Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren, okuyucunun teveccühünü kazanmış ve tarihe not düşen kitabı: ''Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?'
Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren son kitabı 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?' ile okuyucularının karşısına bir kez daha çıkıyor. Enpolitik olarak, tarihe not düşen ve önemli bir kaynak oluşturan bu kitabı, siz değerli okuyucularımızla okuma etkinliği teması ile her gün kısım kısım paylaşıyoruz... (Kitabı Bilge Oğuz Kitapevi (0212 527 33 65) veya Kitap Yurdu online kitap satış internet sitesinden edinebilirsiniz.)
'Kürt sorunu nedir' sorusu ile başlayan ve çok sayıda alt başlıkla cevaplar aranan kitapta bugün 'Anayasa Etnik Milliyetçiliği Tatmin Eder mi?, 'Niçin Ulus Devlete Karşılar?' ve 'Osmancılık, İslamcılık Aslında Neydi?' soruları soruluyor...İşte okumanın otuz üçüncü kısmı...
ANAYASA ETNİK MİLLİYETÇİLİĞİ TATMİN EDER Mİ?
-Ben de böyle bir anayasa deneyimi var mı, etnik kavgalar bu yolla savuşturulabilir mi, diye soracaktım?
Deneyen var ama terörden,anarşiden kurtulan yok. Bu taleple gelenler zaten işin sonunun nereye varacağını biliyorlar. Mesela, 1971 Barış Anlaşmasında Irak anayasada değişiklik yapmayı kabul etmiş, 1973 Irak geçici anayasasının 5. maddesine; Irak halkı iki temel milliyetten,Arap milleti ile Kürt milletinden oluşur, hükmünü koymuştu.Yine aynı anlaşma çerçevesinde beş tanınmış Kürt kabineye alındı.[1] Fakat hiç bir şey değişmedi,Molla Mustafa Barzani eylemlerine devam etti. Daha bilinen örnek 1960 Kıbrıs anayasasıdır. Bu anayasada Kıbrıs'ın iki topluluktan oluştuğu kabul edilmiş,bakanlar,milletvekilleri Türklerle Rumlar arasında nüfus oranlarına göre(Yüzde 70,yüzde 30) paylaştırılmıştı.[2] Bu,barış getirdi mi getirmedi. Rumların tacizleri,eylemleri,saldırıları devam etti.Çek ve Slovakların birleşmesinden meydana gelen Çekoslovakya'da iki milletli bir anayasaya sahipti. Sovyetler dağılır dağılmaz bu iki topluluk barışçıl bir şekilde ayrıldılar.İki toplumlu anayasaların, yapıştırıcı bir işlev göreceğine dair bir kaide yok. Çek ve Slovakların bir araya gelişi zorlamaydı,anayasanın iki milletli olması birleştirmeye yetmedi. Bir şeyi anayasaya yazmak, o şeyi silikleştirmemekte, aksine daha da belirginleştirmektir.
Peki bu talebin arkasında ne var?
Yukarıda saydığım şeyler var.Ulus devleti dönüştürmek, üniter yapıyı yıkmak var. Anayasal tanınma yoluyla toplumu etnik temelde ayrıştırmak var. Egemenliğin paylaştırılması var. Şartları oluşunca vatanın paylaşılması,ortadan bölünmesi var.
NİÇİN ULUS DEVLETE KARŞILAR?
-Ulus devlet demişken şunu sormak istiyorum, ayrılıkçı çevrelerin en çok takıldıkları konuların başında ulus devlet geliyor. Bu takıntı ulus devleti hedeflerine varmada engel olarak gördükleri için mi?
