Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren, okuyucunun teveccühünü kazanmış ve tarihe not düşen kitabı: ''Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?'
Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren son kitabı 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?' ile okuyucularının karşısına bir kez daha çıkıyor. Enpolitik olarak, tarihe not düşen ve önemli bir kaynak oluşturan bu kitabı, siz değerli okuyucularımızla okuma etkinliği teması ile her gün kısım kısım paylaşıyoruz... (Kitabı Bilge Oğuz Kitapevi (0212 527 33 65) veya Kitap Yurdu online kitap satış internet sitesinden edinebilirsiniz.)
'Kürt sorunu nedir' ile başlayan kitapta, dördüncü bölüm... Bugün ''Öcalan'ı Parlatma Yarışı' ile 'Öcalan'ın Misak-ı Milli'si' başlığını açıyor. İşte okumanın yirmi üçüncü kısmı...
ÖCALAN'I PARLATMA YARIŞI
O dönem neler söylenmedi ki,Öcalan Mandela ile kıyaslandı, savaşı değil barışı seçtiği söylendi, gençliğinde dini bütün bir genç olduğu iddia edildi, daha ileri gidip beğenseniz de beğenmeseniz de Öcalan Kürtlerin lideridir diyen siyasetçiler oldu.Çözüm süreci Öcalan'ın şöhret tazelemesinden başka işe yaramadı.
PKK'ya yaradı,Öcalan üzerinde hesap yapanlara yaradı.Örgüt tarihinin en büyük sıçramalarından birini yaptı.Öcalan'ın egosu o kadar şişirildi ki bir teröristin asla cesaret edemeyeceği taleplerde bulunmaya başladı. Halbuki masaya oturulurken her zaman karşı tarafın elini zayıflatacak hamleler yapılır. Çözüm sürecinde tam tersi yapıldı. Örgütle masaya oturulduğunda Türkiye bir gol yemişti,ikinci golü Öcalan'ı muhatap almayı kabul ederek yedi. Masa kurulurken Türkiye'nin dediği değil,örgütün dediği olmuştu. Bu teslimiyetçi, kendini masada oturmaya mahkum gösteren tutum insiyatifin elden kaçmasına neden oldu. Yol haritasını,kurulacak komisyonları,akil adamlar heyetini hep Öcalan'ın teklifleri belirledi. HDP'nin İmralı ziyaretlerinin tutanaklarında bu görüşmelerle ilgili ilginç ayrıntılar var. Tehdit eden,üst perdeden konuşan,sadece örgütü değil,Türkiye'yi de yönettiğini sanan bir Öcalan... Yakalandığında iş birliği teklif eden Öcalan gitmiş,Ortadoğu'nun kaderini çizen bir megaloman gelmişti.
-Öcalan'ın cam fanus içinde mahkemede yaptığı savunmayı,duruşunu dün gibi hatırlıyorum.Ölüm korkusu bütün davranışlarına sinmişti. Şehit ailelerinden özür diliyor,demokratik Cumhuriyeti savunuyordu. Bağımsızlık talebinden, Özerklikten vaz geçmiş bir Öcalan vardı. Ya da meşhur tabirle takiye yapıyordu.
Daha önce değindim, takiye yapmıyordu,belki de hayatında hiç olmadığı kadar samimiydi. Yakalandığında yaşama bağlılığının ideallerine bağlılıktan daha güçlü olduğunu göstermişti.'Anamda Türk' derken beden dili hayatına karşılık her şey ve herkesten vaz geçebileceğini söylüyordu. Bu zaafı üzerinden ciddi bir planlama ile daha etkili sonuçlar alınabilirdi. Böyle bir proje hiç bir zaman olmadı. Niçin olmadı, bu sorunun cevabı yoktur. Terörle mücadelede lider kadroyu itibarsızlaştırmak da önemli bir hedeftir.Öne çıkan isimler itibar kaybettikçe toplum üzerinde etkilerini yitirirler. İtibarsızlaştırma bir etkisizleştirme biçimidir.Hiç bir devlet düşmanını parlatmaz.Siyasi aktör haline getirmez.Çözüm sürecinde tam iki buçuk yıl Öcalan'ın faziletleri,barış severliği, öngörülerinin isabeti konuşuldu. Bölge halkı, devlet Öcalan'ın liderliğini kabul ettiğine göre bizim de kabul etmemizde mahsur yok diye düşünmeye başladı. Örgütün afişleri, pankartları serbest oldu. Dağ kadrosu kasabalara,köylere inerek propaganda yapmaya başladı. Yayla şenliklerinde örgüte elaman toplandı. Silahlı gruplar karakolların önünde hiç bir müdahaleye uğramadan ellerini kollarını sallayıp geçip gittiler. Bölgeye gönderilen bürokratlar -örgüte zarar vermeyecek olanlardan-seçildi. Öcalan'a teşekkür eden onu Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı ile aynı seviyeye çıkaran valiler oldu. Barış adı altında örgütsel faaliyetlere sınırsız bir hürriyet tanındı.
