Tarih: 29.10.2019 17:34

Kitap Oku: 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu? -27- 'Kobani Olayları'

Facebook Twitter Linked-in

Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren son kitabı 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?' ile okuyucularının karşısına bir kez daha çıkıyor.  Enpolitik olarak, tarihe not düşen ve önemli bir kaynak oluşturan bu kitabı, siz değerli okuyucularımızla okuma etkinliği teması ile her gün kısım kısım paylaşıyoruz... (Kitabı Bilge Oğuz Kitapevi (0212 527 33 65) veya Kitap Yurdu online kitap satış internet sitesinden edinebilirsiniz.)

'Kürt sorunu nedir' ile başlayan kitapta bugün ''Kobani Olayları' başlığı açılıyor. İşte okumanın yirmi yedinci kısmı...

KOBANİ OLAYLARI

-Her halde artık günümüze gelebiliriz,15 Haziran 2015'den bugüne devlet doğru bir hat üzerinde yürüyor gibi...

Daha günümüze gelmedik,çözüm sürecin devam ederken bir de 6-8 Ekim Kobani olayları var. IŞİD güneyden kuzeye doğru geniş bir alanı kontrol altına alarak Arapların Ayn el Arap (Arap Pınarı) dedikleri bölgeye kadar sokuldu. YPG'yi ağırlıklarını bırakarak kaçmak zorunda bıraktı.Kobanili bir çok insan Türkiye'ye sığındı. HDP, Türkiye'nin YPG'ye askeri yardım yapmasını istedi. Kobani düştü düşecek derken, HDP'nin çağrısı ile bütün bir Güneydoğu'da eylemler başladı.Örgüt sempatizanları IŞİD'le özdeşleştirdikleri HÜDA-PAR üyelerine ve kendilerine ram olmayan herkese saldırdılar.Bir anda çıkarılan pankartlar,molotoflar,silahlar örgütün önceden bu eyleme hazırlanmış olduğunu gösteriyordu.Üç gün Güneydoğu kan gölüne çevrildi. Binlerce araç,ev,işyeri yakıldı,kundaklandı. Elli kişi hayatını kaybetti.Silahlı gruplar hiç bir mukabele ile karşılaşmadan sokaklarda caddelerde  ellerini,kollarını sallayarak dolaştılar.İnsiyatif  tamamen terör örgütünün eline geçti.[1]Öyle ki eylemlerin durması için HDP aracılığıyla  Kandil'e ricacılar gönderildiği bile iddia edildi.  Terör baskısı hükümetin kararlılığını kırdı,Kuzey Irak'tan gelen peşmergenin Türkiye toprakları üzerinden YPG'ye yardıma gitmesine izin verildi. Kobani eylemleri vatandaşın bütün reflekslerini bozdu.Devletin acz içinde kalması -bölge PKK ya verilecek- algısını pekiştirdi. Etnik milliyetçiliğe karşı olanların sesleri iyice kısıldı,bazıları bölgeyi terk etti.Bütünlükçü çizgi iyice zayıfladı.Kobani, devlete olan güvenin  yerle bir olduğu, vatandaşın devletten bize hayır gelmez, başımızın çaresine bakalım  diye düşündüğü önemli bir kırılma anı oldu. Örgüt, bir çok yerde aynı anda kalkışma başlatmanın - devleti nasıl zaafa- düşürdüğünü gördü. Çözüm sonrasında başlatılan hendek terörünün hem ilham, hem motivasyon kaynağı  Kobani olaylarıdır.Örgüt, toplu bir kalkışma ile amaçlarını gerçekleştirebileceğine inandı.

-Siyasi iktidar o dönem başarılı bir sınav veremedi, terör tırmanmaya başlayınca Peşmerge'ye kapılarını açtı,konaklama masraflarını üstlendi. Bu  gücün önünde diz çökmekti. Devlet herhalde en  büyük yarayı o zaman aldı.

