Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren son kitabı 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?' ile okuyucularının karşısına bir kez daha çıkıyor. Enpolitik olarak, tarihe not düşen ve önemli bir kaynak oluşturan bu kitabı, siz değerli okuyucularımızla okuma etkinliği teması ile her gün kısım kısım paylaşıyoruz... (Kitabı Bilge Oğuz Kitapevi (0212 527 33 65) veya Kitap Yurdu online kitap satış internet sitesinden edinebilirsiniz.)
'Kürt sorunu nedir' sorusu ile başlayan ve çok sayıda alt başlıkla cevaplar aranan kitapta 5'inci ve son bölüm 'Çözüm' başlığı ile ele alınıyor...İşte okumanın otuz altıncı kısmı...
ÇÖZÜM
-Buraya kadar etnik milliyetçiliğin araçlarını,hedeflerini, yapılan politik hataları konuştuk. Benzer tespitleri başkaları da yapıyor, esas önemli olan bu sorunun nasıl çözümleneceği,nasıl tehdit olmaktan çıkarılacağıdır.
Bazıları teşhisi hafife alır. Sorunu anlattığınız zaman geç onu, çözümünüzü söyleyin derler. Teşhis doğru olmazsa tedavi de doğru olmaz. Kanser hastasına grip teşhisi koyarsanız onu iyileştirme,sağaltma imkanını kaybedersiniz. Yaptığınız tedavi hastalığını daha da artırır. Benzer tespitleri başkaları da yapıyor dediniz, önemli olan bunlardan doğru sonuçlar çıkarabilmektir. Farklı hastalıkların benzer belirtileri olabilir.Belirtilerden yola çıkarak doğru sonuçlara varmazsanız -belirtilerle ilgili- tespitlerinizin bir anlamı kalmaz. Bir defa teşhisi doğru yapacaksınız. Nedir Kürt sorunu? Eğer bu kavramla sistemin Kürtlerle bir sorunu olduğu kast ediliyorsa bu yanlış. Sistem etnik bir kümeye dayanmadığı için öteki etnik gruplarla bir hesabı veya meselesi olamaz. Meseleyi Kürt-Türk zemininde tartışmak tam da ayrılıkçıların istediği şeydir.Bu mesele asla bu zeminde tartışılmamalıdır. Kürt-Türk zemini, sorunu bir terör ve ayrılıkçılık sorunu olmaktan çıkararak bir ayrımcılık meselesi haline getirir, zaten PKK ve uzantıları da bunu söylemiyorlar mı?
-O zaman demokrasi sorunu mu diyeceğiz?
Buna demokrasi sorunu da denilemez. Çünkü dünyanın en demokratik ülkeleri bile etnik sorunlarla karşı karşıya. İngiltere,Kanada,İspanya bunlardan sadece bazıları.Daha dün İspanya, Katalonya sınırına asker yığdı.Bir bağımsızlık referandumuna izin vermeyeceğini,gerekirse silah kullanacağını söyledi. Buna fukaralığın neden olduğu da iddia edilemez. Eğer öyle olsaydı İspanya'nın en zengin bölgesi Katalonya'da böyle bir sorun olmazdı. Esas sorun devlet olma sorunudur,etnik milliyetçilik bunun için vardır. Diğer tüm unsurlar bahaneleri,araçları,kitleleşme vasıtalarıdır. Burada anlamlı soru milliyetçilik niçin var sorusudur.
-Niçin var?
Niçin var sorusundan önce mücadelenin iki veçhesi olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. Bir terör,iki,fikir,ideoloji. Tom Nairn, 'İzm' olmadan herhangi bir tavrın,siyasetin,ruhun veya örgütlenmenin mümkün olduğuna inanmak deliliktir,der.. Bu,doğru bir tespittir. Her biri için ayrı mücadele vasıtaları kullanmak gerekir.Terör için kullanılan araçlar,ideolojik mücadelede kullanılamaz. Bu ayırımı yapmadan yapılacak bir mücadele faydadan çok zarar getirir.
Diyelim ki bu ayırımı yaptık, sonra ne yapılmalı?
