Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren, okuyucunun teveccühünü kazanmış ve tarihe not düşen kitabı: ''Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?'
Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren son kitabı 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?' ile okuyucularının karşısına bir kez daha çıkıyor. Enpolitik olarak, tarihe not düşen ve önemli bir kaynak oluşturan bu kitabı, siz değerli okuyucularımızla okuma etkinliği teması ile her gün kısım kısım paylaşıyoruz... (Kitabı Bilge Oğuz Kitapevi (0212 527 33 65) veya Kitap Yurdu online kitap satış internet sitesinden edinebilirsiniz.)
'Kürt sorunu nedir' sorusu ile başlayan ve çok sayıda alt başlıkla cevaplar aranan kitapta 5'inci ve son bölümü 'Çözüm' ile konuya açıklık getiriliyor..İşte okumanın otuz sekizinci kısmı...
HUKUKU HAKİM KILMAK
-Hukukta önemli değil mi? İnsanlar devletle en çok bu alanda karşı karşıya geliyor?
Günümüz dünyasında devleti tüm diğer örgütlerden ayıran adaletin terazisinin elinde olmasıdır. Bu terazi doğru tartar insanlar renk,ırk,din,mezhep ayırımı olmadan hukuklarının korunacağına inanırlarsa farklı arayışlara girmezler. Yine milliyetçi olurlar,etnik kimliklerine sahip çıkarlar ama bunu ayrışma nedeni yapmazlar. Çünkü yönetimi altında oldukları devlete yöneltecekleri bir eleştiri kalmamıştır.Haksızlık duygusu insana tepki enerjisi olarak döner. Uyuyan fitneyi harekete geçirir.Niçin haksızlığa uğruyorum sorusu içini kaşıyıp durur. Bulduğu tek cevap, etnik veya mezhep farklılığıdır. Bu onu hem topluma yabancılaştırır, hem de kimliği ile olan münasebetini güçlendirir. Bir devletin hiç vaz geçmeyeceği bir şey varsa o da adalettir. Yargıda adalet,işe alımlarda adalet,idarede adalet kısacası devletin dokunduğu her yerde adalet olmalıdır.Daha önce yapılan yanlışları anlatırken işkencelerden,hukuk dışı uygulamalardan bahsetmiştik. Ortada bunların faillerini cezalandıracak bir adalet sistemi olsaydı,insanlar kendi adaletlerini kendileri sağlamak için dağlara çıkmazdı.Dağ sadece milli bilincin aktığı bir mahal değil,intikam duygusu ile dolanların da koştuğu bir mahal. Şu hikayeleri yüzlerce defa dinlemedik mi; işkence gördüm dağa çıktım, babama eziyet ettiler örgüte katıldım,öğretmenim hakaret etti gerillaya katıldım... İşkence görenin,babası,annesi hakarete uğrayanın hesabını bu devlet sormazsa, insanları kendine bağlayamaz.Etnik milliyetçilik sadece ideolojik tercihlerle büyümedi, hukuku çiğnenenlerin intikam duygularını tatmin edecek bir zemin olarak görüldüğü için de tercih edildi ve büyüdü.Türk vatandaşlığının cazip hale getirilmesi bu ülkenin her açıdan yaşanabilir hale getirilmesi ile mümkündür.Hukukun yerini keyfiliğin,liyakatin yerini kayırmacılığın aldığı bir ülkede vatandaşlığın cazibesi kalmaz. Bir hukuk sistemi insanların bazılarına dokunuyor,bazılarına dokunamıyorsa orada adalet yoktur.Vatandaş kendini devlet karşısında diğer insanlarla aynı avantajlara sahip görmeli ve buna inanmalıdır. Ayrılıkçılıkla mücadelede hiç bir şey adalet kadar etkili değildir.Zulüm isyan ettirir,adalet teskin eder,bastırır. Nefreti, kini, terörü besleyen,hiç bir cezaya uğramayan adaletsizliklerdir.[1]Hukuk çare olmaktan çıkınca,silah güçsüzün,gadre uğrayanın çaresi haline gelmektedir.
ULUSLARARASI HUKUK DA DİKKATE ALINMALI
Sadece iç hukuk mu dikkate alınmalı?