Ulus devlet tekçidir. İki milletli anayasa ulus devletin tekçi ruhuyla uyuşmaz.Kıskançtır, egemenliğin paylaşılmasını istemez.Her türlü ikiliği ret eder.Ulus devlet var oldukça, özerklik,federalizm, iki dilli eğitim talepleri karşılık bulamaz. Ulus devlette, etnik veya dini gruplar siyasal değil,kültürel varlıklar olarak kabul edilir.Ulus devlet, ulusla devletin örtüştüğü düşüncesinden hareket eder. Çok uluslu,çok merkezli bir devlet ancak ulus devletin dağıtılması ile mümkündür. Son yıllarda farklı sebeplerle ulus devlete yöneltilen eleştirilerin arkasında bu gerçek yatıyor.Küreselleşmenin ulusal sınırları sarstığı, egemenlik alanını daralttığı doğrudur. Ancak hala uluslararası sistem ulus devletler üzerinden yürümektedir. İletişimin gelişmesi,aynı dili konuşan, aynı coğrafya'da yaşayan insanlar üzerinde bir sosyal akrabalık duygusu oluşturmuştur. B.Andersen matbaanın bulunması,yayıncılığın yaygınlaşması ile bir ulus tahayyülünün oluştuğunu söylemektedir.[3] Görsel ve yazılı basın yoluyla insanlar her gün aynı haberleri dinlemekte,aynı yazıları okumakta ortak duygular geliştirmektedir. Birbirini hiç görmeyen belki de göremeyecek olan insanlar arasında hissi bağlar kurulmaktadır.Daha önce sadece gördükleri ile sosyal ilişkiler kurabilen insanlar artık hiç karşı karşıya gelmedikleri insanlarla da ilişki kurabilmektedir.Geçmişte seyahat etmenin zorluğu,insanların dünyayı yaşadıkları coğrafyadan ibaret görmelerine neden oluyor,vatan algıları da buna göre şekilleniyordu. Dolayısıyla vatan, herkesin köyünden,kasabasından yahut aşiretinin topraklarından ibaretti.Şimdi, insanların hareket sahası,ihata ufku genişlediği için daha büyük bir coğrafyayı vatan bellemeye başladılar. Aşirete, boy veya klana karşı sorumluluğun yerini daha büyük bir aile olan ulusa karşı sorumluluk aldı. Bu da ulusa ait olanın (vatanın) kabile,aşiret veya etnik düzeyde parçalanamayacağı bilincini doğurdu.Ulus devlete işte bunun için karşıdırlar. Ulus devlet, kapılarını her türlü ayrımcılığa kapatmıştır.Toplumu kabile,aşiret, mezhep veya etnik kümelerden ibaret görmez, tüm toplumu rengine, meşrebine bakmadan bir bütün olarak görür.
-Burada şöyle bir çıkarım yapmak mümkün mü, ulus devlet, toplumun rengine ,ırkına mezhebine bakmamasına rağmen zaman zaman ırkçı bir devlet biçimi olarak lanse edildi, asıl ırkçılık topluma bakınca bütün bir ulus görmek yerine mezhepler,meşrepler,etnik gruplar görmek değil midir?
Aynen öyledir, bugün onu bunu ırkçı,kavmiyetçi diye etiketleyenlere bakın, çoğu kendini bir ulusa mensubiyetle değil,bir etnik gruba,mezhebe,aşirete veya ırka mensubiyetle tanımlar.Ulus bir kültürel birimdir ete kemiğe,renge dayanmaz. Oysa ırk,aşiret,kabile ve etnik aidiyetler tamamen kan bağı ile ilgilidir. Kültürel bağa ırkçılık diyenler, kan bağını merkez alanları görmezden geliyor. Benim milliyetçiliğim(ulusçuluğum) bütün renkleri içine alıyor, ama onların etnikçiliği kendilerinden başka kimseyi içine almıyor. Hangisi ırkçı, hangisi birleştirici?
-Ulus devlet sadece etnikçi çevreler tarafından hedef alınmıyor,İslamcı çevrelerin de hedefinde?
Buna siyasal İslamcılar diyelim. Dindarlıkla,siyasal İslamcılık aynı şey değil. Dindarlık ahlakı, maneviyatı,hak ve adalet duygusunu öne çıkarır.Dindarların elinde din bir hayat nizamı olarak belirir. Siyasal İslamcılık için ise din bir siyasi projedir,iktidarı elde etmek için kullanılan bir araçtır. Ahlaki mesajı ikinci,üçüncü plandadır.Dindarın davranışlarına,tabiatına sızan din,siyasal İslamcıların elinde bir propaganda malzemesine dönüşür. Dini pratikler Allah'a değil, topluma arz edilir.Karşılığı da oy desteği olarak toplumdan beklenir. İslam'da Allah'ın rızasını hedeflemeyen bir ibadet, şeklen ibadete benzese bile gerçekte ibadet değildir.Siyasal İslam, ibadetleri toplumun gözüne sokmaya çalışarak,dini bir gösteriye dönüştürür. Dinin reklamlaşması en büyük zararı İslam' a verir. Ahlaki kaygıların geri planda kaldığı bu tarz Müslümanlık, dini bir cazibe merkezi olmaktan,dindarları da -emin- insanlar olmaktan çıkarır.Dinin aydınlık çehresini bulanıklaştırır. Çünkü; toplumun büyük kesimi dindarla, din tacirini birbirinden ayıramaz. Siyaseti gayeleştirenler için din, siyaset pazarlamasının en verimli araçlarından biridir. Siyasal İslamcı dine tabi olmaz,onu kendine tabi kılmaya çalışır.İnsanları dini değerlere uymaya çağırmaz, kendine tabi olmaya çağırır. Dine,dindara suizan etmemek için bu ayrımı yapmak şarttır.