Her biri için en uygun araç ve kadroların seçilmesi gerekir. On -on beş yılı dağlarda geçmiş,bölgeyi avucunun içi gibi bilen teröristlerin karşısına bir kaç ay eğitim almış, coğrafyanın yabancısı gençleri çıkarırsanız silah ve teçhizat üstünlüğü münasebetiyle yine kazanırsınız ama faturası çok ağır olur.Toplum verdiği kayıpların çetelesini tutar,maliyet arttıkça sesini yükseltir,öyle ki bazen kayıp verme korkusundan mücadele edilemez hale gelir. Türkiye , seksenli yıllardan beri adı şu veya bu olan terörle boğuşuyor.Bu alanda çok büyük bir bilgi ve kadro birikimine sahip.Ne elindeki bilgiyi ne de kadroyu kullanabiliyor. Görev süresi bitenler tecrübeleri ile birlikte kaybolup gidiyorlar. Bu bilgilerin bir havuzda toplanıp değerlendirilmesi,kadroların da şu veya bu şekilde tecrübelerinden yararlanılması gerekir. Bölgeye gidenler sıfırdan başlamamalı, kendilerinden önce biriktirilen tecrübe ile işe başlamalıdırlar.
AMACA UYGUN KADRO
-Uygun kadroyu nasıl seçeceksiniz,hangi vasıflara sahip olmaları gerekir?
Birinci şart; mücadelenin haklılığına inanmaktır.Bu konuda tereddüdü olan mücadele edemez.En bilinen örneklerden biri Sri Lanka- Tamil Kaplanları mücadelesidir. Sri Lanka Cumhurbaşkanı Rajapaksa, topyekün savaşa karar verdiği zaman önce mental bir değişiklik yaptı. Askeri ve politik liderlerin çoğunu değiştirdi. Kardeşini Savunma Bakanı, emekli Orgeneral Sarath Fonseka'yı ordu komutanı yaptı. Fonseka göreve gelir gelmez özel birliklerinin komutanlarını bizzat kendisi seçti,kıdeme değil, savaş alanında ne yapabileceklerine odaklandı. Onlara inanç aşıladı.O kadro kısa zamanda Tamil Kaplanlarının kökünü kazıdı.
-Bizdeki kadrolar inanmıyor mu?
İnanmayanların olduğu muhakkak.Pamukoğlu'nun yazdıklarını okursanız,ne demek istediğimi anlarsınız. Terör mücadelesinde, hep bu iş silahla bitmez- düşüncesi işlendi. Terörle mücadele edenlerin inanç ve maneviyatları kırıldı.Yazılı ve görsel basın neredeyse bir ağızdan terör örgütünün taleplerinin yerine getirilmesi yönünde yayınlar yaptı.İnternet ortamında kısa bir arşiv taramasında, bu iş silahla çözülmez, diye akıl veren bir sürü yazı ve yazar görürsünüz.
-Silahla çözülür mü?
Sadece silahla çözülmez,silahsız da çözülmez.Silahla çözülmez sözü,örgütü yenemezsiniz sözünün daha politik söyleniş biçimidir. Bunu kabul eden bir ülkenin masaya oturmaktan başka çaresi kalmaz.Askeriniz,siyasetçiniz,istihbaratçınız,halkınız buna inanacak.15 Temmuz Darbe Komisyonunda MİT eski müsteşarı Emre Taner, Çözüm sürecini başlatma nedenlerini anlatırken şunları söylüyor: 'Bölgemizde hudutlar, 1930?lu yıllarda İngilizler tarafından veya ona benzer ülkeler tarafından cetvelle çizilmişti. Şimdi o hudutlar kendi doğal sınırlarını çizmeye çalışıyor.Yugoslavya dağıldı, 7 tane devlet doğdu. Karadağ 2,5 milyon bile değil devlet, Makedonya devlet. Adam diyor ki: 30 milyonum, benim devletim niye yok?' Taner'in bu açıklamaları tek bir basın organında yayınlanmadı. Devlet aklının oluşturulduğu en önemli kurumun başındaki kişi bugünkü sınırlara inanmıyor,Ortadoğu'daki gelişmeleri doğal sınırlara- dönmek olarak niteliyor.Daha vahimi Karadağ,Makedonya örneklerinden hareketle -etnik milliyetçiliğin devlet taleplerini- dolaylı olarak haklılaştırmasıdır. Adam diyormuş ki, Karadağ 2.5 milyon devlet, ben 30 milyonum benim devletim niye yok? MİT müsteşarının görevi bu 30 milyon kişiye devlet vermek midir? Olaya bu mantıkla bakan birini devlet aklının oluşturulduğu bir kurumun başına getirirseniz , bu mücadeleden başarı ile çıkamazsınız. Onun için kadronuzun, mücadelenin amaçlarına uygun olması gerekir.