Devletin vatandaşını koruyacağına dair kanaat sarsıldı. Güç kullanarak her şeyin başarılabileceği düşüncesi yerleşti. En önemlisi Türkiye'nin güneyinde bir PKK devletinin kurulmasının yolu açıldı. Kobani, Kantonlar arasında stratejik bir noktada bulunuyor.Çıkarılan şamatanın sebebi bu stratejik öneminden kaynaklanıyordu.Suriye'nin kuzeyinde bir devlet kurulacaksa doğusu ile batısı arasında geçiş noktası olan Kobaninin elde tutulması gerekiyordu.Bölge PYD'ye verilerek işte bu imkan sağlandı.

-Şimdi de ABD silah veriyor diye şikayet ediyoruz?

Kobani PYD'nin eline geçmeseydi ABD'nin Rakka ve El bab gibi bölgelere PYD ile beraber hareket etme düşüncesi olamazdı.Malzemeyi kötü yönetilen Suriye politikamız verdi,ABD'de kullandı. PYD lideri Salih Müslim'in Ankara'da kırmızı halılarla karşılandığı günleri hatırlayın. Bir gün kırmızı halı, bir başka gün kırmızı kart. Uçtan uca savrulan,çelişkiler,tenakuzlarla dolu bir Suriye politikası. Suriye bugün ülke bütünlüğünü tehdit eder noktaya geldiyse sorumlusu bu amaçsız,hedefsiz politikadır.

-Çözüm sürecinin hiç mi faydası olmadı,en azından terörle mücadeleye meşruiyet kazandırdı?

Ne demek meşruiyet kazandırdı,ondan önceki mücadele gayri meşru muydu? Böyle bir savunma,  bir yanlışı savunmaya çalışırken onlarca doğrudan vaz geçmektir. Birleşmiş Milletler Şartı'nın  2/4.  maddesinde ,'tüm üyelerin, uluslararası ilişkilerinde  diğer devletlerin toprak bütünlüğü ve bağımsızlığına karşı güç veya güç tehdidi kullanmaktan kaçınması gerektiği  hüküm altına alınmıştır. Bu maddenin iki istisnası vardır,birincisi Güvenlik Konseyinin uluslararası barış ve güvenliğin korunması için güç kullanılmasına yetki vermesi,ikincisi,meşru müdafaa hakkıdır. Baştan beri Türkiye'nin teröre karşı verdiği mücadele meşru ve kendisine yönelik tehditle orantılıdır.  Çözüm sürecinde meşruiyet kazanmamıştır.

SURİYE POLİTİKASI

Etnik milliyetçiliği semirten,büyüten hatalardan biri de sanırım Suriye politikası?

Suriye politikası tam bir felakettir. Gerçekte hükümetin Suriye'de ne yapmak istediğini kimse bilmiyor. Türkiye'nin menfaati benzer fay hatlarına sahip çevre ülkelerin bütünlüğünün korunmasındandır.Irak tecrübesi bir ülkenin parçalanmasının kendi coğrafyası ile sınırlı kalmadığını gösterdi. Irak'ta bölgesel özerk bir yönetimin kurulması, PKK için müthiş bir  moral motivasyon kaynağı oldu. Onlar başardı biz de başarırız düşüncesi  örgütü canlandırdı.Ardından Suriye'de Kantonların kurulması asırlık rüyanın gerçekleşmekte olduğu algısını pekiştirdi. Dört parçalı Kürdistan parça parça kurtuluyordu.PKK o hızla hiç bir zaman inanmadığı çözüm sürecini buruşturup çöp tenekesine attı. Hendek terörü başladığında, Başbakan bizi aldatmışlar,görüşmeler devam ederken şehirlere yığınak yapmışlar diyordu.Oysa devleti yönetenler aldanmasınlar diye bir çok  istihbarat  mekanizması geliştirilmiştir.Aldanmak devlet yönetenlerin lügatinde olmaması gereken bir mazerettir.

Yanlış nerede başladı?