OSMANLICILIK, İSLAMCILIK ASLINDA NEYDİ?
Anladım,sorumu düzelterek sorayım o zaman, etnikçilerin ulus devlet düşmanlığını anladık,siyasal İslamcılar ulus devletten ne istiyor? Ulus yıkılınca yerini kabilelerin,etnik aidiyetlerin alacağını bilmiyorlar mı? Ulusu olmayan devletlerin ne hale geldiğini görmediler mi?
Görüyorlar,Irak'ın,Libya'nın,Suriye'nin arkalarında bir ulusları olmadığı için parçalandığını biliyorlar.Yanlış bir okuma ile, ulus devletin bazı toplulukları dışarıda bıraktığını,ulusun yerine ümmetin ikame edilmesiyle bu sorunun ortadan kalkacağını düşünüyorlar. Oysa ümmetten ulusa geldik,tarihi akış ulustan ümmete değil, ümmetten ulusa doğru gelişti. Ulustan ümmete doğru bir dönüşüm söz konusu olmadı.Bugün de böyle bir evrişim gözükmüyor.Dinin etnik farklılıkları gevşettiği,ırk kavgalarına müsaade etmediği doğrudur. lakin bu dönüşüm dine rağmen gerçekleşti.Çünkü din insanların hayatından çekilmiş, toplumu yönlendirme rolünü yitirmişti. Bu dinin mesajının eksikliğinden değil,toplumun sekülerleşmesinden kaynaklanıyordu. Bugün daha seküler,daha dünyevileşen bir toplumla karşı karşıyayız.Din artık sadece onu hayatının temel belirleyicisi haline getirenleri etkiliyor.Etnik çekişmeler de sekülerleşmenin/modernleşmenin bir sonucudur. Dinin etki edeceği kesimler vardır. Fakat bu çok sınırlıdır.Günümüzün din algısı da düne göre çok farklıdır. Dün, hayatın her safhasına giren dinin yerini, bugün neredeyse sadece ibadetlere indirgenen bir din anlayışı almıştır. Alanı daraltılan bir din algısı ile toplumu bütünleştirecek bir ümmet inşası zor gözükmektedir. Kaldı ki ortada ümmet denilebilecek, toplu hareket etme bilincine sahip bir topluluk da yoktur. Din adına ortaya çıkanlar bile ancak ulusal sınırlarda kalanları etkileyebilmektedir.Bir başka ifadeyle din etkisini ulus üzerinde göstermekte, bu yönüyle ulusçuluğu tahkim etmektedir. Meseleyi zorlaştıran etkenlerden biri de bütün bir İslam toplumunu kavrayacak bir din algısının yokluğudur. Toplumdan topluma,ulustan ulusa, mezhepten mezhebe değişen din algısı bütüncül bir ümmet inşasına müsaade etmemektedir.İslam coğrafyasına bakıldığında kavgaların çoğunun saliple değil, ümmetin içinde farklı çıkar grupları ile olması bundandır.Siyasal İslamcıların -ümmete yükledikleri- anlam da sorunludur. Ümmet, bütün Müslümanları tek siyasi çatı altında birleştirme anlamı taşıyan siyasi bir kavram değildir. Din,Müslümanların yardımlaşmasını,dayanışmasını emreder. Farklı devlet çatıları altında bunu gerçekleştirmek mümkündür. Ümmet kavramının Müslümanlara yüklediği siyasi bir hedef yoktur.Ahlaki hedefler vardır, o da yardımlaşmada,dayanışmada bir vücudun azaları gibi olmaktır.