-Hem Türk-Kürt kardeştir diyip hem de devlet kurmasınlar demek bir çelişki hata samimiyetsizlik değil mi?
Mesele devlet kurmaları değil,nerede kurmak istedikleridir.Kürt milliyetçiliğinin devlet talebi, üzerinde yaşadığımız topraklarla ilgilidir.Kardeşliği, bu topraklarda beraber yaşayalım diyenlere değil, siz bu topraklarda işgalcisiniz diyenlere sormak lazım.Kim kardeşlik hukukunu çiğniyor,bu topraklarda beraber yaşayalım diyenler mi,yoksa ortadan ikiye bölüp ayrılalım diyenler mi?
Kuzey Irak'ta bir devlet kursalar etnik milliyetçiliğin ateşi düşmez mi?
Böyle düşünen çok insan var,muhtemelen Emre Taner'de böyle düşünüyor,bu suale bir soru ile cevap vereyim: Bir futbol takımı maç kazandıkça seyircisi artar mı, eksilir mi?
-Artar
O futbol takımı şampiyonluğa oynadığında ne olur, seyircisi daha çok artar. Ama maç kaybedip iddiasından uzaklaştıkça taraftarı azalır.Etnik hareketler de öyledir,hedefe yaklaştıklarında taraftarları çoğalır,hedeflerinden uzaklaştıklarında taraftarları azalır. Kuzey Irak'ta bir devletin kurulması etnik milliyetçiliğin ateşini düşürmez, hararetini daha da artırır.
Kadro meselesi sadece silahlı mücadele ile mi ilgili?
Kadro derken hem silahlı hem silahsız mücadeleye uygun kadroları kast ediyorum. Terörle mücadele için ayrı kadro,bölücülükle mücadele için ayrı kadro. 12 Eylül yönetimi terör bölgelerine uzun süre -milliyetçi- kadroları gönderdi. Özellikle Milli Eğitim ve halkla çok karşı karşıya gelen kurumların kadrolarına dikkat etti. Bu kadrolar okullarda örgütsel yapılanmalara göz yummadılar. Çocukları,gençleri militan öğretmenlere teslim etmediler. Örgüte müzahir olan hocalar bile bu kadroların korkusundan örgütsel faaliyet yapamadı. 80'li yılların sonunda bu kadrolar sahipsiz kalınca hepsi sağa sola dağıldı. Okullar,yurtlar,eğitim kurumları Örgütle iltisaklı kadroların eline geçti. Öyle ki zamanla bölgede devleti savunmak en büyük cürüm haline geldi.
MİLLİYETÇİLİĞİN ATEŞİNİ DÜŞÜRMEK
Anladım, demin terör ve bölücülüğü var edenin etnik milliyetçilik olduğunu söylemiş, anlamlı sorunun -milliyetçilik niçin var- sorusu olduğunu ifade etmiştiniz. Soruyu tekrar sorayım niçin var?
Milliyetçiliği anlatırken bu soruya cevap vermiştim. Milliyetçilik bir devlet kurma ideolojisidir. Etnik milliyetçilik -devlet kurmak- için vardır. Demek ki amaç devlet inşası,araç milliyetçiliktir.Bu amacı var eden bu araçtır. Öyleyse üzerine yoğunlaşılması gereken milliyetçiliktir.Milliyetçiliğin ateşi düşürüldüğü ölçüde çözüm imkanları artacaktır.
-Milliyetçiliğin harareti nasıl düşürülecek?
Milliyetçiliğin ateşi, içinde bulunulan hal ve şartlara göre yükselip alçalabilir.Kazanma ihtimali belirdiğinde milliyetçiliğin harareti yükselir, kaybetme ihtimali ortaya çıktığında milliyetçiliğin ateşi düşer. Bütün mesele kazanmak veya kaybetmekle ilgilidir. Etnik milliyetçiliğin Türkiye serüveni takip edildiğinde bu gerçek net olarak görülür.Milliyetçiliğin en yükseldiği dönemler savaş,kargaşa ve merkezi hükümetlerin zayıf düştüğü dönemlerdir. Osmanlı İmparatorluğu gerileme türbülansına girince etnik milliyetçilik yükselmiştir. Milli mücadele döneminde dikkatler vatan savunmasına çevrilmişken yükselmiştir.Dış konjüktör aleyhe döndüğü zaman yükselmiştir. Çevre ülkelerde aynı amaçla mücadele eden hareketler yeni kazanımlar elde ettiğinde yükselmiştir.Bütün bunlar umutların gerçeğe dönüşme ihtimalinin arttığı dönemlerdir.Hedefe ulaşma umudu ne kadar artarsa Milliyetçiliğin tansiyonu o kadar yükselir.
UMUTLARI KIRMAK
-O zaman umutları kırmak mücadelenin en önemli ayaklarından biri?
Milliyetçilik, hedeflerine varabileceği umuduyla yola çıkar.Bunun olamayacağını görünce gerilemeye, istek ve taleplerini yumuşatmaya başlar. Öcalan'ın ilk yakalandığında söylediği sözlerle sonra söylediklerini hatırlayın. Yakalandığında bütün umutlarını yitirmiş, hayatını kurtarma derdinde olan bir Öcalan vardı. Ne diyordu o zaman; Demokratik Cumhuriyet. Aradan bir süre geçti, idam cezası, ceza mevzuatımızdan kaldırıldı, bu defa Demokratik Özerklik demeye başladı. Çözüm sürecinde kendisi bir halkın temsilcisi gibi muhatap alınıp,masaya oturtulunca da Türk-Kürt Konfederasyonu demeye başladı. Umutlar arttıkça talep çıtası yükseldi. Milliyetçiliğin termometresi umuda bağlıdır. Geleceğe dair ne kadar umudu varsa ateşi o kadar yüksek olur. Umutlar kırıldığında ateşi düşer, halkı etkileme,seferber etme gücünü yitirir.Belki hayatiyetini sürdürür ama artık peşinden kitleleri sürükleyemez.
-HDP'nin oyu en çok çözüm sürecinde yükseldi, bu da umutlarının artmasıyla ilgiliydi galiba?
Masaya Türkiye Cumhuriyetinin istediği şartlarda değil,etnik milliyetçiliğin istediği şartlarda oturuldu. HDP ve Kandil baştan beri konuşmak için İmralı'yı adres gösteriyordu. Siyasi iktidar bunu kabul ederek ilk hatasını yaptı. Otuz bin insanın katili bir anda meşru bir muhatap ve siyasi aktör haline geldi. En kabul edilemez gibi görünen Öcalan'la masaya oturma kabul edilince -her şeyin kabul edilebileceği beklentisi oluştu.Çünkü kırmızı çizgilerimizin en koyusu Öcalan ile asla ve kat'a masaya oturmamaktı. Bu gerçekleşince zihinlerde her şey gerçekleşebilir oldu. Ondan sonra PKK hep istedi, iktidar ise hep verdi. Görüşme gündemini etnik milliyetçiliğin talepleri belirledi. Pazarlıklar hep PKK ne istiyor, ne verelim ekseninde yürüdü. Biz ne istiyoruz, görüşmeler hangi zeminde olmalı sorusu hiç gündeme gelmedi. Çünkü, iktidar başta en olmaz görünene evet diyerek başka olmazlara da evet diyebileceği umudunu vermişti. Belki gündemi iktidar belirlese, -masanın kompozisyonundan,konuşmaların çerçevesine kadar,- ortaya başka bir sonuç çıkabilirdi. En azından bu kadar yıkıcı bir sonuçla karşı karşıya kalınmazdı. Karşı tarafın umutlarını kırmak için insiyatifin her zaman elinizde olması gerekir. İnsiyatif karşı tarafa geçtiğinde kaderi belirlenen taraf siz olursunuz. Çözüm sürecinde izlenen teslimiyetçi politika ile bölücülerin umutları zirve yaptı. Bu da HDP'yi tarihinin en yüksek oy oranına taşıdı.
-Bunda örgütün legal görünüm kazanmasının da etkisi yok mu?
Nasıl yok,çok etkisi var.Bir hareket yasa dışı kabul edildikçe insanlar onunla ilişki kurmaktan, fiili katılımdan çekinirler. Korku, sempatiyi frenleyen bir unsurdur. Bunu İslam tarihinde de görebilirsiniz. Hudeybiye'ye kadar (19 yılda) Müslümanların sayısı ancak 10 Bini bulmuştur. Hudeybiye'de Mekke'li müşriklerle anlaşma yapılıp, artık Müslümanlar meşru muhatap kabul edilince, Müslümanlık da herkesin gözünde meşrulaşmıştı. Hudeybiye'den Veda Haccına kadar dört yılda yaklaşık 120 bin kişi Müslüman olmuştur. İlk on yıla hakim olan hava ,gerilim,şiddet ve savaştı.Müslümanlık Mekkelilerin gözünde gayri meşruydu.İnsanlar ödeyecekleri bedelleri düşünerek İslam'a gelmekten çekinmişlerdi. Bu etiket Hudeybiye'de sökülüp atıldıktan sonra gerilim ve çatışmanın yerini barış almış, sempatisini içinde saklayanlar dalga dalga İslam'a koşmuşlardır. Hudeybiye, Peygamberin en kritik ve en kazandırıcı hamlesidir. Çözüm sürecinde de PKK neredeyse meşrulaştırılmış, dokunulmaz hale getirilmiş bu da ona mesafeli olanlarla sempatilerini eyleme dönüştürmekten çekinenlerin umutlarını artırarak ayrılıkçı harekete dahil olmalarını sağlamıştır.