En başta. Türkiye Suriye'yle son yıllarda tam bir balayı yaşıyordu. Her gün on binlerce  insan karşılıklı olarak gidip geliyordu.Turizm ve ticaret patlamıştı. Beşar Esat tatillerini Türkiye Başbakanının evinde geçirecek kadar iki ülke birbiriyle yakınlaşmıştı. Ta ki ABD Dış İşleri Bakanı Condoleezza Rice,  Büyük Ortadoğu Projesini  başlatıyoruz,yirmi iki ülkenin sınırları değişecek diyinceye kadar.[2]

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ

İsterseniz Suriye politikasına girmeden  önce Büyük Ortadoğu Projesini konuşalım nedir BOP?

BOP, en özet ifadeyle İslam Coğrafya'sının ABD  çıkarları ve İsrail'in güvenliğine göre yeniden yapılandırılmasıdır. Seksenli yılların başında İsrail için askeri stratejiler üreten Oded Yinon bir makalesinde; Ortadoğu'da devletlerin olduğunu ama bu devletlerin uluslarının olmadığını, halkların etnik ve mezhep temelinde parçalanmış olduğunu yazdı. Yani bir Irak devleti var,bir Irak milleti yoktu, bir Suriye devleti var bir Suriye milleti yoktu.Benzer düşünceleri bölgede görev yapan başkaları da dile getirdiler. Ortadoğu'da halklar, kendilerini bir ulusa nispet ederek tanımlamıyor etnik,mezhep veya aşiret aidiyetlerini öne çıkararak tanımlıyordu. Her kategorinin ilgi sahası kendisi ile aynı aidiyeti taşıyanlarla sınırlıydı.Aşiret mensubiyeti sadece o aşirete mensup olanları,etnik mensubiyet o etniye mensup olanları kapsıyordu. Hiç biri dini veya etnik kimliği ulusal kimliğe çevirememişti.Yinon, makalesinde ulusu olmayan devletlerin rahatlıkla parçalanabileceğini ima ediyordu.[3] Örneği önlerindeydi. Lübnan etnik ve mezhep temelinde beş ayrı bölgeye bölünmüştü. Herkesin milleti, içinde yaşadığı mezhep veya etnik kategori idi. ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi de Yinon'un makalesinden ilham alıyordu.Ortadoğu'nun ABD-İsrail menfaatlerine göre tanzimi demek İsrail'i tehdit edecek büyüklükte bir devlet bırakmamak ve petrol sahalarını kontrol altına almak demekti.Dünyanın ispat edilebilmiş petrol rezervinin %64'ü Ortadoğu coğrafyasında bulunuyor. ABD için bu sahanın başka bir süper gücün kontrolüne geçmesi ,ekonomisinin rehin alınması,boğazının sıkılması anlamına geliyordu.Bu coğrafya, daha önce İngiltere/Fransa ikilisi tarafından tanımlanmış,sınırları belirlenmişti. Yeni yüz yıl ABD yüz yılı olacağına göre sınırları yeniden belirlemenin zamanı gelmişti.Bahane hazırdı, bu coğrafyada neredeyse tüm ülkeler otokrat,baskıcı yönetimler tarafından yönetiliyordu. Halkla idare edenler arasında büyük bir duygusal mesafe, hatta husumet vardı.Demokrasi, adalet, özgürlük ve insan hakları maskesiyle bu coğrafyaya  hiçbir dirençle karşılaşmadan girmek mümkündü. Çağımızın yeni emperyalizm biçimi -İnsan Hakları -emperyalizmidir.Ezilen,horlanan,aşağılanan, temel hak ve hürriyetleri elinden alınan  toplumlara -İnsan Hakları- vaadiyle gidilip, sömürülmesini ifade eder. İnsan hakları,emperyalizmin çirkin yüzünü gizlemek için kullandığı bir maskedir. Sömürgeciliğin yüz değiştirmiş,estetik ameliyat  geçirmiş halidir bu. İki binli yıllarda proje kuvveden fiile çıkarıldı.Ortadoğu'nun yeniden şekillendirilmesi için bölge ülkelerinin istikrarsızlaştırılması  gerekiyordu.  