İslamcılık kisvesi altında ulus devleti hedef alanların çoğu aynı zamanda etnik hassasiyetleri önde olan çevrelerdir.Kürtçülük İslamcılıkla maskelenerek amacına ulaşmaya çalışmakta,bunun için her yolu denemektedir. Bütün bu mülahazalardan, dinin etkisiz bir faktör olduğu,sosyal hayattan tamamen tart edildiği sonucu çıkarılmamalıdır.Din hala toplumu şu veya bu ölçüde etkileyen önemli faktörlerden biridir. Ancak, gittikçe kişiselleşmektedir. Onun birleştiren, yatıştıran, kavuşturan,kardeşleştiren mesajından her zaman yararlanılmalı, lakin toplumu etkileyen tek faktör olduğu hatasına düşülmemelidir. Toplumun etkilendiği bir çok unsurdan yalnızca bir tanesidir din. Üstelik din ulusu ret etmez. Toplumdaki kategorileri inkar etmez,sosyolojik farkları görmezden gelmez.Çokluk içinde birliği inşa eder.Toplumu birleştiren ortak değerleri köprü yaparak bunu gerçekleştirmeye çalışır. Siyasal İslam, dini siyasi bir proje olarak gördüğü için birleştirici değil,rekabetçidir. Rekabeti çoğu zaman öteki Müslümanlarladır. Dini öteki siyasal projelerle yarıştırarak itibarsızlaştırır.Siyasal İslamcıların yanılgısı, İslami bir düzenin, ulus devleti ortadan kaldırmakla mümkün olacağına inanmalarıdır.Hucurat suresinin 13. ayetinde geçen,' ... birbirinizle tanışasınız diye sizi boylara,kabilelere ayırdık... ayetini ulusun reddi, kabileleşmenin karinesi olarak yorumlarlar. Ayet, açıkça farklı birimler halinde yaratılmanın -tanışmak,bilişmek,yardımlaşmak için olduğunu ifade etmektedir. Farklı olmak bu farklar üzerinden fitne ve kargaşalık çıkarmaya cevaz vermez. Kabile,aşiret,boy gibi sosyal birimler daha çok ulus öncesinin birimleridir. Ayeti tefsir edenler zamanının kavram ve sosyal kategorilerine bağlı kalarak kabile,aşiret terimlerini kullanmışlardır. Yakın zamanda tefsir yapanlar ayetin bu bölümünü halklar,milletler diye tefsir etmektedir. Çünkü; kabile aşiret, kategorilerinin yerini ulus ve halk kategorileri almıştır.Siyasal İslamcılar, sosyal değişmeyi ret eden bir mantıkla ayetin anlamını dondurmakta ve kabileler halinde yaratıldığımızı ileri sürerek kabile üstü kategorileri kabul etmemektedirler. Etnik hareketler ise farklı olmayı tanışma bilişme yerine ayrılma gerekçesi yaparak ayetin ruhuna da ters düşmektedirler.Bilişme,tanışma kaynaşıp bütünleşmenin ilk basamağıdır.Ayet farklılıkları derinleştirmeyi değil,tanışma,bilişme yoluyla azaltmayı teşvik etmektedir.
-Bir de Osmanlıcılık var,uzun zamandır Osmanlı'da da eyaletler vardı,yetkiler paylaşılmıştı, doğudaki beylikler özerkti, milletler sistemi vardı gibi laflar ediliyor. Sanki etnik kalkışmalar ulus devletin bir sonucuymuş gibi takdim ediliyor. Gerçekten biz Osmanlı sisteminden vaz geçtiğimiz için mi böyle oldu?
