Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren, okuyucunun teveccühünü kazanmış ve tarihe not düşen kitabı: ''Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?'
Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren son kitabı 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?' ile okuyucularının karşısına bir kez daha çıkıyor. Enpolitik olarak, tarihe not düşen ve önemli bir kaynak oluşturan bu kitabı, siz değerli okuyucularımızla okuma etkinliği teması ile her gün kısım kısım paylaşıyoruz... (Kitabı Bilge Oğuz Kitapevi (0212 527 33 65) veya Kitap Yurdu online kitap satış internet sitesinden edinebilirsiniz.)
'Kürt sorunu nedir' ile başlayan kitapta bugün ''İmralı Görüşmeleri' konusu ele alınıyor. İşte okumanın yirmi dördüncü kısmı...
İMRALI GÖRÜŞMELERİ
-İmralı HDP görüşmeleri de ayrı bir garabetti
Keşke sadece garabet olsa.İmralı ikinci bir meclis gibi oldu.İki hükümetli, iki güç merkezli bir ülke gibi olduk. TBMM Ankara'da toplanıyor,Kürt milliyetçileri İmralı'da toplanıyorlardı.Her hafta gazeteciler,muhabirler ağızlarını açıp İmralı'dan gelecek haberleri bekliyordu.Öyle bir değer kayması yaşadık ki binlerce vatan çocuğunun katili muteber adam,şehidim var, içim sızlıyor,yapmayın bunu diyenler hain oldu.Teröristle konuşulmaz ama haydi diyelim ki konuştunuz,onu aklamak,onu göklere çıkarmak da neyin nesiydi? İfrat da tefrit de insanı yanlışa götürür.Biri sizinle masaya oturdu diye günahlarından arınmış olmaz. Hoş görünün de bir sınırı var. Onu aştığınız zaman bütün inandırıcılığınızı kaybedersiniz.
-Bütün bunları bir de İslam'la temellendirmeye çalıştılar. Fetvalar havada uçuşuyordu, Hatta o dönem iktidarla hısım olup sonradan hasım olan bir kişi Sulh'ta hayır vardır diyerek bu görüşmelere kendince fetva da verdi.
Sulha,barışa kim karşı olabilir. Ama onun arkasına başka şeyler saklanmışsa oturup düşünmek gerekir.İzlenen yöntem barışa değil,daha büyük bir kargaşaya götürüyorsa buna niye evet diyelim. Barışmak ayrı şey, 30-40 yıl boyunca yapılanları meşrulaştırmak,yapanları azizleştirmek ayrı şey.Din adamları her şeye burnunu sokmamalı.Devlet yönetimi ayrı ihtisas gerektiren bir alan.Fetva müessesesinde dinin ne söylediği kadar karşı tarafın neyi amaçladığı da önemlidir. Hakkı batıla alet edecek olanın eline hak teslim edilemez.Karşı tarafın amacını anlamadan verilen fetva veriliş gayesine hizmet etmez. Bir terör örgütü ile siz masaya oturursanız başkaları da oturur. Ondan sonra da o başkalarına niye oturuyorsunuz diyemezsiniz. Çünkü düşmanınızı masaya oturulabilir hale getiren sizsiniz. Meselenin İslami boyutuna gelince...Bu ehil olanların cevaplandırabileceği bir soru. Lakin Peygamber uygulamalarından bazı sonuçlar çıkarmak mümkün. Hz.Hamza'nın (R.A) katili Vahşi sonradan Müslüman oldu. Peygamber efendimiz ona,Müslümanlığın tamam,ama bana amcam Hz.Hamza'yı hatırlatıyorsun,gözüme görünme demişti.[1] O da buna saygı göstermiş,Medine'den ayrılmıştı. Süreç boyunca kimsenin aklına şehit edilen askerler,polisler,öğretmenler,kadınlar,çocuklar,bebekler gelmedi. Bize onları hatırlatıyorsun diyen tek bir haysiyetli ses çıkmadı. Öcalan'ın kanlı geçmişi yok sayıldı.
-Şimdi de o eski söyleme dönemiyorlar. Bebek katili diye hitap ettikleri adama masaya otururken söyledikleri sözlerden dolayı geçmişiyle ilgili ifadeler kullanamıyorlar.
Söyleyemezler, yalan yanlış övgülerle kendilerini o kadar bağladılar ki bu konuda konuşamaz hale geldiler. Sürecin başarısızlıkla sonuçlanacağını hiç hesap edememişlerdi. Şimdi anlaşılıyor ki A-B-C planımız var sözlerinin hiç bir gerçekliği yokmuş. Hatta, süreci nasıl götüreceklerine dair bir yol haritaları da yokmuş. Göç yolda düzülür plansızlığı ile başladılar, o plansızlıkla bitirdiler.Ne bir sınırları ne bir hedefleri vardı. PKK her gün çıtayı yükseltmesine rağmen bir tane yetkili çıkıp bunlara hayır, olmaz diyecek basireti bile göstermedi. Ne pahasına olursa olsun barış olsun yanlışlığı, pahası yüzlerce şehit olan kanlı bir boğuşma olarak geri döndü. Devlet hayatında hiç kimseye açık çek verilmez. Her devletin kırmızı çizgileri vardır.Kimsenin ihlal etmesine izin vermez. PKK her şeyi istedi, hiç birine ret cevabı almadı. Bu da onları şımartarak talep çıtalarını her gün yükseltmelerine, -kabul edilemez- bir noktaya çıkarmalarına neden oldu.
