Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren, okuyucunun teveccühünü kazanmış ve tarihe not düşen kitabı: ''Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?'
Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren son kitabı 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?' ile okuyucularının karşısına bir kez daha çıkıyor. Enpolitik olarak, tarihe not düşen ve önemli bir kaynak oluşturan bu kitabı, siz değerli okuyucularımızla okuma etkinliği teması ile her gün kısım kısım paylaşıyoruz... (Kitabı Bilge Oğuz Kitapevi (0212 527 33 65) veya Kitap Yurdu online kitap satış internet sitesinden edinebilirsiniz.)
'Kürt sorunu nedir' sorusu ile başlayan ve çok sayıda alt başlıkla cevaplar aranan kitapta bugün Kendi Kaderini Tayin' ve 'Koruculuk Kaldırılmalı mı?' konuları ele alınıyor...İşte okumanın otuz beşinci kısmı...
KENDİ KADERİNİ TAYİN
-Kürt meselesi bağlamında en çok konuşulan konulardan biri de Kendi Kaderini Tayin Hakkı.Özerklik,öz yönetim,federalizm,hatta bağımsızlık gibi talepler bu hakka dayanarak dillendiriliyor.Bu prensibin Türkiye topraklarında herhangi bir grup tarafından uygulanma imkanı var mı?
Saydığınız şeyler Kendi Kaderini Tayin Hakkı'nın farklı dereceleridir.Kendi Kaderini Tayin veya Self-Determinasyon ulus devletler çağına girmenin bir sonucudur. Felsefik alt yapısı -milletlerin eşitliği- prensibine dayanır. Madem tüm milletler eşittir,kendi kaderlerini tayin hakları da vardır.Bazılarının yöneten,bazılarının yönetilen olması -milletlerin eşitliği- ilkesine aykırıdır. Wilson'un 14 noktasından biri de Self- Determinasyondur. O zaman Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluklarının topraklarını parçalamak için gündeme getirilmiştir.Milletler Cemiyeti döneminde sömürgelerin özgürlüklerine kavuşması için kullanıldı. Kendi Kaderini Tayin Hakkının sujesi -halklardır. Kimin halk kimin halk olmadığı bu hakkın kullanımında büyük önem taşır.Azınlıklar bu hakkın kapsamına girmezler.Uluslararası hukukta -halkın- tüm taraflarca benimsenmiş bir tanımı yoktur. Özerklik,Federalizm,bölgeselleşme iç Self-Determinasyon,ayrılma ise dış Self-Determinasyon olarak kabul edilir. Bugün bu hak gittikçe demokratikleşme,halkın kendini yönetecek kadroları ve yönetim biçimini belirleme hakkı olarak yorumlanmaktadır.Ayrılma hakkına uluslararası toplum sıcak bakmamakta ancak belli şartlarda bu hakkın kullanılmasına cevaz vermektedir. Baskıcı,ırkçı,totaliter rejimlere karşı -ayrılma hakkının- doğacağına dair giderek kabul gören bir görüş vardır.Bir halk, ayrılıkçı politikalar yüzünden kendi varlığını tehdit altında görüyor ve demokratik yollarla varlığını muhafaza edemeyeceğini düşünüyorsa -ayrılma hakkını- kullanabilir.Türkiye, Lozan Antlaşması ile etnik bir azınlık kabul etmemiş, bütün Müslümanları bir millet saymıştır.Sistem bu yönüyle İslam'ın millet anlayışını benimsemiştir.Herhangi bir etnik kümeyi dışlamamış,vatandaşlığı esas alan bir politika ile -devleti herkese açık- tutmuştur.Farklılık iddiasında olanları engelleyen,oyun dışına iten herhangi bir kural olmadığı gibi, uygulama da yoktur.Bugün özgürlükler ülkesi olarak övünen ABD'de siyahlar medeni haklarına ancak 1965 yılında kavuşabildiler. Altmışlı yılların başına kadar otobüslerde siyahlarla beyazların oturacakları yerler bile farklıydı. Nitekim, 1955'de Rosa Parks adlı siyahi bir kadın siyahlarla beyazların ayrı koltuklara oturduğu bir otobüste yerini beyazlara vermeyi ret ettiği için tutuklanmış, ünlü siyah lider Martin Luter Kings, bu olay üzerine ırk ayrımcılığı uygulayan otobüslere karşı bir yıl süren bir kampanya yürütmüştü. Türkiye'de medeni hakların kullanımında hiç bir etnik ayrımcılık yapılmamıştır.Dolayısıyla dış Self -Determinasyona haklılık kazandıracak bir uygulama alanı yoktur.
-Anlattıklarınızdan şu sonucu çıkarabilir miyiz, demokrasiden otokrat,baskıcı,ayrımcı bir yönetime geçmek ayrılma hakkına meşruiyet kazandırır?
Evet,böyle bir sonuca varılabilir. Zaten terör ve anarşi ile varılmak istenen hedeflerden biri budur. Sistem ne kadar içe kapanır, ne kadar özgürlükleri kısarsa uluslararası hukuk açısından meşruiyetini o kadar tartışılır hale getirir. Amaç iki toplumun bir arada yaşayamayacağını göstererek -ayrılma- yolunu açmaktır. Onun için teröre karşı tedbir alırken -Self-Determinasyona- haklılık kazandıracak düzenleme ve uygulamalardan kaçınmak gerekir.