Hayır,evrensel hukuk kuralları,taraf olduğumuz uluslararası antlaşmalar da dikkate alınmalıdır. Günümüzde uluslararası hukuk etnik ihtilafların çözümünde iç hukuk kadar önem kazanmıştır. Uluslararası hukukun normlarına uymayan devletler ırkçı,ayrımcı veya otoriter olarak kodlanıp, terörle mücadelesinde haksızlaştırılmaktadır.Son yıllarda NATO'nun Kosova'ya müdahalesi dolayımında geliştirilen İnsani Müdahale Doktrini ile etnik çatışmalara dış müdahalelerin yolu açılmıştır.Sırp Ordusunun Kosovalı Arnavutlara yönelik saldırılarına karşı Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 20 Ekim 1997'de Belgrat hükümetini kınayan bir karar almış,ardından Güvenlik Konseyi farklı tarihlerde 1160, 1199 ve 1203 sayılı kararları almıştır. İlk iki kararda özet olarak mülteci ve evsizlerin eve dönmesine izin verilmesi,her iki tarafın çatışmaya son vermesi,siviller üzerindeki baskının kaldırılması, Sırplar ile Arnavutlar arasında barış görüşmelerinin hemen başlatılması istenmiştir.Görüşmelerde sonuç alınamayınca Genel Kurul 1203 sayılı kararla Yugoslavya'nın NATO ile yaptığı antlaşmanın desteklendiği belirtilerek,'acil durumlarda eylemde bulunulmasının gerekebileceği 'vurgulanmıştır. Taraflar arasındaki görüşmelerde Miloseviç, Kosovanın kaderinin belirlenmesi için üç yıl sonra referandum yapılması ve NATO kuvvetlerinin Kosova'ya girmesini kabul etmediği için anlaşma sağlanamamış, neticede NATO kuvvetleri 24 Mart 1999 da hava saldırıları başlatarak bölgeye müdahale etmiştir. Saldırının gerekçesi,'bir devletin başka bir devletin vatandaşlarını o devletin zulmünden kurtarmak için müdahalede bulunabilir' diye özetleyeceğimiz İnsani Müdahale doktrinidir.[2] NATO'nun benimsediği 'Yeni Stratejik Konsept, 'ulusal egemenlik ilkesine dayanan uluslararası ilişkilerin mahiyetini değiştirmiş, NATO'ya insan hakları ihlalleri ve etnik çatışmaların yaşandığı bölgelere doğrudan müdahale imkanı vermiştir. Bunun anlamı, dünya barışını etkileyen bu tip olayların artık ulusal yetki alanında görülmemesi ve ulusal egemenliğe saygı ilkesinin işlemez hale gelmesidir.[3] Kosova müdahalesi ile etnik çatışmalarla karşı karşıya olan ülkelerin bu yeni eğilim ve konsepti dikkate alma zorunluluğu doğmuştur. Hendek terörünün amaçlarından biri devleti kitlesel imhaya yönelterek Türkiye'nin terörle mücadelesini gayri meşru hale getirmek ve uluslararası müdahaleye zemin hazırlamaktı. Nitekim, HDP eş başkanı Demirtaş, o dönem hazırladığı dökümanları Birleşmiş Milletlere sunarak uluslararası müdahale imkanlarını zorlamış, başarılı olamamıştır.Bu bakımdan terörle mücadelede uluslararası hukuku dikkate almak şarttır.
Bu mücadele de halka bir rol düşer mi?
Halksız mücadele olmaz,çocuklarını askere gönderen, en değerli varlıklarını teröre kurban veren onlardır. Toplum hem mücadeleye inandırılmalı hem de gerilimi canlı tutulmalıdır. Mücadele arzusunu kaybetmiş bir toplum çıkarlarını koruyamaz. Bunun için halkın kazanılması,milli politikaların arkasına alınması gereklidir. Ne yazık ki, her dönem toplumun bir kesimi hedefe alınarak küstürülmüş devlet gittikçe insansızlaştırılmıştır.Politikaların gücü arkalarındaki toplum desteği ile ilişkilidir.Son yıllarda iktidarda kalma hırsı uğruna kamplaştırılan,ötekileştirilen kitlelerin küskünlüğü yüzünden en hayati konularda bile toplumda mutabakat sağlanamamakta, devletin bekasına yönelik tehditler karşısında siyasi iktidarın toplumu seferber etme kapasitesi gittikçe düşmektedir. Halkı milli politikaların arkasında bütünleştirip, bölücülüğün karşısına milyonluk kitlelerle çıkmak şarttır.Kitlesel tepkiler örgütlerin moral motivasyonlarını bozmada büyük önem taşımaktadır.
