Kitap Oku: 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu? -28- 'Esat Gitsin Demek Aslında Ne Demektir?'

Kitap Oku:

Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren, okuyucunun teveccühünü kazanmış ve tarihe not düşen kitabı: ''Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?'

Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren son kitabı 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?' ile okuyucularının karşısına bir kez daha çıkıyor.  Enpolitik olarak, tarihe not düşen ve önemli bir kaynak oluşturan bu kitabı, siz değerli okuyucularımızla okuma etkinliği teması ile her gün kısım kısım paylaşıyoruz... (Kitabı Bilge Oğuz Kitapevi (0212 527 33 65) veya Kitap Yurdu online kitap satış internet sitesinden edinebilirsiniz.)

'Kürt sorunu nedir' ile başlayan kitapta bugün ''Esat Gitsin Demek Aslında Ne Demektir?' başlığı açılıyor. İşte okumanın yirmi sekizinci kısmı...

ESAT GİTSİN  DEMEK ASLINDA NE DEMEKTİR?

-Almadı mı, o dönem kaç defa Beşar Esat'la görüşmeler yapıldı,demokratik reformlar yapması istendi.

Almadı, Libya'da Kaddafi'nin devrilmesi,Irak'da Saddam'ın asılması Suriye'de de benzer şeylerin gerçekleşeceği düşüncesine neden oldu.Esat'a yeterince zaman verilmedi. Bağımsız bir devlete program dayatmanın  devlet gururunu harekete geçirerek  tam tersi sonuçlara neden olacağı görülemedi.ABD'den çok ABD'ci bir politika izlendi. Esat ailesiyle yaşanan dostluklar unutuldu. Türkiye bütün gücüyle Suriye'ye abanmaya başladı. Tek başına Suriye'yi tanzim edeceğini düşündü.Muhalefeti ayaklandırdı. Bu yanlış bir okumaydı. Öyle olduğu da kısa zaman sonra anlaşıldı. Türkiye'nin çıkarı Suriye'nin bütünlüğünün korunmasındaydı. Bu da ancak merkezi otoritenin zaafa uğramasını engellemekle  mümkündü.Irak'ın,Libya'nın müdahaleler sonucu ne hale geldiğini gören bir kadronun bunu görmesi icap ederdi.

-Yani Esatçı mı olmamız gerekiyordu?

Belki Esat'tan daha çok Esatçı... Çünkü  görünürde,Suriye'nin bütünlüğünü koruyabilecek başka bir aktör  yoktu.

-Ama Esat bir diktatör?

Esat yeni mi diktatör oldu? Sn Cumhurbaşkanı ile (o zaman Başbakan) ailece tatile çıkarken de diktatördü.Evinde misafir olurken de diktatördü.  Fenerbahçe, Şam'a maç yapmaya götürülürken de diktatördü.  O zaman bu itirazı niye yapmadınız? Diktatörleri biraz da kültürler yaratır,demokrasileri de... Esat, biraz da Suriye toplumuna hakim olan kültürün bir neticesiydi. Etnik ve mezhep eksenli parçalanmaların olduğu yerlerde toplumu bir arada tutacak  unsurlardan biri güçtür.Saddam'ı diktatörleştiren de kendi hırsı kadar, içinde bulunduğu toplumun bölünmüşlüğüydü.Toplumları ya ortak  bir kültür ve  paylaşılan değerler bir arada tutar, yahut  güç ve otorite bir arada tutar.Parçalanma korkusu baskı politikalarını besler.Arap coğrafyasına bakın bir tane bile ulus devlet yoktur. Etnik olarak hepsi Arap,ama kabile,aşiret asabiyesi Araplığın çok önünde...Birbirlerine karşı kabilecilik,dışarıya karşı parçalanmış bir Arapçılık hakim. Ulus olamadıkları için dış tehditlere karşı ortak tavır geliştiremiyorlar. Onun için bazı yazarlar, Arap milliyetçiliğini,ulusu olmayan milliyetçilik olarak tarif ederler.

-Son Katar-S.Arabistan geriliminde de bunu gördük.

Bir Suriye milleti olmadığı için merkezi otoritenin toplumsal karşılığı devleti tek başına ayakta tutabilme kudretinden mahrumdu. Devletlerin gücü, kapsadıkları toplum  ve sahip oldukları maddi -manevi zenginlikle ilişkilidir. Ne kadar büyük bir kitle devletle güçlü bağlar  kurarsa,   devlet o kadar güçlü olur.Suriye yönetimi, sınırları içinde kalan insanların büyük bir çoğunluğunun desteğine sahip değildi.Baskıcı uygulamalar büyük bir kin ve  öfke birikimine neden olmuştu. Toplum, öfkesini kusacak fırsatlar arıyordu.  Batı'nın üfürdüğü Arap Baharı'na Türkiye'nin de müdahalesi olunca bu öfke  sokağa taştı. Halk, Batı'ya güvenmiyordu. Daha önce on binlerce insan katledilmiş,  insan hakları havarilerinin  sesi çıkmamıştı. İşe Türkiye'nin  karışması  bu güven zaafını ortadan kaldırdı.

-Türkiye karışmasa ne olurdu?

Muhalefetin çapı çok düşük kalır, muhtemelen çok kısa zamanda bastırılırdı. Onca müdahaleye rağmen Esat'ın hala ayakta ve savaşabilecek durumda olması  bu güce sahip olduğunun  göstergesidir. Böylece Suriye bütünlüğünü korur,Türkiye kendini tehdit eden bir PYD devleti ve milyonlarca sığınmacı ile karşı karşıya kalmazdı.Merkezi yönetimin inkırazı halinde kurulacak devletlerden birinin PYD devleti olacağı belliydi.Böyle bir yapılanma Türkiye kadar İran'ı da ilgilendirir. Doğru strateji; bu iki devletin aşama aşama kendilerine yönelen tehdide karşı iş birliği yapmasıydı. İran kendi açısından doğru olanı yaptı. Suriye'nin parçalanmaması için sonuna kadar direndi.Türkiye  ise parçalanması için her yanlışı yaptı.

-Ama siyasi iktidar ikide bir Suriye'nin bütünlüğünden yana olduğunu söylüyor.

Söylemekle yapmak arasında fark var. Ne söylendiğine değil, ne yapıldığına bakmaktır doğru olan. ESAT GİTSİN DEMEK ASLINDA  PKK GELSİN DEMEKTİ.   Bunu bilmek için siyaset biliminde uzman olmaya gerek yok.  İç savaş yaşayan hiç bir ülke,  eğer güçlü bir liderlik ve kurumlara  sahip değilse, bütünlüğünü muhafaza edecek kudreti bulamaz.Suriye'nin altı yıl boyunca kolu, bacağı kesildi. Çoğunu biz kestik.Şimdi bütünlüğünden yanayız diyoruz. Bu haliyle nasıl bütün olacak? Doğusundan batısına kadar tutkal dökseniz Suriye'yi yine bir bütün haline getiremezsiniz.BOP böyle istiyordu, böyle oldu. Ölen biz,yükünü çeken biz,hamallığını yapan biz, kazanan ABD, Rusya ve İsrail oldu.

-ABD ve Rusya binlerce kilometre öteden gelip müdahale ederken Türkiye farklı davranabilir miydi?

Bu bağımsız olma derecenize bağlıdır,ne kadar bağımsızsanız o kadar özgür hareket edersiniz. Ama küresel bir projenin içinde  ve siyasi ikbalinizi buna bağlamışsanız,  bağımsız hareket edemezsiniz. Bugün yaşadığımız gelişmeler safha safha BOP'un uygulanmasıdır. Tarihimizde hiç bir siyasi kadro,hiç bir devlet adamı  yabancı bir projenin parçası olmamış,bunu zül saymıştır. Türk siyaseti ilk defa Türk-İslam dünyasını Batı'nın çıkarlarına göre tanzim etmeyi hedefleyen bir projenin içinde yer almıştır.Suriye ve Irak'ın parçalanması bu planın bir parçasıydı. Suriye'de Kantonların kurulması,Kuzey Irak'ta bağımsızlık referandumu hep aynı projenin evreleridir. Barzani,bağımsızlığını ilan edecek ve Türkiye buna en küçük bir müdahale de bulunmayacaktır. Halbuki, düne kadar Musul/Kerkük kırmızı çizgimizdi. Kantonlar uzak olmayan bir gelecekte önce aralarında sonra da Barzani ile birleşecektir. Bu da BOP'un bir hedefidir. Ardından sıra Büyük Kürdistan'ın İran ve Türkiye ayaklarına gelecektir. Bugün BOP adıyla ortaya çıkan plan en az 70-80 yıllık bir hazırlığın ürünüdür.Güncellene güncellene bugüne gelmiştir. İranlı bir General olan Hasan Arfa bundan  tam 50/60 yıl önce, Kürtlerin politik birliğinin,Ortadoğu'daki mevcut düzenin tam olarak dağılması,Rusya'nın ( o zaman Sovyetler Birliği) bölgeye zorla girmesi Türkiye,İran ve Arap devletlerinin dağılmalarıyla mümkün olabileceğini söylemiştir.[1] Arfa'nın öngörüsü bugün Ortadoğu coğrafyasına iki süper gücün  girmesi ile gerçekleşmiştir.İki Arap devleti dağıtılmış, diğer iki devlet Türkiye ve İran  odaktadır.