O dönemle ilgili çok ilginç hikayeler var,bile bile lades denildi?
Köylerden, şehirlerden gençler kırsala gidiyor, bir kaç hafta askeri ve ideolojik eğitim alıp dönüyordu. Bu şekilde binlerce genç eğitimden geçirildi. Sabıkası ve poliste kaydı olmayan bu militanlar örgütün milis gücü olarak kendilerine görev verilecek günü bekliyorlar. O tarihlerde Diyarbakır'dan Bingöl'e gitmek isteyen bir iş adamı Diyarbakır çıkışında uygulama yapan polislerle bir süre sohbet eder. Polisler yolun tekin olmadığını birkaç yüz metre ileride PKK'nın da kontrol yaptığını,Elazığ üzerinden Bingöl'e gitmesinin daha iyi olacağını söylerler. İş adamı polislerle konuşurken kırmızı plakalı bir cip gelir, kontrol noktasından selam verip, hızla geçer. Bu durum iş adamının dikkatini çeker,böyle destursuz geçenin kim olduğunu merak eder,polisler KCK bölge sorumlusu olduğunu söylerler. Kırmızı plaka, devlet yönetiminde bulunanların kullandığı plakadır. KCK bölgede devlet olduğunu düşünmüş, kendince kırmızı plaka kullanımına bile geçmiştir.O dönem böyle bir çok olay olmuş hepsine göz yumulmuştur.
Öcalan'ın muhatap alınması yanlıştı, ya sonrası?
Daha önce de ifade ettiğim gibi,bir örgüt muhatap olacağınız kişiyi bile kendisi seçiyorsa silah bırakmanın şartları oluşmamış demektir. Bu barış kelimesini de çok doğru bulmuyorum,ne barışı? Kim kiminle küsmüş ki barıştırılıyor. Teröristle halkın barıştırılması kast ediliyorsa bu çok yanlış bir ifade.Dağa çıkan,isyan eden,öldüren,yakan,kundaklayan,çalan,gasp eden,yol kesen bir örgüt var. Kavga eden, aynı oranda kusurlu olan iki taraf yok ki bir barıştan söz edelim. Doğru ifade silah bıraktırmadır.İsyandan,bozgunculuktan vaz geçirmedir.Süreç doğru başlamadığı için doğru devam etmedi. Zamanlama yanlıştı,muhatap yanlıştı,takdim tarzı yanlıştı. Süreç boyunca irade koyan,belirleyici olan örgüttü. Siyasi iktidar çok edilgen kaldı,pasif taraf konumunu aşamadı.Örgüt ne istediyse verdi ama kendisi ne istediyse ret edildi.
-İlk aşamada örgüt silah bırakacak demişlerdi?
Bıraktı mı,bırakmadı. Hiç bir sözünde durmadı.Habur'da,Oslo'da inandırıcılıkları test edilmesine ve her seferinde akitlerine ihanet etmelerine rağmen bir defa daha sözlerine itibar edildi. Bile bile lades denildi. Yapılan uyarılar,ikazlar dikkate alınmadı. Örgüt silahlı unsurlarını geri çekmemesine rağmen süreç devam ettirildi. Tek taraflı taviz karşı tarafta -ne istersek alırız- algısını oluşturdu. Nitekim, öyle talepler gelmeye başladı ki bunu bozguna uğramamış bir devletin kabul etmesi mümkün değildi.Silahlı unsurların planlanan sürede sınır dışına çıkmayacağı anlaşılınca süreç bitirilmeli veya askıya alınmalıydı.
-O zaman masayı deviren taraf olmaz mıydık?