ÖNCELİK BÖLÜCÜLÜKLE MÜCADELEDE OLMALI
-Teröristlerle mücadele edildi, bölücülükle edilmedi dediniz.Dönüp geçmişe baktığımda örgütle bile -askeri mücadele dışında- neredeyse hiç mücadele edilmediğini görüyorum.Örgütün,hedeflerinin,ilişki ağlarının yeterince anlatıldığını düşünüyor musunuz?
Anlatılsa her halde PKK bu kadar büyümeyecekti.Öcalan'la ilgili bahiste örgüt liderlerinin tek bir tanesinin bile devre dışı bırakılamadığını söylemiştim.Devre dışı bırakmayı sadece öldürme anlamında söylemiyorum, şu veya bu şekilde etkisizleştirmeyi kast ediyorum. Bu kişilerin zaafları,ilişkileri, ideolojik iddialarıyla çelişen faaliyetleri Türk basınında çok nadir konu edildi. Oysa örgüt liderlerinin her ortalama insanın vicdanını kanatacak sayısız faaliyeti var. Bugün Avrupa'da uyuşturucu ticaretini PKK yönetiyor. Milyonlarca genç PKK'nın sattığı uyuşturucu ile zehirleniyor.Esrar,eroin,kokain veya bonzaiden gelen para sadece silaha dönüşmüyor,örgüt baronlarının saltanatına da hizmet ediyor.Gençler dağlarda ölüme gönderilirken,uyuşturucu baronları akan kanlar üzerinden saltanat sürüyor.PKK'nın uyuşturucu ticareti ile ilgili kaç yayın yapıldı.Örgüt içi infazlarla ilgili tüyler ürpertici bir sürü hikaye anlatılıyor. Örgütten kaçanların yazdıkları kitaplarda, gencecik kızların nasıl kirletilip sonra da ajan denilerek nasıl katledildiklerini okuyabilirsiniz.Bazılarını okuduğum zaman dayanamamış,insanın nasıl bu kadar gaddar ve acımasız olabileceğine şaşırmış,müteessir olmuştum. Sonuçta hepimiz insanız,kime yapılırsa yapılsın zulüm vicdanların kabul edebileceği bir şey değil.
PKK'NIN İNFAZ HİKAYELERİ
-Aklınızda kalan bir hikaye var mı?
Olmaz olur mu,çok...
-Sizi en çok etkileyenlerden birini anlatabilir misiniz?
Anlatayım,Tuncelili Yıldırım Merkit,Öcalan'ın örgütü bir Gestapo şefi gibi yönettiğini görünce ağır eleştirilerde bulunur. Örgüte dehşet ve vahşetin hakim olduğunu söyler. PKK'da Öcalan'ı eleştirmenin karşılığı ölümdür.1982'de örgütün Filistin kamplarında yaptığı kongrede ölüm kararı çıkarılır. Merkit, on iki yıl ülke ülke gezerek saklanır. Sonunda 1994 yılında Romanya'da öldürülür. Ancak Öcalan'ın kini Yıldırım Merkit'in infazı ile bitmez.Soyadı Merkit olan herkesin öldürülmesini ister,önce Yıldırım Merkit'in babası öldürülür. Ardından sıra PKK içinde Seher kod adıyla faaliyet yürüten Cemile Merkit'e gelir.Cemile, Öcalan'a tapan bir militandır,onun talimatıyla merkez komite üyesi Ali Haydar Kaytan'la evlenmiş,kısa bir süre sonra hamile kalmıştır.Ağır işkencelerden geçirilir.Öcalan merkez komiteyi toplayarak çocuğunu düşürme kararı alır.Cemile Merkit'in bütün direnmelerine rağmen 6 aylık çocuğu düşürülür,babası Ali Haydar Kaytan tarafından yine talimatla sobada yakılır. [4] Böyle binlerce infaz vardır. Öcalan veya Merkez Komite Üyelerinin isteklerine ram olmayan nice genç kız hayatlarının baharında ajan suçlaması ile katledilmiştir. Bir bebeği anne karnını yararak zorla çıkarıp sobada yakan bir örgüt ve onun liderine ne denir? Bu hunharlığın,caniliğin dünyada eşi benzeri var mıdır acaba?