-Türkiye Cerablus'a girerek Kantonların arasına bir duvar çekti. YPG Kantonları birleştirme umutlarını şimdilik ertelemek zorunda kaldı. BOP'un içinde yer aldığını iddia ettiğiniz bir kadro,  bu projenin bir parçası olan Kantonların birleştirilmesine karşı çıkabilir miydi? Sözleriniz de bir çelişki yok mu?

Sözlerimde hiç bir çelişki yok.BOP'un içinde olduğunu söyleyen  ben değilim,kendileri[2].O sözlerin tamamı arşivlerde duruyor. İnsanlar unutsa da arşivler unutmuyor.Siyasi iktidarın bir Kürt devletine  karşı olduğunu da sanmıyorum.Barzani, referandum açıklamasını Türkiye ziyaretinden bir kaç gün sonra yaptı. Bu kararı ilgililerle paylaştığını düşünüyorum.Çevresine de bu yönde açıklamalar yaptığı iddia ediliyor.Nitekim, referandum kararını açıkladıktan sonra çok cılız tepkiler aldı.Kimse kırmızı çizgilerden bahsetmedi, sadece  doğru bulmuyoruz,yanlış karar gibi  suya sabuna dokunmayan beyanlarla yetinildi.[3] Kimse de, hani orada hukukunu korumaya söz verdiğiniz soydaşlarımız, diye sormadı.Musul/Kerkük'ü Lozan da kaybettik diye ateş püskürüyorlar,Lozan'ın bir hezimet olduğunu söylüyorlardı.Türkiye hiç bir zaman Musul'dan el çekmedi, her zaman ilgi alanında oldu,tarihi şartların kendisine yeni fırsatlar sunmasını bekledi. Onun için Balkanlardan,Rusya'dan,Afganistan'dan gelen mültecilere hiç bir zorluk çıkarmadan vatandaşlık verirken, Musul'dan Kerkük'ten gelenlere vermedi. Onların vatanlarında kalmasını,  tarihi şartlar oluştuğunda misyonlarını ifa etmelerini  istedi.  Zaman zaman bu politika eleştirildi. Ama yapılan doğruydu.Bugünki dünyada nüfus oranı ile hak talepleri arasında yakın bir ilişki var. Bir yerde nüfusunuz yoksa talep edebileceğiniz bir hak da olamaz.Saddam yönetimi devrildikten sonra Barzani yönetiminin Musul ve Kerkük'te demografik yapıyı değiştirmek için yüz binlerce insanı bölgeye taşımalarının arkasında da bu gerçek yatıyor. Nüfus ve tapu dairelerinin yakılması da aynı amaçla ilgili.Barzani bölgesinde bir Kürdistan'ın kurulması merkezi yönetimin ABD tarafından devrilmesi ile ne kadar ilgiliyse, Türkiye'nin politikaları ile de yakından ilgilidir. Saddam devrildikten sonra kabul edilen geçici Irak anayasası  ile Kuzey Irak'a  özerklik verilmişti. Özerk yönetimler iç işlerinde kısmen özgür, savunma,dış işleri ve mali konularda merkezi yönetime bağlıdırlar. Kendi başlarına her hangi bir ülke ile antlaşma yapamazlar.Dışarı ile ilişkiler tamamen merkezi hükümetin tekelindedir. Siyasi iktidar, bu gerçeğe rağmen Bağdat yönetimini atlayarak Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi ile petrol antlaşmaları yaptı.Özerk yönetime bağımsız bir devlet gibi muamele etti.İlişkilerinde Irak'ı değil, Barzani'yi muhatap aldı.Bunlar tanımanın dolaylı şekilleriydi. Barzani'nin geliş gidişlerinde Bölgesel yönetimin bayrağı göndere çekildi.Bugün  bağımsızlık referandumu ne kadar ABD desteğinin bir eseri ise en az o kadar da Türk dış politikasının zaaflarının   bir sonucudur.

