çıkıyor. Enpolitik olarak, tarihe not düşen ve önemli bir kaynak oluşturan bu kitabı, siz değerli okuyucularımızla okuma etkinliği teması ile her gün kısım kısım paylaşıyoruz... (Kitabı Bilge Oğuz Kitapevi (0212 527 33 65) veya Kitap Yurdu online kitap satış internet sitesinden edinebilirsiniz.)
'Kürt sorunu nedir' ile başlayan kitapta, dördüncü bölüm... Bugün 'Çözüm Süreci Niçin Başarılı Olmadı=' başlığını açıyor. İşte okumanın yirmi ikinci kısmı...
ÇÖZÜM SÜRECİ NİÇİN BAŞARILI OLMADI?
-Bizde niye başarılı olmadı?
Dünyadaki örneklerine bakıldığında bizdekinin gerçekte ne olduğunu anlamak mümkün değil. 2012 yılında TSK çok başarılı operasyonlar yaptı. PKK'nın ayaklanma teşebbüslerini,halk devrimi girişimlerini her yerde başarıyla bastırdı. Kazan vadisinde gizlenen yüzlerce terörist etkisiz hale getirildi. Örgüt, militanlarını eylem yapmaya yönlendiremeyecek durumdaydı. Telsiz konuşmalarında kendilerine emir veren komutanlara, 'siz gelin yapın' diyecek kadar militanların cesaretleri kırılmıştı. Mücadelenin bir kaç ay daha devam etmesi halinde askeri yenilgi kesindi. Ardından planlı bir çalışma ile ideolojik yenilginin şartları oluşturulabilirdi. Mücadele başarıyla sürerken birden bire sağda solda barış ve diyalog sesleri yükselmeye başladı.Bir çok köşe yazarı aynı yerden yönlendirildiklerini düşündürecek tarzda, aynı şeyleri söylemeye,yazmaya başladılar. Ateş kes ilan edilip teröristlerle konuşulmalıydı. Türkiye'nin PKK ile mücadelesinin kronolojisi takip edildiğinde örgütün yenilgi sınırına geldiği her defasında aynı çevreler tarafından aynı barış ve çözüm çağrılarının dile getirildiği görülür.Her defasında da bu tuzağa düşülmüş,örgüt devletin pençesinden alınarak zaman ve imkan kazanması sağlanmıştır. 2012'ye gelinceye kadar zaten siyasi iktidar örgütle çeşitli zamanlarda görüşmeler yapmıştı. Bu görüşmeler sonucunda Habur'dan sembolik olarak bir kaç teröristin teslim olması konusunda taraflar anlaşmaya varmıştı. İktidar bunu bir zafer gösterisine çevirmeyi umarken tam tersi bir durumla karşılaştı. Örgüt militanları Habur'dan girerken on binler sınırda PKK'nın zaferini kutluyordu.Örgütün görüşmeleri zafere çevirmesi, sınırda şov yapması iktidarı uyandırmadı. Devletin hakimleri,savcıları sınır kapısına gönderilerek göstermelik sorgulamalarla teröristler serbest bırakıldı.Militanlar yüzlerce araçtan oluşan konvoylarla şehir şehir dolaştırılarak mitingler yapıldı.PKK zaferini kutluyor,terör mağduru olan büyük bir kitle olup biteni üzgün bir şekilde seyrediyordu.Bu gösteriler aylarca sürdü,sonra o militanlar geldikleri yere geri döndüler.Habur, bölgede derin izler bıraktı. Örgüt devleti masaya oturtmayı başarmış,üstelik hiç bir şey vermemişti. Tertip edilen zafer alayları örgütün bu mücadeleden galip çıkacağına dair umutları güçlendirdi. Örgüt er geç kazanacağına göre aptallık edip karşısında olmaya gerek yoktu.Daha önce devletten yana olan kesimlerde ciddi soru işaretleri doğdu,ya devlet bizi örgütle baş başa bırakırsa? Bu soru, bir çok aşireti, insanı pozisyonunu gözden geçirmeye itti.Kürt milliyetçiliği Habur'da yeni bir sıçrama yapmıştı.
-Sonrasında yapılanlara baktığınızda bu tecrübeden yeterli derslerin çıkarılmadığı anlaşılıyor?
Hiç bir zaman ders alınmadı. Sonrasında daha vahim hatalar yapıldı. Oslo'da uzun süre görüşmeler devam etti. MİT görevlileri PKK ile defalarca masaya oturdular. Görüşmelerin mahiyeti, ufak tefek bilgi kırıntıları dışında ortaya çıkmadı.Masada neyin pazarlık edildiğini kimse bilmiyor.Bir şey halktan saklanıyorsa halkın hoşlanmayacağı için saklanıyordur. Muhtemelen görüşmeler toplumun hazmedemeyeceği bir zeminde yürütüldü. O tarihte masada olan MİT mensuplarından birinin,'metropolleri silahla doldurdunuz,' yakınması hala hatırlardadır. Devlet masada oyalanırken PKK şehirlere silah,mühimmat taşıyor,daha büyük bir savaşa hazırlanıyordu.İşin garibi bunu önlemekle görevli olanlar bu tuzağı görmelerine rağmen seyretmekle iktifa ediyorlardı. Siyasi iktidar Oslo görüşmelerinden umudunu kesince başka arayışlar içine girdi. Aslında tezgah iyi kurulmuştu. Örgüt baştan beri Öcalan ile masaya oturulmasını istiyordu. HDP kitlelere Öcalan'ın iradesi irademizdir sloganları attırıyordu. Şehirlerde, kasabalarda Öcalan'ın muhatap alınması için imza kampanyaları düzenleniyor, toplanan imzalar iktidar partisi ile meclise gönderiliyordu. Oslo görüşmeleri örgüt açısından bu zemini açmak için kullanılmış, iktidar adım adım İmralı'ya yönlendirilmişti.