-Umutlar nasıl kırılacak?
En başta kararlı olmak lazım. En küçük irade zaafı,kararsızlık,pazarlık yapma eğilimi,bıkkınlık,yorgunluk etnik milliyetçiliğe umut olarak döner. Ayrılıkçı hareketlerle mücadele, uzun soluklu mücadelelerdir. Bugünden yarına netice alınamaz.Terörle,kara propaganda ile halkın ve yönetenlerin iradesi kırılmaya çalışılır.Toplum duruşunu bozar,iradesinde gedikler açarsa adım adım kaybetmeye başlar. Kararlılık karşı tarafa yeis olarak döner.Karşısında aşamayacağı duvarlar görünce geri çekilmek zorunda kalır. Halkı milliyetçiliklerin peşine takan başarma umududur. Bu umut yitirildiğinde taban gider, dava bir grup okumuş ile militanın elinde kalır. Kararlılık sadece milli bütünlük ve ulusal egemenlikten taviz vermekle sınırlı kalmamalı,etnik milliyetçilik ve onun türevi olan terörle mücadelede de kararlı olunmalıdır. Zira, her fasıla ayrılıkçılığa yarar. Soluklanmak için fırsat olarak değerlendirir.Etnik milliyetçilik yüzünü daha çok terör eylemlerinde gösterir. Orada yenilgiye uğrarsa,umut verme imkanını kaybeder, süngüsü düşer.
-Sadece kararlılık yeter mi, meselenin bir fikri boyutu yok mu?
Kararlılık psikolojik unsur. Meselenin bir boyutunun fikri boyut olduğunu söylemiştim..Etnik milliyetçilik takipçilerine bir devlet vaat ediyor.Bunun için gerekçeler sunuyor.Ayrılıkçılıkla mücadele her alanda yapılması gereken bir mücadele. Sadece terörle iktifa eder, ona hayat veren fikirlerle mücadeleyi ihmal ederseniz, terörü yenseniz bile başarınız mevzi ve eksik kalır. Teröre hayat veren de öldüren de fikirlerdir. Bir hareket fikir planında yenilgiye uğratılmadıkça, yenilmiş sayılmaz.Terör gerekçesini -fikirlerden- alır.
İDEOLOJİK MÜCADELE OLMADAN BAŞARI GELMEZ
-Peki 30-40 yıldır devam eden terör mücadelesinde meselenin fikri yönüne dönük bir mücadele verildiğine inanıyor musunuz?