-AKP kurulurken de ABD'ye bazı sözler verildiği, bu sözlerden birinin Irak'da  özerk bir yönetimin kurulmasına destek olunması olduğu iddia ediliyor. Referandum kararı karşısındaki suskunluğun bu iddialarla ilgisi olabilir mi?

Siyasi alan komplo teorilerinin en çok revaç bulduğu, gerçeğin yerine ikame edildiği alandır. Bir çok iddia gündeme gelebilir. Bunların hangilerinin gerçek hangilerinin komplo olduğunu anlamak için iddiaları gerçeklerle test etmek gerekir. İddiaları teyit edecek gelişmeler söz konusu ise artık bir komplo teorisinden söz edilemez. AKP kurulduğunda kurucu kadrodan bazı isimlerin bir kaç defa ABD'ye gittiği, önemli araştırma enstitüleri ve hükümet yetkilileriyle görüşmeler yaptığı biliniyor. Daha sonra  bu görüşmeler AKP ile yollarını ayıranlar tarafından itiraf edildi. Önce Merkez Partisi Genel Başkanı Abdurrahman Karslıoğlu, Ali Bulaç'ı şahit göstererek bu görüşmelerin içeriği ile ilgili açıklamalarda bulundu.Ardından Ali Bulaç,Karslıoğlu'nu teyit ederek AKP'nin kuruluş aşamasında ABD'lilerle çeşitli görüşmeler yapıldığına dair konuşmalara tanık olduğunu söyledi. Ahmet Taşgetiren, bir yazısında, belli ki ABD'ye bazı sözler vermişler şimdi yerine getirmekte zorlanıyorlar, dedi. Erol Mütercimler, AKP'nin kuruluş aşamasında 1999'da yapılan bir toplantıda ABD Konsolos yardımcısının Erdoğan'ı sermaye çevrelerine ve gazetecilere  nasıl takdim ettiğini anlattı.[4]Tartışmalar uzun süre devam etti,özet olarak AKP'nin  Amerika'ya,İsrail'in güvenliğini artırmada, BOP'un uygulanmasında  ve İslam'ın  yeniden yorumlanması   konusunda bazı sözler verdiği iddia edildi.[5] Karşılığında ABD,AKP'ye iktidar yolunu açacak,karşıtlarını opere edecek, gerekli finansal destekleri sağlayacaktı.Gelişmelerin seyrine bakıldığında bütün bu iddiaların  gerçekleşmekte olduğu görülecektir.

-Şunu düşünmüş olabilirler mi,ABD'ye yaslanarak engelleri aşar, sonra yavaş yavaş  bağımsız bir politika izleriz.

Düşünmüş olabilirler. Bu bir vicdan rahatlatma şeklidir.Bu tip ilişkiler hep stratejik bir hamle olarak takdim edilir.Onlar öyle düşünürken, ABD'de muhtemelen onların ne düşündüğünü önceden düşünmüş, tedbirini almıştır. Büyük devletleri büyük yapan kurallar,stratejiler,uzun vadeli planlardır. Gelecek gelmeden  olabilecekleri önceden görüp tedbir almalarıdır.Büyük devletlerle yatağa girenler hamile kalkarlar. Bunun çok az istisnası vardır.Hiç bir devlet gücünü karşılıksız kullandırmaz. Küçük,önemsiz görünen   tavizler gün gelir milletin felaketi olur.Bu tip ilişkilerde yardım alan taraf zamanla kapana kısılır, hareket özgürlüğünü kaybeder. Orhan Gazi'nin meşhur lafıdır:Yardım kabul eden ferman da kabul eder. Başkalarının gücüyle iktidara gelenler o gücün rehini olurlar.BOP'un parçası olmak yanlış bir tercihti. Bugün Türkiye bir  beka sorunuyla karşı karşıya  kalmış ise nedeni  BOP'tur.

Ama Türkiye ABD'nin YPG'ye verdiği desteği çekmesi için elinden geleni yaptı, hala da yapıyor.Bunun hiç bir anlamı yok mu?