KORUCULUK KALDIRILMALI MI?
PKK bir de koruculuk müessesesinin kaldırılmasını istiyordu?
Aslında bu talep bile PKK ve ona hayat veren etnik milliyetçiliğin gerçek niyetini gözler önüne seriyor. Silah bırakıp, siyaset yapacak olan bir örgüt koruculardan niçin rahatsız olur? Çözüm sürecinde bu konu çok konuşuldu,korucularla ilgili ileri geri laflar edildi. İstisnai örnekler üzerinden bu kurumun dejenere olduğu, artık lağvedilmesi gerektiği söylendi. Koruculuk,terör saldırılarının zorunlu olarak ortaya çıkardığı bir kurum. Bir devletin her köye,mezraya asker göndererek vatandaşını koruması mümkün değil.Terör olayları yaygınlaşınca bölgeyi bilen, örgüte mesafeli olan kadrolardan yararlanma zarureti ortaya çıkmış,koruculuk müessesesi ihdas dilmiştir. Bölgede bir çok aşiretin devletten yana tavır alması etnik milliyetçiliğin bölgeyi siyasi olarak homojenleştirme,dünyaya dönüp burada bizden başka kimse yok deme oyununu bozmuştur. Aynı yöntemi terör saldırılarına maruz kalan başka ülkeler de kullanmıştır. Peru'da Fujimori yönetimi köylülerin terör örgütü Aydınlık Yol'dan yana olduğunu görünce önce bir toprak reformu yaparak köylülere toprak dağıtmış,ardından silahlandırmıştır. Toprak ve silah sahibi olan köylüler örgüte destek vermeyi bırakıp devletin tarafına geçmişlerdir.Peru'nun terörle mücadelesini kazanmada büyük rol oynamışlardır.Bizim tarihimizde de koruculuk benzeri müesseseler vardır. Devlet kontrol edemediği,arızalı coğrafyaların güvenliğini bazen bölgedeki mahalli güçlere bırakmıştır. Karşılığında vergi indirimi gibi ayrıcalıklar getirmiştir. Osmanlılarda iç karışıklıklar sırasında asayişi sağlamak için oluşturulan İl Erleri böyle bir müessesedir. [1] Koruculuk müessesesinin -terör mücadelesine katkısını- alanda görev yapan herkes kabul etmektedir.En önemlisi de Öcalan'ın yakalandıktan sonra sorguda söylediği, 'Korucular bütün planlarımızı alt üst etti,' şeklindeki ifadesidir.[2] Korucular, bölgede etnik milliyetçiliğin -bütün Kürtler adına konuşma- ve --bütün Kürtleri aynı kampta gösterme imkanını ellerinden almıştır.Bu, silahın yaptığından çok daha fazlasıdır.Kürtçülüğe karşı Kürt direnişini temsil etmişlerdir.Bu az şey midir?
Bir taraftan koruculuğu kaldırın diyorlardı,öbür taraftan bölgede kendilerine ait Öz Savunma Güçlerinin olmasını istiyorlardı.
Silah bırakmak için masaya oturan bir örgüt niçin öz savunma gücü kurmak ister? Daha önce ifade ettiğim gibi,bölgesel yönetimlerin,özerk birimlerin silahlı gücü olmaz. Bir yapı silahlı güç oluşturmak istiyorsa devlet olmak içindir. Sadece bağımsız devletlerin ordusu olur.Bizim öz savunma gücümüz olsun demek, bırakın devlet olalım demektir. Katalonya Özerk bir bölge ama askeri yok. Bask bölgesinin askeri yok. İtalya'da Güney Tirol Özerk bölgesinin ordusu,askeri yok.
Ama Kuzey Irak'ın var?
Niye var,devlet olmak istedikleri için.PKK'nın bu talebi de baştan beri savunduğumuz,Kürt sorunu bir devlet olma sorunudur şeklindeki tezimizi doğruluyor.
[1] Mücteba İlgürel, İl Erleri,İslam Ansiklopedisi,Diyanet Vakfı Yayınları,c,22,s,60,Ankara, İl erlerinin halk arasından nasıl seçildiği ve kayıt işlemleri hakkında yeterli bilgi yoktur. Ancak 1647 tarihli Bursa Şer?iyye Sicilleri?nden nakledilmiş bilgilerden, mevk?fat defterinde kayıtlı her yirmi avârızhâneden bir il erinin talep edildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca il erlerinin ?yarar ve tuvânâ, harb ü darbe k?dir? gençlerden seçildiği, asgari on, âzami 150 kişilik il eri birliğinin başında mutlaka bir yiğitbaşının bulunduğu, yiğitbaşıların sevk ve idarede kabiliyetli olması gerektiği bilinmektedir. Bütün bu işlemler mahallin kadısının nezâretinde gerçekleştirilmekteydi. Yiğitbaşıların yetkilerini bazan kadı, subaşı veya zaîm doğrudan üstlenebilirdi.
Ayrıca bkz.Mustafa Akdağ,Türkiye'nin İktisadi ve İçtimai Tarihi
[2] H.Atilla Uğur,Abdullah Öcalan'ı Nasıl Sorguladım,19,b,İstanbul,Kaynak Yayınları,s,70,2015
(YARIN 'ÇÖZÜM' BAŞLIĞI İLE DEVAM EDECEK)