İnanmıyorum,tam aksine ayrılıkçı fikirleri besleyen,semirten hatta haklılaştıran yanlışlar yapıldı.Bunların bir kısmına daha önce değinmiştik. Etnik milliyetçiliğin istek ve taleplerini yanlışlayan,çürüten çok az şey yapıldı. Devlet talebinin yanlışlığını kaç kişi yazdı? İki dilli eğitimin bizi nereye götüreceğini kaç siyasetçinin ağzından duydunuz? Özerklik taleplerinin sonunun nereye varacağına dair kaç konuşmaya tanık oldunuz? Çözüm sürecinde inkar politikası bitti diyerek Kürt milliyetçiliğinin tarih yorumuna katkı sunan siyasetçilere şahit olmadık mı? Dinlediği işkence hikayelerinden etkilenerek bana yapılsa ben de dağa çıkardım diyenler olmadı mı? Siyasetçinin vazifesi işkencenin karşılığının dağ olduğunu söylemek değil, hukuku işletmek, işkenceyi sıfırlamaktır. İşkence mağdurlarının gönlünü almaktır,varsa zararlarını tazmin etmektir.İşkence, hak aramayı meşrulaştırır,terörü meşrulaştırmaz. İşkence gördük diyenler 12 Eylül sorgularını,hapishanelerini kast ediyorlar. Ondan önce Ağrı ,Koçgiri isyanları var.Onlar kimden işkence görmüştü? Terör ve bölücülük etnik milliyetçiliğin sonucudur. İşkence olsaydı da olmasaydı da olacaktı. Varlığı dış bir sebebe bağlı değildir. Milliyetçiliği geriletmek için birinci unsurun kararlılık olduğunu söyledim. İkinci unsur, onun tezleri, bahaneleri,fikirleri kısacası ideolojisi ile mücadele etmektir. Fikirler silahla, bombayla,baskıyla yok edilemezler. Sadece meydanlardan çekilip vicdanlara dönerler. Şartları oluştuğunda tekrar sahne alırlar. Bir fikir ancak daha güçlü bir fikirle yenilebilir. Devletin elinde bunu yapabilecek güç ve imkanlar vardır.Bugün insanları etkilemek düne göre daha kolaydır.İletişim çağı ile birlikte bir-medya toplumu- oluşmuştur. Medyaya bakarak düşünen, karar alan,hareket eden,hayatını tanzim eden bir topluluk. KONDA'nın yaptığı araştırmaya göre, bireyler öteki olarak tanımladıklarını birebir değil,medyada gördükleri imajları ile tanımaktadırlar. Devlet bu yönlendirme mekanizmalarının hepsine sahip. Bunları kullanarak -tek taraflı propagandaya- maruz kalarak etnik milliyetçiliğin ağına takılanları düşünmeye,pozisyonlarını gözden geçirmeye sevk edebilir. Uzun terör mücadelesinde çok zengin bir malzeme birikimi oluştu. Bunlar planlı,programlı bir şekilde kullanıldığı takdirde bu ayrıştırma,kamplaştırma süreci tersine çevrilebilir.
-Fikir mücadelesi dediniz, bu başlık altında neler yapılabilir?
Bir çok şey... Başta da söyledim,mesela işkence iddiaları ile çok insan politize edildi. Köylere arama için giden bazı görevliler hukuk dışına çıkarak yanlış işler yaptılar. Bunlar hep bölücülüğün kar hanesine yazıldı. İşkencenin, kötü muamelenin-özel olarak- Kürtlere yönelik olmadığı anlatılabilirdi. İşkenceye bulaşanlar cezalandırılarak bu ülkedeki her vatandaşın hukukunun devletin teminatı altıda olduğu gösterilebilirdi. Asimilasyon ,dil yasağı iddiaları delillerle çürütülebilirdi. Asimile edildik diyorlar, 1965 sayımında Kürtçe konuştuğunu söyleyenlerin oranı yüzde 7.1, bugün Kürtçe bildiğini söyleyenlerin oranı bu rakamın üzerinde. Asimile olmuşlar ama artmışlar, böyle bir şey olabilir mi? Hiç bir anayasada kimsenin ana dilini sokakta,caddede,mahallede konuşamayacağına dair bir yasak olmamıştır. 12 Eylül'de getirilen yasak yayıncılıkla ilgili bir yasaktı.O da kısa bir süre sonra kaldırılmıştır. Asıl asimilasyon Kürtlerde değil,Türklerde olmuştur. Doğu ve Güneydoğu'da bir çok aşiret dilini ve kökenini unutmuştur. Mesela, Beydilli aşireti bir Türk aşiretidir. Bölgede Badıllı olarak bilinir, zaman içinde bir kısmı Kürtleşmiştir. Adları Divan-ı Lügat-ı Türk'te geçmektedir. Oğuz Boylarının yedincisidir.Urfa,Tarsus,Gaziantep ve bir kısmı Suriye sınırları içinde dağılmıştır. Urfa civarında oturanlar Kürtçe konuşurlar. Mesela,Karakeçili aşireti.Diyarbakır çevresi ile Ş.Urfa'da Viranşehir ve Bozova civarında