Zamanı geçtikten sonra yapılan hiç bir hamle kaybedilenleri geri getirmez. YPG'ye destek olsun diye Peşmergeyi ağırlayan,Türkiye üzerinden Kobani'ye geçmelerine göz yuman biz değil miydik? Pişmanlık deseniz, Barzani bağımsızlık referandumu yapacağım diyor  bunu engelleyecek tek bir hamle yapılmıyor. Kuzey Irak'la sınırları kapatmak,ticareti sınırlamak bile son derece caydırıcı olabilirdi.Şu ana kadar bu istikamette bir şey yapılmadı. Musul/Kerkük'te yüz binlerce Türkmen var,onların hukuku için de herhangi bir teşebbüste bulunulmadı. O zaman hangi hamlesi ile neye engel oluyor? Kantonlar kurulurken tiyatro seyreder gibi seyrettiler. Uyaranları dikkate almadılar.Her şey olup bittikten sonra gösterilen tepki önleyici tepki değil, toplumu yatıştırmak içindir. Bir kaç demece dayanarak  yarın elimizden geleni yaptık engel olamadık diyecekler.

Olabilir miydik?

Elbette olabilirdik. Esat bir avuç kuvvetle ayakta kalmayı başardı. Türkiye-Suriye ve İran fikir ve eylem birliği yapsalardı,bu proje Suriye'de yırtılıp çöp tenekesine atılabilirdi. BOP, Ortadoğu'nun Sevr'idir.Patronu ABD ve İsrail,taşeronları muhteris siyasetçilerdir.Üç devlet güç birliği etseydi, petrol yataklarının bulunduğu bu bölgeyi kolay kolay ateşe atamazlardı.Suriye'yi tek başına avlamakla üç ülkeyi birden karşılarına almak aynı şey değil.Bu kadar rahat olamazlar,bölgeyi kendi dinamikleri ile baş başa bırakabilirlerdi.

IŞİD varken bölgeyi başıboş bırakabilirler miydi?

Suriye/Irak yönetimleri zaafa uğratılmasa IŞİD var olabilir miydi? IŞİD'i sadece çarpık din algısının bir sonucu olarak yorumlamak yanlış olur,IŞİD daha çok bu müdahalelere tepkinin bir sonucudur.Onları radikalleştiren din değil, yaşadıkları trajedidir. Irak'ta,Suriye'de yüz binlerce insan hayatını kaybetti. Bunda despot yönetimlerin ne kadar sorumluluğu varsa onları devirme iddiasıyla İslam coğrafyasına giren müstevlilerin de o kadar payı vardır. Irak'a demokrasi getirmek için girdiler, parçaladılar,Suriye'ye bahar getirmeye geldiler cehennemi getirdiler.Ayak bastıkları her yeri kana buladılar.ABD bölgeye girmeden PYD başını kaldırabiliyor muydu? Örgütün Suriye kanadı savaş alanı olarak Türkiye'yi seçmişti. Esat'ın gücü kırılınca her şey tersine döndü. Suriye coğrafyası engebeli bir arazi değil,örgütlerin  tutunması zordur. IŞİD' karşısında kendisi gibi örgütler olduğu zaman başarılı olan, düzenli ordular çıktığında direnemeyen bir örgüt.El Bap'ta, Musul'da bunu gösterdi. Gerçekte IŞİD'i kimin yönettiği nasıl bir amaç güttüğü de belli değil. ABD ve YPG nereye girecekse  oraya önce IŞİD giriyor,ardından ABD ve YPG  -meşru sebeplerle(!)- müdahale ediyor. IŞİD, ABD ve YPG'ye yol açmak gibi bir işlev görüyor.

[1] Hasan Arfa,Kürtler,Tarih,Politika,İstanbul,Avesta Basın Yayın,2006,s,203

[2]

erişim 11.08.2017


[3] Habertürk,İbrahim Kalın'ın 31 Mart 2017 tarihli açıklaması

[4] http://www.cumhuriyet.com.tr/video/video/515100/ABD_Erdogan_i_istanbul_Sermayesi_gazetecilere_takdim_etmis__ViDEO2_.html

[5] http://www.guncelmeydan.com/pa... 11.08.2017


(Yarın 'AYRILIKÇI TERÖR' başlığı ile devam edecek)