Milletin bekası üzerine kumar oynanmaz,kimseye de böyle bir yetki verilmiş değildir. Başta o dirayet gösterilebilse idi PKK o kadar küstahlaşamazdı. 2012'de büyük darbe almıştı,ayrıca Suriye ile ilgili planları vardı. Orada merkezi iktidar sarsılmış, büyük bir boşluk ortaya çıkmıştı. Toparlanmak için zamana ihtiyacı vardı. O zaman, onlara verilmemeliydi. İki buçuk yıl bir yalan rüzgarı estirildi.Örgüte oksijen pompalandı. Örgüt, önce toparlandı ardından denetimsizliğin, sınırsız hoş görünün verdiği cesaretle silahlı unsurlarını şehirlere taşıdı. Suriye deneyimi -şehir savaşlarının- daha yıpratıcı,daha sonuç alıcı olduğunu göstermişti. Yeterince yığınak yaptıktan sonra da masayı devirdi. Ülke menfaatleri söz konusu olunca şu ne der,bu ne der hesabı olmaz.Masanın devrilmesini karşı taraftan beklemek de size bir avantaj sağlamaz.Bugün anlıyoruz ki PKK'nın masada görünmesinin nedeni toparlanıp,önce Suriye'de Kanton düzenini yerleştirmek, sonra da Türkiye'ye dönmekmiş.
-Süreç boyunca Akil adamlar il il dolaştılar,Öcalan'ın mektup ve mesajları Kandil'e gidip geldi, Nevruzlarda okundu,HDP milletvekilleri İmralı'ya haftalık ziyaretler yaptılar,sonuç elde var sıfır?
Bu bizim elimiz,PKK'nın eli sıfır değil,çok büyük kazanımlar elde ettiler.Masaya oturarak terör örgütü görüntüsünden kısmen kurtuldular. Akil adamlar vasıtasıyla -bir halkın temsilcisi- ilan edildiler. Televizyonlara çıkan bazıları PKK bir terör örgütü değil,bir halkın meşru müdafaa gücüdür dedi. Bir yerde meşru savunma varsa orada haksız bir saldırı var demektir. PKK'nın bir halkın meşru müdafaa gücü olarak takdim edilmesi, zımnen Türkiye Cumhuriyetinin de haksız bir saldırının faili ilan edilmesiydi. Akil adamların çoğu Öcalan tarafından seçilmişti. Aralarında cinayet işlemiş,onlarca yıl hapis yatmış olanlar bile vardı.[1]Gittikleri yerlerde örgüt propagandası yaptılar. Kürt milliyetçiliğinin taleplerini anlatarak kamuoyu oluşturmaya çalıştılar. Görevleri verilecek tavizlerin hazmedilmesine toplumu hazırlamaktı. Analar ağlamasın sloganı ile herkes susturuldu. Konuşan,uzmanlık bilgisini aktaran, uyaran, kan dökücü, vampir,faşist,ilan edildi.Binlerce vatan çocuğu teröre kurban gitmiş,hayatlarının baharında toprağın altına girmişti, ama siz bu insanların hukuku nerede diyemiyordunuz.Neredeyse PKK karşıtlığı affedilmesi mümkün olmayan bir cürüm haline gelmişti. Öcalan'ın mektubu 2013 Nevruz'unda Diyarbakır'da yaklaşık 100 bin kişinin toplandığı bir meydanda okundu.Hapisteki adam koca bir ülkenin kaderini çiziyordu. Mektup okunurken zafer sarhoşluğundan ağlayanlar vardı.Nevruz'da okunan mektup Öcalan'ın kazandığının, Türkiye'nin kaybettiğinin ilanı gibiydi.
-Dünyada bir çok farklı barış süreçleri var. Bazıları hedefine ulaştı bazıları ulaşamadı. Bask ve İrlanda örneklerini anlattınız. İdama mahkum olmuş ve kendini bir halkın temsilcisi olarak kabul ettirmeye çalışan bir teröristin mektubunu meydanlar da okuyan başka bir ülke var mı?
Böyle garabetler bize mahsustur, muz cumhuriyetlerinde bile böyle bir acemiliği göremezsiniz. Öcalan kendini ve PKK'yı yıllarca Kürt halkının temsilcisi kabul ettirmeye çalıştı.Yaktı,yıktı,öldürdü ama bunu başaramadı. Çözüm sürecinde onu o mevkie bizzat ülkeyi yönetenler çıkardı. Bölgedeki yasal siyasetin rolü bitirilmiş oldu. Öcalan yoluyla Güneydoğu'ya hitap, sizin temsilciniz biz değil Öcalan'dır demektir. Bu, ülkenin meşru hükümetinin bir bölgeyi temsil etmediğini kendi ağzıyla ilan etmesiydi. PKK yıllarca uğraşıp başaramadığı ikili otorite görünümünü bu şekilde elde etmiştir.Bölge halkının karşısına Öcalan'ı çıkarmak, onu o bölgenin meşru otoritesi ilan etmek, bir egemenlik alanı bağışlamaktır. Devlet kendi vatandaşına Öcalan'ın referansıyla gitmiştir.O dönem kimse bu ayrıntı üzerinde durmamış, mektubun muhtevası üzerinden uzun uzun yorumlar yapılmıştır.