-PKK'nın vatandaşa dönük eylemleri de canavarcaydı? Doksanlı yıllarda öldürülen,el bombaları ile beyinleri dağıtılan o bebek görüntüleri neydi öyle?
Selim Demirkıran,kitabında Fidel kod adlı kişinin grubunun gerçekleştirdiği bir katliamı anlatır,bir köy baskınında bir öğretmen,hamile eşi ve 2 yaşındaki çocuğu acımasızca katledilmiştir. Demirkıran, olay yerine gittiğinde gördüğü manzarayı şu şekilde ifade eder:Hamile kadının karnı kurşun delikleriyle yarılmış,çocuğunun başı dışarı fırlamıştı. Vurulan 2-3 yaşlarındaki kız çocuğunun elinde ise hala ekmek parçaları vardı,muhtemelen ekmek yerken öldürülmüştü.[5] Karnı yarılan bir kadın,ekmek yerken öldürülen minicik bir çocuk,bunun vicdanlara sığacak bir tarafı var mı? O çocuk o örgüte ne yapmış olabilir? Jandarma baskı yaptı,işkence gördük, horlandık,aşağılandık diyenler olaya bir de buradan baksınlar.
Örgüt içinde kadınlara yönelik de sayısız hikaye anlatılıyor?
Kadınların yaşadığı tam bir trajedidir. Basında köşe tutan bazı PKK artıkları dağı ve dağdakileri kutsallaştıran yayınlar yapmalarına rağmen gerçek çok farklı.Dağa çıkan, bir kaç gün içinde hatasını anlıyor ama bir türlü hatasını telafi edecek imkanı bulamıyor.Örgüte girmek kolay, çıkmak çok zordur. Bunu kaçmayı başaranların itiraflarında görebilmek mümkün.Dilaram'ın kitabında anlatılan şu trajik hikaye PKK'nın nasıl bir örgüt olduğunu gözler önüne seriyor:'Korucu kızı Hevidan çok küçüktü,12 yaşındaydı. Baho Ağa'nın aşiretindendi.Apo'nun çıkardığı'Korucu Çocuklarını Kaçırıp PKK'lı Yapma Kanunu' ile kaçırılıpgetirilmişti.1997 Temmuz'unda 16 yaşına basmıştı.Kaçma planları yaptı ama anlaşıldı,tutuklandı.Beni en çok etkileyen,yargılanıp infaz kararı verildikten sonra yapılanlardır.Hevidan'ın eline kazma kürek verip mezarını kazdırdılar.Temmuz sıcağında çukur açarken söylediği türkü dağlarda yankılanıyordu.Son isteği sorulduğunda af dilemedi.' Kahrolsun Apo' dedi,o köylü kızı.'Ahım sizin boynunuzda kalacak!'İnfaz mangasında tek bacağı protezli Siirt'li Rengin,Hevidan'ı gözünü kırpmadan taradı.Ölmüyordu bir türlü.Kadınlar başını taşlarla ezerek öldürdüler.'[6]
Bu nasıl bir canavarlıktır,hafsalam almıyor.
PKK budur,kanla,göz yaşıyla,canavarlıkla beslenen bir örgüt. Böyle bir örgütün bir de hedefine vardığını, bir toprak parçasına hakim olduğunu düşünün. O toprak parçasında yaşayanların vay haline.
[1] Abdelvahab Meddeb,İslamın Hastalığı,Çev.Haldun Bayrı,İstanbul,Metis Yayınları,2006,s,190
[2] Örnek,age,160-168
[3] Fatma Taşdemir,Pınar Yürür,Kosova Sorunu,Tarihi ve Hukuki bir Değerlendirme,Ankara,G.Ü.İ.İ:B.F.Dergisi,3/99,s,150
[4] Kağan Gökalp,PKK'nın Dersim Sorunu,Ankara,2.b.,Kripto Yayınları,2013,s,123-126
[5] Selim Demirkıran,Ürperten İtiraflar,İstanbul,Bilge Karınca Yayınları,2008,,s,104
[6] Burhan Semiz,Çıkmaz Sokak PKK,Ankara,lalezar Kitabevi,2007,s,189
(YARIN 'PKK'NIN İLİŞKİ AĞLARI ORTAYA ÇIKARILMALI' BAŞLIĞI İLE DEVAM EDECEK...)