Projeye bilahare  Afrika da eklendi. Irak'a sözde kimyasal silahlar ve bir diktatörü devirmek için girildi.Halka dayanmayan Bağdat yönetimi halkı işgale karşı harekete geçirecek motivasyon vasıtalarına sahip değildi.  ABD askerleri önemli bir dirençle karşılaşmadan Saddam yönetimini devirdiler. Sonradan Irak'ta tek bir kimyasal silah olmadığı ortaya çıktı.Otoritenin yok olması ile birlikte etnik ve mezhep eksenli çatışmalar başladı. Yüz binlerce insan hayatını kaybetti,yüz binlercesi vatanını terk edip sığınmacı oldu. Aradan yıllar geçti Irak'a demokrasi gelmedi ama Irak üçe bölündü. Esas hedef de buydu. Irak'ı parçalayarak İsrail ve petrol sahaları için bir tehdit olmaktan çıkarmak. Ardından, sıra Suriye'ye geldi. ABD baştan beri Suriye için -haydut devlet-tabirini kullanıyordu. Uluslararası toplum çoktan bu işgale hazırlanmıştı. Yönetim halkın bütününe değil,beşte birini oluşturan Nusayri'lere dayanıyordu. Devlet,halkının büyük kısmını temsil etmiyordu. Kürtlerin çoğunun nüfus kimliği bile yoktu,çünkü vatandaş sayılmıyorlardı. Sunniler devletin bazı mekanizmalarına sokulmuyor, mesela ordu da önemli görevlere getirilmiyorlardı. Devlet demir yumrukla yönetilen bir muhaberat(istihbarat) devletiydi. Hoşnutsuzluk had safhadaydı. Bir kaç isyan denemesi (Hama-Humus olayları)şiddetle bastırılmıştı.Lakin Türkiye ile münasebetlerin düzelmesi rejimde de gözle görülür  düzelmelere neden olmuştu. Esat, kamuda baş örtüsü yasağını kaldırmış, sistemi yavaş yavaş baskıcı görünümünden kurtarmaya başlamıştı.Düğmeye basılması ile birlikte, bir anda İslam coğrafyasında ayaklanmalar başladı. Libya'da Kaddafi trajik bir şekilde öldürüldü. Yemen'de, rejimi devirme girişimleri iç savaşa dönüştü. Libya  parçalandı,Irak'ta kurulan bölgesel yönetimin etnik milliyetçiliği nasıl tetiklediği görülmüştü.Bölgede oluşan otorite boşluğu PKK'ya yaramış,Kandil'i cephe gerisi haline getirerek faaliyetlerini oraya kaydırmıştı. Suriye'ye yapılacak müdahalenin benzer sonuçlar vereceği belliydi.Irak tecrübesinden hareketle iktidarın Suriye politikasını Suriye'nin bütünlüğü üzerine kurması gerekirdi. Merkezi otoritenin zaafa uğratılması halinde Suriye'nin etnik ve mezhep temelinde bölüneceği kesindi.Çünkü iç dinamikleri ülkeyi bir arada tutacak unsurlardan yoksun, dış dinamikler ise Suriye'nin bölünmesinden yanaydı.Suriye önce istikrarsızlaştırılacak,sonra emperyalizme yem edilecekti. Türkiye'nin bu noktada doğru pozisyon alması gerekiyordu.

[1] Bkz.Yanmış,age,s,137...6-8 Ekim olaylarından sonra YDH-G daha çok görünmeye başladı,Hendekler kazılacağı öz yönetim ilan edileceği konuşuldu.Polis önceleri hendekleri kapattı sonra bıraktı. Geceleri belediye arabaları taş,su,erzak taşıyordu...

[2] https://www.facebook.com/notes... erişim 19.08.2017

[3] Cevat Eroğlu,İsrail'in Beka Stratejisi ve Kürtler,İstanbul,Sayfa yayınları,2003,s,64


(Yarın, 'ESAT GİTSİN  DEMEK ASLINDA NE DEMEKTİR?' başlığı ile devam edecek)




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —