Enpolitik köşe yazarı Ahmet Rauf Akay, bugünkü köşesinde Türkiye-Rusya-Soçi-ABD-Suriye dörtgenini ve iç siyasetin tutarsız terörle mücadele mekanizmasını yazdı.
İnternet gazetemiz enpolitik köşe yazarı Ahmet Rauf Akay, bugünkü köşesinde Türkiye-Rusya-Soçi-ABD-Suriye dörtgeni ve iç siyasetin tutarsızlık gösteren terörle mücadele sürecini yazdı.
Akay, hükümetin kırmızı bültenle aranan terörist Mazlum Kobani'yi ABD'den ısrarla isterken bir diğer kırmızı bültenle aranan terörist Osman Öcalan'ın TRT'ye çıkarıldığını unutmamak gerektiğini kaydetti.
Akay, 'ABD?den önce o teröristlerle masaya oturan, adam yerine koyan, demeçlerini, mektuplarını yayınlayan bu hükümettir' dedi ve yaşananları 'Siyasi Tutarsızlık' olarak değerlendirdi...
İşte Ahmet Rauf Akay'ın bugünkü 'Siyasi Tutarlılık ve Terörle Mücadele' başlıklı köşe yazısı:
'Son olaylar ne kadar tutarsız bir iç ve dış politika izlediğini ortaya koyuyor.
Soçi mutabakatından sonra yandaş medya tarafından zafer çığlıkları atıldı. ABD ve Rusya?yı dize getirdiğimiz yönünde haberler yapıldı.
Gerçekten de uluslararası kamuoyu tarafından gösterilen tepkilere rağmen ortaya konan kararlılık yerindeydi. Lakin, bu tip kararların sonuçları zaman içinde ortaya çıkar. Bugün için ne kazandığımızı söylemek çok zor.
Daha mutabakatın mürekkebi kurumadan Trump, YPG?nin lideri Mazlum Kobani?yi ABD?ye devam etti. Bu ABD?nin YPG?ye desteğinin devam edeceği anlamına geliyor.
Trump?ın, bu uluslararası hukuka ve müttefikliğe sığmayan tavrına tabiatıyla hükümet büyük tepki gösterdi, Mazlum Kobani?nin kırmızı bültenle arandığını söyledi. Bunu söylerken kırmızı bültenle aranan Osman Öcalan?ın TRT televizyonlarına çıkarıldığı akıllarına bile gelmedi.
ABD?den önce o teröristlerle masaya oturan, adam yerine koyan, demeçlerini, mektuplarını yayınlayan bu hükümettir. Daha önce çözüm süreci öncesi yapılan eleştirilere karşı, CB Erdoğan, Öcalan?la görüşülmesini kendisinin emrettiğini söylemişti. Şimdi ABD dönüp bu adamlarla önce sen görüştün, ben niye görüşmeyeyim dese hükümetin vereceği bir cevap yoktur. Tek amaç, tek kutsal iktidarı sürdürmek olunca işte böyle tenakuzlar, politik çelişkiler ortaya çıkıyor.
Çok değil, 29 Mart?ta yapılan seçimlerde AKP sözcüleri İYİ parti ve millet ittifakının bileşenlerini PKK terörüne destek olmakla suçlamışlardı. Hatta AKP liderliği, akşam Kandil?den emir alıp, sabah uyguluyorlar gibi çok iddialı laflar etmişti. CB Erdoğan, İYİ Parti lideri Akşener?i tutuklatmakla bile tehdit etmişti. Öyle ki Akşener?e PKK?dan FETÖ?ye kadar birçok asılsız suçlama yöneltilmişti. Önceki gün İYİ parti 2. Kuruluş yıldönümünü kutladı, AKP?yi Akşener?in verdiği resepsiyonda genel Başkan yardımcıları Hayati Yazıcı ile Jülide Sarıeroğlu temsil ettiler. E hani, İYİ parti PKK?ya FETÖ?ye destek oluyordu?
Tezatlar bu kadarla bitmiyor elbette, daha birçok örnek verilebilir. YPG?nin uluslararası meşruiyet kazanmasında izlenen yanlış politikaların büyük etkisi var. Türkiye haklı bir konumda olmasına rağmen -dost bilinen Batı ülkelerinin- tamamı operasyona karşı çıktı. Öcalan, 1999 yılında yakalandığında sığınmak istediği hiçbir ülke onu kabul etmemişti, Rusya, Yunanistan, İtalya ve Hollanda gibi devletler Öcalan?ın başvurusunu reddetmişti. Öcalan, bugün aynı şartlarda dışarıda olsa ve aynı ülkelerden sığınma talep etse bu ülkelerin hiçbirinin reddedeceğini düşünmüyorum. Son birkaç yılda bu ülkelerin tamamıyla ilişkilerimiz bozuldu. İç politikada mevzi kazanma adına, dışarıda Türkiye yalnızlaştırıldı. Batı?nın bize karşı tarihten kalan ön yargılarının olduğu doğru ama aynı Batı?nın kimi dönemler Türkiye?ye verdiği destek bugünkü karşıtlığın sadece tarihi arka planla izah edilemeyeceğini gösteriyor. Her sorumluluğu başkalarına atmak bir şark politikasıdır ve asla gerçekçi değildir. Sorumluluktan kaçmak bu hataları kalıcı hale getirir ve giderek maliyetini yükseltir. Esas problem Türkiye?yi savaşın eşiğine getiren -tek adam- yönetimidir. Tek kalma, her şeye hükmetme arzusu ülkeyi hızla demokrasiden uzaklaştırmaktadır. Son günlerde Davutoğlu parti kuruyor diye Şehir üniversitesine uygulanan baskılar nasıl bir düzene doğru gittiğimizi göstermiyor mu? İşin kötüsü, buna karşı çıkması gereken aydın sınıfının bunu alkışla karşılaması, ideolojik tercih ve kişisel çıkarları için demokrasiyi feda etmeleridir.
Demokrasi, şiddete bulaşmamak ve şiddet teşvikçiliği yapmamak şartıyla her görüşe söz ve partileşme hakkı tanıyan bir düzendir. Akşener?e takılan çelmeler, kurulan tuzakları hatırlayın. Şimdi bir benzeri Davutoğlu?na yapılıyor ve bazıları bunu demokrasi adına alkışlıyor. İşte Türkiye?nin karşı karşıya olduğu en büyük problemlerden biri budur: otoriterleşmenin alkışlanması?