Osmanlı sistemi Osmanlı'yı niye bir arada tutamadı o zaman? İlk milliyetçi isyanlar Osmanlı döneminde başlamıştır. 1804 de Sırpların ayaklanması ulusal bir isyandı. Ardından Yunanlar,Bulgarlar hep ulusal bilinçle ayaklanıp bağımsızlıklarını kazandılar.Bu isyanlar Cumhuriyet dönemine münhasır olsaydı bu dediğinizin bir anlamı olurdu. Ama öncesi de var. Osmanlı, sisteminin eskidiğini, eski düzenle artık devam edemeyeceğini, dünyanın başka bir sosyal-siyasal düzene geçtiğini görmüştü. Onun için arka arkaya yapısal reformlar yapmaya başladı. Tanzimat,Islahat Fermanı sadece batının dayatmasının bir sonucu değildi, devleti kurtarmak için başını oradan oraya vuranların bir arayışıydı da aynı zamanda. Devletler merkezileşirken Osmanlı merkezle çevre ilişkilerini gevşetemezdi.Batı tek dille eğitim veren okullar açarken, Osmanlı her isteyenin keyfine göre eğitim vereceği bir eğitim sistemini tercih edemezdi. Osmanlıcılık yapanların çoğu Osmanlıyı bilmiyor. Karşı oldukları Cumhuriyetin getirdiği düzenlemelerin çoğu Osmanlı kaynaklıdır. Devletin resmi dilinin -lisanı Türki- olduğu ilk 1876 anayasasının 38. maddesinde ifade edilmiştir. Eğitim dilinin Türkçe olması Osmanlının bir düzenlemesidir. 1861 tarihli maarif nizamnamesi eğitim dilinin Türkçe olduğunu vurgular.[1] Öncesinde de eğitim dili Türkçedir. Devlete yönetici yetiştiren Enderun mektebinin eğitim dili Türkçeydi.Latin alfabesi daha Atatürk hayatta değilken, Osmanlı aydınları tarafından tartışılmıştır. Üstelik bunlar arasında Ahmet Cevdet Paşa gibi İslamcılar da vardır. Cumhuriyet, Osmanlı'nın son yüzyılda yaşadığı büyük yıkımın tecrübesinden doğmuştur. İlhamını oradan almıştır,kurumlarının çoğunun doğum tarihi Osmanlı'ya dayanmaktadır.Osmanlı geri kaldığı, kurumlarını çağın ihtiyaçlarına göre revize edemediği için yıkılmıştır. Şimdi Osmanlı'yı yıkan kurumları mı alacağız. Ne demek Osmanlı'da da eyaletler vardı? O eyaletlerin çoğu kopup gitti, devlet oldu. Bir avuçluk Türkiye toprağından eyaletler kurarak yeni devletler mi çıkaralım? Osmanlıcılık Türkiye'yi bölmek,kabileleştirmek için kullanılıyor. Onun prestijinin arkasına vatan toprağını parçalama planları yerleştiriliyor.
Ama yıkılış döneminden önce Kürtçe eğitim veren okulların (medreselerin) olduğu iddia ediliyor.
Her şeyi iddia etmek mümkün,iddia bir ispat değildir.Osmanlı'nın yükseliş dönemlerinde içinde olunan şartlara bağlı olarak kimsenin diline karışılmamıştır. Doğu'da bazı medreselerde, okullarda Türkçe/Kürtçe karışımı dersler verilmiştir. Zaten o dönemde İmparatorluğun her tarafını bağlayan merkezi bir eğitim sistemi yoktur. İmparatorluğun merkezinde ve yakın çevresinde eğitim dili her zaman sadece Türkçedir. Uluslaşma ve merkezileşme ile birlikte Osmanlı hakimiyet alanında eğitimi tamamen Türkçeleştirmiştir. Kürt Maarif Neşriyat Cemiyetinin İstanbul Çemberlitaş'ta açtığı Kürtçe eğitim veren okulu Osmanlı 1910'da kapatmıştır.[2] Nedense Osmanlı üzerinden fikirlerini gerekçelendirenler bu gerçeği görmezler.
Osmanlı'da eyalet yok muydu, vardı?
Vardı, çünkü var olduğu zamanın icapları zorunlu kılıyordu. Uçak yoktu,otomobil, tren,radyo,tv,telefon,telgraf,internet yoktu. Orduların bir eyaletten bir eyalete gitmesi aylar alıyordu. O çağda dünyanın en hızlı ordusu bile günde en fazla 10-20 km yol alabiliyordu.Merkezin her yere yetişmesi,olaylara zamanında müdahale etmesi mümkün değildi. Eyalet sistemi ile, merkezi beklemek yerine işleri yerinde ve daha çabuk çözmek mümkündü. Başka türlüsü çağın imkanlarına göre muhaldi.Eyalet sistemini var eden çağın şartlarıydı. 19. yüzyılda her şey değişti.Uçaklar,otomobiller,lokomotifler yapılmaya başlandı. Buharlı makineler icat edildi. Mesafeler yakınlaştı.Gidiş,gelişler kolaylaştı. Merkezin çevreye mesafesi azaldı.Aylar süren yolculuklar günlere düştü.Basılı yayın yaygınlaştı.Aynı dili konuşan insanlar arasında bağlar kuruldu. 20. yüzyılda bu daha da gelişti.Mesafeler sıfırlandı, tv, radyo,internet dünyayı birbirine bağladı.İletişimin patlaması yeni bir toplum birimi doğurmuştu; ulus. Osmanlı bu dönüşümü çok önceden görmüş ama kendini yenilemekte gecikmişti. 19 asır bunun çırpınışları ile geçti.Atla,deve ile yolculukların yapıldığı çağı geri getirmek mümkün olsaydı Osmanlıcılığın bir anlamı olurdu.Ya bütün bu keşifleri,icatları yok sayacağız,ya da çağın icaplarına göre davranacağız. Osmanlı bugün yaşasaydı ne olurdu? Osmanlı zaten Cumhuriyetin içinde yaşıyor. Onu kuranlar Osmanlı subaylarıydı. Bir anlamda Cumhuriyeti de Osmanlı kurdu. Osmanlı böyle yaptı,yaşasaydı ne yapardı sorusunun cevabı budur.İmparatorluklar çağı kapanmıştır. İmparatorlukları ayakta tutan siyasal projeler çağımızda geçerliliğini yitirmiştir. Şunu unutmamak lazım,dün doğru olan bugün de doğrudur denilemez, yahut dünün yanlışının bugün de yanlış olduğu söylenemez. Sosyal-siyasal projelerin doğruluğunu/yanlışlığını zaman tayin eder.Zaman dünün doğrularını bugünün yanlışı haline getirebilir. İslam hukukunun temel kaidelerinden biri,zamanın tagayyürü ile ahkamın değişebileceği gerçeğidir. Yani zaman,çevre ve şartların değişmesine bağlı olarak hükümler de değişir,değişebilir,değişmelidir. Osmanlıyı taklit etmek yerine anlamak gerekir,nasıl büyüdü,nasıl geriledi,nasıl inkıraz etti.Osmanlıcılık yapanlar şunu bilmeli, son Osmanlılar çok dilli eğitimden vaz geçmişlerdi,eyalet sisteminden vaz geçmişlerdi,özerklikten vaz geçmişlerdi.İlla taklit edeceklerse bunları taklit etsinler.Çünkü; bugünü belirleyen uzak geçmiş değil, yakın geçmiştir. Osmanlı'nın yakın geçmişi bize eyaletleşme,özerkleşme,kabileleşme telkini yapmıyor.
-Ama Osmanlılar da Osmanlıcılık yapmıştı?
Onu bile anlayamadılar,sözün bir yerinde Osmanlıcılık da milliyetçiliğin bir görünümüydü demiştim.. Bir şey daha söyleyeyim, Osmanlıcılık adı altında yapılmak istenen aslında yeni bir ulusun inşasıydı. Osmanlıcılık da,İslamcılık da farklı adlar altında -tek bir ulus kurma- girişimidir.İkisi de ulus inşasıdır. Bünyede gayri Müslimler de olduğu için Önce Osmanlıcılık denenmiştir. Gayri Müslimler ayrılıp geriye sadece Müslimler kalınca İslamcılık üzerinden ulus inşasına gidilmiştir. İslamlar da gidince(Araplar,Arnavutlar) Türkçülük üzerinden ulus inşasında karar kılınmıştır. Bugün Osmanlıcılık yapanlar ulus kurmak yerine olanı parçalamaya çalışıyorlar.Bu Osmanlıcılık değil, kabileleşme,etnik kompartımanlara bölünme, tek bir millet olmak yerine Irak ve Suriye gibi yamalı bir bohçaya dönmektir. Osmanlı, bu kavramları bugün kullananlar gibi kullanmamıştı.
-Atatürk'ün Türkçülük adı altında yaptığını aslında daha önce Osmanlılar İslamcılık ve Osmanlıcılık adı altında yapmıştı mı diyorsunuz?
Aynen öyle diyorum.Osmanlı'nın da,Cumhuriyeti kuranların da hedefi bir ulus inşa etmek, devleti tekleştirmekti. Atatürk'te Osmanlılar da aynı şeyi yaptılar. Kullandıkları kavramlar farklı olsa da hedef aynıydı. Cumhuriyeti kuranlarla Osmanlıcılık yapan Osmanlı aydınlarını yer değiştirin, Osmanlı aydınları Atatürk'ün yaptığını,Atatürk onların yaptığını yapardı. Herkes yaşadığı dönemin şart ve imkanlarına göre hareket etmiştir. Onların İslam veya Osmanlı adı altında inşa etmek istediği ulusu Atatürk Türklük adı altında inşa etmiştir. Bugünkü Osmanlıcılar bir ulus inşa etmek için Osmanlıcılık yapmıyor,ulus'u yıkmak için Osmanlıcılık yapıyorlar.