yaşarlar.Bursa'daki Karakeçili aşiretinin bir koludurlar. Kurmanç'ça konuşurlar. Bazıları şafi, bazıları Hanefi'dir. İçlerinde Türk olduğunu bilen, hatırlayanlar vardır. PKK terör örgütüne bu aşiretten de katılanlar olmuştur.Mesela Kadıoğlu aşireti. Diğer adı İzol'dur. Osmanlı kayıtlarında Kadıoğulları diye geçer. Adından da anlaşılacağı üzere bir Türkmen aşiretidir. Aşiretin merkez köylerinden biri Elazığ'ın Baskil ilçesine bağlı Kadıköy'dür. Kadimden beri ismi bu şekilde (Kadı oğlu karyesi)bilinmektedir.Türkçe ve Kurmança konuşurlar. Milli mücadelede aşiret reisi Hacı Kaya'nın katkılarına daha önce işaret etmiştim.Bu aile ve aşiretten gelen Şahin Duman,Osmanlı arşivlerine ve nesilden nesile aktarılan hatıralara dayanarak İzol aşiretinin Türkmen bir aşiret olduğu kanaatine vardığını söylemektedir. Benzer akibeti yaşayan daha bir çok Türkmen aşireti vardır,Türkanlar(Tırkanlar),Şadilli'liler,Bozulus Türkmenleri ve Bucak'lar gibi. Bunlar Doğu ve Güneydoğu'da çok büyük bir yekün tutmaktadır. Burada Bozulus Türkmenleri ile ilgili bir tespit ve hatıramı aktarmakta fayda görüyorum. Moğol İstilası döneminde Anadolu'ya gelen Bozulus Türkmenlerinden Okçu İzzettünlü taifesi Malatya ve Adıyaman- Gerger bölgelerine yerleştirilir. Okçu denilmesinin nedeni içlerinden bir taifenin önce Selçuklulara sonra Osmanlılara ok yapmalarıdır. Bir süre sonra bu taife ile bölgedeki aşiretler arasında çatışmalar çıkınca Dersim yöresine gönderilirler.Dersim sınırları dönem dönem değişen bir bölge. Bazen Doğu'da Kiğı'ya Güneyde Palu'ya kadar olan topraklar Dersim olarak isimlendirilmiştir. Şu an Elazığ sınırlarında kalan bazı yerler de o tarihlerde Dersim sınırları içinde kalmıştır. Okçuyan (okçular) o köylerden biri.Köylüler Zazaca ve Türkçe konuşuyorlar.Okçu İzzetünlü taifesi ile bir ilişkileri olabileceğini düşünerek o köyün kocalarına, okumuşlarına siz buraya Adıyaman Gerger'den gelmiş olabilirsiniz dedim,şaşırdılar,nereden bildiğimi sordular, daha sonra bizim büyüklerimiz de buraya Adıyaman Gerger'den geldiğimizi söylerlerdi,dediler. Okçular ismi Okçu İzzettün'den kalmış,bölgede sonuna lar yerine Farsça ve Kurmanç'çada ki yan(çoğul ve aidiyet eki) eklenerek Kürtçeleştirilmişti.Fikri çalışma dediğim bütün bu alanları kapsayan bir çalışmadır.Bölgede Selçuklular,Osmanlılar,Artuklular,Kara Koyunlar,Ak Koyunlar hüküm sürmüş ama Türk yok deniliyor.Asimile olduk iddiası aslında bölgedeki Kürtleşmiş Türklerin kökenlerini ortaya çıkarmayı engelleme girişimidir.Bu şekilde Türkmen aşiretleri ile ilgili araştırmaların önü tıkanıyor.
-Sadece o mu,aynı zamanda böyle bir çalışma yapıldığında sonuçlarını önceden etkisizleştirmiş oluyorlar.
Diyelim ki bir çalışma yaptınız ve demin söylediğim sonuca vararak, bir çok aşiretin Türkmen olduğunu tespit ettiniz.Asimilasyon propagandaları ile büyük bir kitleyi önceden etkilemiş oldukları için vardığınız sonuçlar hep şüpheyle karşılanacak,inandırıcı bulunmayacaktır. Nitekim, bölgedeki aşiretlerin Türkmen kökeni ile ilgili söylediğimiz şeylerin hep şüphe ile karşılanmasının nedeni budur. O kadar gürültü çıkarılıyor ki Türk'e Türk demek bile neredeyse asimilasyon sayılacak hale geldi. Türk'e Türk deme de, ne dersen de. Fikir mücadelesi dediğim tarihi çarpıtmak,etnik milliyetçiliklerin yaptığını yaparak hayali bir geçmiş uydurmak değildir. Bu coğrafyada kökeni farklı insanlar vardır. Bu ne rahatsızlık verir, ne de inkar edilmeyi gerektiren bir durumdur. Kimsenin etnik kökeni ile de bir sorun olamaz.Kavga veya mücadele etnik aidiyetlerle değil, devlet olma,ayırma,parçalama faaliyetleri ile ilgilidir. Ama bu gerçek bağlamından çıkarılarak hep Kürtlerin varlığına yönelik olarak gösterilmiştir.Madem hastalık etnik iddialardan kaynaklanıyor, o zaman bu iddiaları çürütmek için köken iddialarını araştırmak da bir gerekliliktir.Hastalık nereden çıkmışsa neşteri oraya vurmak gerekir.