-Ama Oslo görüşmeleri esnasında da Öcalan'la görüşmeler yapıldığı,Avrupa grubu ile temas imkanının sağlandığı iddia edildi?
İşte en fazla iddia edildi diyebiliyoruz. Mesela, masada olan bazı PKK yöneticilerinin İmralı'ya getirilip Öcalan'la görüştüğü iddia edildi.Öcalan'ın İmralı'dan alınarak İstanbul MİT lojmanlarında bazı kişilerle görüştürüldüğü iddia edildi. Merkez komite üyesi Mustafa Karasu'nun Türkiye'ye getirilip bazı görüşmeler yaptırıldığı iddia edildi.Bunların hepsi iddia. Görüşmeler kapalı kapılar ardında yapıldığı için iddiaları bilgiye çevirme imkanımız yok. Sızan Oslo tutanaklarında Duran Kalkan,Mustafa Karasu ve masada olan MİT görevlileri ile aralarında bu iddiaları doğrulayan diyaloglar var.Kesin olan, Avrupa kanadı ile görüşmelerin İmralı ile birlikte yürütüldüğüdür. O dönem tepki çekeceği, infiale neden olacağı düşüncesiyle Öcalan ismi geride tutulmuştur.Görüşmeler sızdırılarak Öcalan ismine toplum alıştırılmış,ardından masanın baş tarafına Öcalan oturtulmuştur.
-Görüşme tutanaklarının bir kısmını HDP tarafından sızdırıldığı kesinleşti. O zaman Selahattin Demirtaş da bunu kabul etmiş,özür dilemişti. Sızdırma, Öcalan isminin masada oturmasına toplumu alıştırmak için miydi?
Bir amacı bu olabilir. İktidarı zor durumda bırakmak, kendi tabanlarının moral motivasyonunu yükseltmeye yönelik olabilir. Gerçekten istem dışı da olabilir. IRA da İngiltere hükümetini zor durumda bırakmak ve taraf olarak kabul edildiğini göstermek için görüşme tutanaklarını sızdırmıştı.ETA'da devletle aynı masada olduğunu göstermek için Cezayir'de yapılan görüşmeleri ifşa etmişti. Bu sebeplerden hangisi ile yapılmış olursa olsun, sonuç olarak Öcalan faktörünün devreye girmesinin psikolojik alt yapısını oluşturmaya hizmet etmiştir.Aynı dönemde bir başka operasyonla Öcalan figürü üzerinde imaj çalışması yapılmıştır. Önce cezaevlerinde uyduruk bir açlık grevi başlatılmış,ardından' ölümler olacak,Batı buna ne der,durdurun bu ölümleri,' gibi kampanyalar yürütülmüş. Yazılı ve görsel basın tutukluların ölümle burun buruna olduklarına dair haberlerle doldurulmuş,ciddi bir mühendislik çalışmasından sonra halkın kıvama geldiğine karar verilince devreye Öcalan sokularak açlık grevi sonlandırılmıştır. Bu düpedüz toplumu Öcalan'ın masada oturmasına ikna etmek içindi. Başarılı da oldu. Öcalan masanın başında yerini aldığında bir iki cılız tepkinin dışında sesini çıkaran olmadı. İktidar başlarda Öcalan'la görüşme iddiasını şiddetle ret ederken [1] alıştırma faslı bittikten sonra, önce devlet görüşüyor,sonra biz görüşüyoruz diyerek görüşme iddialarını kabul etmişti. Kürt Milliyetçiliği, muhatap İmralı inadında başarılı olmuş, binlerce insanın ölüm kararını vermiş bir teröristi devletin meşru muhatabı haline getirmişti. Homurtuları,eleştirileri bastırmak için görüşmeler boyunca Öcalan'ın imajını parlatma çalışmaları devam etti. İktidarın bir işaret vermesi yetmişti. Tetikte bekleyen, bir çoğu Kürt milliyetçiliğinin kripto kanadında yer alan yazar/çizer takımı tarafından yoğun bir kampanya yürütüldü. Öcalan terörist kimliğinden sıyrılarak kader kurbanı bir barış meleği haline getirildi.
[1] Başbakan Erdoğan iddialar üzerine çok ağır bir ifade kullanarak,görüşen şerefsizdir,demişti.
(Yarın 'ÖCALAN'I PARLATMA YARIŞI' başlığı ile devam edecek)