-Milliyetçilik Osmanlı'yı yıktı onun için karşıyız diyorlar?
Ziya Gökalp'ta öyle diyor,milliyetçiliği -mikrop- olarak niteliyordu. Milli bünyeyi tahrip eden zararlı bir mikrop. Osmanlı yıkıldıktan sonra, o mikrobu biz kullanalım diyecek kadar da gerçekçiydi.Osmanlı'nın yıkılışı tek sebebe,milliyetçiliğe irca edilemez. Bir çok sebepten biri milliyetçilikti. Devlet artık ayakta kalmayacak noktaya gelince milliyetçilikler harekete geçer.[3] Osmanlı yönettiği toplulukların bile gerisinde kalmıştı.Kurumlarını yenileyememiş,çağının icaplarına göre dönüştürememişti.Milliyetçilik biraz da artık yönetemeyen bir düzene karşı gösterilen bir tepki,bir savunma mekanizmasıdır. Milliyetçiliğin Osmanlı'nın yıkılışında rol oynadığı doğrudur, ama unutmayalım ki Cumhuriyeti de milliyetçilikle İslam'la el ele vererek kurmuştur.
Peki, bu her şeyi Osmanlı ile gerekçelendirmek, bugün ne yapacağımıza karar vermek için Osmanlı'ya bakmak doğru mu?
Doğru değil, en başta zamansal olarak yanlıştır. Bugün Osmanlı'nın yaşadığı çağdan çok farklı şartlarda yaşıyoruz. Hep arkaya bakarak önümüzü göremeyiz. Farklı sosyal ve ekonomik şartlar farklı siyasal davranışlar ve politikalar gerektirir. Her çağın mantığı farklıdır,bunu görmezseniz zamanın dışına düşersiniz. Osmanlının yıkılış sebeplerinden biri, kendini çağına uyarlamakta geç kalmasıydı. ikincisi, belki de daha önemlisi, Osmanlı'nın her yaptığının doğru olduğuna inanmaktır.İnsanların kurduğu hiç bir sistem kusursuz değildir.Osmanlı'nın da eksikleri, yanlışları, zaafları vardı. Öyle olmasa yıkılmazdı. Bu mantık Osmanlı'yı hatasız,kusursuz gören bir mantıktır ki bu her açıdan problemlidir. Mesela,12 Eylül 1919'da Damat Ferit Paşa ile İngiliz Hükümeti adına H.N.Churchill arasında imzalanan gizli anlaşmada İngiliz mandası ve bağımsız bir Kürdistan kurulması kabul edilmiştir. Şimdi biz bunu Osmanlı Hükümeti imzalamıştır diye kabul mü edeceğiz? Önemli olan günümüzün şartlarında da doğruluğu teyit edilen politikaları uygulamak diğerlerini bırakmaktır.
(YARIN, 'İSLAM VE ETNİK MİLLİYETÇİLİK' BÖLÜMÜ İLE DEVAM EDECEK)
[1] Ramazan Kodaman,Abdülhamit Devri Eğitim Sistemi,Ankara,Türk Tarih Kurumu Yayınları,1999,s,17
[2] Nuri Dersim,Hatıratım,İstanbul,Dam yayınları,2014,s,34
[3] Türköne,age,s,75
[1] McDowel,age,s,439
[2] Oktay Uygun,Federal Devlet,3,b,İstanbul,On İki Levha Yayıncılık,2007,s,216, Kıbrıs Anayasasının 2. maddesi şöyledir:Elen cemaati,Elen aslından ve ana dili Elence olan veya Yunan kültür ananelerini paylaşan veya Elen-Ortadoks Kilisesine bağlı bulunan bütün cumhuriyet vatandaşlarını içine alır. Türk cemaati, Türk aslından ve ana dili Türkçe olan veya Türk kültür ananelerini paylaşan veya Müslüman olan bütün cumhuriyet vatandaşlarını içine alır.
[3] Benedich Andersen,Hayali Cemaatler,İstanbul, 4.b,Metis Yayınları,2007,s,151