-Diyelim ki bunu yaptık ne faydası olacak?
Güneydoğu şimdi homojen,tek etnili bir yapı gibi takdim ediliyor. Böyle bir araştırma bu iddianın ne kadar temelsiz olduğunu ortaya çıkaracak, elde sıfır olarak başlayacağınız araştırmada bulduğunuz her gerçek elinize bir rakam ilave edecektir.Mesele sadece bölgedeki Türkmen aşiretlerini tespit değil, bir de Kürtleşen veya öyle görünmeyi tercih eden Ermeni aşiretleri var. Onlar da bölücülerin hanesine yazılıyor.Misyoner karı koca Mugerditchian'ların kitaplaşan anılarında; Reşkotan,Alikan,Duderi, Mamikan ve Bakeran gibi aşiretlerin aslen Ermeni olduğu iddia ediliyor. Benzer tespitleri etnik milliyetçilerin muteber gördüğü kaynaklar da yapıyor. Bruinessen,Siirt ve Hakkari'de Kürtçe konuşan, görünüşte Müslüman olmuş kripto Hıristiyanlara rastladığını ifade ederek Kürtlerin kökenlerinin homojen olmadığını ifade ediyor. Kürtlerden farklı bir unsur olan Zazalar var. Ne yazık ki bu konuda yeterli çalışma yapılmamıştır. Şerefhan, Zazaca ve Zazaları Kürtlük çerçevesinde görmediği için kitabında hiç bahsetmemiştir. Araştırmalarını saha çalışmalarına dayandıran çok az bilim insanı var. Bunların tek tek ortaya çıkarılması, nüfus yoğunluğu ve miktarı üzerinden yürütülmeye çalışılan ayrışma gayretlerine büyük darbe vuracaktır. Toprak taleplerinde rakamların önemi büyüktür.Toprağın sahipliği ile üzerinde yaşayan çoğunluğun kökeni arsında yakın ilişki kurulur.Son yıllarda Kürtlerle ilgili verilen rakamların abartılmasının arkasında bu amaç yatıyor. Bu tip araştırmaların bir faydası da şudur: Diyelim ki dili değişmiş, Türkçe iken Kurmança veya Kurmança iken Türkçe olmuş bir çok aşiret tespit ettiniz. Bu dil üzerinden etnikleştirme çabalarını akamete uğratır.Etnik kökenin dil ile tanımlanamayacağını ispat eder.Dünyada dili ile etnik kökeni örtüşmeyen sayısız topluluk var. İrlanda'da hakim dil İngilizcedir. Ama İrlandalıların gerçek dili Keltçedir. İrlandalılar İngilizlerle aynı dili konuşur ama paylaştıkları bir milliyet duygusu yoktur.Kürt milliyetçiliği dil milliyetçiliğidir. Kürtlüğü dil ile tarif eder.Kürtçe konuşan herkesin Kürt etnisinden geldiğini savunur. Kürtçe konuşup da gerçekte Türk veya başka kökenden gelenlerin varlığı bu iddiayı temelsiz hale getirir.Fikir mücadelesi sadece bu tip çalışmaları yapmaktan ibaret değil. Etnik bölücülüğün bütün sav ve iddialarının tek tek ele alınıp cevaplandırılmasını gerektirir. Mesela, Türklerin Anadolu'yu Kürtlerden aldığı gibi bir algı oluşturuluyor. Türk tarihinde Kürtlerden alınan tek bir toprak parçası yoktur. Anadolu'yu Sultan Alparslan Kürtlerden değil Bizanslılardan aldı. Yavuz döneminde Mardin ve Diyarbakır Kürtlerden değil, başka bir Türk Hanedanı olan Safevi'lerden alındı.Safeviler de Diyarbakır'ı Akkoyunlu'lardan almıştı.Daha önce Araplar Anadolu'ya geldiklerinde Kürtlerle değil, Bizanslılarla karşılaştılar. Anadolu'yu İslamlara açan, ebedi vatan yapan Türklerdir. Bu coğrafyada yaşayanlar, Türklere düşmanlık edeceklerine minnet duymalıdırlar.
(YARIN 'İNANÇ BİRLİĞİ' BAŞLIĞI İLE DEVAM EDECEK)