ÖCALAN'IN MİSAK-I MİLLİ'Sİ
Mektubu bir menifesto gibi sunan,bilhassa Misak-ı Milli vurgusuna çok takılanlar oldu.Gerçekten öyle miydi?
Öcalan'ın Misak-ı Milli diyerek Türk devletinin hedeflerini paylaştığı sanılarak,sevinç naraları atıldı. Mektubun hazırlanmasında rolü olanlar -tarihten kendilerine bir parça yer kapmak- için gazeteleri aratarak bazı ifadelerin kendilerine ait olduğunu fısıldadılar. Misak-ı Milli son Osmanlı meclisinin aldığı karardır. O zaman hedeflenen sınırları gösterir. Cumhuriyeti kuranlar bunu paylaşmışlar,o sınırlara ulaşmak için ellerinden geleni yapmışlardır. Kürt milliyetçiliğinin de bir Misak-ı Millisi var.Esasen Kürt milliyetçiliği ideolojik hedeflerini tespit ederken hep Türkiye tecrübesini taklit etmiştir.Ulu önder Atatürk,Önder Apo, güneş dil teorisi, Türk Tarih Tezi,atı terbiye etme,İslam öncesi tarihe atıflar, şablon halinde alınıp içindeki Türk çıkarılıp yerine Kürt konularak sürdürülmüştür. Misak-ı Milli de öyledir. Kürt Milliyetçiliğinin Misak-ı Milli'den kast ettiği Kürdistan'ın dört parçasının birleştirilmesidir. Öcalan'ın meşhur Nevruz mektubunda kast ettiği de muhtemelen budur. En azından örgüt tarafından öyle anlaşıldığını düşünüyorum. Nitekim, sonraki Nevruz ve HDP heyeti ile yaptığı görüşmeler bir kül halinde değerlendirildiğinde bu sonuca varmak mümkündür.Bir Kürt-Türk konfederasyonundan bahsetmesi bugünkü Türkiye sınırları dışında kalan toprakları Türkiye'nin bir parçası olarak düşünmediğini,bu topraklarda kurulacak bağımsız bir Kürt devleti ile Türkiye Cumhuriyetinin bir konfederasyon çatısı altında buluşmasını kast ettiğini gösterir.
-Devletin PKK konusunda uzmanlaşmış, örgüt dilini bilen birimleri var,bu mesajı okuyamadılar mı?
Okumamış,anlamamış olmaları imkansız.Ama o dönem iktidar politikalarından farklı şeyler söylemek mümkün değildi, şimdi de mümkün değil.Kendi görüş ve düşüncelerini mutlak doğru gibi kabul eden,doğmalaştıran bir anlayış söz konusuydu.Eleştirmek,tenkit etmek farklı yollar önermek neredeyse ihanet gibi görülüyordu.Durumun farkında olan bazıları da -belki başarıya ulaşır- düşüncesi ile susmayı tercih etti. Neticede, kaybeden Türkiye oldu. Kaldı ki Öcalan'ın ne dediğini anlamak için uzman olmaya gerek yok. HDP ile İmralı'da yapılan görüşmelerin tamamı HDP tarafından tutanak altına alınarak Avrupa'da yayınlandı.Görüşmelerin tamamında bir MİT görevlisi de var. Onlar konuşuyor, MİT görevlisi dinliyor.Belki notlar alıyor. HDP milletvekilleri ile diyaloglarından Öcalan'ın barıştan ne anladığını anlayabiliyorsunuz.Kendisine sizin bağımsızlıktan vaz geçtiğiniz söyleniyor diye soran Demirtaş'a, 'ben sizin önünüzü açıyorum,hiç bir şeyden vaz geçmedim.Atın önüne arabayı bağlamayın' diyor.Yani,durumun gereklerine göre hareket ettiğini ima ediyor. Konuşmalarda dediklerim olmazsa 50 bin kişiyle şehirler,kasabalar,metropoller savaş alanına döner tehdidi de var. Sonradan olacakları önceden söyleyen bir Öcalan... Aslında satır aralarında talimat veriyor,bundan sonra şehirlere yönelin diyor. Maalesef kartlarını bu kadar açık oynamasına rağmen gereken tedbirler alınmamış,Türkiye Hendek savaşı diye adlandırılan labirente sokulmuştur.
[1] 78'likler vakfı yöneticisi Celalettin Can
(Yarın İMRALI GÖRÜŞMELERİ ile devam edecek)