-O dönem bir çok düzenleme yapıldı,özel okullarda ana dilde eğitim,mahkemelerde Kürtçe savunma imkanı,KCK'lıların serbest bırakılması,eski köy ve belde isimlerinin iadesi,seçimlerde Kürtçe propaganda imkanı gibi... PKK istediğini aldı denilebilir mi?
Çoğunu aldı,azını alamadı.Alamadıkları -devletleşmenin- son adımları anlamına gelen taleplerdi.Aldıkları da alt yapısını hazırlayan talepler.Devlete giden yol hep aynı aşamalardan geçer.Ana dilde eğitim... Bunun anlamını daha önce açıklamıştık.Dili standartlaştırmak için eğitim sistemine girmek şart.Aksi takdirde farklı lehçe ve diyalektler arasındaki iletişim bozuklukları giderilemez.Eski isimlerin iadesi de aynı maksada hizmet eder.Etnik Milliyetçilik bölgede Kürtçe olan yer isimlerinin değiştirildiğini iddia ediyor. Kendince bazı isimlerin iadesini istiyor. Yer isimleri o yerin tapusunun kime ait olduğunu gösterir. Bir tapu senedinde kimin ismi yazılıysa o yerin ona ait olduğu kabul edilir. Yer isimleri de tapu senedi gibidir. Hangi topluluğun diline aitse o topluluğa ait olduğu kabul edilir.
YER İSİMLERİ
Kürdistan ısrarı bunun için mi?
Bir yere Kürdistan derseniz aynı zamanda kime ait olduğunu da söylemiş olursunuz. Bugün toprak kavgaları yer isimleri üzerinden yapılıyor. Bu masum bir talep değil.Size kendi ağzınızla bu toprak bize ait değil dedirtmenin bir biçimidir bu. Yer isimlerinin değiştirilmesinin arkasında isimlerle birlikte bölgeyi Kürtleştirme amacı yatıyor. Bu tuzağa bir çokları düşmüştür.
Bir Kürdistan yok mu,bu kavram bu kadar yaygın bir kullanıma sahipken yoktur demek abes kaçmaz mı?
Vardır,lakin siyasi bir anlamı yoktur. Bugün ki Türkiye toprakları üzerinde bir Kürdistan yoktur.Uyuşmazlık Kürdistan'ın sınırlarının nereden başlayıp nerede bittiğinde çıkmaktadır.Tartışma konusu olan varlığı veya yokluğu değildir. Bu bahis uzun olduğu için Kürt milliyetçiliğinin taleplerinin tartışıldığı bölümde irdelemekte fayda var.Aksi takdirde etnik Milliyetçiliğin gelişim safhalarından uzaklaşmış oluruz.
-O zaman çözüm sürecine devam edelim, yapılan düzenlemeleri konuşuyorduk?
Kuzey Irak'taki Salahaddin, Duhok ve Hawler Medical Üniversitelerine denklik verildi.[2] Özel okullara ana dilde eğitim imkanı getirildi.Süreç akamete uğramasaydı bu okulların ne kadar rağbet göreceğine tanık olacaktık. Bilimsel araştırmalar insanın bir dili iyi öğrendiğini, öteki dilleri kademeli olarak daha az öğrenip konuşabildiğini göstermektedir. Eğitim dili farklı olan bir kişi, Türkçeyi eğitimini aldığı dil gibi konuşamaz.Daha açık bir ifade ile Kürtçe,İngilizce,Fransızca eğitim alan biri Türkçeyi iyi konuşamaz.Türkiye Cumhuriyetinin dili Türkçe. Hariciyesi, dahiliyesi, eğitimi, hafızası,tarihi kayıtları hep Türkçe. Farklı dilde eğitim alan biri Türkçeyi iyi konuşamayacak, girdiği kurumlarda iyi hizmet veremeyecektir. Bu da baştan itibaren onu diğerlerine karşı dezavantajlı duruma getirecektir.Üniversiteye girerken,iş sınavlarına katılırken hep bu eksikliği hissedecektir. Hariciyesi, Dahiliyesi, Milli Eğitimi Kürtçe hizmet veren ayrı bir devlet kuramayacağımıza göre aldığı dil eğitimi onu başarısızlığa taşıyan bir neden olacaktır. Dil de bir geri kalmışlık nedeni olabilir.Yeterince zengin olmayan,bilimsel kavramları karşılamayan bir dil ideolojik tatminden başka bir şey vermez.Kuzey Irak'ta Soranice yetersiz kaldığı için üniversitelerde Tıp ve Hukuk eğitimi İngilizce veriliyor.
[1] https://sorularlaislamiyet.com/hz-vahsi-musluman-olduktan-sonra-peygamber-efendimizin-ona-ancak-gozume-gozukme-dedigi-rivayet,erişim,01.09.2017
[2] Sabah Gazetesi 08.07.2013
(Yarın 'KÜRTÇE ÖĞRENMEK Mİ, EĞİTİM Mİ?' başlığı ile devam edecek)